text
stringlengths
0
159
görünce, görmemezlikten gelirdi. Ancak günahı gerektiren şeylerde böyle davranmaz, işi
düzeltirdi. Hele ashabı hakkında pek okşayıcı idi. Kendilerine rasgelince selâm verir,
ellerini tutar ve müsafaha ederdi. İçlerinde görünmeyenleri araştırır, hasta olanları
ziyarete gider ve gönüllerini hoşlandırırdı. Hatta ashabı ile bazen latifeler de yapardı.
Bununla beraber şakalarında da birer gerçek parlardı. Hazret-i Enes diyor ki: "Ben
Hazret-i Peygamber'e on sene hizmet ettim. Hiç bir gün bana darılarak Öf demedi.
Yaptığım hiç bir şey için neden yaptın, yapmadığım bir şey için de neden yapmadın, diye
buyurmadı."
Hazret-i Peygamber'in Yüksek Tevazuu
193- Peygamber Efendimiz, yaratıkların en şereflisidir. O kadar yüksek mertebesiyle
beraber pek ziyade mütevazi idi. Fakirleri ve zayıfları daima okşar, misafirlerin altlarına
kendi mübarek elbiselerini döşeyecek kadar ikramda bulunurdu. Bir meclise girince,
nerede boş yer bulursa orada oturmak ister, bulunduğu meclislerde elbisesini toplu tutup
etrafa yaymazdı. Bununla beraber bulunduğu meclislerde herkesden çok vakarını
korurdu. Söze gerek görmedikçe susardı. Gülmek gerekince, tebessümle yetinirdi.
Huzurlarında bulunanlar da son derece edebe riayet eder, başlarını aşağıya eğerlerdi.
Konuşurken seslerini yükseltmezlerdi. Gülmeleri de tebessümü aşmazdı. Peygamber
Efendimiz acizlere, yoksullara o kadar iltifat ve tevazu gösterdiği halde, kendileri ile
görüşmelerde bulunduğu hükümdarlara karşı asla tezellül (küçülme) göstermez. Risalet
makamının ulviyetini korumadan hiç bir zaman geri durmazdı. Kayserlere, Kisralara
gönderdiği mektublarında daima mübarek ismini önce belirtir, "Allah'ın kulu ve
Peygamber'i Muhammed tarafından Rum büyüğü Hirakl'e" şeklinde yazdırırdı.
Kendilerini hiç çekinmeden İslâm dinine davet ederdi. Kabul etmedikleri takdirde, azaba
uğrayacaklarını, saltanatlarının ellerinden çıkacağını kendilerine açıkça duyururdu.
Hazret-i Peygamber'in Pek Nezih Zühd ve Takvası
194- Peygamber Efendimiz, daima ibadetle meşgul olur, Allah'ın rızası için ümmetinin
hidayet ve mutluluğuna çalışırdı. Hatta geceleri o kadar namaz kılardı ki, çokça ayakta
durmaktan mübarek ayakları şişerdi. "Ya Resûlallah! Neden kendine bu kazar eziyet
veriyorsun? Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamış değil mi?" diyenlere:
"Ben Rabbımın çok şükreden kulu olmayayım mı?" diye cevab verirdi. Peygamber
Efendimiz, dünyada bulundukça bu yoldan asla ayrılmadı. Hayatları boyunca, Arab
yarımadası fethedildi, Medine'ye her taraftan ganimet malları gelmeye başladı.
Hükümdarlar tarafından kıymetli hediyeler gönderildi. Dünya olanca varlığı ile ona yüz
gösterdi, fakat O Yüce Peygamber, bunların hiç birine önem vermedi. Bütün bunları,
fakirlere, gazilere, müslümanların yükselmelerine harcardı. Bir gün kendisine bir kese
altın gelmişti. Onu ashabına dağıtmıştı. Saadet evlerinde yalnız altı altın kalmıştı. Gece
uyumadı, kalkıp bunları da dağıttı. "Şimdi rahat ettim" buyurdu. Hazret-i Aişe
validemiz diyor ki: "Resûlullah dünyadan göç edişlerine kadar arka arkaya üç gün
doyacak şekilde yemek yememişti. Halbuki isteseydi, Yüce Allah ona hatır ve hayale
gelmedik nimetler verirdi. Bazan bir ay kadar, biz peygamber zevcelerinin evlerimizde
yemek pişirmek için ocak yanmazdı. Yiyip içtiğimiz, yalnız hurma ile sudan ibaret olurdu.
Bazan peygamberin haline acır, ağlardım. Bir gün: "Canım sana feda olsun, dünya
dirliğinden yeterince kabul buyursan olmaz mı" Buyurdular: "Ben nerede, dünya
nerede! Kardeşlerim olan büyük peygamberler, bundan daha çetin hallere
sabrettiler, öylece gidip Allah'a kavuştular. Yüce Allah da onlara büyük sevablar,
makamlar verdi. Şimdi ben geniş bir geçime kavuşursam, Yüce Allah'dan
utanırım. Benim derecemin onlarınkinden aşağı kalmasından sıkılırım, benim en
özlediğim, o kardeşlerime kavuşmaktır."
Mukaddes ve şanı büyük peygamberimiz bu mübarek sözlerinden sonra dünyada
ancak bir ay daha yaşamışlardı. Ahirete göç ettikleri zaman ailesine ne bir altın, ne bir
deve veya bir koyun bırakmıştı. Geri bıraktığı şey, yalnız silâhları ile bindikleri katırdan ve
gelirini bağışladığı ufak bir araziden ibaretti. İşte Hazret-i Peygamber Efendimiz bu kadar
yüksek kalbe sahipti. Hak yolunda bu kadar samimi, bu kadar fedakârdı. O'nun yüksek
maksadı, yalnız Allah'ına kulluk etmek, İslâm dinini yaymak, insanlan cehaletten
kurtarmak, yeryüzünü insanlık ve medeniyet nurları içinde bırakmak idi.
Hazret-i Peygamber'in Emsalsiz Başarıları
195- Hazret-i Peygamber Efendimiz, sahip olduğu yüksek vasıf ve tecelliler sayesinde
yayılmasına muvaffak olduğu yüksek ve İlâhî din doğrultusunda hedef edindiği pek
mukaddes gayeye erdi. Dünya tarihinde hiç kimseye nasib olmayan pek büyük başarılara
kavuştu.
Evet... O yüce Peygamber, Hak Teâlâ'nın kitabını, beşeriyete maddî ve manevî
mutluluk yollarını gösteren Kur'ân-ı Kerîm'i, o ebedî mucizeyi bütün insanlara tebliğ etti.
Bütün hükümleri akla, hikmete, ihtiyaca uygun ve her asrın ihtiyacına fazlasıyle yetecek
şeriatı, İslâmiyeti yaymağa muvaffak oldu. Kendisine uyan insanları gerçek hürriyete
kavuşturdu. İnsanlar arasında bir eşitlik kurdu. İnsanlık bakımından, hukuk bakımından,
Yüce Allah'a kulluk bakımından insanlar arasında fark olmadığını ilân ederek zorbaların
burunlarını kırdı. Hazret-i Peygamberin manevî huzurunda yerlere kapanarak kullukta
bulunmak şerefinden bütün insanların aynı şekilde faydalanmaları gerektiğini bildirdi.
Gerçek münevverliğin tam bir tevazu ile hakka boyun eğmek ve ibadetten, fazilet ve
nezahet dairesinde yaşamaktan, diğer insanlara karşı üstünlük iddiasında bulunmaksızın
kulluk görevini herkesle beraber aynı şekilde yerine getirmeğe çalışmaktan ibaret
olduğunu ilân etti. Ölümlü, maddî bilgilere ve servetlere güvenerek ona buna karşı
cahilâane bir gurura uyanların, Yüce Allah'ın fakir ve zayıf kulları ile beraber bulunarak
kulluk görevini aynı şekilde yerine getirmekten kaçınanların münevver değil, mana
bakımından karanlıklar içinde kalmış zavallı kimseler olduğunu açıkladı. Ruhlarında
kabiliyet olan bahtiyar kimseler, onun bu yüksek beyanatını takdir ettiler, onun mutluluk
hayatına can attılar, mutluluğa erdiler.
196- Hazret-i Peygamber, daha ahiret âlemine göçmeden müslümanların sayısı bir
milyonu geçmiş ve kendisi yüz yirmi bin müslüman ile "Hacc-ı Ekber" eylemişti. Bugünkü
gün, yeryüzündeki müslümanların sayısı bir milyara yakın bulunmaktadır. Bu miktarın
günden güne çoğalacağı da pek umulmaktadır.
Sonuç olarak, O kutsal peygamberin mübarek ismi, bin dört yüz seneden beridir ki,
daima milyonlarca dilleri süsleyip durmaktadır. Yaymış olduğu kutsal İslâm dini de
yüzlerce milyon insanın nezih ruhlarına hâkim bulunmaktadır. Artık çocukluk zamanları,
meleklerin üstünde bir saflık ve nezahetle geçmiş, kırk yaşlarından itibaren peygamberlik
ve risalete ulaşmakla cihanı karanlıktan aydınlığa çıkarmış, altmış üç senelik mübarek
hayatları bütün şeref ve kutsallık parıltıları ile çevrilmiş olan O büyük ve O en son şerefli
peygambere ümmet olduğumuzdan dolayı ne kadar sevinsek, ne kadar ögünsek, Yüce
Allah'a ne kadar şükretsek yine de azdır.
Ya İlâhî! Sen bizi, O kutsal peygamberin korumasından uzak düşürme. Sen O mübarek
peygamberine ve diğer aziz peygamberlerine ve hepsinin muhterem soyuna ve ashabına
nihayetsiz salât ve selâm buyur, âmin...
Ey Âlemlerin Rabbi! Hamd sana mahsustur...
Bu Eserin Başlıca Kaynakları
* Kur'ân-ı Kerîm, Sahih-i Buharî, Sahîh-i Müslim, Camiu's Sağîr, Kitabu't-Terğîb ve't-
Terhîb, Şemail-i Tirmizi, Şifa-i Şerif, Mevahib-i Ledünniye.
* Akaid-i Nesefiye, Şerh-i Mekasıd, Şerh-i Mevakıf.
* Mebsut-ı Serahsî, El-Bedayi, El-Hidaye, El-Bahru'r-Raik, Ed-Dürer ve'l-Gurer,
Mülteka, Halebi, Merakı'l-Felâh, Haşiye-i Tahtavî, Ed-Dürrü'l-Muhtar, Reddü'l-Muhtar,
Mecmua-i İbni Abidin.