text
stringlengths
0
159
Medine'den yola çıktı. Yolda "Beni Süleym" kabilesi de bu orduya katıldı. Mekke'ye doğru
yürüdüler.
158- Peygamber Efendimizin muhterem amcası Abbas (radıyallahu anh) evvelce
müslüman olmuştu; fakat Mekke'de oturduğu için müslümanlığını gizlemişti. Bu defa
İslâm olduğunu açığa vurarak Medine'ye doğru gelmekte iken İslâm ordusuna rastgeldi.
Bu kutsal ordu ile tekrar Mekke'ye döndü. Peygamber Efendimiz buna çok sevindi ve ona
şöyle hitab etti: "Ey Abbas! Sen muhacirlerin sonuncusu oldun."
159- Peygamber Efendimiz: "Kureyş tarafından bize saldırı olmadıkça savaşmayınız."
diye emretmişti. İslâm ordusu savaşmaksızın Mekke'ye girdi. Tekbir sesleri dağları, taşları
titretiyordu. Yalnız Hazret-i Halid İbni Velid'in kumandası altındaki birlik, "Handame"
denilen yerde düşmanın saldırısına uğradığından savaşmaya mecbur olmuş ve bir
saldırıda düşmanı dağıtıp Mekke'ye girmişti.
160- Peygamber Efendimiz Mekke'ye girmeden önce İslâm ordusunu gözden
geçirmişti. Bir an Mekke'den yalnızca hicret ettikleri zamanı hatırladı. Bir de bu büyük
başarıyı düşündü. Hemen Yüce Allah'ın büyük ihsanına karşı devesinin boynu üzerinde
secdeye kapandı. Ne yüksek bir kulluk ifadesi, ne büyük bir şükür belirtisi!..
161- Cuma günü idi. İnsanlar Harem-i Şerif'de toplanmıştı. Önceden Hazret-i
Peygambere verdikleri eziyetleri hatırlayarak kendilerinden bugün nasıl bir intikam
alınacağını düşünüyorlardı. Oysa ki, O yüce Peygamber hepsini bağışlamıştı. Hepsine
merhamet ve şefkat gösterdi. "Hepiniz haydi gidiniz, hürsünüz," diye onlara dokunmadı.
Kabe'yi temizletti. Ötede beride bulunan putları da kırdırdı. Mekke'de bulunan erkekler
ve kadınlar akın akın gelip müslüman oldular. Artık çok yüksek bir inkılâb (devrim)
olmuştu. O zamana kadar taşlara, ağaçlara ve insanlara tapanlar, şimdi sadece Yüce
Allah'a tapmaya başlamışlardı. Şimdiye kadar Hazret-i Peygambere düşman olanlar,
şimdi onu canlarından çok seviyorlardı. Yeryüzünün bu mübarek beldesinden tabaka
tabaka karanlıklar kalkıp açılmış, onların yerine hidayet, fazilet, diyanet ve gerçek
medeniyet nurları yerleşmişti.
Hazret-i Peygamber, Mekke-i Mükerreme'ye, pek genç yaşta bulunan fakat her yönü
ile yeterli olan Esîd oğlu Attab'ı (radıyallahu anh) vali tayin etti. Zilkade ayının son
günlerinde Medine-i Münevvere'ye dönüldü.
Huneyn Savaşı İle Evtas Olayı
162- Mekke'nin fethi üzerine birçok kabileler müslüman oldular. Ancak en büyük
kabilelerden olan "Beni Havazin ve Beni Sakıf' kabileleri savaşa kalkıştılar. Taif ve Mekke
arasında "Huneyn" denilen yerde toplandılar. Hazret-i Peygamber henüz Mekke'de idi.
Şevvalin yedinci günü on bin kişilik bir ordu ile Huneyn'e doğru yürüdü.
Müslümanlardan bazıları: "Bu ordu, hiç bir zaman azlıktan dolayı yenilmez," demişti.
Bu, yanlış bir düşünce idi. Çünkü zafer ancak Allah tarafındandır. Askerin çokluğu ise
görünüşte olan bir sebebdir. İnsan bu sebebleri hazırlamalı, fakat başarıyı Yüce Allah'dan
beklemelidir. İşte kendilerine bir uyarı dersi olmak üzere, müslümanlar bu savaşta önce
bozuldular. Fakat sonra Yüce Allah'ın lütfü ile yine üstün geldiler. Şöyle ki:
Büyük kumandan Halid İbni Velid Hazretleri, yanındaki erlerle beraber tedbirsiz
yürürken pusuda bulunan Mekkeli müslüman erler de dağıldı. Böylece bozgun bütün
İslâm ordusuna sıçradı. Savaş alanında yalnız Peygamber Efendimizle ashabdan birkaç
kişi kalmıştı. Hazret-i Peygamberin gösterdiği metanet ve cesaret çok üstündü. Şöyle
sesleniyordu: "Ey Allah'ın dinine ve Peygamberine yardım edenler! Nereye
gidiyorsunuz? Geliniz, ben Allah'ın kulu ve peygamberiyim!.." Sonra müslümanlar
uykudan uyanır gibi uyandı, toplarlanmaya başladılar. Düşmana çok şiddetli bir saldırıda
bulunarak şanlı bir zafer kazandılar.
163- Evtas olayına gelince: Huneyn savaşı sonunda Beni Hevazin kabilesi İslâmiyeti
kabul ettiği için azad edilmişti. Kaçan düşmanlardan bazıları "Evtas" denilen vadide
toplanmışlardı. Gönderilen bir İslâm birliği tarafından esir edildiler. İçlerinde Beni Sa'd
kabilesinden Haris'in kızı "Şeyma" da vardı. Şeyma, Hazret-i Peygamberin süt kızkardeşi
idi. Hazreti Peygamber onun esir düştüğünü öğrenince üzüldü ve mübarek gözlerinden
yaşlar aktı. Onu okşayıp birçok ikramda bulunduktan sonra kabilesine gönderdi.
Savaştan kaçan Beni Sakıf kabilesi de gidip Taif'e kapanmışlardı. Taif şehri İslâm
ordusu tarafından on sekiz gün kuşatıldı. Fakat o sırada fethedilemedi, çember kaldırıldı.
Bir yıl sonra Taif halkı gelip müslüman oldular.
Tebük Savaşı
164- Hicretin dokuzuncu yılı idi. Romalıların Şam'da İslama karşı büyük bir ordu
hazırlamış oldukları haberi geldi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz otuz bin kişilik bir
ordu ile Medine'den çıkarak "Tebük" denilen yere kadar vardı. Yirmi gün orada kaldı.
Fakat düşmandan hiç bir hareket görülmedi. Artık Şam'a kadar gidilmesi uygun
görülmeyerek Medine'ye dönüldü.
165- Tebük seferi sırasında Medine'de kıtlık vardı. İslâm ordusu güçlükler içinde
hazırlanmış olduğundan bu orduya Ceyşü'l-Usre (Güçlük Ordusu) denilmiştir. Bu orduya,
zenginlerin yanı sıra fakirler de yardıma koşmuştu. Bir çok kadınlar küpelerini,
bileziklerini ve mücevherlerini bağış yaptılar.
Hazret-i Ebû Bekir, bütün malını getirip teslim etti. Hazret-i Ömer malının yarısını
verdi. Hazret-i Osman, Şam'a göndermek üzere hazırladığı bir ticaret kervanını tamamen
bağışladı. İşte bunlar, bizler için Allah yolunda yapılan birer fedâkârlık örneğidir.
166- Tebük seferi esnasında bazı kabilelerle münafıklardan birçokları birer bahane ile
sefere katılmayıp geri kalmışlardı. Bir kısım münafıklar: "Böyle sıcak bir mevsimde yola
çıkılır mı? Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem), Roma devletini oyuncak mı sanıyor?"
diye insanlara korku ve ürkeklik veriyorlardı. Hatta yolculuk esnasında Hazret-i
Peygamber'in devesi kaybolmuştu. Münafıklardan biri: "Muhammed (sallallahu aleyhi ve
sellem) peygamberim diyor, yerden gökten haber veriyor, fakat devesinin nerede
olduğunu bilmiyor," demişti.
Zaten münafıkların ve İslâm düşmanlarının âdetleri budur. Her olaydan yararlanarak
müslümanları şüpheye düşürmek, temiz inançlarını sarsmak ve böylece onların kutsal
varlığını perişan etmek isterler. Fakat ileri görüşlü müslümanların asıl maksadlarının ne
olduğunu, ne gibi bozuk fikirler taşıdıklarını çok güzel bilir ve değerlendirirler.
Sonuç: Peygamber Efendimiz o münafıkın yukarda geçen cahilce sözlerini, Yüce
Allah'ın bildirmesiyle ashaba anlatmış ve: "Vallahi ben Yüce Allah'ın bildirdiği şeylerden
başkasını bilmem. Şimdi Yüce Allah bana bildirdi: Deve falan derededir, yuları bir ağacın
dalına sarılıp kalmıştır. Gidin getirin," diye emretti. Onlar da koşup gittiler ve deveyi o hal
üzere buldular. Oradan alıp getirdiler.
167- Tebük seferinden savaş yapılmaksızın dönülmüştü. Fakat bu seferin birçok
yararları görülmüştür. Bir kısmı: Müslümanların koca bir Roma imparatorluğuna böyle
meydan okuması herkese dehşet saldı. İslâm ruhundaki kahramanlığı gösterdi. Birçok
memleket idarecileri, müslümanlara cizye ismi ile vergi vermeyi kabul ettiler. Yemen'den,
Necid'den ve diğer yönlerden birçok kabileler müslüman olmak üzere Medine'ye elçiler