madde
stringlengths 1
118
| anlam
stringlengths 0
843
| ornek
stringlengths 0
301
⌀ |
---|---|---|
duralamak | duraklamak | Yeni gelen üç kişi bir an girmekle girmemek arası kapının içinde duraladılar. |
duralayış | Duralamak işi | null |
durallık | Dural olma durumu | Hayatımızın o dönemlerdeki durallığı, biteviyeliği, romanı toplumumuzdan uzak tutmuştur. |
durdurma | Durdurmak işi; tevkif | null |
durdurmak | Durmasını sağlamak; bastırmak, çevirmek, eğlemek, yenmek (I) | Sızıntıları durdurmadan, bir önlem almadan ne diye bütün kitapları, eşyaları taşıdık ki! |
durdurtma | Durdurtmak işi | null |
durdurtmak | Durmasını sağlamak, durmasına yol açmak | null |
durdurulma | Durdurulmak işi | null |
durdurulmak | Durdurma işi yapılmak | Önce maddi kısıtlamalar yüzünden deneyler durdurulmuş, derken pek çok kişi işten çıkarılmıştı. |
durduruş | Durdurmak işi | null |
durgu | sekte | null |
durgu | Bir müzik eserinde, bitiş etkisi yapan armonik zincirlemeler bütünü | null |
durgun | sakin | Deniz masmavi, hava durgun, her taraf ılıktı. |
durgun | Neşesiz, keyifsiz, sessiz olan | Öteki durgun bir Anadolu köylüsü idi. |
durgun | Sönük, hareketsiz olan; cansız | Harp hemen tesirini gösterdi. Piyasa durgun. |
durgunlaşma | Durgunlaşmak durumu | null |
durgunlaşmak | Durgun bir duruma gelmek | null |
durgunlaştırma | Durgunlaştırmak işi | null |
durgunlaştırmak | Durgun duruma getirmek | null |
durgunluk | Durgun olma durumu; duraklık, nekahet | Bana göre ölümün en büyük vasfı durgunluk, hareketsizliktir. |
durgunluk | Alışverişin azlığı vb. nedenlerle piyasanın durgun olması; resesyon | null |
durgunluk çökmek | sessiz, sakin duruma girmek | Posta kâtibi eskiden çok sert bir adamdı. Fakat gitgide ona garip bir durgunluk çökmüştü. |
durgun şişkinlik | Ekonomideki durgunluk ve enflasyonun aynı anda yaşanması; stagflasyon | null |
durma | Durmak işi; vakfe | Bu rakkasın durmasına hiçbirimiz alışık değilizdir bu evde, o hep aynı ahenkle sallanmalı. |
durmadan | Ara vermeden, kesintisiz, sürekli olarak; dursuz duraksız | İnce, ürkek bir sesle durmadan inliyordu. |
durmak | Hareketsiz durumda olmak | Motorlu su taşıtlarından biri de kanal rıhtımının tam bizim önümüze düşen bir noktasında demir atmış duruyordu. |
durmak | İşlemez olmak, çalışmamak | Bileğimdeki saat durmuş. |
durmak | Bir yerde bir süre oyalanmak, eğlenmek, eğleşmek; tevakkuf etmek | Yolda nerede çeşme gördümse durdum, elimi yüzümü yıkadım, su içtim. |
durmak | Sona ermek; kesilmek | Yağmur durdu. |
durmak | Varlığını sürdürmek | Türklerin yüzlerce yıl önceki kitabeleri hâlâ duruyor. |
durmak | Var olmak | Bu kadar dersim dururken sinemaya nasıl gideyim? |
durmak | Beklemek, dikilmek | Oturacak değil, ayakta duracak yer yok. |
durmak | Birisinin malı olarak bulunmak veya o malla ilişkisi olmak | Yazlık eviniz hâlâ duruyor mu? |
durmak | Bir yerde kalmak | Artık çok durmamış, yanındaki hanımla birlikte balodan çıkmış. |
durmak | Bir yerde olmak veya bulunmak | Aspirin getirmeyeceğini adı gibi biliyordu çünkü çekmecesinde dokunulmamış bir kutu duruyordu. |
durmak | Belli bir durumda, bir görevde bulunmak | Her gelişimde ben de maçları seyreder, kaleci dururdum. |
durmak | Ara vermek | Sabahtan beri hiç durmadım. |
durmak | yaşamak | Anneannen duruyor mu? |
durmak | Kök veya gövdeleri sonuna -a (-e) zarf-fiil eki almış fiillere gelerek süreklilik bildiren birleşik fiiller oluşturur: Çalışadurmak, bakadurmak, getiredurmak, yiyedurmak gibi | null |
dur! (veya durun!) | "biraz zaman geçsin" anlamıyla cümlelerin başına gelen bir söz | Dur! Bu işi ben yaparım. Durun hele, bakalım ne olacak! |
dur durak (veya dur dinlen veya dur otur) yok | durup dinlenmeden sürekli çalışmayı anlatan bir söz | Gayri bana dur durak yok. |
durdu durdu, turnayı gözünden vurdu | "uzun süre bekledi ancak sonunda isteğini elde etti" anlamında kullanılan bir söz | null |
durduğu yerde (veya durduk yerde) | hiçbir emek harcamadan | null |
durduğu yerde (veya durduk yerde) | gereği yokken | null |
durduğu yerde (veya durduk yerde) | suçsuz yere | null |
duromer plastik | Sıkı ağ yapılı moleküllerden oluşan sert ve katı plastik türü | null |
duru | Bulanıklığı olmayan; berrak | null |
duru | Pürüzsüz olan (ten) | Bu, duru beyaz tenli ve kıpkızıl dudaklı bir körpe Rus kızıydı. |
duru | Arınmış, karışık olmayan (dil, üslup vb.) | Böyle duru bir mantık karşısında akan sular duruyordu. |
duruk | Hareketi olmayan, belirli bir süre değişmeyen; statik, dinamik karşıtı | null |
duruk | Kuvvetlerin dengelenmesiyle ilgili olan | null |
duruk | Dalgalı akımlı elektrik motor veya üreteçlerinde hareketsiz bölüm; stator | null |
duruk | Hareket etmeyen nesnelerin üzerindeki kuvvet dengeleri ile uğraşan bilim dalı; statik | null |
durukluk | Duruk olma durumu | null |
duruksun | kararsız | null |
durulama | Durulamak işi | Bu adam bir kurtarıcıydı neredeyse. Önerisini hiç duralamadan benimseyiverdi. |
durulamak | Yıkanmış şeyleri duru sudan geçirmek | null |
durulanma | Durulanmak işi | null |
durulanmak | Yıkanmış şeyler duru sudan geçirilmek | null |
durulanmak | İnsan, yıkandıktan sonra bir daha temiz su dökünmek | null |
durulaşma | Durulaşmak durumu | Sevindiğim gelişme, en yobaz politikacıların bile dildeki durulaşmaya yabancı kalamayışlarıdır. |
durulaşmak | Duru bir duruma gelmek | null |
durulma | Durulmak durumu | Güneşin açması, yağmurun dinmesi, fırtınanın durulması beklenebilir. |
durulmak | Duru duruma gelmek | Akmayan su, kımıldanmayan, olduğu yerde bir çukurun içinde pıhtılaşan, ağırlaşan durgun ve durulmuş su ölümü hatırlatır bana. |
durulmak | Gürültü, kımıldanış, karışıklık, yağış, yel vb. dinmek | Dışarıda nemli bir rüzgâr esiyordu, dalgalar durulmamış, yalnız biraz ağırlaşmıştı. |
durulmak | sakinleşmek | Hüdai ile olan anlaşmazlıklar durulacak gibi değildi. |
durulmak | Durma işi yapılmak | Mor dağlara karargâhlar kurulur / Eteğinde bölük bölük durulur |
durultma | Durultmak işi | null |
durultmak | Duru duruma getirmek | Gökyüzüne baka baka soluğunu durulturken bekçilerden birinin karısı kapısına dayandı. |
duruluk | Duru olma durumu | null |
duruluk | Dil veya üslubun karışık olmama durumu | Mustafa Kemal Paşa bizim söylediklerimizi kendine mahsus bir durulukta özetledi. |
duruluk | açıklık | null |
durum | Bir şeyin içinde bulunduğu koşulların hepsi; yer, vaziyet (I), hâl, hâlet, keyfiyet, mevki, manzara, pozisyon | Genel Sekreter, kazadaki sıtma durumu hakkında verdiğim uzun tafsilattan pek memnun kaldı. |
durum | Duruş biçimi; tavır | null |
durum | Bireyin toplum içindeki ilişkileriyle belirlenen yeri | null |
durumdan ders çıkarmak | içinde bulunulan şartları değerlendirerek yanlış adım atmamak | null |
durumdan vazife çıkarmak | içinde bulunulan şartları değerlendirerek sorumluluk yüklenmek | null |
durum almak | belli bir duruş biçimine geçmek | null |
durum almak | bir olay karşısında belli bir tavır almak | null |
durumu bozulmak | maddi durumu kötüleşmek | null |
durumu düzelmek | maddi durumu iyileşmek | null |
... durumuna düşmek | şartları kötüleşmek | null |
... durumunda olmak (veya bulunmak) | zorunluluğunda olmak | null |
durum eki | Adın bir adla veya fiille ilgisini kuran ek; hâl eki | ev-i gördüm, ev-in önü. |
durum ortacı | Sıfat-fiil | null |
durum ulacı | Zarf-fiil | null |
durup durup | Belli aralıklarla tekrarlayarak | Yusufçuk kuşu durup durup ötüyordu. |
durup durup | Ara sıra, zaman zaman, bekleyerek | Sakarya zaferi tacını giyinceye kadar durup durup dinleyecekti. |
duruş | Durmak işi | Bizim Rumeli’de duruşumuz burada kendi milletimizin bulunmasındandır. |
duruş | Takınılan tavır | Ali, onun bu korkulu duruşunu gördükçe içindeki koruma duygusu daha yoğunlaşıyordu. |
duruşma | Davacı ile davalının yargıç karşısında hazır bulundukları yargılama evresi; dava, murafaa | Ortada zaptiyesiyle, hapishanesiyle, hâkimleri, duruşmaları ile devlet kuvveti vardı, karşı durulamazdı. |
duş | Temizlik veya tedavi amacıyla suyu yüksekten üzerine doğru püskürtme yoluyla yıkanma | Soğuk bir duş, sonra da deliksiz bir uyku! |
duş | Bu biçimde yıkanmaya yarayan alet | null |
duşak | Hayvanın iki ayağını iple bağlayarak yapılan köstek | null |
duşaklama | Duşaklamak işi | null |
duşaklamak | Hayvanın iki ayağını duşakla bağlamak | null |
duş kabini | Duş veya banyo küvetinin etrafına takılan, suyun dışarıya sıçramasını önleyen, buharın içeride kalmasını sağlayan, alüminyum veya plastikten yapılmış çerçevelerine cam, mika vb. plastik malzeme yerleştirilmiş, ön panelleri bir ray üzerinde hareket edebilen bir kabin türü; duşa kabin, banyo kabini | null |
duş teknesi | Duş yapmak amacıyla banyonun bir köşesine yerleştirilmiş, derinliği fazla olmayan tekne | null |
dut | Dutgillerden, kuzey yarım kürenin genellikle ılıman bölgelerinde yetişen, yapraklarıyla ipek böceği beslenen ağaç (Morus) | null |
dut | Bu ağacın, ak, kara, pembe renkte ekşi veya tatlı, sulu meyvesi | null |