madde
stringlengths 1
118
| anlam
stringlengths 0
843
| ornek
stringlengths 0
301
⌀ |
---|---|---|
dut gibi olmak | çok sarhoş olmak | null |
dut gibi olmak | utanmak, mahcup olmak | null |
dut yemiş bülbüle dönmek | neşe ve konuşkanlığını yitirmek, susmak | Sabahtan akşama kadar durmadan söyleyen geveze Çalıkuşu, dut yemiş bülbüle dönmüştü. |
dutçuluk | Dutçunun yaptığı iş | null |
dutgiller | Dut, incir vb. cinsleri içine alan iki çeneklilerden bir bitki familyası | null |
dut kurusu | Dutun kurutulması ile elde edilen kuru yemiş | null |
dut kurusu ile yâr sevilmez | "ancak büyük fedakârlıklarla elde edilebilecek güzel bir şey, fedakârlık yapılmadan elde edilemez" anlamında kullanılan bir söz | null |
dutluk | Dut ağaçlarının çok olduğu yer | null |
dut pekmezi | Dutun ezilmesi ve şırasının kaynatılması sonunda elde edilen bir pekmez türü | null |
duvak | Gelinin başını, bazen de yüzünü örten dantel veya tülden örtü; bürük | null |
duvak | Küp, tandır, baca vb.nin taş veya topraktan yapılmış kapağı | null |
duvak | Yeni doğan bazı bebeklerin doğduğu zaman başlarını çevreleyen zar | null |
duvağına doymamak | yeni gelinken ölmek veya kocasından ayrılmak | null |
duvakçı | Duvak yapan veya satan kimse | null |
duvakçılık | Duvakçının yaptığı iş | null |
duvak düşkünü | Evlenmeye çok istekli olan | Nabi Efendi, Nezahat Hanım'ı duvak düşkünü bir taze diye almıştı. |
duvaklama | Duvaklamak işi | null |
duvaklamak | Başını ve yüzünü duvakla örtmek | null |
duvaklanma | Duvak örtünme | null |
duvaklanmak | Duvak örtünmek | null |
duvaklanmak | Gelin olmak | null |
duvaklı | Başı ve yüzü duvakla örtülü | null |
duvaklı | Doğduğunda başında zar olan (bebek); perdeli | null |
duvaksız | Duvağı olmayan | null |
duvar | Bir yapının yanlarını dışa karşı koruyan, iç bölümlerini birbirinden ayıran, taş, tuğla vb. gereçlerden yapılan veya örülen dikey düzlem; örek, cidar | Bir duvar onarılır öteki çöker, ardından dam akardı. |
duvar | Bir toprak parçasını sınırlayan taş, tuğla, kerpiçten yapılan engel | Karabaş, bostan duvarının gölgesinde öğle uykusuna serilir. |
duvar | Sonuç alınamayan yer | null |
duvar | engel | İki arkadaşın arasında aşılmaz bir duvar vardı. |
duvar | Voleybolda ağ üzerinde karşı takım oyuncusunun vuruşuna karşı koyma | null |
duvar çekmek | duvar örmek | null |
duvar çekmek | aradaki ilişkiye son vermek, görüşmemek | null |
duvar gibi | ağır işiten veya işitmekte güçlük çeken | null |
duvar gibi | etrafında olan olaylara veya söylenen sözlere karşı tepki vermeyen | null |
duvar yapmak | baraj yapmak | null |
duvar ayağı | Yapılarda süs ögesinin dışında görevi olmayan, duvara yapışık, üzerinde yukarıdan aşağıya yivler bulunan yarım ayak | null |
duvarcı | Duvar ören nitelikli işçi | Düvenci ustası isterim, duvarcı ustası isterim. |
duvarcılık | Duvarcının yaptığı iş | null |
duvar dayağı | Yıkılmaması için duvara eğik olarak konulan destek ağaç | null |
duvar dişi | İleride eklenecek duvarın iyice tutunması için duvarın bir yerinde bırakılan tuğla çıkıntıları; ekleme dişi | null |
duvar gazetesi | Duvara asılan, çoğunlukla elle, yazı makinesi veya bilgisayar ile yazılan okul veya dernek gazetesi | null |
duvar halısı | Duvara asmak üzere dokunmuş, üzerinde genellikle resim işlenmiş olan ince halı | null |
duvar kâğıdı | Duvarları süsleyip güzelleştirmek için yüzeylerine yapıştırılan düz veya desenli kâğıt | null |
duvar pası | İki oyuncunun rakip oyuncuya topu kaptırmadan birbirlerine atmaları ve alan kazanmaları | null |
duvar resmi | Duvar yüzeyi üzerinde mum boyası, sulu boya, yağlı boya, mozaik, kazıma vb. tekniklerle yapılan resim | null |
duvar saati | Duvara asılı saat | Gözlerini açınca karyolasının karşısındaki duvar saatine baktı. |
duvar sarmaşığı | Yaprak dökmeyen, gövde yaprakları saplı, üst yüzü koyu, alt yüzü açık yeşil renkli, sert ve derimsi, küçük çiçekli, meyvesi bezelye tanesi büyüklüğünde etli, sarı veya morumsu siyah renkli bir bitki (Hedera helix) | null |
duvarsedefi | dalak otu | null |
duvar takvimi | Duvara asılan, günlük veya aylık durumu ayrı kâğıtlarla gösteren takvim | null |
duy | Elektrik ampulünün takıldığı bakır veya pirinçten yivli yer | null |
duyar | duygulu | null |
duyar | Beden üzerinde uyarıldığında hızlı ve güçlü tepkilere yol açan | Duyar bölge. |
duyarga | Önceden belirlenmiş ışığı veya nesneyi algılayıp gerekli hareketi başlatan aygıt; sensör | null |
duyarga | Eklem bacaklılarda, başın ön bölümünde bulunan, eklemlerden oluşmuş hareketli duyu alma organı; lamise, anten | Balık pazarında duyargaları henüz oynar karidesler mi istersiniz, midye dolmaları mı? |
duyargalılar | Bir çift duyargası bulunan, böceklerle çok ayaklıları içine alan eklem bacaklılar topluluğu | null |
duyar kat | Film tabanı üzerinde yer alan, ışığa karşı duyarlığı olan gümüş bromürlü ecza tabakası | null |
duyarlı | Dış etkenlere karşı duyarlığı olan; duygun, hassas | Ordu yürürse sayısını, sırasını seçecek kadar duyarlı kulakları vardı. |
duyarlık | duyarlılık | Hastalıklı duyarlığıyla geçmiş bir dönemin yazarıydı o! |
duyarlık | Zayıf bir etkiye karşı, tepki gösterebilme yeteneği | Gözün aşırı duyarlığı. |
duyarlık | Bir duyar katın ışıktan etkilenme yeteneği | null |
duyarlıklı | Duyarlığı olan; hassasiyetli | null |
duyarlılık | Duyarlı olma durumu; duygunluk, duyarlık, hassaslık, hassasiyet | null |
duyarsız | Duyarlı olmayan | null |
duyarsızlaşma | Duyarsızlaşmak durumu | null |
duyarsızlaşmak | Duyarlı olma yeteneği kalmamak | Elleri ateşe, çırpınmaya karşı duyarsızlaştı. |
duyarsızlaştırma | Duyarsızlaştırmak işi | null |
duyarsızlaştırmak | Duyarlılığını ortadan kaldırmak, duyarsız duruma getirmek | null |
duyarsızlık | Duyarsız olma durumu | Acımayla acımasızlık, duyarlıkla duyarsızlık, sevgiyle şiddet bir gövdede, iç içe yaşar gibiydi. |
duygan | Aşırı duygulu | Sanat eseri yaratmamakla beraber fazla hisli, duygan olanlar, duygularının kuvveti nispetinde, muhakkak, şu beş hissin noksanını sezip sızlanırlar. |
duygu | Duyularla algılama; his, ihtisas (I) | Bitkilerde duygu var mı? |
duygu | Belirli nesne, olay veya bireylerin insanın iç dünyasında uyandırdığı izlenim; kalp (I) | Bu laflarda gerçek payı ne kadar çoksa duygu payı da ondan az değildir. |
duygu | Nesneleri veya olayları ahlaki ve estetik yönden değerlendirme yeteneği | null |
duygu | Kendine özgü bir ruhsal hareket ve hareketlilik | Bütün bu hatıraların yerini bir tek duygu, fena bir duygu, 'fenayım, fena oluyorum, çok fenayım' duygusu kapladı. |
... duygusu uyandırmak | bir duygu oluşturmak | null |
duygu uyanmak | bir duygu oluşmak | null |
duyguca | Duygu bakımından | null |
duygudaş | Bir konuda duyguları diğer bir kişiyle aynı olan kimse | null |
duygudaş | Üyesi olmadığı hâlde bir partinin, bir kuruluşun görüşlerini benimseyen veya bir görüşü, bir öğretiyi, bir akımı tutan kimse; sempatizan | null |
duygudaşlık | Aynı duyguları paylaşma; empati | Düşmüş kadınları bu dönemin yazarlarının yücelterek duygudaşlıkla çizdiklerini görüyoruz. |
duygudaşlık | Kendini duygu ve düşüncede bir başkasının yerine koyabilme; empati | null |
duygulandırma | Duygulandırmak işi; hislendirme | null |
duygulandırmak | Duygulanmasını sağlamak, duygulanmasına sebep olmak; hislendirmek | Tanzimat Dönemi'nde olduğu gibi bu dönemde de duygulandıran oyunlar yazılmıştır. |
duygulanım | Etkilenme, duygulanma; teessür | Ona en azından iyi duygulanımlar vermem gerekirken üzüyorum onu. |
duygulanım | Duyarlığın harekete geçişi | null |
duygulanım | Bir ruh durumunun dış sebeplerle değişmesi | null |
duygulanım | Tutkudan daha düzenli ancak daha güçsüz olan seçkin bir eğilim | null |
duygulanım | İstenç ve anlıktan ayrı görülen, duygusal tepkiler gösterme durumu | null |
duygulanış | Duygulanma durumu; hisleniş | null |
duygulanma | Duygulanmak durumu; hislenme, ihtisas (I), tahassüs | null |
duygulanma | İç salgı bezlerini de kapsayan türlü etkiler altında duygusal tepkiler gösterme | null |
duygulanmak | Bir olay, bir görünüm karşısında birdenbire güçlü duyguların etkisinde kalmak; hislenmek | Annem o kadar duygulandı ki ağlamaya başladı. |
duygulu | Duygusu, duyarlığı çok olan, kolay duygulanan; içli, duyar, inceden, hisli | Doktorlukta fazla duygulu olmaya yer yoktur ama, duygusuz görünmeye de hiç! |
duygululuk | Tepkilerin öncelikle duygulara dayanması durumu; hislilik | Duygululuk olsa olsa akılla bağdaştığı, aklın kontrolünde kaldığı ölçüde bir değer taşır. |
duygululuk | Çabuk, kolay heyecanlanma eğilimi | null |
duygululuk | Uyarımları almadaki incelik | null |
duygun | duyarlı | Bizim kız biraz hayalci, biraz romantik, biraz çokça duygun olsaydı belki başka şeyler de öğrenecekti. |
duygunluk | duyarlılık | null |
duygusal | Duygularla ilgili, duygulara dayanan; hissî | Bu duygusal atmosferden etkileniyorum. |
duygusal | Duygunun ağır bastığı, duygunun aşırı etkilediği (eser veya insan) | Tüm güzel ve yüce şeylere bayılırım. Doğuştan duygusalımdır ben. |
duygusal düşünme | Bilgiye dayalı düşünmenin karşısında, duygusal boyutu ön planda olan düşünme | null |
duygusallık | Duygusal olma durumu | Geçmişten söz etmek, çocukluğumdan söz etmek gibi tatlı bir duygusallığa götürür bizi. |