text
stringlengths
4
7.85k
Anlaşıldığı kadarıyla AKP ile CHP Türkiye’nin çoğulcu, özgürlükçü, demokratik ve sivil bir anayasaya kavuşturulması hususunda uzlaşmaya varmışlardır.
Davutoğlu başkanlığındaki AKP heyeti ikinci ziyaretini dün saat 14’de Meclis grubumuzda partimize gerçekleştirmiştir. Bu görüşme de 1 saat 45 dakika sürmüştür.
Son derece yararlı, nazik ve olumlu bir havada geçen görüşmede başta anayasa olmak üzere; TBMM İçtüzüğü, bütçe süreci, terörle mücadele, iç ve dış siyasi gelişmeler ele alınmış, karşılıklı düşünceler paylaşılmıştır.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak yeni bir anayasa yapılması konusunda herhangi bir engel görmediğimizi, bu kapsamda üzerimize düşeni yapacağımızı samimiyetle muhataplarımıza ilettik.
19 Ekim 2011 tarihinde çalışmalarına başlayan ve Meclis’te grubu bulunan siyasi partilerin eşit sayıda temsilci vermeleriyle vücut bulan Anayasa Hazırlık ve Uzlaşma Komisyonu’nun tekrar canlandırılmasını faydalı bulduğumuzu söyledik ve bu konuda da mutabık kaldık
Bu komisyonun çalışma usul ve esaslarının belirlenerek, daha önceden kabul edilen 60 maddenin aynen korunması hususunda fikir birliğine vardık.
Temennimiz milletimize hak ettiği ölçü, kalite ve nitelikte bir anayasa yapılması ve kazandırılmasıdır.
Anayasalar zamanın ruhuna, insan ihtiyaç ve beklentilerine, devlet-birey ilişkilerinin değişen çapına, toplumsal arayış ve yönelişlere cevap vermeli ve toplumsal dinamiklerin arkasına düşmemelidir.
Fakat AKP heyetine çekincelerimizi de açık yüreklilikle dile getirdik.
AKP sivil anayasa yapılmasını istemektedir. Başkanlık sistemine geçilmesini önermektedir.
Tıpkı 1982 Anayasa’sında olduğu gibi, bir anayasanın sivil bir kimlik taşıması için siviller tarafından hazırlanması yeterli değildir.
Anayasanın millet tarafından onaylanmış olması da anayasayı sivil bir hale getirmemekte, vesayetten kurtarmamaktadır.
Yine 82 Anayasası’nın halkın yüzde 90’ı aşan bir çoğunlukla kabul edildiği unutulmamalıdır.
Halkoylamasında kabul edilip yürürlüğe girmiş olması, 82 Anayasa'sının sorunlu bir hukuki metin olduğu gerçeğini örtbas etmemiştir.
Anayasaya ahlaki ve milli bakışın yanında, yüklenen anlam ve zihniyet berraklaşmadan istenen hedeflere ulaşmak, anlaşmazlıkların önüne geçmek bize göre imkânsızdır.
Yüksek bir katılım ve halk desteğiyle yazılacak, bireysel hak ve özgürlükleri güvenceye alacak, kuvvetler ayrımını tam anlamıyla özümsemiş bir anayasa için sorumluluk şuuruyla hareket şarttır.
Geçtiğimiz hafta AKP sözcüsü ilk falsoyu vermiş ve demiştir ki: “Yeni Anayasa Türkiye’nin kimlik belgesidir.”
Biz kimliksiz değiliz ki anayasayla kimlik bulalım.
Biz köksüz değiliz ki anayasada varlığımızı tanıyalım.
Bu yersiz söze karşı diyorum ki, Türkiye’nin kimliği anayasayla değil, yüzyıllar içinde oluşmuş tarihsel ve kültürel mirasla belirlenmiş, vatanla düğümlenmiştir.
Türkiye’nin milli kimliği Türk’tür.
Ve kimliğimiz Türk milletinin özlemlerini, milli emanetlerini yansıtmaktadır.
Bu itibarla yeni anayasada AKP’nin gündeminde olan Türk kimliğinin dışlanması, Türklüğün tasfiye planı bir PKK talebidir ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin buna çanak tutması asla düşünülemeyecektir.
Türksüz bir anayasa, kansız damar, kalpsiz vücut, cansız beden demektir. Bu ise yıkımdır.
Üzerinde yaşadığımız ülkenin ismi Türkiye Cumhuriyeti’dir.
Adına anayasa yapmak için çalışacağımız milletin ismi Türk milletidir.
Anayasadan Türk’ün silinmesi veya ayıklanması milli izmihlaldir.
PKK istedi, Erdoğan buyurdu, Davutoğlu önerdi diye Türklüğü anayasadan çıkarma teşebbüs ve girişimi milli vicdanda karşılık bulmayacaktır.
TBMM’de koltuk sayımız ne olursa olsun, Türk milletinin anayasa vasıtasıyla bölünmesini, etnik kafilelere ayrılmasını, ruhsuz, ufuksuz ve kimliksiz bırakılmasını hoş görmeyiz, herkes ayağını denk alsın ki, buna da müsaade etmeyiz.
Milliyetçi Hareket Partisi yürürlükteki Anayasa’nın değiştirilmesini istemekle birlikte; ilk dört maddenin tartışılmasına bile tahammül ve müsamahası yoktur.
Anayasa’da devletimizin şeklinin tanımlandığı ve Türkiye Devletinin bir Cumhuriyet olduğunu belirten birinci maddenin,
Cumhuriyet’in niteliklerinin sayıldığı ikinci maddenin,
Devletimizin bütünlüğünün, resmi dilimizin, bayrağımızın, milli marşımızın ve başkentimizin ifade edildiği üçüncü maddenin,
Ve değiştirilmeyecek hükümleri ihtiva eden dördüncü maddenin hiçbir şart altında değiştirilmesi ya da bu çerçevede teklifi söz konusu olmamalıdır.
Bizim görüşümüz nettir. Bunun dışında Anayasa’da gerekli düzenlemeler yapılabilmesinin önü de açıktır.
Değerli Milletvekilleri,
Erdoğan “sıfır kilometre bir anayasa yapmaktan” bahsetmektedir.
Anayasayla ilgili arama konferanslarını tavsiye etmektedir.
Tüm partilerin anlaştığı, üzerinde toplumsal uzlaşmanın olduğu bir anayasa beklentisi olduğunu söylemektedir.
Erdoğan yeni anayasa derken asıl amacının başkanlık olduğunu da gizlememektedir.
İşin özü şudur: Erdoğan ve Davutoğlu başkanlık sistemini getirebilmek için muhtemel yeni anayasayı kılıf, fırsat, koz olarak kullanmanın peşindedir.
Ancak bizzat Davutoğlu’nun başkanlık sistemiyle ilgili düşünce ve beyanları ikirciklidir.
Bilhassa 7 Haziran’dan sonra ilk kez çıktığı bir televizyon kanalında söylediği şu sözler hala kulaklarımızda çınlamaktadır:
"Parlamenter sisteme karşı değilim, hiçbir zaman da olmadım. Başkanlık sistemine geçmek istedik, ama buna halk yetki vermedi."
7 Haziran’da başkanlık vizesi vermeyen milletimiz, kısa sürede fikir değiştirip 1 Kasım’da mı vermiştir? Bu nasıl bir aymazlıktır?
Geçtiğimiz yılın Aralık ayı başlarında, Azerbaycan’dan dönerken “Türkiye’nin birinci gündem maddesi başkanlık değil” diyen Davutoğlu’dur.
“Önce gerilimin düşürülmesi, her şeyin sükunetle tartışılması lazım. Ülkemizin birinci gündem maddesi başkanlık değil” sözleri de Davutoğlu’na aittir.
Bir müddet sonra Davutoğlu’nun saray ayarlı konuşmasında “Başkanlık tartışılırken kimsenin konjonktürel bakmasını tavsiye etmem. Öyle bir hükümet modeli ortaya koyalım ki, elli sene sonra torunlarımız rahat etsin. Doğru olan başkanlık sistemidir.” ifadeleri oldukça dikkat çekicidir.
Başkanlık diye tutturan, dayatmalarını sıklaştıran, bununla yatıp bununla kalkan tek kişi aslında Erdoğan’dır.
Davutoğlu da gönülsüz bir şekilde Erdoğan’ın koltuk ve makam sevdasına hizmet etmektedir.
Erdoğan başkanlık sistemini savunurken öyle fahiş yanlışlara, öyle tarihi gaflara imza atmaktadır ki, bir bakıma dilinin altındaki baklayı çıkarmakta, aklının köşesindeki küflü hedefi açığa vurmaktadır.
Suudi Arabistan dönüşü düzenlediği basın toplantısında konuşan Erdoğan, herkesin gözü önünde gerçek niyetini ele vermiş ve şöyle demiştir:
“Üniter sistemde başkanlık sistemi yoktur diye bir şey yok. Hitler Almanya’sına baktığınızda orada bunu görürsünüz.”
Erdoğan Hitler’i örnek alıyorsa, Hitler Almanya’sını arzuluyorsa; gitsin Neo Nazilerin avukatlığını yapsın, gitsin Hitler’in anılarını yad etsin.
Ama aklından bir an olsun çıkarmasın ki, tarihin hiçbir döneminde Türk milletinin sinesinden Hitler çıkmamıştır.
Dolayısıyla Erdoğan yanlıştadır.
Ardından kaçak saraydan yapılan açıklamada, Erdoğan’ın sözleri çarpıtıldı iddiası ise tamamıyla saptırmadır.
Yeni anayasayı saray fermanı gören, parlamenter sistemi yıkmak için her türlü örtülü veya açık ittifakın içinde bulunmayı kafaya koyan Erdoğan’a Türk milleti göz açtırmayacak, sarayın oyununu bozacaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi başkanlık sistemine tümden karşı olup parlamenter sistemin revize edilerek güçlendirilmesinden yanadır.
Planlanan ve geniş katılımlı olmasını istediğimiz yeni anayasa hazırlık çalışmalarında başkanlık sisteminin tıkaç işlevi görmemesi en halisane dileğimizdir.
Davutoğlu iradesini göstersin ve gözlerini açsın, başkanlık sistemi Erdoğan’ın şahsi ikbal ve ihtirasıdır. Buna alet olmasın, fırsat vermesin.
Erdoğan’ın mizacıyla başkanlığın diktatörlüğe ortam açması, üniter yapıyı imha etmesi ise kaçınılmazdır.
Erdoğan’ın Hitler açıklamasının yanında, dillendirdiği bir görüşü de tevil ve tamiri imkansız zihni bulanıklığı deşifre etmiştir.
Erdoğan diyor ki, “Başkanlık sisteminin uygulamasında siz eğer adalet dağıtıyorsanız, halkın aradığı nedir, adalettir. Bu olduğu anda zaten sıkıntı olmaz.”
Hitler de bu havadaydı, Almanya’ya yapılan adaletsizliği onarmak için kendisini görevli addetmişti.
Stalin de böyle düşünüyordu, sınıfsal adaletsizliği bitirmeyi gaye edinmişti.
Tarihteki tüm despotlar, tüm otokrat yönetimler adalet dağıttıklarını zannetmişlerdi. Fakat dağıttıkları hem ülkeleri hem de kendileri oldu.
Erdoğan bilmiyorsa kendisine öğreteyim: Türkiye’de adaletin dağıtıldığı tek mercii huzuruna çıkmaktan kaçtığı mahkemelerdir.
Çünkü Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir; yasama, yürütme ve yargı erklerinin denge ve denetimine dayanmaktadır.
Erdoğan’ın adalet dağıtmak yerine, 17-25 Aralık’ın hesabını vermesi, eğer konuşacak yüzü kalırsa ondan sonra adaletten bahsetmesi akla en yatkın yol ve önerimiz olacaktır.
Muhterem Milletvekilleri,
Bir tarafta yeni anayasa ve başkanlık sistemi konuşulurken, diğer tarafta dış destekli PYD-YPG terörü Fırat’ın batısına geçmiştir.
Ayrıca, Suudi Arabistan ile İran arasındaki ilişkiler geçen haftaki bir idamdan dolayı aşırı gerilmiş, Ortadoğu kışkırtılan mezhep kutuplaşmasından dolayı adeta patlamaya hazır bombaya dönmüştür.
YPG’nin Fırat’ın batısına geçerse gereği yapılır diyen Erdoğan ve Davutoğlu yine sözlerini yemek ve yutmak durumunda kalmışlardır.
Türkiye, AKP’nin demokratik açılım dediği, bizim ise yıkım projesi olarak gördüğümüz, yine AKP’nin çözüm süreci ismini verdiği, bizim de çözülme ve ihanet süreci olarak tanımladığımız zincirleme tahribatların bedelini ödemektedir.
Süreç ihanetiyle derlenip toparlanan, dağdan şehirlere inip onbinlerce silah ve mühimmatı, tonlarca bombayı hükümetin müşahitliğinde depolayan alçaklar her gün eylem yapmaktadır.
Cizre, Sur ve Silopi’ye konuşlanan hainler polis ve Mehmetçikleri şehit etmekle birlikte beş yaşındaki çocukları enselerinden vurarak öldürmektedir.
İstanbul’da 4 yaşındaki bir yavrumuz teröristler tarafından annesiyle birlikte otomobilde saldırıya uğramıştır.
Diyarbakır Sur'da dün ve önceki gün yaşanan çatışmalarda şehit düşen 2’si asker, 1’i polis olmak üzere 3 evladımıza Allah’tan rahmet diliyor, ailelerine sabır ve başsağlığı temenni ediyorum.
Barış ve özgürlük dolandırıcısı HDP’li siyasetçi ve belediyeler PKK’lı tetikçilere kuryelik yapmakla meşguldür.
Davutoğlu kaçak çay içmek yerine, HDP’nin verdiği randevuyu iptal etmiş, Kandil’in yolunu göstermiştir.
Bu gelişme karşısında, biz HDP’yi flu görüyoruz dediğimizde, eleştiri oklarını yönelten demokrasi bezirganları, PKK’nın kurşun askerleri niye suspus, niçin kayıptır?
Ekranlarda saz çaldırıp HDP yalakalığı yapan, sonra da “Yanılttın bizi, Türkiyeli yüz sadece bir maskeymiş. Meğer ne kadar da safmışız."diyen kurumuş vicdan ve kof akıllar nerededir?
Evet biz dün solumuza baktığımızda flu görüyorduk, bugün ise sağımıza baktığımızda bomboş sıraları görüyoruz.
Bunlar oluyorken, AKP’li İçişleri Bakanının Büyükşehir Belediye Yasası’nı tekrar gözden geçirileceğini açıklaması zamanlama itibariyle dikkat çekicidir.
2012 yılından beri bu yasanın mahsurlarını, sakıncalarını, doğuracağı handikapları anlatmamıza rağmen, AKP’nin bu kadar ağır sonuçtan sonra bizimle aynı noktaya gecikmeyle gelmesi olumlu, fakat yetersizdir.
Bizim haklı eleştirilerimizi duymazdan gelen AKP zihniyeti yıllar sonra hata yaptığını anlamıştır.
Ne var ki terör artmış, bölücüler küstahlaşmış ve şımarmışlardır.
Kandil’in TBMM’deki elebaşları, 26-27 Aralık’ta Diyarbakır’da toplanan Demokratik Toplum Kongresi’nde özyönetim ilanı yapmışlardır.
Özünde kan ve cinayet bulunanların özyönetim teklifi cezasız ve yaptırımsız bırakılmamalıdır.
HDP’nin Rusya işbirlikçisi malum eşgenel başkanı ayrı bir devletten bahsetmiştir.
Erdoğan bu ahlaksızlığa ihanet demiş, dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla ilgili yeni bir tartışma başlatmıştır.
Erdoğan’ı tanıyoruz, bu sözlerinin dönemsel tepki olduğunu deneyimlerimiz ışığında iyi biliyoruz.
2012 yılının Kasım ayında, o dönemin BDP’lilerin dokunulmazlıklarını kaldıracaklarını söyleyen Erdoğan, kısa süre sonra bu sözünü unutmuştu.
Hatta Erdoğan idam cezasının geri gelmesine bile yeşil ışık yakmıştı.
Meselenin tuhaf ve hazin tarafı, Erdoğan BDP ya da HDP’lilere ağır hakaret ve eleştirilerini yaptığı her dönemde, terör örgütüyle ya pazarlıklara tutuşmuş, ya da İmralı canisiyle masaya oturmuştur.
Şimdi de Erdoğan ve Davutoğlu’nun teröristler ve siyasi bölücülerle yeni bir müzakere sayfası açmak için el altından çalışmalar yürütmesinden oldukça kuşkuluyuz.
Kaldı ki Erdoğan’ın eyalet sistemine, özerk yönetime ve federasyona soğuk olmadığı da bilinen bir gerçektir.
Bu Erdoğan ki, 30 Mart 2013 tarihinde katıldığı bir televizyon programında; Güçlü Osmanlı’da Lazistan eyaleti var, Kürdistan eyaleti var, güneyde başka eyaletler var. Güçlü bir Türkiye asla eyalet sisteminden korkmamalı” sözü hafızalara mıh gibi kazınmıştır.
O halde özyönetim ihanetinden AKP’nin ve kaçak sarayın rahatsız olması tutarlı değildir.