text
stringlengths
4
7.85k
Çünkü bu ülkelerin yöneticileri batıya payandalık ve uyduluk yapmaktadır.
Sözde kral, emir ve şeyhler için öncelik halklarının huzuru, ülkelerinin onuru, İslamiyet’in itibarı değil, kan ve haksızlık üzerinde kurulu bulunan taht ve taçlarıdır.
Osmanlı’dan ayrılan her toplum, her devlet şimdilerde kriz geçirmekte, şok yaşamaktadır.
Buna Türk’ün bedduası mı tuttu demeliyiz bilemiyorum, ama bildiğim şu ki, Ortadoğu ateş almış, insan hayatı aynısıyla karanlık çağlarda yaşandığı gibi ucuzlamış, bir değeri kalmamıştır.
Meselenin tuhaf yanı tehlikenin hala kavranamamış olmasıdır.
Teröre karşı, aralarında Türkiye’nin de yer aldığı 34 ülkenin Suudi Arabistan öncülüğünde bir İslam İttifakı kurması, terörist gruplarla mücadele edileceğinin ilan edilmesi bu gerçeği değiştiremeyecektir.
Bir yönüyle 34 ülkenin teröre karşı aynı cephede buluşması umutlu bir gelişme idiyse de, diğer yönüyle terör örgütlerini aşırı ve haddinden fazla büyütmenin örtülemez neticesidir.
NATO “Müslümanlar için savaşmayacağız” diyerek gizli tarafını, tercihini ve gelişmelere sancılı bakışını açığa vurmuştur.
34 ülke bir araya gelip ne yapacaktır?
IŞİD yine saldırılarına devam etmektedir. PKK-PYD kan dökmeyi, ihaneti resmileştirmeyi hızla sürdürmektedir.
Bu 34 ülke önce samimiyet testinden geçmelidir.
Bu 34 ülke önce birbirilerinin aleyhine terör örgütlerini nasıl ve hangi kanallarla provoke ettiklerini açıklamalıdırlar.
Madem 34 ülke terör örgütlerine karşı bir araya geldilerse, ABD’sinden Rusyası’na, Birleşik Krallık’tan Almanya’sına kadar batılı ülkelerin bölgemizde ne işi vardır?
Kendi söküğümüzü kendimiz dikmemiz gerekirken, vesayetçi güçlere ne ihtiyaç vardır?
Yoksa İslam ülkeleri arasındaki ittifak emperyalizmin yeni bir oyalama ve oynama taktiği midir?
Ya da planlanan, 34 ülkeyi terör örgütleriyle eşitleme, eşit güçte gösterme sinsiliğiyle beraber Şii-Sünni kutuplaşmasının derinleştirilme arayışı mıdır?
Her ülke teröre karşı ise teröristlerin yaşama şansı doğal olarak olmayacaktır.
Peki bu terör örgütleri ağır silahları nereden, hangi silah baronlarından, kimlerin gözetim ve denetiminde almaktadır?
Berlin’de, Londra’da, Paris’te, Washington’da, Brüksel’de, Roma’da, Madrid’de, Moskova’da, Şam’da, Bağdat’ta ve hatta Tahran’da terör örgütlerine silah satmak için kuyruğa giren, terörizmi diri tutmak için faal halde bulunan çevrelere ne diyeceğiz, bunları nasıl izah edeceğiz?
Bu terör örgütleri mali, lojistik ve insan kaynaklarını nereden temin etmektedir?
Önce sorun yaratıp peşinden silah pazarı kurmak, önce ara bozup hemen arkasından müdahale gerekçesi oluşturmak bildik bir sömürgeci komplosudur.
Saddam’ı silahlandırıp, Mübarek’i cesaretlendirip, Kaddafi’yi destekleyip, Bin Ali’yi pışpışlayıp, sonra da bahar geldi bahanesiyle kalabalıkların önüne atan bu emperyal edepsizliktir.
Ortadoğu’nun omurgası çökmüştür.
Ortadoğu ve İslam toplumlarının iradesi kırılmış, bağımsız karar alma mekanizmaları laçkalaşmıştır.
Bu furyaya, bu curcunaya Türkiye’de katılmış, daha doğrusu katılmak zorunda bırakılmıştır.
İslam ülkeleri manevi kalkınma, maddi silkinme yaşamadan, birlik ve dirliğine sahip çıkmadan facialar sürecek, daha çok kan akacaktır.
Yoksulluk İslam ülkelerine sinmiştir.
Yozlaşma İslam ülkelerine nüfuz etmiştir.
Yolsuzluk İslam ülkelerini pençesine almıştır.
Bir yanda petrol ve dolar içinde yüzen küçük bir zümre, diğer yanda bir dilim ekmek, birazcık hak, özgürlük ve demokrasi için çırpınan milyarlarca insan herkesi kahretmelidir.
Bir yanda haksız kazanç sağlamış, zor kullanarak servet edinmiş, israf ve harama batmış elit bir tabaka, diğer yanda helal rızkı için ömrünü veren milyarlar hepimizi kara kara düşündürmelidir.
Bu vahim ve iç yaralayıcı düzenin tek yüzü güleni, tek memnunu zalimlerdir.
Ve inanıyoruz ki, mazlumun ahını almış hiçbir zorba ne sarayının, ne parasının, ne de saltanatının hayrını göremeyecektir.
Tarihin akışına baktığımızda nice bedbahtın, nice haramzadenin, nice nefsine kul köle olmuş gafilin ibret verici acı sonlarını görürüz.
Allah mutlak ve galiptir; kimse karamsarlığa kapılmasın, bunu yine görecek, yine şahit olacağız.
Değerli Arkadaşlarım,
İçinde bulunduğumuz coğrafyada her yer karışıktır.
Bu karışıklığın Türkiye’ye maliyeti günden güne büyümektedir.
Suriye konusu uluslararası toplumu üst düzeyde meşgul etmektedir.
Geçtiğimiz günlerde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Viyana’da varılan Suriye’de Siyasi Çözüm Planını oy birliğiyle kabul etmiştir.
Buna göre,
√ Ocak ayında Şam yönetimiyle muhalifler arasında ateşkes ve siyasi geçiş görüşmelerinin başlaması,
√ IŞİD ve Nusra gibi terörist grupların görüşmelere dahil edilmemesi,
√ Teröristlere ABD ve dikkatinizi çekiyorum, Rusya öncülüğündeki koalisyon unsurlarının saldırılarına devam etmesi,
√ BM Genel Sekreteri’nin 18 Ocak’ta ateşkesin nasıl denetleneceğine dair raporunu paylaşması,
√ 6 ay içinde kapsayıcı, muteber, hiçbir mezheple bağlantısı bulunmayan bir hükümetin kurulması,
√ Özgür ve adil seçimlerin 18 ay içinde BM gözetiminde düzenlenmesi,
√ Siyasi geçişin Suriye halkının denetiminde olması kararlaştırılmıştır.
Mutabakata varılan başlıklardan hangilerinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini zaman gösterecektir.
Ama bir gerçek vardır ki, Suriye’de insani, tarihi ve kültürel miras yok edilmektedir.
Esad zalimliği ve Rus acımasızlığı özellikle Bayır Bucak’taki soydaşlarımıza göz açtırmamaktadır.
Ne çelişkidir ki, Türkmen Dağı’ndaki katliamlar görülmemektedir.
Rusya, IŞİD’i bombalıyorum diyerek Türkmenlere saldırmaktadır.
Putin’in gözünü kan bürümüştür.
AKP hükümeti ise ne yaptığını bilmez bir haldedir.
Hükümet henüz Türk devletinin caydırıcılık vasfını kullanmaktan aciz, soydaşlarımıza arka çıkacak sorumluluk şuurundan mahrumdur.
Milli Güvenlik Kurulu’nun 18 Aralık’taki toplantısında, Bayır Bucak bölgesinde yaşayan kardeşlerimizin durumu ele alınmış ve duyarsız kalınmayacağı ifade edilmiştir.
Ancak her şey laftadır ve Türkmen Dağı’nın kaybı an meselesidir.
Türkmenler denizden, havadan ağır bombardıman altındadır.
Esad ise karadan kalleşçe bindirmektedir.
Erdoğan Kısıklı’daki villasında poz verip aile boyu fotoğraf çektirirken soydaşlarımız katledilmektedir.
Davutoğlu sosyal medyadan görücüye çıkar gibi icraatlarını sıralarken Türkiye’nin güvenliği erozyona uğramaktadır.
Sayın Davutoğlu Türkmenler öldürülüyor, neredesin?
Ülkemiz dört bir koldan tahriklere uğruyor, ne yapıyorsun?
Bunlar için Türk’ün ölmesi önemsiz bir ayrıntıdır.
Bu Davutoğlu ki, 2012 yılının Kasım ayında İsrail saldırısı sonrası ziyaret ettiği Gazze’deki Şifa Hastanesi’nde iki gözü iki çeşme ağlıyordu.
Aynı Davutoğlu Dağlıca’da şehitlerimizin toprağa düştüğü gün, bir futbol müsabakasına katılıyor, yanına aldığı şehit yavrusunu istismar ederek tezahüratlar eşliğinde sevinç çığlığı atıyordu.
Erdoğan da Mısırlı Esma için yanıp kavruluyor, göz pınarlarından akan yaşları ekranlarda göstere göstere siliyordu.
Bunların vicdanında Türklük yoktur.
Düne kadar İsrail’e terörist devlet diyorlardı.
Düne kadar İsrail’e katil diyorlardı.
Düne kadar İsrail’den Mavi Marmara’nın hesabını soruyorlardı.
Şimdi ne değişti de İsrail’in dost bir ülke olduğu birden bire hatırlandı?
Ne oldu da İsraille gizli kapaklı görüşme ve anlaşma zeminlerine gerek duyuldu?
Erdoğan hangi tehdit ve tavizlerle Ortadoğu’nun Türkiye-İsrail yakınlaşmasına ihtiyacını olduğunu seslendirdi?
Erdoğan, İsrail’in barışı tehdit ettiğinden şikayet etmiyor muydu?
“Şahsen ben bu görevde bulunduğum sürece hiçbir zaman İsrail ile olumlu bir şey düşünemem” diyen Erdoğan değil miydi?
İsraille cepheleştiği günlerde halkın ve hakkın rızasını kazanmak, egemen güçlere şirin görünmemek amacında olduğunu ısrarla söyleyen Erdoğan nerededir?
Hani İsrail çocukları öldürüyor, plajlarda masumları katlediyordu?
Erdoğan bunları unutmuş ve Türkmenistan seyahatinden dönerken İsraille ilişkilerin normalleşmesi Türkiye ve Filistin’e çok şey kazandırır görüşüne gelmiştir.
İsrail’e karşı ileri sürülen üç şarta ne olmuştur?
Özür şartı yerine gelmiş midir?
İddia odur ki, Obama’nın nezaretinde İsrail Başbakanı Netanyahu telefonla özür dilemiştir.
Mavi Marmara’da ölenler için tazminat verilmiş midir? Hayır.
Gazze’ye uygulanan abluka kalkmış mıdır? Bu da hayır.
Türkiye’nin talepleri tam karşılanmadığı ortadayken el altından İsrail ile uzlaşma arayışlarının, barış masası kurma niyetlerinin asıl gayesi nedir?
Erdoğan’ın İsrail’e yanaşması, bu ülkeye zeytin dalı uzatması nasıl okunmalıdır?
Irak, Rusya ve Suriye gerilimini kaldıramayan, bu nedenle küresel güçlerin dayatmasıyla İsrail’e yakınlaşan AKP hükümeti bütünüyle hayal kırıklığıdır.
Bölgesinde yalnızlaşan Türkiye’nin tutacak son dalı İsrail kaldıysa düne kadar hakim olan bunca sövgüye, bunca itiş kakışa ne gerek vardı?
7 Haziran seçimlerinden sonra Tel Aviv’de bayram yapıldı diyen yandaş asalaklar, asıl bayram hediyesinin bizzat Erdoğan’ın diliyle verildiğini görmeyecek kadar vicdan ve iradenizi aldırdınız mı?
Hepsini geçtik de, Gazze’de ölen mazlumların yakınlarına ne diyeceksiniz?
Türkiye’ye ziyarete gelen ve kongrelerde defalarca alkışlattığınız Hamas lideri Meşal’in yüzüne nasıl bakacaksınız?
Biz demiyoruz ki İsrail’le düşman olalım.
Biz dilemiyoruz ki İsraille ilişkilerimiz hepten kopsun.
Fakat önce Erdoğan ve Davutoğlu’nun İsrail’e yağmur gibi yağdırdığı ağır sözlerinden dönüş gerekçesini, eriyen buzların asıl sebebini öğrenmek istiyoruz.
Türk milleti; Erdoğan’ın, farklı ülke ve liderlerle “canım sıkıldı küstüm, keyfim yetti barıştım” demesinde tiksinme noktasına gelmiştir.
Böylesi cehalet dolu, hamaset yüklü, basiret yoksunu dış politika nerede görülmüştür?
Türk milleti Erdoğan’ın insafına mı kalmıştır?
Recep Tayyip Erdoğan filmi hep bildik sahnelerle doludur:
Hava sahamızı ihlal eden Rus uçağı düşürüldü, Erdoğan yine olsa yine yaparız, hesap sorarız dedi, bir gün sonra Rus uçağı olduğunu bilsek farklı davranırdık noktasına geldi.