text
stringlengths
0
159
on beş gün kuşattı. Teslime mecbur oldular ve aldıkları izin üzerine yedi yüz kişi oldukları
halde Şam tarafına çıkıp gittiler. Kendilerinden alınan ganimet mallarının beşte biri ilk
olarak Devlet Hazinesine yatırıldı. Geri kalanı da gaziler arasında bölüşüldü.
134- Uhud Savaşına gelince: Bu savaş hicretin üçüncü yılında olmuştur. Şöyle ki:
Mekke'de bulunan gayrimüslimler toplanmışlar. Üç bin kişiden ibaret bir oldu ile
Medine'ye yakın Uhud dağının civarına kadar gelmiş ve yerleşmişler. Bedir savaşının
acısını çıkarmak istemişlerdi. Yanlarında on beş kadın da vardı.
Peygamber Efendimiz bu sırada bir rüya görmüştü. Bu rüyasında bir sığırın
boğazlandığını, Zülfikar adındaki kılıcının ucu kırılıp bir gedik açıldığını ve arkasına sağlam
bir zırh giyip elini o zırhın yakasına soktuğunu gördü. Bu rüyayı tabir ederek:
"Boğazlanan sığır, ashabdan bazılarının şehid olacağına, kılıcımdaki gedik de Ehl-i
Beytimden birinin şehid olacağına, sağlam zırh da Medine'ye işarettir." buyurdu. "Bunun
için Medine'den çıkmayalım. Düşman saldırırsa, savunma yapalım," diye öğütledi.
Medine'nin her tarafı bina ve duvarlarla çevrilmiş bir kale halinde bulunduğundan bu
şekilde hareket pek uygun olacaktı. Fakat Bedir savaşında bulunmamış gençler, bu defa
düşmanla çarpışarak cihad şerefine kavuşmak istediler. Yüce Allah'ın aslanı olan Hazret-i
Hamza'nın da Medine'de kapanıp kalmaya gönlü yatmıyordu. Bunun üzerine Peygamber
Efendimiz Medine dışına çıkmaya karar verdi ve üstüste iki zırh giydi. Kılıcını kuşandı.
135- Hazret-i Peygamberin tavsiyesine aykırı olarak fikir yürütenler pişman olup: "Ya
Resûlallah! Biz senin emrine bağlıyız, nasıl uygun görürseniz öyle yapalım," dediler. Fakat
Hazreti Peygamber:
"Silâhını kuşandıktan sonra savaş yapmadan geri dönmek, bir peygambere yakışmaz,"
buyurdu ve bin kişiden ibaret bir kuvvetle şehir dışına çıktı.
Münafıkların başı olan Ubeyy İbni Selül'ün oğlu Abdullah: "Resûlüllah gençlerin sözüne
uydu da şehir dışına çıktı," diyerek başlarında bulunduğu üçyüz münafıkla geri döndü.
İslâm ordusundaki kuvvetin sayısı yedi yüze indi.
136- Nihayet iki ordu karşılamıştı. Peygamber Efendimiz, ashabdan Cübeyr oğlu
Abdullah'ı elli ok atıcı ile bir derenin ağzında görevlendirdi. Onlara şu talimatı verdi:
"Buradan düşmanın saldırısı beklenir. Sakın benden emir almadıkça ayrılmayınız." Savaş
sonunda düşman fena bir şekilde bozularak kaçmaya yüz tutmuştu. Abdullah'ın
kumandası altındaki erler, düşmanın tamamen bozulmuş olduğunu sanarak arkalarına
düşmek ve ganimet malı almak istediler. Komutanlarının emrini dinlemeyerek dağıldılar.
Düşman bunu görünce, o dereden İslâm ordusunun sol yanına saldırdı. İslâm ordusunda
ansızın bir yenilgi baş gösterdi. Bu esnada Hazret-i Hamza ile daha birçok sahabi şehid
olmuştu.
Peygamber Efendimiz savaş meydanında yalnız kalmıştı. Yanlarında birkaç kişi
bulunuyordu Mübarek dudağı yarılmış, bir dişi kırılmış, zırhının iki halkası kırılmış ve
güllerden daha nazik olan vücuduna saplanmıştı. Bir ara Peygamberimizin şehid
düştüğüne dair bir haber yayılmıştı. Bu esnada Hazret-i Ali, Peygamberimize saldıran
düşman kuvvetlerini geri püskürtüyordu. Sa'd ibni Ebi Vakkas da düşmana ok atıp
duruyordu. Ummü Ümare denilen "Nesibe" adındaki muhterem kadın da vücudu kanlar
içinde kaldığı halde savaşa devam ediyordu. Hazret-i Peygamberi düşmanlardan
koruyordu.
137- Peygamber Efendimizin şehid edildiğine dair yayılan haberden dolayı,
müslümanlar büsbütün perişan olmuş, her biri kendi başının çaresine düşmüş,
merkezlerini kaybetmiş yıldızlar gibi hareketlerini şaşırarak dağılmışlardı. Oysa ki,
Peygamber Efendimiz savaş meydanında Yüce Allah'ın koruması ile ayak diretiyordu. Bu
durumu ilk önce ashabdan Kâ'b ibni Malik görmüştü. "İşte Resûlullah! Hamd olsun sağ ve
selâmette!" diye seslenmişti. Bunun üzerine müslümanlar tekrar toplanmaya başladılar.
Düşmanın saldırısını kırdılar.
Düşman daha fazla savaşmaya cesaret edemeyip geri döndü. Yirmi iki kadar ölü
vermişlerdi. Müslümanların şehidleri ise, yetmiş iki kadardı. Bu mübarek şehidler, birer,
ikişer ve üçer olarak gömüldü. Yüce Allah hepsinden razı olsun.
138- Müslümanlar Uhud savaşında yenilgiye uğrayarak üzgün bir şekilde Medine'ye
dönmüşlerdi. Fakat bu savaş onlar için bir uyarı olmuştu. Çünkü içlerinden bir kısmı,
Hazret-i Peygamberin arzusuna aykırı olarak şehirden dışarı çıkmak istemişti. Bir kısmıda
korumakla görevlendirildikleri yeri bırakıp ganimet peşine düşmüştü. Böylece savaşın
sonunda, Hazret-i Peygambere uymamanın ve verilen görevi yerine getirmemenin ne
kadar tehlikeli bir şey olduğunu gösterdi. Gelecekte müslümanlar için bir ibret levhası ve
bir uyanma dersi oldu. Bir de savaş sonunda gerçek müslümanlar seçilmiş oldu, münafık
olanlar anlaşıldı. Dost düşman belirlendi.
Beni Nadir, Hendek ve Beni Kurayza Savaşları
139- Benî Nadir Yahudileri, Medine'ye iki saat uzakta olan "Zühre" köyünde
otururlardı. Müslümanların aleyhinde çalışmamak üzere verdikleri sözü bozmaya
başladılar. Uhud savaşında da, fikirlerini büsbütün bozdular. Yayılan uyarmaları
dinlemediler. Hicretin dördüncü yılı Rebiülevvel ayında, Hazret-i Peygamber tarafından
kaleleri on beş gün kuşatıldı. Aldıkları izin üzerine, bir kısmı Hayber'e, bir kısmı da Şam
ve Filistine gittiler.
140- Hendek savaşına gelince, bu da hicretin beşinci yılında olmuştur. Şöyle ki:
Yahudilerin teşvikiyle, Kureyş topluluğu diğer birtakım kabileleri birlikleri içine alarak on
bin kişiden fazla bir ordu ile Medine'ye doğru yürüdüler.
Hazret-i Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, ashab-ı kiramla istişarede
bulundu. Selman-ı Farisî'nin tavsiyesi üzerine Medine şehrinin düşman gelecek yönüne
hendek kazdılar ve savunma durumuna geçtiler. Hendek kazma işinde Peygamberimiz de
arkadaşları ile çalışıyordu. O sırada büyük bir kaya çıkmış, çalışmaya engel olmuştu.
Durumu Peygamber Efendimize bildirdiler. Hazret-i Peygamber mübarek eline aldığı bir
balyozu, "Bismillah" diyerek kayaya indirdi. Kayanın üçte birini kopardı. Kayadan bir
kıvılcım çıkıp Yemen tarafına sıçradı. Peygamber Efendimiz: "Allahu Ekber, bana Yemen'in
anahtarları verildi. Şu anda San'anın kapılarını görüyorum," dedi. Sonra "Bismillah"
diyerek bir daha vurdu. Kayanın bir parçası daha koptu. Bu defa da çıkan kıvılcım, Şam
tarafına sıçradı. Hazret-i Peygamber: "Allahü Ekber, bana Şam'ın anahtarları verildi.
Şam'ın kırmızı köşklerini görüyorum." dedi. Bir daha vurunca, kaya büsbütün parçalandı.
Bu defa da çıkan kıvılcım İran tarafına sıçradı. Peygamber Efendimiz: "Allahü Ekber, bana
Fars bölgesinin anahtarları verildi. Medayin'de Kisra'nın beyaz köşklerini görüyorum,"
dedi. Sonra Selma-ı Farisî Hazretlerine şöyle buyurdu: "Ey Selman! Bu fetihler benden
sonra ümmetime nasib olacaktır." Doğrusu bu müjdeyi verdiği gibi oldu.
Diğer taraftan münafıklar da: "Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) bize, Kayser'in
ve Kisra'nın hazinelerini va'd ediyor. Biz ise, Medine'nin dışına çıkamayıp hendek
kazmakla uğraşıyoruz," diye mırıldanıyorlardı.
141-İki hafta içinde Hendek işleri bitmişti. Düşman da görünmeye başladı. Fakat
önlerine çıkan hendeği görünce şaşırdılar. O zamana kadar Arabistan'da böyle bir savaş
usulü görülmemişti. Hendeği geçmek isteyenler, beri taraftan ok ve taşlarla
engelleniyorlardı. Hendeği atlayarak beri tarafa geçen ve bir bölük süvariye denk tutulan
Amr İbni Abdi Vud adında bir düşman eri, müslümanlara meydan okumaya başladı.
Benimle çarpışacak er varsa, karşıma çıksın, dedi. Karşısına çıkan Hazret-i Ali
(kerremellahu vechehu) tarafından çatışma sonunda öldürüldü.