text
stringlengths
0
159
ki, sabahleyin müslümanlardan yüz kişi ile Kuba'dan ayrılıp medine'ye yürüdüler. Yolda
"Ranuna" denilen derenin üst tarafına indiler. Peygamber Efendimiz orada çok açık ve
güzel hutbe okuyup cuma namazını kıldırdı. Hazret-i Peygamberin ilk kıldırdığı cuma
namazı budur.
Peygamber Efendimiz, o gün Medine'ye şeref verdiler. O gün müslümanlar için bayram
olmuştu. Her ağızdan: "Ya Resûlallah" Hoş geldiniz," sesleri yükseliyordu. Her yüzde bir
neşe ve sevinç parlıyordu. Güzel şiirler okunuyordu. Ensar-ı kiramdan her biri: "Ya
Resûlallah! Benim evimi şereflendir," diye yalvarıyordu. Fakat Peygamber Efendimiz, hiç
birinin gönlü kalmasın diye: "Devemi bırakınız, Yüce Allah tarafından görevlendirildiği
tarafa gidiyor. Bakalım nerede duracak!" buyurdu. Deve de önce "Malik ibni Neccar"ın evi
önündeki boş arsada çöktü. Sonra kalkıp Beni Neccar'dan "Halid Ebû Eyyüb El-Ensarî'nin
evinin önünde çöktü. Oradan da kalkıp yine eski yerine dönerek orada durdu. Peygamber
Efendimiz: "İnşallah konağımız burasıdır," diyerek Hazret-i Halid'in evine şereflendirdi.
Yedi ay o evde oturdu.
119- Ensar-ı kiram (Medineli ashab), her gün peygamberi ziyaret ederek nöbetle
yemek getirir ve hizmette bulunurlardı. O süre içinde, adı geçen boş arsa on miskal altına
satın alınarak üzerinde bir mescid bina edildi. Bugün imarına pek büyük önem verilerek
yapılmış olan Mescid-i Nebevi (Peygamberin Mescidi) işte aslen bu mübarek mesciddir.
Bunun çevresinde yapılmış olan hücreler (odalar) tamamlanınca Peygamber Efendimiz
bunlara taşındı. Mekke'de kalmış olan mü'minlerin annesi Hazret-i Sevde ile
Peygamberimizin diğer aileleri Medine'ye getirildi. Artık Medine-i Münevvere bu mübarek
mü'minlerin ikinci yurdu olmuştu.
Müslümanlar tarafından kubul edilen "Hicrî Tarih", Peygamber Efendimizin Medine'ye
hicret ettikleri yılın Muharrem ayından başlar. Bu tarihten itibaren müslümanlar için pek
parlak bir ilerleme ve açılma devresi başlamış oldu.
120- Mescid-i Nebevi (Peygamberin Mescidi) yapıldıktan sonra, ashab-ı kiram toplanıp
beş vakit namazı cemaatla kılmaya başlamışlardı. Fakat namaz vakitlerini ilân edip
bildirmek gerekiyordu. Başka milletlerin ibadete çağrı için boru öttürmek, çan çalmak,
yüksek bir yerde ateş yakmak gibi kabul etmiş oldukları anlamsız işaretler İslâmiyete
yakışmazdı. Bir aralık Hazret-i Ömer'in teklifi ile: "Essalâte Camiaten (topluca namaza)"
diye seslenildi. Sonra Ensar-ı kiramdan Abdullah ibni Zeyd'e rüyasında bildiğimiz şekilde
ezan öğretildi. Hazret-i Ömer de böyle bir rüya gördü. Peygamber Efendimiz bunu
işitince: "İnşaallah bu rüya hakdır, namaza böyle çağrılmalıdır," diye emretti. Sonra bu
rüya, Allah'ın vahyi ile de sağlamlaştırıldı. Artık namaz vakitleri bu şekilde ilân edilir oldu.
Yeryüzünda namaz vakitleri değişik saat ve zamanlara rast geldiği için, hiç bir saat
yoktur ki, orada, Muhammedi Ezan okunmasın. Bu şekilde Yüce Allah'ın birliği ve
büyüklüğü, Peygamberimizin elçiliği, namazın kurtuluşa sebeb olduğu bütün insanlık
âlemine yüksek bir sesle ilân edilmiş oluyor.
Peygamber Efendimiz ilk müezzini Bilâl Habeşî'dir. Ebu Mahzure Samure İle Amr ibni
Ümmi Mektüm ve Sa'dü'l-Karaz da Peygamberimizin müezzinlerindendir. (Radıyallahu
Teâlâ anhüm).
Peygamberimizin Cihada Mezuniyeti ve Başlıca
Düşmanları
121- Bilindiği gibi Peygamber Efendimiz, bütün âlemlere rahmettir. O, insanlık âlemini
bir kardeşlik düzeni üzere yaşatmak ve yükseltmek isterdi. Cehalet karanlıkları içinde
kalmış insanları hidayet nurları ile aydınlatmaya çalışırdı. Bunun için kavmine çok güzel
öğütler verdi. On üç senede çok yumuşaklık ve tatlılık gösterdi. Ne yazık ki, onlardan
birçokları bu mutlu hayatın kıymetini bilemediler. Müslümanların canlarına saldırmaktan
geri durmadılar. Sonunda onları yurdlarından çıkmaya da mecbur bıraktılar. Fakat
bununla da yetinmediler. Diğer Arab kabilelerini de müslümanların aleyhine kışkırttılar.
Bazı şairleri alet kullanarak müslümanların şereflerine dil uzatmaktan çekinmediler. Artık
öğüt ve tatlılıkla hareket etmek zamanı geçmiş, müslümanlar kuvvet bulmuş, İslâm
fazilet ve medeniyetini bütün dünyaya yaymak zamanı gelmişti.
122- Hicretin birinci yılı idi. Yüce Allah tarafından cihad için müslümanlara izin verildi.
İslâm dinini söndürmek isteyenlere karşı kuvvet kullanılmasına müsaade edildi. Bunun
üzerine birçok savaşlar yapıldı, düşmanlara karşı birlikler gönderildi. Bütün bunlar, İslâm
varlığını koruma yolunda yapılmıştır.
Peygamber Efendimizin bizzat bulunduğu savaşlara "Gazve" denilmiştir ki, bunun
çoğulu "Gazevat'dır. Ashab-ı kiramdan bir zatın kumandası altında savaşa giden az bir
kuvvete de "Seriyye" adı verilmiştir. Bir Seriyye, beş kişiden dört yüz kişiye kadar olan
seçkin askeri bir birlik demektir.
Peygamberimizin gazveleri (savaşları) sayı olarak yirmi yedidir. Seriyyelerin sayısı da
kırk dört veya elli altıdır. Biz bunların önemleri hakkında biraz bilgi vereceğiz.
123- Peygamber Efendimizin karşısında bulunan başlıca düşmanlara (gayrimüslimlere)
gelince, bunlar üç sınıf idiler. Şöyle ki:
Birinci sınıf: Mekke'de bulunup da henüz iman etmemiş olan Kureyş kabilesi idi. Bunlar
baştan beri müslümanların en büyük düşmanı kesilmişlerdi. Peygamber Efendimiz
Mekke'de bulunduğu süre içinde onları tatlılıkla ve hoş bir şekilde öğütlerle yola
getirmeğe çalıştı. Fakat bunların düşmanlık ve saldırıları hicretten sonra da devam
ettiğinden, artık onlara karşı silâh kullanılmasına mecburiyet görülmüştür.
İkinci sınıf: Tarafsızlar idi. Bunlar, işin sonunu gözlüyorlardı. Bunların bir kısmı
müslümanları severdi. Benî Hüzaa gibi... Diğer bir kısmı da müslümanların ilerlemesini
istemezdi. Benî Bekr kabilesi gibi...
Üçüncü sınıf: Bunlar müslümanlara sulh ve anlaşma yapan Yahudi kabileleri idi. Benî
Kurayza, Benî Nadir, Benî Kaynuka kabileleri gibi.
Bunlar hicretin birinci yılında Hazret-i Peygamberle sözleşme yapmışlardı.
Müslümanlara asla saldırmayacaklardı. Buna karşılık da, kendileri dinî ayinlerini serbestçe
yapabilecekler, mal ve canları korunmuş olacaktı. Fakat bunlar verdikleri sözde
durmadılar. Müslümanların aleyhinde bulunmuşlardır.
124- Yukardaki üç sınıftan başka bir de "Münafıklar Topluluğu" meydana çıkmıştı.
Bunlar görünüşte müslüman idiler; fakat içerden müslümanlığın aleyhinde bulunuyorlardı,
bozgunculuk çıkarıyorlardı. Hazreç kabilesinden "Abdullah ibni Ubeyy ibni Selül" ve Evs
kabilesinden "Haris ibni Süheyl" gibi...
Bir de, bazı şairler vardı. Bunlar önceden kabilelerinin en büyük adamları sayılıyordu.
Yazdıkları şiirlerle insanların fikirlerine hakim bulunurlardı. Bunlar cahiliyet duygusu ile
müslümanların aleyhine şiirler söylerler, putperestliği överlerdi. "Übeyyetü'bnü Ebi Salt"
bunlardandı.
Bu gayrimüslim şairlere karşı, müslümanların da pek seçkin şairleri vardı. Bunlar İslâm
dinini savunurlar, gayrimüslim şairlere cevab verirlerdi. Ensar'dan "Hassan ibni Sabit,
Kâ'b İbni Malik, Abdullah ibni Revahe" gibi...
Müslümanların İlk Sancaktarı ve İlk Seriyyesi