madde
stringlengths 1
118
⌀ | anlam
stringlengths 2
463
|
---|---|
Acemce | Farsça |
Acem halayı | Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da oynanan bir halk oyunu |
acemi | Bir işin yabancısı olan, eli işe alışmamış, bir işi beceremeyen |
acemi katır kapı önünde yük indirir | `beceriksiz ve anlayışsız kişi, kendisine yaptırılan işi en önemli yerinde bırakır` anlamında kullanılan bir söz |
acemi nalbant gâvur eşeğinde öğrenir | `mesleğinde ustalaşmamış kimse, ilk denemelerini değersiz malzeme üzerine yapar` anlamında kullanılan bir söz |
acemi ağası | Hareme yeni alınan cariyelerin ağası |
acemice | Toyca, beceriksizce, acemicesine |
acemi çaylak | Deneyimsiz, toy, beceriksiz kimse |
acemi er | Askere yeni alınan ve eğitim dönemini henüz tamamlamamış er |
acemileşme | Acemileşmek durumu |
acemileşmek | Beceriksizlik göstermek |
acemilik etmek | deneyimli olmasına karşın acemice davranmak |
acemilik çekmek | alışamadığı bir işte zorluk çekmek |
acemilik | Acemi olma durumu, toyluk |
acemi ocağı | Osmanlı ordusuna kapı kulu eri yetiştirmek için kurulan okul |
acemi oğlanı | Yeniçeri Ocağında yetiştirilmek üzere tutsaklardan veya Hristiyanlardan devşirme yoluyla toplanan çocuk |
acemkürdi | Klasik Türk müziğinde birleşik bir makam |
Acem lalesi | Taşkırangillerden, turuncu ve sarı çiçekler açan, yıllık ve çok yıllık türleri olan, saksıda ve tarlada üretilebilen bir süs bitkisi, güneştopu |
Acemleşme | Acemleşmek durumu |
Acemleşmek | Kültür ve medeniyet bakımından İran halkını örnek almak veya etkisi altında kalmak |
Acemleştirme | Acemleştirmek işi |
Acemleştirmek | Acemleşme işini yaptırmak |
Acem pilavı | İçine safran ve zencefil eklenerek yapılan, İran usulü bir pilav türü |
acente | Bir kuruluşun yaptığı işi onun adına kazanç karşılığında yürüten daha küçük kuruluş |
acentelik | Acentenin yaptığı iş |
acep | Acaba |
aceze | Âcizler |
acısını görmek | bir yakınının ölümünü görmek |
acısını çıkarmak | acılığını yok etmek |
acısını çekmek | yapılan yanlış bir işin doğurduğu sıkıntı ve üzüntü içinde bulunmak |
acısını bağrına (veya içine) basmak (veya gömmek) | bir üzüntüye, sıkıntıya yakınmadan katlanmak |
acısı ortaya çıkmak | olumsuz sonucu yavaş yavaş ortaya çıkmak |
acısına dayanamamak | bir kimse, bir yakınının ölümünden, kaybından büyük üzüntü duymak |
acısı içine (veya yüreğine) çökmek (veya işlemek) | bir şeyin acısını derinden duymak |
acısını almak | acılığını gidermek |
acı vermek | birinin üzülmesine sebep olmak, incitmek |
acısı çıkmak | bir şeyin olumsuz, kötü sonucu bir süre sonra ortaya çıkmak |
acı | Bazı maddelerin dilde bıraktığı yakıcı duyu, tatlı karşıtı |
acı acıyı keser, su sancıyı | `bir güçlüğü yenmek için başka bir güç yola başvurulmalıdır` anlamında kullanılan bir söz |
acı çekmek (veya duymak) | ağrı, sızı duymak |
acısını almak | sıkıntısını, üzüntüsünü azaltmak |
acı (veya acılar) görmek | kötü günler yaşamak |
acı gelmek | dokunmak, kırmak, üzmek |
acı patlıcanı kırağı çalmaz | `herhangi bir duruma alışkın olan kimseyi benzer kötü durumlar etkilemez` anlamında kullanılan bir söz |
acı söylemek | olumsuz bir davranış karşısında gerçeği olduğu gibi söylemek |
acı acı | Üzüntülü bir biçimde, dokunaklı olarak |
acı ağaç | Sedef otugillerden, sıcak ülkelerde yetişen, kabuğu ve odunu hekimlikte kullanılan küçük bir ağaç, kavasya (Quassia amara) |
acı badem | Gülgillerden, dikenli veya dikensiz, meyvelerinin kabukları kalın, çekirdekleri küçük olan bir tür badem ağacı (Amygdalus amara) |
acı badem kurabiyesi | Toz şeker, pirinç unu, öğütülmüş acı badem, yumurta beyazı ile yapılan ve üzerine acı badem konularak fırında pişirilen bir tür kurabiye |
acı bakla | Termiye |
acı bal | Deli bal |
acı balık | Sazangillerden, Avrupa'da ve ülkemiz göllerinde yaşayan, 8-10 santimetre uzunluğunda bir balık, gördek (Rhodeus amarus) |
acıca | Oldukça acı |
acı ceviz | Genellikle Kuzey Amerika'da yetişen, güzel görünüşlü bir tür ceviz |
acı çiğdem | Zambakgillerden, 10-30 santimetre boyunda, şerit yapraklı ve açık renk çiçekli, tohumları romatizma tedavisinde kullanılan zehirli bir tür çiğdem, güz çiğdemi (Colchicum autumnale) |
acı elma | Ebucehil karpuzu |
acı hıyar | İt hıyarı |
acı karpuz | Ebucehil karpuzu |
acı kavak | Titrek kavak |
acı kavun | Ebucehil karpuzu |
acıkılma | Acıkılmak işi |
acıkılmak | Acıkma işine konu olmak |
acıklı | Acındıracak, acı verecek nitelikte olan, dokunaklı, üzücü, koygun |
acıklı başta akıl olmaz | `büyük sıkıntılar içinde bulunanlar mantık dışı işler yapabilirler` anlamında kullanılan bir söz |
acıklı komedi | Trajediye özgü ciddi ve acı verici olaylarla geleneksel olarak komediye özgü yöntemlerin içinde karşıtlaştığı tiyatro eseri, trajikomedi |
acıkma | Acıkmak işi |
acıkan doymam, susayan kanmam sanır | `bir şeyi uzun süre elde edemeyen kimse, daha sonra o şeyden ne kadar çok edinirse edinsin yine kendisine yetmeyeceği kanısında bulunur` anlamında kullanılan bir söz |
acıkmış kudurmuştan beterdir | `uzun süre bir nesnenin yokluğunu çeken kimse, onu gördüğünde büyük bir istekle ona saldırır` anlamında kullanılan bir söz |
acıkmak | Yemek yeme gereksinimi duymak |
acıkan ne olsa yer, acıyan ne olsa söyler | `geçim sıkıntısı yaşayan kimse sıkıntısını gidermek için türlü yollara başvurur, canı yanan ise sonunu düşünmeden ağzına geleni söyler` anlamında kullanılan bir söz |
acı kök | Lohusa otu köklerinin kurutularak dövülmesiyle elde edilen acı bir toz |
acıktırma | Acıktırmak işi |
acıktırmak | Açlık duymasına sebep olmak |
acı kuvvet | Sert, etkili, zorlu kuvvet |
acılanma | Acılanmak durumu |
acılanmak | Tadı acı olmak, acılaşmak |
acılaşma | Acılaşmak durumu |
acılaşmak | Tadı bozulmak, acı olmak |
acılaştırma | Acılaştırmak işi veya durumu |
acılaştırmak | Acı bir duruma getirmek |
acılı | Acı katılmış olan |
acılık | Acı olma durumu |
acıma | Acımak durumu |
acımak | Tadı acı duruma gelmek, acılaşmak |
acı marul | Birleşikgillerden, tadı acı, yaprakları dişli, sürgününden çıkan sütü uyuşturucu ve yatıştırıcı olarak kullanılan iki yıllık bir bitki (Lactuca virosa) |
acımasız | Acıma duygusu olmayan, katı yürekli, merhametsiz |
acımasızca | Acımasız olarak, acımasız bir biçimde, acımasızcasına, zalimce, zalimcesine, zalimane |
acımasızlık | Acımasız olma durumu |
acı meyan | Dikenli meyan |
acımık | Mavikantaron |
acımsı | Acıyı andıran, acıya benzeyen, acı gibi, acımtırak |
acımtırak | Acımsı |
acındırma | Acındırmak işi |
acındırırsan arsız olur, acıktırırsan hırsız olur | `koruduğunuz kimsenin sürekli acınmasına izin verirseniz arsız olur, emeğinin karşılığını tam olarak vermediğiniz kişi de hırsız olur` anlamında kullanılan bir söz |
acındırmak | Birinin acımasına yol açmak, birini merhamete getirmek |
acınılmak | Acınma işine konu olmak |
acınma | Acınmak durumu |
acınmak | Acıma işine konu olmak |
acı ot | Kuzey Anadolu dağlarının ormanlarında yetişen, toprak altında bilek kalınlığında kökü bulunan çok yıllık ve otsu bir bitki (Tamus communis) |
acırak | Az acı, acımtırak |