poet
stringlengths 3
47
| title
stringlengths 1
168
| poem
stringlengths 3
159k
|
---|---|---|
Zeki Çelik | Z o r l a n ı ş |
İçinden geçeni yansıtmıyorsun,
Ruhumu dondurdun ısıtmıyorsun,
Sesini yükselttin kısıtmıyorsun,
Seni anlamakta zorlanıyorum.
İşine geleni aldırıyorsun,
Hatıralarımı kaldırıyorsun,
Aile ferdime saldırıyorsun,
Seni anlamakta zorlanıyorum.
Çamaşır kirlendi aklayamadın,
Yatağı, yorganı toplayamadın,
Açmıyım,tokmuyum yoklayamadın? ,
Seni anlamakta zorlanıyorum.
Misafir kapımı çalamaz oldu,
Bahçede,saksıda çiçekler soldu,
Mutfakta karışık bulaşık doldu,
Seni anlamakta zorlanıyorum.
Zeki'yim desemde cahil sayarsın,
Hanenin sırrını dışa yayarsın,
Büccemi sömürür hergün soyarsın,
Seni anlamakta zorlanıyorum.
12- 1-2010
|
Gürkal Gençay | Z / Yazılar - Nilüfer (Su Orkidesi) |
-“Ay! .. Bacağı acıyor herhalde, üstüne basamıyor...”
Panikle, telaşlı bir çığlığa sığmıştı bu sözler.
Bir sokak köpeğiydi... İstiklal caddesindeydi... Gecenin rengince kara tüyleriyle ve insanın içini acıtan gözleriyle açlığın, karanlığın, soğuğun ölümcül ürkülerinden korunmak için sığınmaya uzatmıştı başını avuçlarımıza.
Sevgiyle bakan gözlerinin kuşattığı mutluluk dokunuşlarıyla arka bacağındaki derin yarayı ıskalamıştık bir hoyrat miyoplukla... Oysa filozofça bakışlarıyla acısını göstermeye soyunmuştu.
Bizim gözlerimizin kör noktasına takılıp kalan cerahatli topallık, yüreğinin bilgece havuzladığı bir çiçeğin dikkatine takılıyordu...
..öyle bir çiçekti ki bu, gönüllerin durgun sularında yeşeren kökleri sevgiye kadar uzanıyordu...
Röportaj için yaptığımız söyleşinin ardından yaşadığımız bu küçük olay aslında Nilüfer Bıyıklı’nın yaşamı algılamasındaki perspektifi sergilemesi adına çok önemliydi.
Onun hayata bakışını bu eksende değerlendirdim sohbet boyunca.
Akrep burcundan olması, Beşiktaş futbol takımını tutması, insanı kekeme edecek kadar heyecanlandıran bir güzelliğe sahip olması gibi herkesin bildiği yönlerinin aksine şiiri, sanatı, sinemayı, radyoyu konuştuk bolca.
Yaşamı bir karmaşa olarak nitelendirdiğini belirtiyor Nilüfer.
-“ Karmaşa denilince o, adeta edimler manzumesiymiş geliyor usuma. Yani tenakuz...
Zira çelişkilerin karşıtlığı bile ayrışmaların içinde bir buluşmaya yönelebiliyor.
Çelişkilerin sarmalı içinde sinema, tiyatro, müzik, roman ve özellikle şiir detayların hangi yanında duruyor.”
Nilüfer’e göre genelde sanat (veya sanatçı) çelişkileri uzlaştırma eğilimi içinde olmalıdır. Yani uzlaşmaz çelişki ve düşünsel ayrışmaların arasında sanatçı kendine
“sınıflar üstü” bir alan oluşturmalıdır.
-“ Özellikle şiirin alanında ise eşeyliğin yozlaştırılıp deforme edildiği ve satırların/ mısraların içinin boşaltıldığı, şiire özel kavramların karmaşa/ kargaşa alanlarına taşındığı ve bu halin sistematize edilmeye çalışıldığı ve bu tarz girişimlerle “entellik/ sanatçılık” ukalalığında bulunulduğu görülüyor. Elbette ki bu kabul edilemez bir durum. Böylesi kişiler, aslında daha entelektüellik ya da (birikimli-donanımlı) sanatçılık kimliğini edinememişlerdir; edinemezler de...
Böylesi durumları içinde bulunduğumuz postmodernist süreçte sıklıkla görüyoruz maalesef... İşte öncelikle bu çelişkiyi sorgulamalıyız...
Sanat konsepti içinde tanımlanan gerçek sanatçılar ve aydınlar bu sorgulamanın ve hesaplaşmanın mihenk taşlarıdırlar...
-“Şiire ilişkin nitelikler sıradan günlük konuşma biçiminden uzak, öznelliğin/ varsayımsallığın simgelerle anlatıldığı bir terminoloji ile ifade edilmelidir.
Şiirde; düz yazılar, makaleler gibi kalıplar ve sınırlar yoktur.
Dört boyutlu, üç gözlüdür şiir... Sonsuzdur...
Sınıflı toplumların ortadan kalkıp, süreçlerini tamamladıktan sonra, sınıfsız toplum zamanına kavuşuncaya kadar var olan tüm çelişkiler bu uçsuzluk/ bucaksızlık dahlinde irdelenmelidir.
Kalıpların, ölçülerin, kısıtlamaların ortadan kaldırıldığı ve düşünsel özgürlüklerin imgeselliği nazariye ve yaşamın pratiğinde sömürülenlerin lehine kullanmada, öznele ulaşmada fevkalade ve son derece önemli bir argümandır şiir.”
Kendi coğrafyamız özelinde ve günümüzde ise sanat ve sanatçının pratikteki yerini barışçıl bir söylemle mülahazat hanemize yazıyor;
-“ Hiçbir şiirsel metni sanatsal ve duygusal boyutları sebebiyle reddetmiyor; saygı duymasam bile salt bu nedenlerden dolayı saygı gösteriyorum...”
Henüz yayımlamadığı “Yunus’a Çalardı Rengi” isimli şiir kitabının yanı sıra, nicel olarak bir anlamda bu kitabın devamı sayılabilecek yazınsal çalışmaları hala sürmekte. Bu minvalde üretiyor Nilüfer...
Onu sıra dışı yapan sanatsal bir altyapısı var.
Can Gürzap ve Alev Sezer gibi hocalardan eğitim almış.
Seslendirme/ dublaj çalışmalarının yanı sıra; tiyatro, televizyon dizileri ve sinema alanlarında da görüyoruz onu. Şu sıralar “Ayşecik” isimli dizide oynuyor.
Nitelikli olan bütün sinema ve tiyatro tekliflerine/ projelere açık.
Sesinin rengi, diksiyonunun mükemmelliği ve aldığı eğitim onu bir single çıkarma noktasına kadar getirmiş. Henüz piyasaya çıkarmadığı bu çalışmasına ve sesinin güzelliğine güveniyor. 'Daha arkası gelecek' diyor...
Müzikal anlamda ve de yalnızca kendi şiirlerini okuyacağı kasetler ile yeni çıkışlara hazırlanıyor...
İçinde bulunulan konjonktürde, kendisine yönelik eleştirileri eksik bulan Nilüfer “bunca ürettiğiniz şeye rağmen hala anlaşılamıyor olmak kadar hüzünlü bir şey yok” diyor...
Yalnızca fiziksel özellikleri üzerinde odaklanan “seksi sunucu” söylemli mütecaviz kritikleri kabullenemiyor.
Seksiliğin göz rengi kadar yaradılışsal ve doğal bir olgu olduğu gerçeğiyle bakıyor olaya... Gözlerinin kahvesini saran muzip bir gülüşle susuyor...
..(yani) seksi olduğunu ikrar ediyor...
Doğa vergisi bir güzelliği var Nilüfer’in...
Yani yüreğinin güzelliği yüzüne yansıyanlardan...
Yaptığı televizyon ve radyo programlarında optimal yanını güzelliği ile belikleyerek adeta “Kaçamak” tiryakileri/ aboneleri oluşturmuş...
O; düşsel dünyasında, toplumsal barışıksızlığın olmadığı bir cennet yaratmış...
Ve köprüler atmış bulutlar beşiğinden karanlığa doyup taşmış insanlara...
Bir uzun yol gülümsemesinde ulaştırmış sesini...
Bilgiç bir ikiyüzlülükle değil, halk avcılığıyla değil...
Hiç duraksamasız bir paylaşımı onurluca fısıldamış aç kulaklara geceden sabaha...
Bir terapist sabrıyla...
Üstüne sinmiş çağın bütün yalan ve korku giysilerini, sevdası kör kuyularda gıdım gıdım büyümüş, şafağa yükselen öksüz çocuk çığlıklarıyla dağıtıp çırılçıplak hayatı götürmüş insanlara ve kentin sokaklarına...
Kâh faks iletileri, kâh telefonlar ile kendisine ulaşabilen insanlara karşın; mektup yazabilmenin dışında böyle bir şansı bulunmayan “Kader Mahkûmları” ndan gelen mektupları Salı geceleri radyodan okuyarak mavi gökyüzünü ve onları süsleyen işveli yıldızları gönderiyor yüksek taş duvarların ardındaki koğuşlara...
Onun bu yanı, kemikleşmiş bir mahkûm/ tutuklu dinleyici kitlesi oluşturmuş...
Yani mahkûmların dünyasına hiç de yabancı değil Nilüfer...
Buradan yola çıkarak hapishaneleri, af yasasını, F Tipi tabutlukları ve Ölüm oruçlarını konuştuk...
Yüzünde hüznün sarı rengi dolandı birden... Ölümü kabullenemiyordu...
-“ Ne olursa olsun ölümü kabullenemiyorum! ..” diyordu.
O, her şeyin yolunda gittiği, acılardan derslerin çıkarılabildiği mutlu bir dünya düşlüyordu... Hüzünlüydü...
Yeryüzünün kaynaşmış insan güzelliği olmalıydı yürüyen, zafer meydanlarında...
Bir çocuğun dayayıp başını kana kana ağlamasına açtığı göğsünü, bir anaç fedakârlıkla siper etmek istiyordu gözyaşlarına ve bütün acılara...
Hiçbir şeyin yolunda gitmediğini biliyordu aslında yaşama dair...
Sorunların çok boyutlu aynasından bakıyordu görüngülere...
Yoksulluğun, çaresizliğin, sevgisizliğin sarmaladığı kentleri hazmedemiyordu...
Maddeciliğin tüm tanrısal kitabelerini/ yazıtlarını, gözbebeklerinin kucakladığı bütün acıları, tuzun tadıyla mayhoş dudaklarıyla zamanın ümidi besleyen hasretine/ özlemine, sarhoş; yaşama silahsız/ duldasız koşulan taptaze hayatlara çıkarılmış faturaları reddediyordu...
Gözlerinde işkenceler ve tabutluklar besleyen ürkülerin sırmasına ve her yerde, her şeye anlaşılmaz trajedi tohumları serpen apoletli gölgelere, güvercin soluğu buğusuyla karşı koymaya çalışan isimsiz şehirlerin ırmaklara karışan nasırlı avuçları karartma gecelerinin yoksul ve üşüyen damlarına konuyordu bıkmadan/ erinmeden...
Hayalleri, gerçeğin buza kesmiş kalkanlarıyla buluşup, kaybolup çoğalan doğurgan öfkesini gezdiriyordu yüreğinin...
Gecenin bir yarısı, radyoların “click” sesiyle bilmediği hanelere konuk oluyordu...
Yürekten yüreğe attığı köprülerden geçiyordu...
Yaşanılan yanılsamaların simülasyon mutluluklarıyla hipnotize edilmiş kalabalıkların ömürlerini eskittikleri köprülerden...
O köprülerin taşıdığı yükü kaldıramadığı zamanlar olmuştur hep...
İşte; Nilüfer Bıyıklı, yaşamı kucaklayıp sevmeyi fısıldarken henüz taşa kesmemiş yüreklere, üzerinde kanat yoran yusufçuktan ayrı bir gökyüzü mavisinde bir heykelin ıssızlığında sakladığı öfkesiyle köprünün yaralı bacağına asıyordu bakışlarını;
-“ Ayy! .. Bacağı acıyor herhalde, üstüne basamıyor...”
Panikle, telaşlı çığlığına bu haykırıyı sığdırıyordu...
avuçlarımı çukurlaştırıp,
su doldurdum içine.
küçük bir su birikintisi yani...
..Nilüfer’ler için,
beyaz, sarı, pembe, mavi
“sığmaz” deme sakın;
yüreğimiz de avuçlarımız kadar değil mi?
Gürkal Gençay
13.Aralık.2000-İstanbul
(The Marmara Oteli)
* Haberde Ekspres Gazetesi - Şubat. 2001 / Yıl: 11 - Sayı: 133
* İşbu Röportaj Yazısı, Yazarının Adına Kayıtlıdır. Kayıt Tescil No: 505150121288
*******************************************************************************************
|
Gürkal Gençay | Z / Yazılar - Kayıp Cennetin Kanatsız Meleği |
(Yeteneklerin en fazla geliştiği zaman, insanın bütün bir dünyayı { fikirleri } karşısına aldığı zamandır... ''Marry Wollstonecraft'')
“Bütün renkler hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler”
Herkesin kendince farklı bir anlam yükleyebileceği Özdemir Asaf’ın bu unutulmaz söylemi ne zaman karşıma çıksa
hep (Panter) Emel Yıldız’ı ve onun yaşam macerasının tanık olduğum hikayelerini çağrıştırır bana.
Saflık, temizlik, masumiyet gibi birçok pozitif kavramı betimlemede kullanılır durur beyaz.
Kasvetin rengi gridir, hüznün sarı, acılı günler ise kara günlerdir.
Güzelliğin, iyiliğin, barışın rengi ise beyazdır.
Karakarga menfiidir, beyaz güvercin müspet. Şeytan karalar giyer, melekler ise beyaz. İçinin karası yüzüne vuranlar kötüdür, akça pakça (beyazlar) iyi...
Yani “Ak sütten çıkmış beyaz bir kaşık”tır adeta beyaz.
Beyaz nazlıdır, incinir. Beyaz saydamdır, kırılgandır.
Diğer renkler (kendilerine verilen rol gereği) tüm kirliliklerini kamufleli temsil ederlerken, beyaz etkilenmişliğini ve mağduriyetini adeta haykırmaktadır.
Ya da bize hep böyle öğretilmiştir şimdiye kadar!
Peki, gerçekten masum mudur beyaz?
Konsept olarak iyiliğin izdüşümü olarak tanımlanan beyaz, böylesine barışçıl mıdır?
Beyaz mı kirlenmektedir hızla, yoksa kirleten midir beyaz?
Yaşamın renk skalasından, öğretilmiş düşmanlık kalelerimizin duvarlarına çarpan
Vietnam’daki, Hiroşima’daki Nagazaki’deki “sarı” benizliler,
Yenidünya’daki “Kızıl”derililer, tüm kıtalara dağılmış olan “kara” derileriyle zenciler, Irak’ta “esmer”, Afgan’da “bronz” renkliler ve beyazın dışındaki tüm renklerin yakasına yapışan kanlı (beyaz) eller birçok ipucunu sağır kulaklara haykırdılar.
Ama her yer/her şey ve herkes beyazdı. Ya da öyle sanıyorlardı.
Nereden çıkmıştı şimdi bu “öteki” renkler? Duymadılar...
Ama gerçek ne kadar uzaklaşabilir ki yaşamdan?
Nasıl ki “çocuk” oldukları için her türlü yaramazlıkları görmezden geliniyorsa
çocukların ve affediliyorsa...
Beyazın ardında evsinlenen canavar da öylesine görmezden geliniyor sürgit.
Yetişkin bile olsa insanlar, bir suç işleyip de yakalandıklarında pişmanlıklarını
(samimi olmasalar bile) dile getirmek için, biraz da mahcubiyet ve masumiyet katmak için “bir çocukluk” yaptıklarını söylerler.
Çünkü bütün çocuklar masumdur ve çocuğun rengi de beyazdır! ..
İşte; Panter Emel, kapılarında/camlarında “Siyahlar ve köpekler giremez” yaftalarının asıldığı evlerde oturan beyazların mahallelerine dayanan bir zenci olarak çıkmaktadır karşımıza.
O “Her şey insan için” söylemiyle masumlaştırılan birçok olumsuz edimi, hayvan ve çevre katliamlarını gökkuşağının sekizinci rengi misali kuşatmaya ve engellemeye soyunmuş bir fenomendir.
Güler yüzlü bir perde arkasında saklanan canavarla adeta tek başına savaşan Donkişot...
İçinde bulunduğumuz süreçte gittikçe ivme kazanan hayvan ve çevre koruma hareketinin öncüsü durumunda olan Panter Emel yaşamımda ender rastlayabileceğim çok özel insanlardan biri olarak girdi dünyama.
Rengi “beyaz” bile olsa, her türlü yalana-dolana, haksızlığa karşı koymaya çalışan, hayvan dostlarımız için gündüzünü gecesine karıştıran, düzenli uykuları, yemeyi-içmeyi adeta unutan Panter Emel’in özünde bir sınıf mücadelesi verdiği maalesef hemen tüm insanların gözlerinden kaçmaktadır.
Aslında trajik olan da budur...
Onun, faşizan zihniyetin vahşi bir pratiği olan “Türcülük” ile savaşımı özellikle toplumun gözlerinden kaçırılıyor aslında... Sistemin işine gelmiyor...
Elbette ki, kimse görmek istemeyenler kadar kör değildir.
Bu anlamda, içinde bulunduğumuz karanlığı ışıtmak adına bedenini ateşe vermiş bir meşale gibi parlayan Panter Emel’i, toplumun “fevri-hırçın” gibi yüzeysel değerlendirmeler ve yaklaşımlar ile görememelerini Montaigne’in şu söylemiyle açıklayabiliriz ancak;
“İnsanın gözü karanlıkta da göremez, çok parlak ışıkta da...”
Sokaklarda belediyelerin katliamlarıyla, trafikle, açlıkla-susuzlukla, soğukla-sıcakla, hastalıklarla cebelleşerek hayatta kalmaya çalışan tüylü dostlarımızı
koruma adına yaptığı bir eylem nedeniyle yaklaşık yedi ay hapis cezasına çarptırılan Panter Emel’e reva görülen bu müeyyide, ülkede yaşanan diğer olumsuzluklarla, yolsuzluklarla, soygunlarla ve onların yaptırımlarıyla görecelendirildiğinde insanın burnunun direği sızlamakta, içi acımaktadır.
Hüzün vericidir bu durum...
Ama bir farkındalığı da yaratmıştır bu sayede Panter Emel...
Nasıl bir ülkede yaşadığımızın farkındalığını...
Öküz (daha sonra “Hayvan” oldu) ve Efendisizler dergilerinde insana, hayvana ve çevreye yönelik yazılar yazarak topluma ulaşmaya çalışan, bu anlamda bir bilinç dönüşümü çabası gösteren, iç içe geçmiş sistemler bütünü dünyanın “kaçak avcıları” olan “beyaz”lara; “ Bizler, başka türlerin canı sırasına fazlaca özgürlüğe sahibiz” diye adeta haykıran Panter Emel, kötülüğün hemen/kendinden organize olduğu, buna karşın iyilerin bir türlü bir araya gelemediği beyazların dünyasında adeta tek başına savaş vermektedir.
Belki zaferini göremeyecek ama bu savaşı kazanacaktır Panter Emel...
Çünkü teslimiyetin ve teslim bayraklarının da rengi “beyaz”dır...
Gürkal Gençay
10.Kasım.2000.Cuma–23:59
Deniz Köşkleri - İstanbul
* Birgün Gazetesi
* İşbu Makale Yazarının Adına Kayıtlıdır. Kayıt Tescil No: 484320121021
************************************************************************************
|
Sinan Karakaş | Zaaf Görse |
Yarın günlerden Cuma,
Tevbem vardır suçuma,
Az biraz zaaf görse,
Şeytan geçer hücuma.
|
Gürkal Gençay | Z / Yazılar - Futbol Meydan Muharebeleri |
(Bizi şekillendiren ve tarz kazandıran, sevdiğimiz şeylerdir... ''Goethe'')
Anadolu’nun Sesi ismiyle yayın yapan bir radyo istasyonu var.
İdeolojik ve içerik olarak son derece anlamlı, son derece doğru bir çizgide yayın yapıyor bu radyo kanalı...
Radyodan her pazartesi günü, saat 21:00/22:00 arasında canlı olarak yayınlanan ve hazırlığı ile sunumunu Av.Ali Rıza Dizdar’ın yaptığı “Spor ve Güncel” başlıklı bir program dinleyiciye enteresan konularla ulaştırılıyor.
Ayrıca, programın yapımcısı Av.Ali Rıza Dizdar Beşiktaş Spor Kulübü’nün yönetim kadrolarında da faaliyet gösteriyor. Yani bir spor adamı. Ve tam bir entelektüel.
Ali Rıza Dizdar’ın 30.Aralık.2002.Pazartesi tarihli programına katıldım. İlginç bir söyleşi oldu.
Bu söyleşide dillendirdiklerim ile (Radyonun ya da programın kapatılması riskini öngörerek, yani radyonun selameti açısından) dillendiremediklerimi programın başlığı çerçevesinde ayrıca kaleme alıp değerlendirmeyi düşündüm.
“Spor ve Güncel”in o akşamki spotu yaklaşık olarak şu idi; spor camiasında yer alan (özellikle futbol) insanların ABD’nin Irak’a yönelik planladığı saldırıya karşın, neden savaşa karşı bir duruş göstermediklerini ve spor medyası mensuplarının bu anlamda gazetelerdeki, TV’lerdeki köşelerinde huşu içinde sus-pus oturuyor olmalarındaki tavrı sorgulamak.
Zira spor barış, dostluk ve kardeşlik demekti...
“..yoksa öyle değil miydi? ..”
Eğer, söylemlerden yola çıkarak bir değerlendirme yapılacaksa, söylemleri; yani “zarf”ı ayrı, eylemleri de; yani “mazruf”u ayrı olarak ele almak gerekir.
Buradaki zarf nedir?
“Spor barış, dostluk ve kardeşliktir.”
Aslında bu hiç de böyle değildir. Ve hatta tam da tersidir...
Bu iddiamı açıklamadan önce, söylemek istediklerimi güçlendirmek ve daha da anlaşılır kılma bakımından birkaç tane daha zarf ve mazruf örneği vermek istiyorum.
1-) Eylem (Mazruf) : Cepheden cepheye geçmiş bir yaşam
Söylem (Zarf) : “Yurtta sulh cihanda sulh”
2-) Eylem (Mazruf) : 1974 Kıbrıs savaşı ve orada ölen binlerce insan
Söylem (Zarf) : “Kıbrıs Barış Harekâtı”
3-) Eylem Mazruf) : 19.Aralık.2000 tarihinde “F Tipi Tabutluklar”ı protesto amacıyla başlatılan, SAG ve Ölüm orucuna yatan insanların tutuldukları hapishanelere yapılan baskınlar ve bunun sonucunda devlete “emanet” edilmiş onlarca tutuklunun vahşice öldürülmesi/yaşamlarının hoyratça ellerinden alınması
Söylem (Zarf) : “Hayata dönüş operasyonları”
Söylem/eylem farklılıklarına ilişkin örnekleri çoğaltmak elbette ki mümkün.
Görüldüğü üzere “Spor barıştır” demek ile sporun ve sporcunun savaşa mutlak karşı çıkmasının gerekliliği/beklenmesi aynı şey değildir.
Eylem son derece sahicidir. Vahşidir, gerçektir. Söylem ise sanaldır. Eylemin içinde barınan canavarı gülen yüzüyle saklayan perdedir söylemler.
Dikkat edin; bir söylemle kendini ifade etmeye çalışan tüm eylemler doğaya ve yaşama dair bütün değerleri öğüten, onlara saldıran, törpüleyen enstrümanlar ile çıkar sahneye.
Ve bu eylemler yalnızca insan beynine özgü, doğanın dilinden ve mantığından uzak semptomatik edimlerdir.
Koşan birisine “koş” diyebilir misiniz? Ya da su içen birine “su içer misin” der misiniz? Elbette ki demesiniz.
Çünkü o insanlar koşuyor veya su içiyorlardır zaten.
Zeki birine de “sen zeki adamsın gibi, zeki ol” gibi hitaplar da kullanmak son derece anlamsızdır diyalektik olarak.
O adam zekidir zaten. Buna rağmen birilerine ya da bir topluma “zekâsı” konusunda olumlu referans veren bir söylemle sesleniyorsanız, bunu farklı bir gerekçe ile yapıyorsunuz demektir.
Mesela; o kişiye ya da topluma moral/motivasyon olarak bir dinamizm kazandırmayı düşünmek, kendine karşı bir özgüven kazanmasını sağlamak vs. gibi... Bu benim optimist bir bakışla yaptığım değerlendirme.
Ama genellikle, pratiğe geçirilecek olan eylemlerin toplumsal destek bulabilmesi ve hatta bu eylemlerin toplum tarafından sorgulanamaması ve hatta hatta toplumun içindeki dinamiklerin eylemi koruyan sigortalar haline dönüştürülmesini sağlayan “güler yüzlü perdeler” olduğunu görüyoruz söylemlerin...
Buradan hareketle, spor alanında (özellikle futbol) faaliyet gösteren insanlara sporun barış demek olduğunu söyleyerek onlardan buna uygun bir davranışı beklemek de yanılgı olur.
Sporun içindeki insanlar dönemsel olarak “Barışa-Kardeşliğe-Dostluğa” ilişkin şeyleri söyleyebilirler.
Bunu sıkça da yapabilirler.
Ama bu, onların bu söylemin anlamsal olarak felsefesini içselleştirerek söyledikleri anlamına gelmez.
Yani sadece dilde söylenir, yani iş olsun adet yerini bulsun tarzında söylenir. Yani sadece söylerler...
Resmi ideolojinin politikalarına uygun düşen bir lisan-ı münasip ile zamanlama ve sınırlarını o ideolojinin belirlediği ölçülerde söyleyebilirler ancak.
Aslında spor ile uğraşan insanların öyle barış, dostluk, kardeşlik gibi bir dertleri de yoktur. Olamaz da zaten! ..
Çünkü sporun öznesinde rekabet vardır... Ve “rakipler” vardır...
Bu bağlamda, spor basınının da “aynı rahle-i tedrisat’tan, yani aynı tornadan geçmeleri sebebiyle, yani aynı alanda bulunmaları nedeniyle mevcut anlayışla çatışabilecek bir tutumu, o anlayışa kontrast bir manşeti sayfalarına taşımaları mümkün değildir.
Zorlayın hafızalarınızı; hiçbir gazetenin spor sayfalarında savaşın aleyhine tek bir satır yazının olmadığını göreceksiniz.
“..yazmazlar, yazamazlar! ..”
Spor sayfalarındaki spotları hatırlamaya çalışın. Hatırlayamazsanız yarın bir gazete alın bakın. Orada üç aşağı-beş yukarı şunları okuyacaksınız.
-“ Kartal (Beşiktaş) ikinci yarı için pençelerini biledi”
-“ Aslan (Galatasaray) avını bekliyor”
-“ Timsahın (Bursaspor) gazabı”
-“ İki takımın falanca futbolcuyu transfer savaşı”
-“ Şişle boğayı aslanım” (İspanya’nın Barcelona takımı ile Galatasaray maçı öncesi)
-“ Terminatör Terim” (G.Saray teknik direktörü Fatih Terim için)
-“ Avrupa’nın fatihi” (G.Saray için)
-“ Avrupa’nın yeni fatihi (Beşiktaş için)
Nasıl; içiniz bir tuhaf oldu mu? Basının barış, dostluk ve kardeşlikle özdeşleştirilen spor ile ilgili kullandığı jargon bu..
“..Peki; nedir şimdi bu, ne demek şimdi bu? ..”
..bunların hiçbir anlamı yok tabii...
Peki; neden ediliyor bu laflar, neden bu manşetler atılıyor?
Çünkü spor savaşın dilini kullanır. Birçok müşterekleri olduğu gibi spor ile savaşın dilleri de ortaktır...
Maçların öncesinde veya hemen sonrasında gazetelere serpiştirilerek topluma sunulan bu dil, o an ki atmosfer içinde okuyucu tarafından gözden kaçar, ıskalanır. Zaten istenilen de budur.
Taraftarların, tuttuğu takımın gücünü vurgulayan ve kendilerinin aidiyet duygularını okşayan bir terminoloji gibi algıladıkları bu dil aslında gerçek kalelerin, topların ve bunu kullanan terminatörlerin toplumun beyninde itiraz görmeden yer bulabilmesinin altyapısıdır.
Şimdi bunu medyanın tiraj kaygıları ile, taraftarların adrenalin katsayısını yükseltmek, biraz da kitleleri egzajere etme adına böyle bir dili kullanıyor olduğunu ve bu tikel kesimin tavrının bütünü bağlamayacağını söyleyenler olabilir.
Ama bu da doğru değildir. Bunun doğru olmadığını sporun kendi literatürüne baktığımızda da görebilmekteyiz.
1-) Kale
2-) Top
3-) Forma (üni-forma)
4-) Savunma-savunucu (Bek)
5-) Alan savunması
6-) Yenmek-Galibiyet-Yenilgi (Cümle içinde: Savaşta müttefikimiz Almanya yenilince Türkiye’de yenik sayıldı.)
Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkün elbette. Görüldüğü gibi yapılanma olarak da spor savaş ile neredeyse bire bir örtüşüyor.
1-) Akın-Organize ataklar
2-) Strateji
3-) Rakip-Hasım (Rakibi küçümsemek) Rakip, rekabetin köküdür.
4-) Güç-Kuvvet vb.
Anlaşılacağı gibi sporun ve spor medyasının kullandıkları jargon, literatür ve terminoloji toplam olarak savaşın dilini kullanmakta ve buna paralel olarak yapılanmakta.
Savaş yeşil yüzüne sindiği sahaların bütün köşebaşlarında kendini hatırlatarak toplumların beynini burgacına çekip onları mutasyona uğratır.
Savaşı yalnızca topla-tankla-uçaklar ve bombalarla yapılan bir olgu gibi değerlendiren sığ anlayışların üretildiği bu süreç tam da bir kırılma noktasıdır.
Ekonomik alanlarda, sosyal alanlarda, kültürel ve politik alanlarda yaşanan savaşlar konsept içinde yer bulamazken, savaşın tanımı yalnızca askeri alan içinde yapılır.
..aslında trajik olan da budur...
Ekonomik, politik ve kültürel alanlarda savaşı kaybeden ülkelerin kapısına toplu-tanklı bir savaş asla dayanmaz. Çünkü askeri alanda yaşanacak bir savaş mali boyutu çok yüksek bir savaştır.
Eğer siz, ekonomik, siyasi ve kültürel alanlarda emperyallere geçit vermezseniz, direnç gösterirseniz sizi aşmak ve direncinizi kırmak adına son çare olarak tanklara müracaat edilir.
Savaşı, bütün gelişme ve parametreleri değerlendirerek tanımlamak gerekir.
Tanıklığını yaptığımız hayatın savaşa ilişkin tüm yaşanmışlıklarının müsebbibi kapitalizmdir.
Kapitalizmin savaşta kullandığı en güçlü silahlardan biri de emperyalist uygulamalardır. Spora, sanata, kültüre ilişkin tüm olgular, burada toplumları kendilerine yabancılaştıracak/yabancılaştıran silahlar olarak kullanılır.
Futbol da bunlardan biridir. Ve savaşın ruhundan beslenir...
İkisinde de rakibi, yani hasmını yok etmek, yenmek, eli boş/çaresiz bırakmak, güçsüzleştirmek vardır.
Rakibin taktiklerini çözümleyerek onu alt etmek vardır. Bunun için rakibin antrenmanlarını ve başka takımlarla yaptığı maçları (yani stratejilerini) kâh bizzat, kâh videokasetlerden izleyerek açıkları/zaafları tespit etmek gibi metotları vardır.
Bunun için köstebek, ajan(casus) gibi unsurlar da kullanılır.
Görüldüğü gibi insanın kafasını karıştıran bir durumdur bu. Yazının neresi savaşı anlatıyor, neresi sporu anlatıyor diye insanı duraksatan bir durum.
Gerek sahada, gerek salonda, gerekse ringde; nerede yapılırsa yapılsın spor müsabakaları oynanmaya başladığı andan itibaren savaşın ruhunu yansıtır. Kalelere (potalara) hücumlar yapılır. Füze gibi şutlarla kaleler bombalanır. Nümayiş içinde itişip kakışan ve kan-ter içinde kalan insanların bu ölümcül oyunu kâh tekmeler/tokatlar (fauller) ile kâh küfürler içinde sürgit devam eder. Amaç, karşıdaki yenmek, dolayısı ile yok etmektir. Bir savaşta bombalanarak ölen insanlar nasıl ki “cismen” yok olup gidiyorlarsa, sporda yenilen taraf da mücadele ettiği kulvarda (Lig ve Ülke kupası) “anlamsal” olarak yok olur, yok edilir... Yani elenir, yani şampiyon olamaz, yani onu anlamsal olarak var eden gerekçeler bir yenilgiyle/yenilgiler ile ortadan kalkar ve yok edilmiş olur...
Sporcuların karşılaşmadan önce birbirlerine diledikleri bir temennileri vardır; “Rakibime başarılar diliyorum! ? ..”
..inandınız mı?
“..yerseniz...yemezseniz; yani...”
Bu durum biraz da eski Roma’da büyük izleyici topluluğu önünde arenalarda kâh kendileriyle, kâh başka hayvanlarla gladyatörlerin kapışmaları/kapıştırılmaları gibidir.
Spor müsabakaları sırasında tribünleri dolduran izleyici kitleleri gerek attıkları sloganlar itibarı ile gerek yaptıkları tezahüratta açıkça savaşın ölümcül dilini kullanırlar.
-“ Ölmeye ölmeye geldik...”
-“ Ali Sami Yen stadı Fenere mezar olacak...”
-“ Burası Kadıköy, buradan çıkış yok...”
-“ Cehenneme hoş geldiniz...”
-“ Kanaryam (Fenerbahçe için) sana canımız feda...”
-“ Seni sevmeyen ölsün...”
-“ Oraya geliriz, ananızı...eriz...”
Görüldüğü gibi burada da savaşın ve futbolun aynı lisandan konuştuklarının tanıklığını yapıyoruz.
Takımlarının yenilgisi durumunda ya da kabullenemedikleri bir sonuç karşısında taraftarların döner bıçakları, satırlar, baltalar, sopalar ve benzeri yaralayıcı/öldürücü malzemeler ile birbirlerine saldırdıklarını ve oturdukları tribünlerin koltuklarını histeri halinde söküp parçaladıklarını, stadyumun her tarafını ateşe verdiklerini görüyoruz...
..bunlar savaşın görüntüleridir! ..
Yakın bir zamanda oynandığı ve 6-0’lık sansasyonel bir skorla bittiği için herkesin kolaylıkla anımsayabileceği bir F.Bahçe/G.Saray müsabakasını örnek vermek istiyorum.
Bilindiği gibi; F.Bahçe, G.Saray’ı 6–0 yenmişti. Maçın oynandığı F.Bahçe stadının şeref tribününde FB başkanı A.Yıldırım ile GS başkanı İ.Canaydın yan yana oturuyorlar ve müsabaka 1–0 devam ederken F.Bahçe ikinci golü atıyor. Ama o da ne? .. Herkesin şaşkın bakışları arasında G.Saray’ın başkanı kendi takımının yediği bu golden sonra, rakip takımın güzel oyununu ve golünü önce alkışlıyor, sonra da yanında oturan A.Yıldırım’ı (yani rakibini) tebrik ediyor.
..müthiş bir şey...
Dostluk adına, centilmenlik adına, kardeşlik adına, barış adına ve tüm bu beklentilerin havada kalmaması adına müthiş bir şey! ..
Ama ne oluyor biliyor musunuz? İ.Canaydın bir toplumsal linç hareketi ile karşı karşıya kalıyor, yalnızlaştırılıyor.
Ve spor camiasının/kamuoyunun bu linçi haftalarca sürüyor.
..peki; hani dostluk, barış, vesair...
“..hani? ...”
Olmaz! .. Çünkü sporun ruhunda yok barış. Olması da mümkün değil...
Rakibinizin (düşmanınızın) başarısı (galibiyeti) sizin başarısızlığınız (yenilginiz) dir.
Her halükarda rakibinizin/rakiplerinizin başarısız(yok) olması gerekmektedir. Ve spor bu anlayışın üzerine kurulmuştur...
İ.Canaydın’ın linç edildiği o dönemlerde Beşiktaş kulübünün başkanı Serdar Bilgili’nin çok enteresan ve düşündürücü bir açıklaması olmuştu;
-“ Centilmenlik ve dostluk adına çok yürekli bir davranış ama...”
(..amma...)
Bu “ama”lar çok sinsidir, çok hinoğluhin’dir, çok sıkıntı vericidir. Bilin diye söylüyorum; çok sinsi olmalarına karşın hemen arkalarına kullanıcısının asıl niyetini aldığı için çok da gerçektirler.
S.Bilgili’de “ama”sının ardından şunu söylüyor;
-“..ama ben asla yapmazdım! ..”
Şimdi S.Bilgili kötü bir adam mı?
“..hayır! ..”
Peki, Beşiktaş’ın kulüp başkanlığı dışında birçok kimliği de taşıyan Bilgili; başka başka takımların taraftarı olan eşini, dostunu ve arkadaşlarını başarılarından dolayı kutlamış mıdır ve de kutlayabilir mi?
“..elbette kutlamıştır, kutlayabilir hatta kutlamalıdır.”
Bunu işadamı kimliği ile, sosyal hayatın içindeki bir insan kimliği ile, ailesi içinde bir baba/bir eş kimliği ile, oturduğu binada bir komşu kimliği ile de yapmaya devam edecektir.
Ama spor camiasından biri olarak taşıdığı kimlikle bunu asla yapamayacaktır...
Zira; sporun içinde olmaması gereken şey, barış, dostluk ve kardeşliktir! ..
Dikkat edin; sahada kasıtlı/kasıtsız birbirlerine (tekme-tokat) giren, birbirlerini paspas gibi çiğneyen, yaralayan, kollarını/bacaklarını kıran futbolcular maçtan sonra yaptıkları mülakatlarda şunları söylerler;
-“ Ben filancayla (kapıştığı rakip oyuncu) çok eski arkadaşım. Olanlar sahanın içinde kaldı. Sahanın dışında bizim dostluğumuz devam eder.”
(..dikkat ettiniz mi?)
-“..sahanın dışında dostluğumuz devam eder...”
(Yani sporun dışındaki alanlarda! ..)
Peki, ya sahadaki yaşanan? ..
..işte oradaki, o büyük ruhtur! ..
Yani savaşın ruhu... Ve o ruh, sahaya çıkacak olan ramboların yüreklerine, beyinlerine nefesini üfler...
dayanılmaz, o sıcak, o şehvetli nefesini...
Artık onlar bizim gibi değillerdir. Her birinin ardından esen rüzgâr yok etmeyi emreder onlara. Bilim- kurgu filmlerinden çıkma biyonik adamlara dönüşmüş olan sporcular adeta eski Roma’daki arenalarda seyircilere ölüm oyununu sunan gladyatörlerdir.
Ve sahalar, dostlukların ertelendikleri yerlerdir...
Aynı savaşlar gibi. Cephelerde, dağlarda kardeşin kardeşe kurşun sıkmasına karşın “yahu; bu nasıl bir iştir, nasıl olur böyle bir şey? ..” gibi beynimizi kemirip duran soruların da bir anlamda cevabıdır aslında...
Daha önce birbirlerinin yüzünü bir kere bile görmemiş, aralarından en ufak bir husumet geçmemiş, başka koşullarda karşılaşmış olsalar belki çok iyi dost olabilecek insanların daha ilk karşılaşmalarında birbirlerine sıkacakları kurşunların, yaşatacakları acıların nasıl bir mantık üzerinde yapılandığını açılımlayan bir cümledir o mülakatta söylenenler.
Çünkü sahalar, kortlar, ringler sporun dostlukla/ barışla doku uyuşmazlığının arenalarıdır, er meydanlarıdır, cepheleridir...
..Ve buralarda izlediklerimiz, dostluğun/barışın öğretilmiş düşmanlıklara yenilgisidir...
..herşey sahada kaldı, biz saha dışında çok sıkı dostuz ha! ..
“..peki, öyle olsun...”
Elbette ki, ancak benim gibi duyarlı insanların farkına varabilecekleri ve çok da üzerinde durulmayan, apar-topar, aceleyle geçiştirilen kelimelerdir bunlar o röportajdaki...
“Spor ve Güncel” programının saat 21:30’da verilen müzik arasından sonra; Av. Ali Rıza Dizdar, spor yazarı Togay Bayatlı’nın bir yazısını okudu. Savaş karşıtı bir spor yazarı konusuna iyi örnek olarak... Şöyle diyordu yazısında T.Bayatlı;
-“ Burnumuzun dibinde, hemen sınırımızda olası bir ABD-Irak savaşı söz konusuyken doğu ve güneydoğu illerinde, yani savaşa en yakın coğrafyadaki kentlerde müsabakalar nasıl yapılacak? ..”
Aslında, bence tam da (benim tanımladığım) bir spor adamına yakışır bir yaklaşım ve değerlendirmeydi bu.
Tam da beni haklı çıkaran bir yazıydı.
Demek ki T. Bayatlı (atıyorum) İsviçre’de ya da Norveç’te yaşasaydı, yani ülkesinin hemen yanında bir savaş riski bulunmasaydı ve onun ülkesinde maçlar şakır şakır oynansaydı böyle bir derdi de olmayacaktı.
..ve böyle bir yazıyı da yazmayacaktı T. Bayatlı...
Bu anlam çıkmıyor mu şimdi bu yazıdan?
..yani ben mi yanlış anladım? ..
..yani bende mi bir sorun var? .. Ha? ..
T. Bayatlı çok bildik bir anlayışla yazmış yazısını. Merkeze sadece kendisini ilgilendiren bir olguyu koymuş. “Futbol...”
Aslında “Futbol” demek de tam olarak karşılamıyor o tavrı. Zira futbol evrensel bir söylem.
Bayatlı yalnızca kendi ülkesinin futbolunu ve kendi liglerinin oynanamaması riskini taşımış yazısının merkezine.
Tüm derdi bu Bayatlı’nın...
Burada olması gereken doğru tavır; savaşlar nerede yaşanıyorsa yaşansın, ister yakınınızda/ister uzağınızda, ister sizi doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilendirsin, ya da zerre kadar ilgilendirmesin hepsine karşı çıkabilmektir.
O yazıda ise böyle bir perspektif yok...
Aksi halde Bayatlı’nın Filistin için, Sudan, Afganistan için de yazılar yazması gerekirdi değil mi?
Yani geçmişte böyle yazılar yazıyordu da, ben mi kaçırdım?
..atladım mı yani ben? ..
“..hiç sanmıyorum! ..”
Çok değil, 25–30 yıl önce insanlar tuttukları takımlarını yalnızca nostaljik gerekçelerle, belki de anılarıyla açıklayabilecekleri sebeplerle, renk aşkıyla/kulüp aşkıyla severlerdi. Onların takımları yalnızca bir takım, bir kulüp de değildi aslında. Takımlar taraftarlarının yüreklerinde ve beyinlerinde başka duygularla yer buluyorlardı.
Kimi sevgilisi tutuyor diye, kimi çok sevdiği annesi tutuyor diye, kimi kişiliğini beğendiği bir oyuncunun etkisiyle gönül verirdi takımına. Tamamen romantik, duygusal, arı-duru hislerle...
O zamanlar oyuncular adeta pirinç tarlası görünümündeki sahalarda kâh üç otuz paraya, kâh bedavaya tam bir amatör ruhla oynarlardı. Profesyonel olmalarına karşın...
O zamanlar spesifik örnekler hariç, bugün ki gibi kavgaya/gürültüye ilişkin çok da vahim, kayda değer olaylar yaşanmazdı.
Zaman siyah-beyaz filmlerin oynadığı zamandı. Başroldeki kadınların gözlerini kırpıştırarak konuştukları, bıçkın köy delikanlısını oynayan jönlerin briyantinli saçlarla dolaştıkları filmlerin oynatıldığı sinemalar gibiydi takımlar.
Ve bizler yazlık sinemalarda çekirdek, kışlık sinemalarda frigo/koko yiyerek ve kâh ağlayarak, kâh gülerek bu filmleri izleyen ve bundan mutlu olan ve hayatın o saf yanında gitgide eksilerek biriken taraftarlardık.
Bugün ise farklı bir durum var artık. Kapitalist sistem, paranın gücüyle herşeyi ele geçirdiği gibi, futbola da el atarak bu aktiviteyi spor alanından çekip sektörel alana taşıdı.
Artık yirmi yıl önce yalnızca renk aşkıyla bağlandığımız o takımlar, o kulüpler yok, kendimizi aldatmayalım.
“..isterseniz aldatalım...”
O kulüpler, o takımlar, o sporcular ve o taraftarlar siyah-beyaz filmlerin başrollerindeki gözlerini kırpıştırarak konuşan kadınların hüzünlü bakışlarının içinde yitip gittiler.
Bildiğiniz gibi üç-beş yıl önce başta büyük kulüpler olmak üzere bütün kulüpler birer-ikişer şirket olmaya başladılar.
Kaldı ki bu durum voleybol, basketbol, hentbol gibi diğer sportif alanlarda çok daha eskiye dayanır. Hatta hatta bu takımlar doğrudan bir şirketin/holdingin bünyesinden oluşurlardı.
Şirketleşen kulüplerin kâğıtları borsada alınıp satılmaya başlandı. İsim hakları, forma gelirleri, reklâm kazançları turnuvalar vb. gibi kaynaklar dilimizin zor döndüğü rakamlarla Dolar ya da Euro olarak şirketleşen kulüplerin kasalarına doldular. Kasaların dolması takımların başarılarıyla doğru orantılıydı. Ve bu orantı yıllar içinde, şirketlerin karı adına her yolu mubah kılacak ve sporun literatürüne şike, hakem mafyası, teşvik primi gibi kavramları sokacaktı...
Yani sizin anlayacağınız ortada artık kulüp-mulüp yok; ticarethaneler, karhaneler var. Ve bizler de artık o taraftarlar değiliz. Müşteriyiz... Aynı, bir banka ve o bankanın mudisi gibi.
Şirketleşen kulüplerin başkanlarına, yönetim kurullarına bir bakın. Oradakilerin ya sermayenin dümeninde olan holding sahibi bir patron, ya bir türedi zengin, ya bir karapara aklayıcısı, ya feodal anlayışın içinden gelmiş bir toprak ağası, ya bir belediye başkanı ya da mafya dünyasından bir babanın olduğunu göreceksiniz.
Mao’nun “Kar edeceğini bilsin, kendisini asacağımız ipi bile üretir” dediği sermayenin başında olduğu bir yapı barışı talep edebilir mi?
Ki sermaye doğadan çalar. Doğayı katleder, doğanın içinde barınan tüm canlıları yok eder, emeği ve emekçiyi sömürür. Bütün bunlar onlar için ucuz girdi/maliyet unsurlarıdır.
Buna karşın sermaye yoksulluk üretir. Silah üretir, savaş ve ölüm üretir.
Nasıl ki satın aldığınız buzdolabını, otomobili, parfümü, vesaireyi turşusunu kurun diye satmıyorsa sermaye, silahları da, topu/tankı ve bombaları da turşusunu kursunlar diye satmaz.
“..kullanın” der... “..kul-la-nın...k-u-l-l-a-n-ı-n! ...”
Yazımın başında da değindiğim gibi savaşın tanımını yalnızca askeri konsept içinde yapamayız. Savaşı ekonomik, kültürel ve siyasi alanlarda da yaşanan bir bütünlüklü programın/projenin dışavurumu olarak tanımlamalıyız.
Burada karşılaştırmalı bir örnek üzerinde değerlendirmeler yapabiliriz.
Türkiye, İMF ve Dünya bankasından yüksek faizlerle aldığı kredileri ödeyememesi sonucunda neredeyse dört kuşak sonrası yurttaşını gırtlağa kadar borçlandırmıştır. Bırakın borcu ödeyebilmeyi; ülkenin toplam gelirleri borcun faizini dahi karşılayamaz olmuştur. Bunun sonucunda gelinen noktada ise alacaklı olan para kuruluşları ülkenin kamusal üretim alanlarını, KİT’lerin özelleştirilmelerini dayatıp (konsorsiyumlar aracılığıyla) yabancı sermayeye peşkeş çekilmelerini sağlamıştır. Ülkenin doğal kaynaklarından, tarım ve ziraatinden ürettikleri (şekerpancarı, fındık, tütün, çay vs.) ürünlerin üstüne kotalar koydurarak tarım kesimini ve üreticiyi adeta yok etmiştir. Ve bu ülkeyi tarımsal alanda da dışa bağımlı kılmıştır.
Nafta, Miga, Mai gibi anlaşmalar ve çıkarttırdığı tahkim yasaları ile gücünü ve bu savaştaki galibiyetini mutlaklaştıran düzenlemeleri de hayata geçirmiştir... Yani bu ülke ekonomik alanda yaşanılan savaşı kaybetmiştir...
Kaybedilen savaşlar yalnızca ekonomik alandaki savaşlar değildir. Kültürel ve siyasi alanlardaki savaşları da kaybetmiştir bu ülke. Ve teslim alınmıştır adeta...
Paranın generallerinin savaşı kazanmış olması, askerin generallerine iş bırakmaz... Burada da durum budur...
Irak’ta ise durum çok farklıdır. Çünkü orada Irak yönetiminin, doğal kaynaklarını, petrollerini paranın generallerine teslim etmemesi ve siyasi anlamda, kültürel anlamda bu dayatmacı politikalara koşut direnç göstermesi, yani bu alanda yaşanan savaşta yenilmemesi sonucunda kapısına askerlerin generalleri dayanmıştır.
Savaşları omuzu kalabalıklar çıkarmazlar; onlar sadece savaşırlar... Savaşları çıkaranlar cüzdanı kalabalık olanlardır. Kapitalistlerdir... Yani sistemin sahipleridir... Petrol şirketleridir, silah tüccarlarıdır...
Savaşlardan, kandan ve sömürüden beslenen bir sınıfın içinden gelenlerin başkanlığını yaptığı spor camiasından dostluğa, barışa, kardeşliğe ilişkin talepler gelebilir mi?
..olabilir mi böyle bir şey? ..
Sistemin varlık sebebi ve o varlığın yaşamını sürdürmesini sağlayan, ona can veren olgudur savaşlar. Yani sistemin ana damarlarından, kılcal damarlarından, sinirlerinden, nefes borusundan yalnızca “savaş” akıp gitmektedir... Yani sistem savaşlardan beslenmektedir...
Bırakın “barış”a ilişkin talep ve eylemlerinizi, sizin yalnızca söylemleriniz bile sistemi rahatsız eder. Adına bile tahammülleri yoktur...
Onun içindir ki barış talebiyle sokaklara çıkan İnsan Hakları Dernekleri, Haklar ve Özgürlükler Platformları, Demokratik kitle örgütleri karşılarında polis coplarını görürler.
Yıllar önce birkaç ilkokul öğrencisinin okullarının duvarına “savaşa hayır” diye yazdıkları için aylarca yargılanmış olmalarının altında yatan sebep de budur.
Kulüp başkanlığı yapan belediye başkanları ise bildiğiniz gibi devletin temsilcileridir.
Bilinir ki; savaşlar kişiler arasında olmaz, devletlerarasında olur. Kişilerin yaptığına kavga/dövüş diyebilirsiniz, arbede, itişme/kakışma diyebilirsiniz ama savaş diyemezsiniz... Savaş, kavramsal olarak (iki ya da daha çok) devletin başvurduğu bir yöntemdir...
Yerel ölçekte de olsa resmi ideolojiyi ya da devlet ideolojisini, yani askeri/ordusu olan bir ideolojiyi temsil edenler barıştan yana bir tavır sergileyebilirler mi?
..hiç duydunuz mu böyle birşey, var mı verebileceğiniz bir örnek? ..
Ya mafya babaları? Onlar da kulüp başkanlığı yapıyorlar, biliyorsunuz.
..onlara bir açılım getirmeye gerek var mı? ...
“..bence yok! ..”
“var” diyorsanız, onu da siz yapın o zaman.
Ama tüm bunlara karşın, spor camiası içinden birileri çıkıp da savaşa karşı bir söylemde bulunabilirler.
Bu çok da sürpriz olmasın sizin için
Bu gaz çıkarmak gibi birşeydir; merak etmeyin... Böylece rahatlamak istemiş olabilirler...
“..ha, tabii (görüntüde) böyle diyorlar...”
Bunun tipik bir örneğini de yaşadık, yaşıyoruz. Böylesi marazi durumlarda hep karşımıza çıktığı gibi...
Mesela sivil toplum örgütü denilince ortaya Tüsiad, Müsiad, Ato-mato gibi oluşumlar çıkıyor bu ülkede.
Hele bir oda başkanı var ki; haber bültenlerine çıkmayı marifet sayan ve neredeyse sabah şekeri programlarında taklalar atan...
“..her nasılsa...”
(Neyse, bu başka bir konu...)
Savaştan beslenenler de bir gün çıkıp “savaşa hayır” diyebilirler.
Ama benim içim de, kafam da çok rahat. Çok uyanık ve çok duyarlıdır benim vatandaşım.
..bilirsiniz...
“..kanmaz! ..”
Orada adı geçen savaşın ya filmi beğenilmeyen Savaş Yurttaş veya Perihan Savaş, ya da yaptığı televizyon programı eleştirilen Savaş Ay olduğunu hemencecik anlar.
“..Eee, Türk milleti zekidir! ..”
Spor sayfaları genellikle gazetelerin sonlarında yer alırlar.
Gazetelerin ilk sayfaları ise gündemin haber ve (daha çok) fotoğraflarına ayrılır.
Şu içinde bulunduğumuz son döneme dikkat edin. Gazetelerin savaşa ilişkin belirlediği tavrı bir gözden geçirin.
Ki, kartel medyasının/postal medyasının savaşa karşı çıkma adına tek bir satır bile yazmadıklarını göreceksiniz.
Aksine; savaş adeta doğanın varolma biçiminin bir parçasıymış gibi, sanki doğal olan bir durum gibi anlatılıyor sırtlarında güçlü holdingler bulunan boyalı basın tarafından.
Hâlbuki doğada hiçbir hayvan savaşmıyor insanın dışında...
Ama bizlere, savaş hayatın en doğal haliymiş gibi anlatılıyor ve böyle davranılıyor. Bilinçaltımıza bir seslenme var yani... Beyinlerimize psikolojik bir saldırı var, psikolojik bir şırıngalama var... İnsanların beyinlerinin içine, sanki bir bilgisayarda savaş oyunu oynanıyormuşçasına zerkediliyor savaş... Tabii buna savaş demek ne kadar doğruysa;
..saldırı demek daha doğru olur...
Savaşa karşı secdeye durmuş bir anlayışla çıkıyor gazeteler...
Ve medya toplumu gerçeklerden uzak tutarak bu ölümcül sistemi korumaya çalışıyor...
Hiç kimse de çıkıp “ Savaş nedir? ” diye sormuyor...
.. ve insanlar; hiç kimse tedirginlik duymuyor, duymuyorlar...
“..ikna edilmeye çalışılan nokta da bu zaten...”
Oysa biliniyor; savaşlar tamamen insan beynine özgü marazi, semptomatik, hastalıklı eylemler...
Ve bu durum kimsede dehşet duygusu uyandırmıyor! ..
“..inanılır gibi değil! ..”
..ama gerçekten inanılır gibi değil...
Elinizdeki gazetenin ön sayfalarından yola çıkıp da arkadaki spor sayfalarına geldiğinizde, beyniniz savaşa ilişkin size verilmek istenilenlerle doldurulmuş oluyor.
Yani; yoksul, ışıksız izbe evlerde analarının etekleri altında ısınmaya sığınan kararmış yüzleriyle, iri iri gözleriyle bakışlarını suratımızın ortasına çakan Irak’lı çocuklar, iri ve damarlı elleriyle ezilmişliğin bütün izlerini yüzünün çizgilerinde taşıyan yaşlılar, korkunun ve endişenin kuşattığı gözlerindeki mahcubiyetini başörtüsüyle saklamaya çalışan kadınlar- kızlar, ilaçsızlıktan, soğuktan ölen bebekler, yıkılmış kentler, yollar, binalar, yanmış-yakılmış ormanlar, gözün gözü görmediği sokaklar ve acı ve gözyaşı ve çaresizliğin kuşattığı bir ülkenin karartılmış gökyüzünden yağan ağıtlar siliniyor beyninizden...
Savaşlarda generaller ölmezler. Savaşlarda, o savaşın kararını alanlar da ölmezler.
Bir uçak biletiyle/ya da özel uçaklarıyla uzak bir tatil adasına kaçıp popoyu/petka’yı kurtarabilecek olan zenginleri de öldüremez savaşlar.
Savaşlarda yoksullar/garibanlar ölür. Ellerinde sıkı sıkıya sarıldığı ve henüz dişlediği elmasıyla nereden geldiğini bile anlayamadan ölür çocuklar... Kadınlar, yaşlılar, dağlarda geyikler/ceylanlar, sokaklarda kediler/köpekler, bahçelerde güvercinler/serçeler açık gözlerle ölürler.
-“ Neden? ..” diye soran gözlerle ölürler..
..çocuklar, ağızlarında ekşi elma kokusuyla ölürler...
Savaşların en önemli kaybı canlı unsurudur.
“..ölmek...”
Kimse ölümden sözetmiyor. Irak’ta ölecek/ölebilecek olan insanlardan kimse söz etmiyor. Bu gözlerden kaçırılıyor, gözlerden ırak tutuluyor...
Ve bizler okuduğumuz gazetelerde bunları göremiyoruz, okuyamıyoruz...
Çaresizliklerinin getirdiği tevekkül ile savaşın gölgesinde her sabah ölmeye uyanan insanların trajedileri hızla kaçırılıyor medya tarafından...
..ne yazık ki hepsi birer savaş tamtamcısı...
“Spor ve Güncel” programının sonunda Av. Ali Rıza Dizdar’ın her şeye rağmen bir beklentisi/temennisi vardı.
Yaşanılan tüm bu olumsuzluklara karşın (bir spor adamı olarak) medya guruplarının içinde yer alan insanlardan yine de “insancıl” bir tavır... Gerçekten çok samimi, çok iyi niyetli bir istek, amma...
“Ama”sı var bu işin bir de...
Aslında onlar tam da bir “insancıl”lık örneği sergiliyorlardı bana kalırsa... “Nasıl mı? ..”
..işte böyle...
* Balıkçıl: Balıkla beslenen, balık yiyenler
* Böcekçil: Böcekle beslenen, böcek yiyenler (hayvan ve bitkiler)
* Etçil: Etle beslenen, et yiyenler
* Yılancıl: Yılanla beslenen, yılan yiyenler
* İnsancıl:? ? ? (Bu açılımlardan sonra buraya ne yazacağımı anlamışsınızdır umarım.)
Siz anladıklarınızla yetinin şimdilik. Zira bunun altını doldurmak başlı başına bir yazıyı gerektiriyor.
Sözün sonu: “İçinde milliyetçilik anlayışı barındıran bütün olgular savaşın ezan sesleridir...”
Gürkal Gençay
31.Aralık.2002.Pazartesi / S- 23:00
DenizKöşkleri - İstanbul
İşbu Makale Yazarının Adına Kayıtlıdır. Kayıt Tescil No: 495360125703
***********************************************************************************
|
Mehmet Çoban | Zaaf ve kuşatma, |
Doğduğum ülkede
Yaşıyorum senelerce
Okullar, kültür, eğitim
Yırlarca tek öğrendiğim
Bir dönem büyükmüşüz
Zamanımızda küçülmüşüz
Ve bu gün ülkemde
Küçüldüğümüz dönemde
Dünyayı tanıyorum
Ülkemde yaşıyorum
Ülkemdeki kültür
Ülkemdeki eğitim
Batıya endeksli
Batı her şeyde ileri
Bilim, teknoloji
Siyaset ve ekonomi
Kültür ve eğitim
Sosyal hukuki gelişim
Ülkem aydını
Batının hayranı
Hayat olguları
Dünya anlayışları
Batıya göre ayarlı
Batılı gibi düşünmek
Batılı gibi yaşamak
Batıda bir yer bulmak
Batının gözüne girmek
Onlar için önemli
Onların temel hayali
Ülkem siyaseti
Aydınlar gibi
Gerek yok çok söze
Giriyorlar birbirine
Yok düşüncelerinde
Ne halk, ne de ülke
Sadece yürüyorlar
Kendi hedeflerine
Kısa zamanda
Cepleri şişirmecesine
Okuduğum tarihler
Batıya karşı
Gücümüzü simgeler
O günlerde
Batının hiçbir devleti
Tek başına alamazdı
Karşısına ülkemizi
Boy ölçüşmek için
Batılı ülkeler birleşirdi
Üzerimize toplu gelirdi
Ama bu gün
Ülkem insanı
Ülkem aydını
Zaaf içinde
Batılı ülkelere
Hayranlık içinde
Güçleri, ilerilikleri
Karşısında yenik biçimde
Sanki,
Ülkem insanının
Ülkem aydınının
Akılları, hayalleri
Rüyaları, düşünceleri
Batının kuşatması altında
Ne batısız düşünebiliyorlar
Ne batıyla hesaplaşabiliyorlar
Ama batı,
İnsanlık söylemleriyle
Güçlü ekonomileriyle
Silah üstünlükleriyle
Siyasi birliktelikleriyle
Çıkarsal düşünceleriyle
Kültürel birikimleriyle
Bilimsel gelişmeleriyle
Bütün güçleriyle,
Ülkemize,
Doğu ülkelerine,
………………..Saldırıyor! …..
İnsani ve ekonomik,
Kaynaklarını sömürüyor! ..
Ama ülkem insanı,
Ülkemin aydınları,
Asla bunları,
Görmek istemiyor! ..
Sanki,
Bunları yapmak,
Batının temel hakkı sanılıyor! ..
Onların yalancı,
İnsanlık söylemlerine inanılıyor! ..
Onların,
Batılı olmayanlara karşı,
Çifte standartlar içinde,
Olduklarını bir türlü göremiyor! ..
Onların,
İnsanlık söyleminin
Ülkem insanlarını
Doğu kökenli insanları
Kendi hizmetlerinde
Kullanmak olduğunu
Bir türlü göremiyor
Sanki,
Batının bu günkü durumu
Ülkemin batıya karşı durumu
Ülkem insanlarını kuşatmış
Kendine bağlayıp âşık etmiş
Ülkem insanı ve aydınları
Büyük bir sevda ve bağlılıklarıyla
Ne isterse verecekler batıya!
Gerçekten güç bunu anlamam
Gerçekten böyle özgür olamam
Ben, sen, o
Biz, siz, onlar
Aklımızı,
Hayallerimizi
Rüyalarımızı
Hayatlarımızı
Anlayışlarımızı
Batıya karşı,
Hayranlık dolu,
Kuşatmasından kurtarmadıkça,
Asla gerçekçi özgürlük yok ufukta! ..
Ne kişisel özgürlükler,
Ne de toplumsal özgürlükler! ..
Ve sanki,
Karabasan bir rüya,
Varlığımız her şeyiyle,
Batının işgali altında! ..
Batıya rağmen
Hiçbir şey
Düşünemiyoruz asla! ..
Özgürlük,
Kendin olabilmek
Kendini düşünebilmek
Kendi çıkarını koruyabilmek
Kendinle hesaplaşabilmektir…
04.07.2006 - İzmir
|
Mehmed Edip Balkaya | Zabel |
Zabel,
Kaldır gözlerimdeki perdeleri,düş evime düş..
Nicedir, kuşları, çiçekleri özledim.
Kelebek kanadından bak, o siyah gözlerinle,
Bak ki dünyayı cennet sanayım..
|
Kağan İşçen | Zaafiyet |
böyle sevdalı
yalnızlık gibi
savunmasız zaafım
sen özgürlük
|
Cafer İşler | Zafer |
Ne güzel güvercinlerin var
İneklerin danaların var
Köpeklerin çok var
Sende hayvan sevgisi var
Hayvanı sevmeyen insanı sevemez
İnsanı sevmeyene insan denemez
Senin kafanda sorunlar bitmez
Fakirler etrafından hiç gitmez
|
Fazlı Akkuş | Zafer |
İkinciye verin
Kupayı isterseniz
Bütün yarışları kazanayım
Bana yeter…
18 Ekim 2007 Perşembe 23:15
|
İsmet Zeren | Zafer |
Zaferler onurdur tarihi taşır
Zaferler tarihe Türkle yaraşır
Zaferler gururdur destana sığmaz
Destanlar güneştir zafersiz doğmaz
Zaferler kahraman gaziler şan
Gazinin zaferidir eksilen o can
Zaferler şereftir Mehmet efsane
Efsane zaferle yaşar bin sene
Zaferler yurdumun ufkunda sancak
Sancaklar zaferle yükselir ancak
Zaferler inançtır ödülül vatan
Vatan ki şehitleri zafer yaratan
Zaferler yaşatır ezelde ebed
Ebedde zaferler mutlak müebbed
Zaferler yekpare taarruz ve kan
Taarruz tendedir istiklal kokan
Zafer ki yirmi iki gündüz ve gece
Hürriyete doğru akar delice
Zaferler Atam'dan emanet size
Ankara'dan dört nala akar Akdenize
|
Ümit Fatma Uçar | Zafer |
Ay parladı ışıldak
Üstüne yürüdü
Kara bulutun
Sardı bedenini
sıktı nefesini
Döşünde başladı
çırpınışlar
Bozguna uğradı kara bulut
Zaferin coşkusu
özgürlük şarkılarıyla indi
Karıştı zafer çığlıklarına
|
Erdal Noyan | Zafer |
Yüreğim ışıyor gülüşünle
Kışlarıma bahar geliyor
Muştucular salıyorum her yana
Sabah esintilerinde sesin
Silah bıraktırıyor hüzne
Güneşin burçlarına bayrak dikiyorum.
|
Cemil Arıkan | Zafer |
Ne zayıf kuvveti var bana düşman olanın;
Yarım metrelik beze taktım götürüyorum!
Kendini güçlü sanıp imanımı çalanın,
Demirden topuklarla beyninde yürüyorum!
|
Alaiddin Kuru | ZaFeR |
ZAFER Atatürk demekti!
Emek, sevgi, hoşgörüydü bende hep,
On kasım bile tatil diye çocukluk yıllarımda
Ölümüne sevinirdik, özgürlüktü belleğimde…
İyi ki doğmuş, büyümüşüm böyle bir ülkede
İyi ki Atatürk varmış ülkem liderliğinde
Diş gösterir köpekler dağda şehirde
Kahramanlar hapishanede
İnanmasalar da,sarılıp halk egemenliğine
Yağını katmerli sürüyorlar şimdi ekmeklerine.
Yedi düveli dize getirip döktük ya denize,
Cevap verilmez oldu artık sokak itlerine.
Yazık bu milleti idare edenlere....
29AĞUSTOS 21012 ÇORLU
|
Adem Tok | Zafer |
dışardan hiçbir savaş kazanılmamıştır;
gerçek savaş içimizdedir (vicdan)
ve zafer yalnızca onurdur
ölümde ve kalımda!
13.08.13
samandıra
|
Baba Emin | Zafer Ayı |
Zafer, başaracağım diyenlerin,
Bayrak, uğrunda öleni olanların
Vatan, uğrunda her şeyini feda edenlerin
30 Ağustos böyle bir destan
Ağustos ayı destan yazılan ay,
Malazgirt,Anadolu kapısının açıldığı,
26 ağustos başkomutanlık zaferi,…
Daha nice zaferler hepsi bu ayda.
Bana ecdadımı sorarlarsa derim ki;
Ağustos, mayıs, mart yılın önemli ayları.
Bu aylarda dedelerimizin yazdıkları,
Şanla dolu kahramanlıkların tarihi..
Gençlik! Bırakın boş işleri.
Bakın şu günlere,aylara
Bırakın yaptığınız çocuksu işleri.
Karıştırın tarihin altın sayfalarını..
28.08.2013
|
İhsan Hasan Kaya | Zafer ayı sıcak ay… |
Zafer ayı sıcak ay…
(A) ĞUSTOS ayı ile yaz mevsimi sona erer.
Susuzluktan ağaçlar yaprağını yere serer.
Sıcaklığı en üst derecede tüm çevre yaşar.
Görürsün her gün daha sıcak bir güne girer.
(G) ece gündüz, tüm gün sıcaklarla kavrulur.
Ağaç altı gölge yer bulduğunda az durulur.
Klimalar hiç durmadan çalışır, tabi yorulur.
Yılın en sıcak günü bugün mü diye sorulur?
(U) zak yerlere tatil için gidenler hava nasıl?
Tabi ki Ağustos ayı sıcaklığı ile kavurur asıl.
Denize girince biraz serinle sahile geç kasıl.
Yaz mevsiminde Ağustos ayı tatil için fasıl.
(S) ıcak günler geldiğinde incir,üzüm… yeter.
Bağda çalışan insan şükreder dökse de ter.
Yüzünü güneşten korumak için bezle örter.
Sabırlıdır tabi sıcak günler de bir gün biter.
(T) ürk milletinin zafer ayı olduğu aklına gelir,
Düşmana geçit vermez tüm varlığıyla serilir.
Aziz atalarımızın düşmana attığı silleyi bilir.
Sıcak günlerin ardından serin günlere erilir.
(O) ff çekmek yakışmaz Türk milleti evladına.
Millet olarak baktık barış ve hoşgörü tadına.
Düşmana geçit yok ki barış yazdı kanadına.
Bu vatan bölünmeyecek beraberiz inadına.
(S) on gülen yine sıcaktan çıkan insanlar olur.
Zafer bayramı ile sıcak günler,ay son bulur.
Nasıl savaştı, ne günlerdi diye elbet sorulur.
Sıcak ay,zafer ayı denince Ağustos’ta durulur.
04.08.2015
Hasan Kaya
Eğitimci-Şair-Yazar
|
Vedat Sadioğlu | Zafer Bayramı |
26 Ağustos 1922’de başladı bu destan
Yeni bir millet doğdu yeni baştan
Asker, erkek, kadın, genç, yaşlı
30 Ağustos’u zafere taşıdı
İlk hedefimiz Akdeniz’di
Atatürk bunu söylemişti
Öyle de yaptı Türk askeri
9 Eylül’de düşmanı denize döktü
Gazilerimizin kanları uğruna
Şehitlerimizin canları pahasına
Şanlı tarihimizin bir şanlı zaferi daha
30 Ağustos’ta kazanıldı bu kavga
Başkomutanlık veya Dumlupınar
Türk ordusunun kutsal savaşı
Atatürk’ün bizzat katıldığı
30 Ağustos’ta yaşandı bu coşku
Her yıl 30 Ağustos’ta kutlanır
10. Yıl Marşı çalar, okunur
O gün şehit ve gaziler anılır
30 Ağustos’ta gözler yaşlanır
Hâlâ tüylerim diken diken olur
Türk askerlerini görünce karşımda
Her 30 Ağustosta nefesim tutulur
Atatürk ve şehitler gelir aklıma
|
Seçil Karagöz | Zafer Bayramı |
Bin dokuz yüz yirmi iki yılının
Ağustos ayının yirmi altısı,
Büyük taarruzun başlamasının
Ve dört gün sonunda has başarısı;
Ulusal bayramdır otuz ağustos.
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal
Taarruz emrini verdi orduya;
Ordumuz düşmana saldırdı derhal,
Püskürtüldü düşman düştü pusuya;
Ulusal bayramdır otuz ağustos.
Kuvâyı Millîye ruhu yükseldi,
Toplar onarıldı, silâh alındı;
Ordu taarruza pek eğitildi,
Düşman mevzileri hepten alındı;
Ulusal bayramdır otuz ağustos.
Vatan, millet, bayrak, Kur'an rehberim
Zaferlerle dolu şanlı tarihim;
Millî ve manevî has değerlerim
Yüksektir, güçlüdür her dem moralim;
Ulusal bayramdır otuz ağustos.
26.08.2014
30 Ağustos Zafer Bayramının yarın 92. yıldönümüdür. Hepimize kutlu olsun!
|
H. İbrahim Sakarya | Zafer Bayramı |
Bir zafer kutluyoruz biz Ağustos ayında
Soyumu sürdürecek istiklâl kavgasında,
Mehmetçiğin o kutsal ilk hedef yarışında,
Aziz Türk milletime kutlu olsun bu zafer
Yüce Allah her zaman Türk’ü etsin muzaffer.
Bu Ağustos ayında bir zafer kutlanıyor,
Kırılmış ümitlerden kudretler şahlanıyor,
Ecdadın torunluğu tekrar ispatlanıyor
Aziz Türk milletime kutlu olsun bu zafer
Yüce Allah her zaman Türk’ü etsin muzaffer
Bu Ağustos ayında bir zafer kutluyoruz,
Düşmana ders verilen kitabı okuyoruz,
Kahramanlık ipinden bir vatan dokuyoruz
Aziz Türk milletime kutlu olsun bu zafer
Yüce Allah her zaman Türk’ü etsin muzaffer
Bir zafer kutluyoruz Ağustos otuzunda
İmanlar coşuyor bak şanlı Türk ordusunda,
Dikiyor abideyi eylülün dokuzunda,
Aziz Türk milletime kutlu olsun bu zafer
Yüce Allah her zaman Türk’ü etsin muzaffer
|
İhsan Hasan Kaya | Zafer Bayramı... |
ZAFER BAYRAMI…
Yurdun üzerine kara bulutlar çökse de,
Türk milleti bağımsız olmak için savaştı.
Düşmanlar üzerimize bombalar dökse de,
Vatanın bağımsızlığı için tüm yolları aştı.
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ile,
Büyük taarruzda düşmanlara attı sille.
Bu Türk milleti bağımsız olacak dedi ille.
Ant içtik, bu kutsal vatanı kurtarmak için…
Sakarya’da Meydan Savaşları yapıldı,
Düşman son nefesini Ege Deniz’inde aldı.
Milletimizden bu güzel vatan bizlere kaldı.
Ant içtik, bu kutsal vatanı kurtarmak için…
Ulu önderimiz vardı,Türk Milletinin başında,
Milletimizin bu yılmaz cesareti karşısında.
Düşman kaçtı, Türk milleti vardı arkasında.
Ant içtik, bu kutsal vatanı kurtarmak için…
Milletimizde bu azim,bu hırs olduğu sürece,
Gündüze çevrilir, aydınlanır karanlık her gece.
Bağımsızlık türküleri söylenir hece hece.
Ant içtik, bu kutsal vatanı kurtarmak için…
Bu vatanı kurtarmak için binlerce şehit oldu,
Mustafa Kemal Atatürk en büyük koldu.
Zalim düşmanı vatanın her yerinden yoldu.
Ant içtik, bu kutsal vatanı kurtarmak için…
30 Ağustos Zafer Bayramı ile bağımsız olduk,
Sevinç, heyecan,bağımsızlık neşesiyle dolduk.
Kendimizi bu güzel yurtta bağımsız bulduk.
Ant içtik, bu kutsal vatanda bağımsız olmak için…
27.08.2013
Hasan Kaya
Eğitimci-Şair-Yazar
|
Hakverdi Erşan | Zafer bayramı |
Bayrak yanına dikilecek
Asla olmaz bayrak
Bölünüp verilecek yok
Bir karış toprak
Çirkin sinsi politik
Oyunlar oynanarak
Aziz Şehitlerin dökülen
Kanı ne olacak
Edirne şark Hakkari
Çümle sınır boyu
Kuzeyi Samsun Hatay güneyi
Bir uçtan bir uça
Canım Anadolu
Türk'ün Kürt'ün
Bütün ulusun yurdu
Gün gelir Şehitlerin Gazilerin kanı
Fışkırır topraktan yüce arşa
Derya deniz olur yaşatır tufanı
Kurtuluşu olmaz zalimlerin
Ana baba gelinler bebeler
Yeter yanmasın ağlamaktan
Tarihi defalarca oku
Büyük Zaferi anla
Sakarya İnönü
Koçatepe Dumlupınar
Kınalı kuzular
Şehit düştü neden vatana
Tüylerin ürpersin
Ayağa kalksın bir daha
Kanla destan yazan
Şanlı Kahraman ordu
Düşmanları bir bir
Vatan topragından kovdu
Cennet vatanda her zaman
Ay yıldızlı bayrağım dalgalanacak
Otuz Ağustos büyük zafer bayramı
Türkiye Cumhuriyeti durdukca kutlanacak
|
Navruz Kaplan | Zafer Bayramı Armağandır Atadan |
Otuz ağustos bugün zafer bayramı gülün
Her taraf bayrak dolu bizlerin gururudur
Atalarımız bırakmış bayramız kutlansın
Zafer bayramı bize Atatürkten armağan
Karşımızda düşmanlar sevinmez ağlıyorlar
Bu toprağı vatanı çok zordu şartlar tezilendi
Atatürk inönü kazım fezi çakmak el ele
Unutmadık yıları şimdi çok rahatız hepimiz
Unutuldu galiba aç susuz çok savaştık
Kazanılmış vatanı bu bayramda gülelim
Bir kaç insan dışardan girmiş içimize
Yiyecekler gizlice bizi sevmez ki düşman
El ele vermeliyiz sonumuz geldi bizim
Düşmanlar içimizde gizli gizli tüketir
Bu güzelim vatanı arasan bulamayız
Müslümanlar el ele vatana sahip çıkın
Otuz ağıtos bayramı kutlansın her köşede
Geç değil ki başlansın sarılalım biz bize
Güldürmeyin düşmanı biz kurbanız vatana
Hedef Atatürk elbet vatanımız cumuhuriyetir..
|
Midayet Kara | Arkadaşım |
Sana akan, göz yaşlarım
Sahte diye, sanma sakın
Kalbimde aşkı, düşlerim
Döneceğim, sevdiceğim
Gülüversen, biraz desem
Hep edersin, bana sitem
Gönül bahçemize, girsen
Güller açar, sevdiceğim
Akıp giden, gözyaşımı
Sahte deme, bu aşkımı
Açıp gir, gönül kapımı
Sana tapar, sevdiceğim
Açıktır, gönül kapısı
İnan sağlamdır, yapısı
Senindir, kalbin tapusu
Bekler seni, sevdiceğim
(0765) Temmuz 2009
|
İlhan Koruyucu | Zafer Bayramı |
Zafer Bayramı
Şanlı Türk tarihi nice zaferler gördü
Yeniden dirilişi bir ulusun hep birlikte
Başkumandan Mustafa Kemal Paşa başta
Anadolu topraklarını yeniden Türk'e vatan
Büyük taarruz'un ardından düşman perişan
30 Ağustos sabahı tarihi emrini verir!
''Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir ileri''
Şahlanan Türk ordusu duramaz yerinde
Düşmanı kovalar İzmir'e dek
Türk ulusunu esir etmek ne mümkün!
Başta Başkumandan Mustafa Kemal Paşa
Kadınıyla, çocuğuyla kurtuluşa inanan halk
Türk Ordusu muhteşemden de öte
Ulusal benliğin topyekün uyandığı
Zafer destanının yazıldığı gündür
Bu mutlu günde hepimiz
Atatürk ve silah arkadaşlarına
Cumhuriyetimizin yılmaz koruyucuları
Kahraman Türk ordusuna şükranlarımızı sunarken
Türk'ün Zafer destanının tarihe altın harflerle yazdığı gündür.
30.08.2008
İlhan Koruyucu
|
Yaşar Duymuş | Zafer Bayramımız |
Cephelerde geçti bir fuzuli ömür,
Vurgun yemiş,yürekler yaralı,
Elde yok,avuçta yok perişanlık,
Yaşaran gözlerle,kazanıldı vatan,
Askerin susuz gönlü,matırası boş,
Ümitler tükenmiş,sarmış dört bir tarafı,
Düşman yakıyordu güzel Anadolu’yu
Top tüfekle siper edilmişti bedenler.
Dumlupınar,Kocatepe,Afyon işgal edildi,
Mustafa Kemal orduları seferber etti,
Canıyla,dişiyle düşman süngülendi,
Kutlu olsun bu zafer Türk milletine.
Tarihe adını yazdıran şanlı asker,
Sen başımızın tacı,emanetin bize,
Atalarımdan kalmış,yüce vatan,
İzinde kan var, kutlu olsun bu bayram.
Atatürk oldu başkomutan paşalarıyla,
Kurtuluş destanı Türk neferinin uyanışı,
Özgürlüğün dirilişiydi kalkan yürekler,
Dünya’ya dirilen nefes,diyordu zafer.
Cumhuriyetim 30 ağustos, şenliğiyle kuruldu,
Türk’ün bayrağı,şehitlerimin kanıyla şahlandı,
Döküldü alçak hainler cesediyle ceddim aklandı,
Söz verdik atamıza,çiğnetmeyiz sancağımızı,
Kutlu olsun erişeceğimiz,zafer bayramımız
|
Mehmet Tevfik Temiztürk | Zafer Bayramı Şiiri |
Şanlı tarihimiz var zaferlerle dolu,
Şerefli geçmişiyle bir millet ki onurlu…
Bugün 30 Ağustos Zafer Bayramlarımız,
Düşmanın kovulduğu, günü kutlamamız…
Tanı Türk milletini tanı ay ve yıldızı!
Düşürme bu bayrağı sev tek vatanımızı…
(2012)
|
Işık German Ersoy | - Zafer Bayramımızın 91. Yılı Kutlu Olsun - |
30 Ağustos Zafer Bayramımızın
91. Yıl Dönümü
Türkiye Cumhuriyetimize
Kutlu olsun
Vatanımız ve bayrağımız uğruna
Canlarını seve seve feda eden
Tüm şehitlerimizin
Ruhları şad olsun
Toprakları
Atatürk çiçekleriyle açsın
|
Mahmut Çiçekdağı | Zafer bayramınız kutlu neşeli ola |
TTutsaklı gecelerden özgürlüğe uzanma
Dalgalarla rüzgârla bozkırlara koşma
Güne nergisin eğilmesiyle güneşe merhaba
Zafer bayramınız kutlu neşeli ola
Diyarbakır dan Antalya ya Dicle den ağva ya
İstanbul dan eyyüpe Sakarya dan çatalca ya
Yurdumda tüten ovalara bayıra selam ola
Zafer bayramınız kutlu neşeli ola
Ey türk evladı tarihin kazıldı sayfalara
Kuruluş ta emsal oldu bu vatan Mehmet le
Çanakkale de yazılmamış destanlara imza attı Ayşe de
Zafer bayramınız kutlu neşeli ola
|
Ali Veli | Zafer çığlıkları |
Tükenen kum taneleri
Azim karanlığındaki ışıltı başarı
Fethedilen benlik
Sevgi tükenen
Başarmalı
Hep bir adım önde
|
Hilal Erboyacı | Zafer Benimdir |
Kor gibi avucunu yakardı ateş
yüreğindeki yangına eş
İnadına bırakmazdı elinden
duymasaydı derinden
Kaç kez geçilen ateş çemberini
buz gibi söndürürdü sesi
‘Zafer, “Zafer benimdir” diyebilenindir’
‘Hiçbir zafer amaç değildir.’
Memleket türkülerinin yarısı
yanık bir uzun hava tınısı
Kaç 26 Ağustos geldi geçti üstünden
bir zafer öyküsü Kocatepe ‘den
Geceleri aldılar koyunlarına ayı yoldaş
yürüdüler ….yürüdüler…yıldızlar arkadaş
Kocatepe ah! dili olsa da söylese
Sabahların müjdecisiydi ölüm şehadet mertebesine
‘Zafer, daha büyük bir amacı elde etmek için araçtır.’
‘Türkiye Cumhuriyeti sonsuza kadar yaşayacaktır’
Böyle diyerek çıktık yola geri dönmek yok
Allah şahittir ki sabır bizde istemediğin kadar çok
Hele bir dinle sen:
Ne ced emanetine ederiz ihanet
Ne vazgeçeriz istiklâlimizden
Bu ulus asırlar boyunca sarsılmamış temelinden
Kaç destan yaratmış yürek sesinden
30 Ağustoslar damarımızdaki kandır
Hiç ayrılır mı et tırnaktan sen istediğin kadar kandır
Olur/ gelir geçer bu bir sınavdır
Unutma! Her geriye dönüşte
ileriye daha hızla fırlayan bir ivme vardır…
|
Kemal Yavuz | Zafer Destanı |
On Dokuz Mayıs Bin Dokuz yüz on dokuzdan
Dokuz Eylül Bin Dokuz Yüz Yirmi ikiye
Topyekûn savaş verdik, güç alıp ordumuzdan
Zafer Destanın böyle yazıldı ey Türkiye…
Omuz omuza direndik, çocuk, kadın, erkek
Geldik her seferinde yeniden dirilerek
Kolay mı sandınız bu milleti esir etmek?
Ne zaferler gördük biz, kolay değildir yenmek.
Ölüm korkusu yoktur Mehmetçiğin yüreğinde
Tertemiz kanayıp akan kan şehit kanıydı,
Ölürken taşıdı sancağını gönderine.
Bayrağım şehit kanıyla ala boyanmışdı.
Ulusal benlik silkinip topyekün uyandı,
Sırtından hırkasını Mehmetçiğe yolladı.
Çocuğunun kundak beziyle mermiyi sardı.
Namusunu, şerefini böylece kurtardı.
Yıl Bin dokuz yüz yirmi iki, yer Kocatepe…
yeni silahlar alınmıştı, asker hazırdı.
Yirmi altı Ağustos’du, saat beş olmuştu,
artık gelmişti büyük taarruzun zamanı…
Ordu bir sel gibi aktı, geldi Sakarya’dan,
Erzurum’dan, İstanbul’dan, Doğudan, Batıdan…
Uykusuz geçti sıcak Ağustos geceleri.
Tüm düşman mevzileri hızla el değiştirdi.
Türk ulusunu esir etmek isteyenlere,
Yayılmacı, istilacı tüm güçlere karşı;
Bu, Gazi Mustafa Kemal Paşanın zaferi,
Adı da Başkomutanlık Meydan Savaşı…
Başkomutan Mustafa Kemal’in önderliği,
bu cennet parçasını yeniden vatan kıldı
Düşman kuşatılıp çember altına alındı,
Esirlerin içinde Trikopis’de vardı.
“Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri! ”
Diye emretti Başkomutan Mustafa Kemal
Süvari taktı çelik kanatlarını, uçtu
Köpürmüştü dizginler, tere kesmişti atlar..
Çığırıyordu Ege’nin hür martıları.
kadınıyla çocuğuyla, kurtuluşa inandı.
İşte bu ruh ile zafer destanını yazdı.
Bu Türk’ün yoktan varoluşunun destanıydı…
Vatan sevgimiz karşısında dünya titredi
Dokuz Eylül’de, Mehmetçiğim İzmir’e girdi,
Gemilere sığmayıp denize döküldüler,
Yurt topraklarından düşman böyle defedildi…
Meçhul asker geçiş töreninde tek yürek,
uygun adımlarla Dumlupınar’dan gelerek
başı dik, alnı açık, çelik göğüsler gergin,
Geçti Cumhurbaşkanı vekiline selam vererek…
Sil anneciğim gözyaşlarını, ağlama
şehidinin kanı yerde kalmayacak,
gün gelecek, saf dönecek,
işbirlikçi hainler hesap verecek,
her biri kaçarak sıçan deliğine girecek…
Ey Türk, 30 AĞUSTOS 2012’Yİ UNUTMA!
|
Ziya Nizam | Zafer'e |
Heey.Kalk.
Kalksana yahu.
Bir tek sen kalmadın mı
Bana sabahlara kadar katlanan?
Ne uykusudur bu.
Bak camdan dışarı
Burada yağan yağmuru göreceksin.
Ne yani;
Mesafeler var aramızda diye
Aynı anı yaşayamayacak mıyız sandın?
Bir yudum daha çektim dostluğunu.
Hadi şerefine.
07.10.2004-Çarşamba
00:33 Avcılar
|
Sevinç Kavuk | Zafer Diye de Sevinecek mi? |
Onur bilmedi, kasa demedi boşalttı birlikte hırsını, hıncını
Şimdi gitmek isteyecek ve belki de sığınak arsızlığını
Belki başka partiden gözet fitleyecek mola arası o dahasını
Güvenlik önlemi diyebilecek olaylarla boy verecek
Savaş nedeni doğdu havasını zafer diye de sevinecek mi?
Allah şeytan dedi vahşetin soysuzluk soyuna, soylularına
Yolsuzluğu sahiplenip her Yahudiliğe kuyruk sallayanlarla
AKP toplanmışlar, başını ezmek düşer bana...
Güvenlik önlemi diyebilecek olaylarla boy verecek
Savaş nedeni doğdu havasını zafer diye de sevinecek mi?
“Anayasa uzlaşma komisyonu” diye de yol devamına
Acaba denilmez mi suç ortağı fişlenir papucuna?
Bostan kurutan korkuluk halini kazık dikiliyor bu inatlıkta
Güvenlik önlemi diyebilecek olaylarla boy verecek
Savaş nedeni doğdu havasını zafer diye de sevinecek mi?
20 Eylül 2008
|
Hüseyin Çelik | Zafer Günü |
30 ağustos zafer bayramına
Gün olur tokmaklar vurulur,
Davullar çalınır gümbür gümbür
Gün olur savaş çıkar kan çıkar
Gün olur kurbanlar kesilir cephede
Baş kesilir bağır kesilir can kesilir
Gün olur ak yazması al olur
Şan olur şeref olur namus olur
Dar olur meydanlar koç yiğitlere
Geçitler yol vermez dağlarda duman
Göz gözü görmez kan buharından
Aman Yarabbi der ihtiyarı genci
Görmemiştik üzüntülü sevinci
Bir kurtuluş mücadelesidir yüreklerde
Cesaret dolu göğsümüz bu güçlü bileklerde
Şahlanır atları nal sesi kişneme sesi
Düşmanın topuğunda kanla dolmuş ensesi
Bu ne müthiş bir zafer bu ne müthiş komutan
Bak sevinçten ağlıyor toprak altında yatan
Ana baba matemli kutluyorlar sevinçten
Oğlu şehit kızı şehit torun şehit can şehit
Şehit olan herkese yerler gökler bin şahit
Ne güzel bir mertebe ne güzel bir makammış
Şehit olmak nasipten nasipte olmak varmış
Tarihi zafer dolu Türk ordusu ayakta
Zaferine şu müthiş zaferi katmakta
Baş komutan ayakta bu ne asil bir Türk
Hedefiniz ak deniz emretmekte Atatürk
|
Kadir Karakulakküçük | Zafer Marşı |
Göğsümüzde taşırken her zaman gururlandığımız.
Zafer haftalarıdır,gönüllerde coşkuyla kutladığımız.
Kahramanlar marşıdır,dinledikçe duygulandığımız.
Zafer çelenkleridir,her Ağustos'ta tarihe astığımız.
Zamana uzanan tarihimin,altın tozudur raylarında,
Al bayraklara çizdik ay yıldız zaferlerin resimlerini
Aziz yurdumun üzerine doğan Ağustos sıcağında,
Dinleyince uyanacağız hep,kahramanlık türkülerini.
Dinle arkadaş,şanlı tarihinde okuduğun bu destanı,
Gezerken ibretle seyret,yanan Ağustos siperlerini.
Şehitlerin mi sandın sonbaharda düşen yaprakları,
Üzülme,gençliğin kollarında yeşertecektir filizlerini.
Tarih güllelerinden yankılanan top sesleri yağarken.
Yaslandığın hep şehit göğsüdür, yaşlarınla ağlarken.
Gönül damlarında tüterken verilmiş en son nefesler,
Unutma,aldığımız nefeslerden üflediğimizdir zaferler.
|
Perihan Pehlivan | Zafer kardeş |
Bu günlerde tuhaf kederdeyim
Bilmem hangi seferdeyim
Sanki hemen her yerdeyim
Az şekerli kahvede telveyim
Ablanı çok üzdüler Zafer kardeş!
Keçi can derdinde kasap et
Yalan yanlış fitne gıybet
Kendine safi iyi niyet
Bana sitem guru bet
Ablanı çok üzdüler Zafer kardeş!
Fare damdan atlasa
Kedinin ödü patlasa
Masal bu ya olsa
Bana kem diyen adam olsa
Ablanı çok üzdüler Zafer kardeş!
Bilen bilir tanıyan beni iyi tanır
Ham zerdali kendini meyve sanır
Yağmur yağar yarıklar kapanır
Dilerim bir gün hatasını bilir utanır
Ablanı çok üzdüler Zafer kardeş!
11.11.2011 İST
|
Hanife Uludağ | Zafer Şehitlerindir |
Din kardeşini hedef alıp vursan da
O kötü ruhunu kininle avutsanda
Nice Mehmetçiklerin sonunu getirdim sansan da
Cennet zafer yine şehitlerin katil terör
Analarını babalarını bacılarını üzsende
Kimi öldürsek diye gece gündüz plan düzsende
Bir hayvan misali inlerde gezsende
Cennet zafer yine şehitlerin katil terör
Tutacak sizi mehmetçiklerin dertli yaptığınız eşlerinin ahı
Kabristanı size zindan edecek yanık yürekli anaların eyvahı
Kötülük ederken açarsınız nice cennet dergahı
Ne kadar sevinseniz de cennet zafer yine şehitlerin katil terör
Biz bağrımıza taş basmasını biliriz
Gerekirse vatanımız için bin kez ölürüz
O kinli kalpleriniz ahirette ne işe yarar görürüz
Ne kadar sevinseniz de cennet zafer şehitlerin katil terör.
|
İbrahim Günaydın 4 | Zafer Müjdesi |
Kıbrıs Barış Harekatı 2 (Zafer Müjdesi)
Barışa susayan soydaşlarımız,
Sizin huzurunuz, bizim karımız,
Budur, tarih boyu tüm şiarımız,
Koyun, kuzu hürriyeti meliyor,
Yavru yurttan zafer sesi geliyor.
Acınızı acı yaptık yürekten,
Harekâta geçtik yerden ve gökten,
İnsan hicap duyar, dahi demekten;
İşkenceler! Vicdanları deliyor,
Sakin olun zafer sesi geliyor.
Senelerdir çektiğiniz her keder,
Tarihe gömülüp olacak heder,
Türk ordusu daim zafer kaydeder,
Sizin için cephelerde kalıyor,
Mutlu olun zafer sesi geliyor.
Tüm dünyada bugün Kıbrıs tek konu,
Yavru gibi kucakladı Türk onu,
Türlü mezalimin gelmiştir sonu,
Kuşlar bile size nusrat diliyor,
Mutlu olun zafer sesi geliyor.
Yunan yaptı bir kalleşlik oyunu,
Türk gösterdi ona, Türklük boyunu,
Hatırlattı bir kez şanlı soyunu,
Bütün dünya bize bin hak veriyor,
Mutlu olun zafer sesi geliyor.
Müminler niyazda, duada şimdi,
Barışa kavuştu bu ada şimdi,
Hak yolda birçoğu şüheda, şimdi,
Sabiler zaferle ninnileşiyor,
Mutlu olun zafer sesi geliyor.
İbrahim Günaydın
22temmuz 1974/Rize
|
Salim Şengül | Zafer Şarkısı söylesin Dudaklar... |
Duyulsun semadan, yüce Türk sesi,
Açılsın dünyanın, zırhlı kapısı,
Her çağa vuracak, mührü Türk nesli,
...Kesilmez bu neslin, önü arkası,
...Dudaklar söylesin, zafer şarkısı,
Durmak yok bu yolda, yürü ileri,
En mukaddes kavga, vatan kavgası,
Ey, kahraman doldur, boş mevzileri,
...Yiğidin ölümü, yurdun bekası,
...Dudaklar söylesin, zafer şarkısı,
Salim bey'm bu millet, doğuştan asker,
Zaferlerin bitmez, ardı arkası,
Bu ses asrın sesi, dinle kulak ver
...Gönlümüzde yatan, vatan sevdası,
...Dudaklar söylesin, zafer şarkısı,
30-Ağustos-2014 Cumartesi
|
Rabia Barış | Zafer Türküsü |
ZAFER TÜRKÜSÜ
Türk ordusu, komutanı eriyle
Bayrağımı mavi gökten indirtmez
Hudut boylarında alın teriyle
Bayrağımı mavi gökten indirtmez.
Yurt savunmasında silahı çatar
Mayın tarlasında pusuya yatar
Gözünü kırpmadan nöbeti tutar
Bayrağımı mavi gökten indirtmez.
Elinde kalemi şafak bir sayar
Sessiz serzenişi komutan duyar
Sıla bir özlemdir ok gibi koyar
Bayrağımı mavi gökten indirtmez.
Ayağında potin omuzda mavzer
Gedikli zabitim karargâh gezer
Zafer türküsünü sevgiyle bezer
Bayrağımı mavi gökten indirtmez.
Gönül defterine hasreti dokur
Yavukludan gelen mektubu okur
Gurbetin koynunda nağmeler şakır
Bayrağımı mavi gökten indirtmez.
Her Türk kahramandır bizde nihayet
Şehit düşer kabulüm der şahadet
Cumhuriyet Atatürk’ten emanet
Bayrağımı mavi gökten indirtmez.
Rabia BARIŞ
|
Hüseyin Kara/united States | Zafer türküsü |
Arayan ya mevlayı bulur ya belasını
Düşman görmüştü düş aleminin rüyasını
Burası Çanakkale Marmara'nın Boğazı
Zayıf düştü Osmanlı laf ediyordu ağzı
Türk Milleti şahlattı Truva'nın atını
Tekbir sesler inletti yedi kat arş katını
Yedi düvel düşmanlar çoktan aştı haddini
Öyle bir can pazarı kuruldu bu savaşta
Dengesiz güç savaşı Mustafa Kemal başta
Kabataş liseliler çocuk denecek yaşta
Yokluk cirit atıyor ne üste var ne başta
Dünya döndükçe döner Çanakkale geçilmez
Herkes bir kez duysun ki Türk'e kefen biçilmez
Onsekiz mart boğazda tarihe destan yazdı
Kefensiz yan yana üst üste mezarlar kazdı
Esaret zincirini kıramazsan ayıpsın
Çelik zırh iman dolu bir yüreğe sahipsin
Bu savaştan kaçarsan kayıplardan kayıpsın
Lakin Haçlı ordusu yürekleri pampaslı
Türk Milleti yek vücut olmuş olduğu faslı
Asımın nesli böyle işte neslinin aslı
Mevzu bahis vatandır gelmiş evli nişanli
Çanakkale bütün yurt orda işte Keşan'lı
Sarılmış kaç donanma ufacık bir karaya
Vatan elden gidiyor aldırmıyor yaraya
Gülle top mermisinden kulaklar hepten sağır
Canlar yan yana yatar bu fatura çok ağır
Allah Allah sesleri bağır Mehmedim bağır
Vatan bizde kutsaldır namus için yatıyor
Yarab gençlik çağında ne güneşler batıyor.
Cephenin metrekaresine altı bin mermi
Haksızca kurulan tuzağı Osmanlı yer mi
Her karış topraktan silinmez mazinin izi
Tüylerim ürperir coşarım bilemem sizi
Savaşın üstünden bir asır geçti geçecek
Heyhat! şehadet şerbetinden her Türk içecek
Çanakkale aklandı paklandı düşmanlardan
Güneş batmayan ülke elbette pişmanlardan
Dünya'nin bir ucundan kalkıp geldin boğaza
Minnettarız Ataya selam olsun yağıza
Savaş stratejisi coğrafi konumudur
Türklüğe kefen biçmek inanki ölümüdür
Tek Türk kalana kadar bakın ki sonumudur
Bu millet seve seve feda eder canını
Şehitlik kutsal değer akıtsada kanını
Kır çiçekleri gibi geldiler akın akın
Savaş hezimetinden zafer türküsü yakın
Bu vatan borcu için millet eder mi minnet
Ölümüne göz kırpmaz elhasil vardır cennet
Bu destan ecdadin alnından asla silinmez
Nedense vatandaş adına kıymet bilinmez
İstiklâl uğruna savaşmak vatan borcudur
Her Türk Allah sesleriyle ölüme yolcudur
Atatürk ben size taarruz emretmiyorum
Ben size cephede ölmeyi emrediyorum
İkiyüzelliüçbin dalından düştü yaprak
Ey gafil ! bilmeden gelip bastığın bu toprak
Bir devrin şehadet nabzının attığı yerdir
Türk Milleti ruhunun gözlerindeki ferdir
Binlerce şehit verdik düşün ki dile kolay
Emsali görülmemiş var miki böyle olay
Hüseyin Kara 28.12.2014 Çayeli
|
Yücel Terkanlıoğlu | Zafer Sevginindir, O Gönül Kavgasında! |
Bir umut ışığı parlıyordu gözlerinde,
O arzu dolu bakışları esnasında...
Bir tomurcuk gül açılmıştı dudaklarında,
O tutku dolu gönül selamlaşmasında...
Yağmur çiseliyordu, o buluşma akşamında...
Eller titriyordu, o aşk duruşmasında...
Gözler ağlıyordu, bir umuttan yana..
Ve zafer sevginindir, o gönül kavgasında..
|
Nihat Gülle | Zafer Senin Meçhul Asker... Bu Marşı T.S.K.'ne ithaf ediyorum... |
Vatan borcu çabuk biter
Düşman gölgenden siner
Kahramanlar önde gider
Zafer senin meçhul asker
Karşında hep titrer devler
Önünde erir gölgeler
Ay ve güneş seni izler
Zafer senin meçhul asker
Sen çelikten abidesin
Meleklerden de yücesin
Yiğitlikte en öndesin
Zafer senin meçhul asker
Haşre kadar yaşar adın
Arş'a uzanır kanadın
Alnından öper ecdadın
Zafer senin meçhul asker
Kükreyen şanlı aslansın
Gökte uçan bir Anka'sın
Şaha kalkmış küheylansın
Zafer senin meçhul asker
Türk adını sen yaşattın
Tarihe şan,şeref kattın
Vatan için kan akıttın
Zafer senin meçhul asker
Nihat Gülle
Şair ve yazar
|
Faruk Nafiz Çamlıbel | Zafer Türküsü |
Yaşamaz ölümü göze almayan
Zafer, göz yummadan koşana gider.
Bayrağa kanının alı çalmayan
Gözyaşı boşana boşana gi....................
|
Bayram Tunca | Zafer ve Sevinç |
Zaferden zafere koşturan Ulustuk biz
Kaç asırdır, yeri göğü inletmiştik biz
Asırlarca sesimizi dinlettirmiştik biz
Kaç yıldır böyle zafere hasrettik biz
Çağ açıp, çağ kapatan bir Millettik biz
Yedi Cihana hükmeden bir Ulustuk biz
Zafere doymayan, Türk Ulusuyduk biz
Son yarım asır zaferlere hasrettik biz
Dudaklarımız, hasretten çorak topraktı
Milletce, sesimiz, soluğumuz kısılmıştı
Cephede kazanıp masada kaybetmiştik
Bir asra yakın, zafere hasret kalmıştık
Nefesler tutuldu, heyecan ta doruğa çıktı
Türkiye Türkiye sedamız, her yeri çınlattı
Zafer muştusuyla, gözyaşlarımız sel oldu
Çatlayan dudaklarımız, ab-u hayat buldu
Bugün yediden yetmişe neşeye boğulduk
Sesimizi yükselterek, dünyaya duyurduk
Biz ölmedik, ayakta ve hayattayız dedik
Biz Türk ulusu olarak, tek yüreğiz dedik
Neredeyse bir asırlık hasretimiz son buldu
Çatlak dudağımız gözyaşımızla nem gördü
Gözyaşlarımız, dudağımızın zemzemi oldu
O zemzemle çatlak dudağımız suya doydu
Milli Bayram bir Ulusun sevinmesiyse eğer
Bugün en büyük bayram, sevinmeye değer
Türk Milletimiz zaferlere hasretmiş meğer
Bu zaferimiz, sevinilip övünmemize değer
Zaten sevinç çığlıklarımız arşı alaya deydi
Sevincimiz görülmeye ve övünmeye deydi
Acaba bu sevinç çığlığımızın kaynağı neydi
Millilerimiz dev gibi takımları bir bir yendi
Adımızı duyanların canları boğazına gelmişti
Türkler geliyor denince de felekleri şaşmıştı
Sanki elleri ayağına dolanıp gözleri büyülendi
Onları elimizden büyücüleri dahi kurtaramadı
Günümüzde sevinç ve hüzün anında görülüyor
Görülmekle kalmıyor, bizzat anında yaşanıyor
Buda gelişen ilim ve teknoloi sayesiyle oluyor
Bugün, Türk Milleti yediden yetmişe seviniyor
Her gün milletçe kimi sevinip, kimisi de üzülüyor
Bugün komşumuz İran deprem nedeniyle ağlıyor
Afganistan, Filistin ve Çeçenistan yıllarca ağlıyor
Yetim’de şiirini daha nice zaferlere diye bağlıyor
Bayram Tunca/22.06.2002-15.55
|
Hüseyin Durmuş54 | Zafere Doğru |
Sevgili dostlarım, son günlerde Ankara toz duman olmuş, ortalık mahalle çocuklarının bile aklına gelmeyen ukalaca konuşmalar, hakaretler, ithamlar ile çalkalanıp duruyor. Ne acıdır ki bu konuşmaları, davranışları yapanlar bu ülkeyi yönetenler ile yönetmeye aday iken muhalefette kalmak durumunda kalan siyasiler. Aslında bu yapılan “Siyasi açılım” konusuna inanın değinmek bile istemiyorum. Ancak bir konu var ki söylemek zorundayım. Ulusun varlığının ve devamının bekası durumundaki Türk Ordusuna yapılan haksız eleştiri ve yaklaşımlar. İşlerine gelince askeri göreve çağırırlar, işlerine gelmeyince böyle demeç ve bildirimi olur diye yaygara koparırlar. Üstelik bu yaygaralarını da siyasi özgürlük ve düşünce özgürlüğünü ayırt edemeyen siyasiler ile sözüm ona yazar ve üniversitede öğretim görevlisi sözüm ona prof. larca yapılmaktadır. Ben bunlarla başınızı ağrıtmak istemiyorum. Sizler görsel ve yazınsal basından zaten izliyorsunuz.
Sevgili dostlarım, dünyada o kadar çok hızlı teknolojik ve siyasal yapı değişimi olmaktadır ki bu değişime insanlar çoğu zaman ayak uyduramıyorlar. Devletleri meydana getiren uluslar; çıkarlarını gözeterek yeni oluşumları meydana getirmekte ve ortak çıkarları doğrultusunda da olsa kendilerinin ULUS (DEVLET) olma özelliğinden kesinlikle ödün vermemektedirler. Kendi ulus çıkarlarını ön planda tutarak çalışmalarını yürütmektedirler. Gerekirse bulunmuş oldukları bu kuruluşlardan kendi çıkar ve ulus olma özelliklerini korumak için bulundukları kuruluşu terk etme ve ayrılmayı gündeme getirmektedirler. Kendilerinin istemedikleri bir başka devleti içlerine almada büyük bir zorluk çıkarmaktadırlar.
Avrupa Ortak Pazar Ülkeleri; ilk önce kendilerinin devlet ve ulus olma özelliklerini koruma altına almışlardır. Daha sonra ise bu kuruluşa katılan ülkeler ekonomik çıkarları doğrultusunda siyasi yapısını zedelemeyecek biçimde ortak çalışmalar yapmaktadırlar. Türk Ulusu olarak bizler de bu topluluğa üye olmak için var gücümüzle çalışıyoruz. Ama bizim gibi eş zamanda üye olmak için başvuruda bulunan devletlerle aramızda bir fark oluşmakta ve onlara göre daha zahmetli bir girişimiz olacağa benzemektedir.
Ortak Pazar Ülkelerinin oluşturmuş olduğu bu kuruluşun dışında da yine; IMF, OPEC, G7 gibi önemli kuruluşlarda vardır. Bu kuruluşlarda da yine ilk önce ekonomik çıkar ve ulus olma özelliklerini yitirmeden ortak çalışmalar yürütmektedirler. Aslında ben sizlere bu kuruluşlardan bahsetmeyi bile düşünmüyorum. Benim asıl üzerinde durmak istediğim büyük zaferin bizlere neler düşündürmesi gerektiğidir. 22.Ağustos.1922 de başlayan, 26.Ağustos.1922 tarihinde büyük bir zafere dönüşen başarıya değinmek istiyorum.
“ Hiç şüphe edilmemelidir ki; Yeni Türk devletinin, genç Türk Cumhuriyetinin temeli burada atıldı. Ebedi hayatı burada canlandırıldı. Bu sahada akan Türk kanları, bu semada sinmiş olan şehit ruhları Devlet ve Cumhuriyetimizin ebedi muhafızlarıdır. 1” Evet sevgili dostlarım. Mustafa kemal Atatürk, bu sözü ile ULUS (DEVLET) olma özelliğimizi ne güzel dile getirmektedir. Bundan 87 yıl önce Afyon / Kocatepe’de başlayan ve “ Ordular, İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri.” Sözü ile yurdun 9 Eylül 1922 de Yunan askerinin Ege Denizi’ne dökülmesi ile son bulmuştur. Daha sonra ise geride kalan ufak birliklerin yurdu terk etmesinin yanı sıra yurdumuzu işgal eden, İngiliz, İtalyan, Fransız askerleri birer birer terk etmişler.
Bu öyle bir zaferdir ki; Çanakkale meydan savaşını kazandığı halde müttefiklerimizin yenilmesi nedeniyle galip bir ulus masa başında mağlup ilan edilmiş ve toprakları işgale başlamıştır. Çanakkale zaferindeki Türk askerinin başarısını hemen unutan itilaf devletleri bu seferine Anadolu topraklarında hak ettikleri ikinci yenilgiyi bir daha tatmış ve koşulsuz olarak topraklarımızdan ayrılmışlardır. Bu önemli zaferin yıl dönümünü kutluyoruz şu sıralar sevgili dostlarım. Ama benim üzüldüğüm bir tarafı var bu zaferin. Bu zaferi kazandık ama bazı özel girişimlerle ki; Ermeniler dünya devletleri içerisinde bağımsızlık savaşından önce bazı göçleri kıyım olarak göstermektedir. Savaş sırasında olan kayıpları savaş kayıbı olarak değil de katliam olarak dünya uluslarına yıllardır empoze etmeye çalışıyorlar. Topraklarımızda gözü olanlar, ne yazık ki birleri dünya uluslarının önünde kötülemek için ellerinden gelen gayreti gösteriyor. Ermeniler ayrı, Yunanlılar ayrı çalışma içerisindedirler.
Anadolu’yu işgal eden Yunan ordusu 3 yıl boyunca, başta İzmir olmak üzere; Uşak, Afyon, Balıkesir, Eskişehir, Aydın, Kütahya yörelerinde köy halkını, masum kadınları, çocukları kurşuna dizmiştir. Hamile kadınlarımızın karınlarındaki ceninleri süngüleri ile çıkartırken büyük zevk almışlardır. Birçok genç kızımız ve analarımızın ırzına geçilmiştir. Bu yapılanlar elinde silah bulunmayan Anadolu insanıdır. Ama savaş döneminde aynı işlemi Ermeniler de Doğu ve kuzey doğu Karadeniz’de aynı işlemleri bizler için yapmış ve kendileri yapmamış gibi bütün yapılanları bizim üstümüze atmaktadır.
Anadolu’da Yunan askerinin yapmış olduğu bu mezalim acaba bir soy kırım değil midir? Savaş halinde de olsa birinin elinde silah yok ise ona ateş açamazsınız. Ancak tesirsiz hale gelmesi için esir alabilirsiniz. Kaldı ki Anadolu zaferini kurşunumuzun yetmediği yerde yumruklar, baltalar, oraklar... bu büyük zaferi kazanmamıza neden olmuştur. Ben tarihçilerimize sesleniyorum. Ortada bu kadar belge ve deliller varken her gün yeni yapay belge sunan Ermeni ve Yunanlılara karşı ne zaman karşı harekete geçeceğiz? Yunanlıların Anadolu’da yaptıklarını savaş nedeniyle oluyorsa “KATLİAM”a, savaş değil de yapılanların bir “SOYKIRIM ” olduğu söz konusu ise bu durumu bizler neden uluslar düzeyinde bir çalışma yaparak haklılığımızı ve o şehit edilen ecdadımızın hakkını aramıyoruz? Şehit edilen o çocukların, anne rahminden anne sağ olduğu halde karnı yarılarak öldürülen ceninin, sonra ölüme terk edilen o annelerimizin Uluslar arası adalet mahkemelerinde aramıyoruz? Bu konuda neden sesimiz çıkmıyor.? Yunanlısı, Ermeni'si kurduğu lobilerle daima bizleri sıkıntıya sokmak için uğraşırken aynı lobileri bizler ne zaman kuracağız?
Evet Anadolu’yu Türkleştirmek. Anadolu’yu Türkleştirmek önemlidir. Anadolu’nun Türkleşmesi değil; önemli olan Türkleşen Anadolu’nun Türk Ulusunun çatısı altında yükselmesidir. Bilgi, beceri, deneyim ve teknoloji çağında dayanışma ve kardeşlik ilkesinde bu ülkeyi yükseltelim. Ulus olarak varlığımızın devamını sağlayalım. Zaferin yıl dönümünde şu soruları kendimize soralım. Bu güne kadar; bu zaferde bizim için şehit olan ecdadımızın hangi isteklerini yerine getirdik? On yılda yurdumuzu demir ağlarla örerken Atatürk’ün ölümünden sonra bu hızlı kalkınma neden gerileme gösterdi ve biz bu teknolojik ilerlemenin neresindeyiz? Ulus ve toplum olma özelliğinin neresindeyiz? Geleceğin genç nesli olan çocuklarımız için neler yapıyoruz.? Bize emanet edilen bu topraklar üzerinde biz emanetçiler bu güne kadar neler yaptık? Akşam olunca yatağa yattığımızda acaba bunların cevabını verebilecek miyiz, ne dersiniz? Bugün uzay çalışmalarının hızla yayılması, bilgisayar teknolojisinin sayesinde birçok kolaylığın sağlandığı bu günlerde bizler kendimize ne zaman çeki düzen vereceğiz? Bu vatanın kalkınması ve yükselmesi için neyi bekliyoruz hâlâ? Eğreti de olsa bu kalkınma için elimizi şu taşın altına sokalım artık.
“ Bir yurdun en değerli varlığı, yurttaşlar arasında ulusal birlik, iyi geçinme ve çalışkanlık duygu ve kabiliyetlerinin olgusudur. Ulus varlığını ve yurt erginliğini korumak için bütün yurttaşların canını ve her şeyini derhal ortaya koymaya karar vermiş olmak, bir ulusun en yenilmez silahı ve koruma vasıtasıdır. Bu sebeple, Türk ULUSUNUN idaresinde ve korumasında ulusal birlik, ulusal duygu, ulusal kültür en yüksekte göz diktiğimiz idealdir. Yüksek ve inkılâpçı bir kültür seviyesine varmak için, önümüzdeki yıllarda daha çok emek vereceğiz. Müspet bilimlerin temellerine dayanan, güzel sanatları seven, fikir ve terbiyesinde kabiliyeti artmış ve yükselmiş olan erdemli, kudretli bir nesil yetiştirmek, ana siyasamızın açık dileğidir. 2”
Evet sevgili dostlarım. Sizleri fazla sıkmak istemiyorum. 85 yıl önce kanla, şehitlerle, ceninlerle bize emanet edilen şu topraklar üzerinde yeniden bir kalkınma hamlesini hep birlikte başlatalım. Hiç kimse de bana ne demesin. Bana dokunmayan misali olmaksızın çalışalım. Bizlere hangi şartlarda ve zeminde bu vatanın nasıl emanet edildiğini unutmayalım. Ulu önder Mustafa kemal Atatürk’ün “ Artık bütün gücümüzü; bu ülkenin kalkınmasına ve imarına harcayacağız.” Sözünü bir an önce kendimize şiar edinelim ve tatbik alanına koyalım. Yoksa her şeye geç kalacağız. Güneş her gün doğabilir, ama biz geç kalırsak doğacağı bu toprakların bir gün bir başkasının elinde olduğunu görüp üzülmesin. Kalın sağlıcakla.
İzmir. 28.08.2010
Hüseyin DURMUŞ
1) Mustafa Kemal Atatürk / ağustos 1924/ Zafertepe - Çalköy
2) Mustafa Kemal Atatürk /1935 (Atatürk’ün T.T.B. IV, s. 573)
|
Hüseyin Durmuş54 | Zafere Doğru (Makale) |
Sevgili dostlarım, son günlerde Ankara toz duman olmuş, ortalık mahalle çocuklarının bile aklına gelmeyen ukalaca konuşmalar, hakaretler, ithamlar ile çalkalanıp duruyor. Ne acıdır ki bu konuşmaları, davranışları yapanlar bu ülkeyi yönetenler ile yönetmeye aday iken muhalefette kalmak durumunda kalan siyasiler. Aslında bu yapılan “Siyasi açılım” konusuna inanın değinmek bile istemiyorum. Ancak bir konu var ki söylemek zorundayım. Ulusun varlığının ve devamının bekası durumundaki Türk Ordusuna yapılan haksız eleştiri ve yaklaşımlar. İşlerine gelince askeri göreve çağırırlar, işlerine gelmeyince böyle demeç ve bildirimi olur diye yaygara koparırlar. Üstelik bu yaygaralarını da siyasi özgürlük ve düşünce özgürlüğünü ayırt edemeyen siyasiler ile sözüm ona yazar ve üniversitede öğretim görevlisi sözüm ona prof. larca yapılmaktadır. Ben bunlarla başınızı ağrıtmak istemiyorum. Sizler görsel ve yazınsal basından zaten izliyorsunuz.
Sevgili dostlarım, dünyada o kadar çok hızlı teknolojik ve siyasal yapı değişimi olmaktadır ki bu değişime insanlar çoğu zaman ayak uyduramıyorlar. Devletleri meydana getiren uluslar; çıkarlarını gözeterek yeni oluşumları meydana getirmekte ve ortak çıkarları doğrultusunda da olsa kendilerinin ULUS (DEVLET) olma özelliğinden kesinlikle ödün vermemektedirler. Kendi ulus çıkarlarını ön planda tutarak çalışmalarını yürütmektedirler. Gerekirse bulunmuş oldukları bu kuruluşlardan kendi çıkar ve ulus olma özelliklerini korumak için bulundukları kuruluşu terk etme ve ayrılmayı gündeme getirmektedirler. Kendilerinin istemedikleri bir başka devleti içlerine almada büyük bir zorluk çıkarmaktadırlar.
Avrupa Ortak Pazar Ülkeleri; ilk önce kendilerinin devlet ve ulus olma özelliklerini koruma altına almışlardır. Daha sonra ise bu kuruluşa katılan ülkeler ekonomik çıkarları doğrultusunda siyasi yapısını zedelemeyecek biçimde ortak çalışmalar yapmaktadırlar. Türk Ulusu olarak bizler de bu topluluğa üye olmak için var gücümüzle çalışıyoruz. Ama bizim gibi eş zamanda üye olmak için başvuruda bulunan devletlerle aramızda bir fark oluşmakta ve onlara göre daha zahmetli bir girişimiz olacağa benzemektedir.
Ortak Pazar Ülkelerinin oluşturmuş olduğu bu kuruluşun dışında da yine; IMF, OPEC, G7 gibi önemli kuruluşlarda vardır. Bu kuruluşlarda da yine ilk önce ekonomik çıkar ve ulus olma özelliklerini yitirmeden ortak çalışmalar yürütmektedirler. Aslında ben sizlere bu kuruluşlardan bahsetmeyi bile düşünmüyorum. Benim asıl üzerinde durmak istediğim büyük zaferin bizlere neler düşündürmesi gerektiğidir. 22.Ağustos.1922 de başlayan, 26.Ağustos.1922 tarihinde büyük bir zafere dönüşen başarıya değinmek istiyorum.
“ Hiç şüphe edilmemelidir ki; Yeni Türk devletinin, genç Türk Cumhuriyetinin temeli burada atıldı. Ebedi hayatı burada canlandırıldı. Bu sahada akan Türk kanları, bu semada sinmiş olan şehit ruhları Devlet ve Cumhuriyetimizin ebedi muhafızlarıdır. 1” Evet sevgili dostlarım. Mustafa kemal Atatürk, bu sözü ile ULUS (DEVLET) olma özelliğimizi ne güzel dile getirmektedir. Bundan 87 yıl önce Afyon / Kocatepe’de başlayan ve “ Ordular, İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri.” Sözü ile yurdun 9 Eylül 1922 de Yunan askerinin Ege Denizi’ne dökülmesi ile son bulmuştur. Daha sonra ise geride kalan ufak birliklerin yurdu terk etmesinin yanı sıra yurdumuzu işgal eden, İngiliz, İtalyan, Fransız askerleri birer birer terk etmişler.
Bu öyle bir zaferdir ki; Çanakkale meydan savaşını kazandığı halde müttefiklerimizin yenilmesi nedeniyle galip bir ulus masa başında mağlup ilan edilmiş ve toprakları işgale başlamıştır. Çanakkale zaferindeki Türk askerinin başarısını hemen unutan itilaf devletleri bu seferine Anadolu topraklarında hak ettikleri ikinci yenilgiyi bir daha tatmış ve koşulsuz olarak topraklarımızdan ayrılmışlardır. Bu önemli zaferin yıl dönümünü kutluyoruz şu sıralar sevgili dostlarım. Ama benim üzüldüğüm bir tarafı var bu zaferin. Bu zaferi kazandık ama bazı özel girişimlerle ki; Ermeniler dünya devletleri içerisinde bağımsızlık savaşından önce bazı göçleri kıyım olarak göstermektedir. Savaş sırasında olan kayıpları savaş kayıbı olarak değil de katliam olarak dünya uluslarına yıllardır empoze etmeye çalışıyorlar. Topraklarımızda gözü olanlar, ne yazık ki birleri dünya uluslarının önünde kötülemek için ellerinden gelen gayreti gösteriyor. Ermeniler ayrı, Yunanlılar ayrı çalışma içerisindedirler.
Anadolu’yu işgal eden Yunan ordusu 3 yıl boyunca, başta İzmir olmak üzere; Uşak, Afyon, Balıkesir, Eskişehir, Aydın, Kütahya yörelerinde köy halkını, masum kadınları, çocukları kurşuna dizmiştir. Hamile kadınlarımızın karınlarındaki ceninleri süngüleri ile çıkartırken büyük zevk almışlardır. Birçok genç kızımız ve analarımızın ırzına geçilmiştir. Bu yapılanlar elinde silah bulunmayan Anadolu insanıdır. Ama savaş döneminde aynı işlemi Ermeniler de Doğu ve kuzey doğu Karadeniz’de aynı işlemleri bizler için yapmış ve kendileri yapmamış gibi bütün yapılanları bizim üstümüze atmaktadır.
Anadolu’da Yunan askerinin yapmış olduğu bu mezalim acaba bir soy kırım değil midir? Savaş halinde de olsa birinin elinde silah yok ise ona ateş açamazsınız. Ancak tesirsiz hale gelmesi için esir alabilirsiniz. Kaldı ki Anadolu zaferini kurşunumuzun yetmediği yerde yumruklar, baltalar, oraklar... bu büyük zaferi kazanmamıza neden olmuştur. Ben tarihçilerimize sesleniyorum. Ortada bu kadar belge ve deliller varken her gün yeni yapay belge sunan Ermeni ve Yunanlılara karşı ne zaman karşı harekete geçeceğiz? Yunanlıların Anadolu’da yaptıklarını savaş nedeniyle oluyorsa “KATLİAM”a, savaş değil de yapılanların bir “SOYKIRIM ” olduğu söz konusu ise bu durumu bizler neden uluslar düzeyinde bir çalışma yaparak haklılığımızı ve o şehit edilen ecdadımızın hakkını aramıyoruz? Şehit edilen o çocukların, anne rahminden anne sağ olduğu halde karnı yarılarak öldürülen ceninin, sonra ölüme terk edilen o annelerimizin Uluslar arası adalet mahkemelerinde aramıyoruz? Bu konuda neden sesimiz çıkmıyor.? Yunanlısı, Ermeni'si kurduğu lobilerle daima bizleri sıkıntıya sokmak için uğraşırken aynı lobileri bizler ne zaman kuracağız?
Evet Anadolu’yu Türkleştirmek. Anadolu’yu Türkleştirmek önemlidir. Anadolu’nun Türkleşmesi değil; önemli olan Türkleşen Anadolu’nun Türk Ulusunun çatısı altında yükselmesidir. Bilgi, beceri, deneyim ve teknoloji çağında dayanışma ve kardeşlik ilkesinde bu ülkeyi yükseltelim. Ulus olarak varlığımızın devamını sağlayalım. Zaferin yıl dönümünde şu soruları kendimize soralım. Bu güne kadar; bu zaferde bizim için şehit olan ecdadımızın hangi isteklerini yerine getirdik? On yılda yurdumuzu demir ağlarla örerken Atatürk’ün ölümünden sonra bu hızlı kalkınma neden gerileme gösterdi ve biz bu teknolojik ilerlemenin neresindeyiz? Ulus ve toplum olma özelliğinin neresindeyiz? Geleceğin genç nesli olan çocuklarımız için neler yapıyoruz.? Bize emanet edilen bu topraklar üzerinde biz emanetçiler bu güne kadar neler yaptık? Akşam olunca yatağa yattığımızda acaba bunların cevabını verebilecek miyiz, ne dersiniz? Bugün uzay çalışmalarının hızla yayılması, bilgisayar teknolojisinin sayesinde birçok kolaylığın sağlandığı bu günlerde bizler kendimize ne zaman çeki düzen vereceğiz? Bu vatanın kalkınması ve yükselmesi için neyi bekliyoruz hâlâ? Eğreti de olsa bu kalkınma için elimizi şu taşın altına sokalım artık.
“ Bir yurdun en değerli varlığı, yurttaşlar arasında ulusal birlik, iyi geçinme ve çalışkanlık duygu ve kabiliyetlerinin olgusudur. Ulus varlığını ve yurt erginliğini korumak için bütün yurttaşların canını ve her şeyini derhal ortaya koymaya karar vermiş olmak, bir ulusun en yenilmez silahı ve koruma vasıtasıdır. Bu sebeple, Türk ULUSUNUN idaresinde ve korumasında ulusal birlik, ulusal duygu, ulusal kültür en yüksekte göz diktiğimiz idealdir. Yüksek ve inkılâpçı bir kültür seviyesine varmak için, önümüzdeki yıllarda daha çok emek vereceğiz. Müspet bilimlerin temellerine dayanan, güzel sanatları seven, fikir ve terbiyesinde kabiliyeti artmış ve yükselmiş olan erdemli, kudretli bir nesil yetiştirmek, ana siyasamızın açık dileğidir. 2”
Evet sevgili dostlarım. Sizleri fazla sıkmak istemiyorum. 85 yıl önce kanla, şehitlerle, ceninlerle bize emanet edilen şu topraklar üzerinde yeniden bir kalkınma hamlesini hep birlikte başlatalım. Hiç kimse de bana ne demesin. Bana dokunmayan misali olmaksızın çalışalım. Bizlere hangi şartlarda ve zeminde bu vatanın nasıl emanet edildiğini unutmayalım. Ulu önder Mustafa kemal Atatürk’ün “ Artık bütün gücümüzü; bu ülkenin kalkınmasına ve imarına harcayacağız.” Sözünü bir an önce kendimize şiar edinelim ve tatbik alanına koyalım. Yoksa her şeye geç kalacağız. Güneş her gün doğabilir, ama biz geç kalırsak doğacağı bu toprakların bir gün bir başkasının elinde olduğunu görüp üzülmesin. Kalın sağlıcakla.
İzmir. 28.08.2010
Hüseyin DURMUŞ
1) Mustafa Kemal Atatürk / ağustos 1924/ Zafertepe - Çalköy
2) Mustafa Kemal Atatürk /1935 (Atatürk’ün T.T.B. IV, s. 573)
|
Herdem Ankara | Zaferi Ecdadımdan/ Vatanı ATATÜRK’ den Öğrendim |
Zaferi Ecdadımdan/ Vatanı ATATÜRK’ den Öğrendim
Zaferin nasıl bir duygu olduğunu
Fetih’in sevincini Fatih’ den
Kaptan-ı Derya' yı
Dünya da var olmayı
Tarihe destan yazan ecdadımla bildim
Bayrağa yazılacak en güzel sözleri
Yoklukta varlık olmayı
Mehmet Akif’le bildim
Ben Nazım' ı
Nazım gibi vatan demeyi
ATATÜRK’ ü babamdan
Birlik beraberliği
Yoktan yeniden var olmayı
ATATÜRK’ den öğrendim
Ben senden dürüstlüğü
Zalimin kabusu
Mazlumun dostu olmayı öğrendim
Ben seni türkülerdeki öğütlerde anladım
Yüreklere su serpmeyi
Bir duygudan diğerine geçmeyi
Türkiye’mi senle bildim
Ben olmanın amaçsız çırpınış olduğunu
Birlikten kuvvet doğduğunu
Köylünün, kentlinin efendisi
Ben değil biz olmak gerektiğini
Renklerin harmonisini
Dilin ayrım olmayacağını
Yetmiş iki buçuk milletin
Aynı yürekle VATAN diyebileceğini
ATATÜRK’ den öğrendim
Milli değerleri
Misak-ı milliyi
Ölmüş derken dik durmayı
Vatan denilince
Göz kırpmadan can verileceğini
ŞEHİTLERDEN öğrendim
Ben dürüstlüğü Atam' dan
Nazım gibi düşünmeyi senden
ATATÜRK’ ü babamdan öğrendim..
HERDEM
30/08/2010
00:01
|
Şengün Şadapıt | Zafew Ç'apserıqo-1 |
İnsan seyrekte olsa geçmişini şöyle karıştırır
Uzun yıllar su gibi hiç sormadan akıp gitmiş
İçinde ki portreler insanın gözleri önüne gelir
Öyle pek fazla haşır neşir olduğun kimse yok
Aradan birini çekip alalım,kim bilir nerelerdedir
Okul yıllarında sürekli karşılaşırdık öylesine
Farklı yaşam kesiminden olsakta fark etmez
O biraz spor,birazda müzik gerini bilmiyorum
Ek bizde para bulduksa hep hayatı bozalardık
O günün bozacılarından kimse kalmadı kayıplar
Orta öğrenim bitim sonrası uzaklara taşındılar
Yüksek öğrenim yıllarında senede bir uğrardım
İş hayatına atılmıştı,birazda huyu deyişmiştiler
Her ziyaretim bitimi,boş vaatler eder dururlardı
Hâ oradamısın,mutlaka geleceğim size,bak söz
Tam amerikan vaadi,uğurlanınca geçerdi miyadı
|
Ekrem Şama | Zaferin Adı Ağustos |
'Malazgirt' ovası, Ağustos ve son cuma,
Kaç kat düşman vardı, yürek kalktı hücuma,
At nalı mühürdü, vurulmuştu yurduma,
Çorum'a, Konya'ya, Bursa'ya, Erzurum'a...
Cephe Çanakkale, iman dolu kıtalar,
Boğazın yolunu, tutuyordu 'Ata'lar,
Zafer müjdesiydi, o gün 'Anafartalar',
'Conkbayırı' sondu, düşmanlar uçurum'a...
Türkü boğazlamak, düşmanın tek emeli,
'Büyük Zafer' oldu, Türkiye'min temeli,
Milletime helal, bu zaferler demeli,
Ne çok 'Ağustos' var, anlatacak yavruma...
(İstanbul:26.04.2005)
www.ekremsama.com
|
Bedrettin Keleştimur | Zaferler Ayı, Ağustos; Türk Milletini Taçlandıran Ay, |
Ağustos Ayının Türk milli hayatında apayrı bir yeri ve çehresi vardır. Bir çok büyük Türk zaferi, kati neticeleriyle millet hayatımızda yepyeni ufukların açılmasına vesile olmuştur..Bunlar içerisinde;
26 Ağustos 1071’de Malazgirt..
27 Ağustos 1389’da Kosova..
11 Ağustos 1473’de Otlukbeli...
23 Ağustos 1514’de Çaldıran..
24 Ağustos 1516’da Mercidabık..
26 Ağustos 1526’da Mohaç..
4 Ağustos 1578’de Vadis Seyl..
30 Ağustos 1922’de Başkumandanlık..
Dikkat edilirse 8 büyük savaş.. Cihan Tarihinin mukadderatında rol oynayan 8 büyük fütuhat bu ay içerisinde kazanılmıştır.
Bir tarihçi şöyle der; “Türk’ten başka Japon Denizinden Atlas Okyanusuna, Sibirya’dan Habeşistan’a kadar aynı anda sesini duyurmuş ve bu muazzam arz kıtasında 80’den fazla devlet kurmuş bir millet gösterilemez..”
Bütün bunlar, Kültür ufkumuzun derinliğini gösterdiği kadar; çok değişik coğrafyalara kısa zamanda uyum sağlayarak hakim unsur haline gelişimizi gösterir. Teşkilatçı bir millet oluşumuz kadar, idari yapılanmasında ‘adil oluşumuzun’ apayrı bir cephesidir. Dikkat edilirse, Türk gittiği yere eser götürmüştür. Bir İngiliz, bir İspanya, bir Portekiz vs. sömürme düşüncesi içerisinde bulunmamıştır. Hatta, yalnız toprakların fütuhatıyla kalmamış; gönülleri de fethetmiş, Devlet felsefesi içerisinde, millet olma şuurunu vermiştir.
Bütün zaferlerde; hep aynı ruh, aynı şuur, aynı haşyet görülür..
Malazgirt Zaferi.. Anadolu toprağına ilk fütuhat tohumunun atılması.. Öyle bir tohum ki, vatan olma yolunda en büyük adım.. Bu zaferde görev alanlar öyle bir bahadırlar ki, her biri ayrı kıymet.. Ülkeler, beldeler açmış güçlü emirler.. Belki de tarih böyle bir zaferi yazmamıştır..
Yukarıda 8 büyük zaferden bahsettik.. Bir Kosova.. Balkanlarda 5 asır devam edecek Türk Hakimiyetinin ilk yeşeren filizi.. Türk’ün Hakimiyet gücü artık Anadolu’dan taşmış.. Bu ve bunu bekleyen zaferlerle, yeni iklimlere, yeni zaferlere doğru yürüyüşe geçmiştir.
Ağustos ayında Türklük Orta Kuşağı tamamen kendi hakimiyet sahası içerisine almıştır. Türk Hakimiyetinde bugünkü zaaf noktalarını pek göremezsiniz. Bir başka ifadeyle; istilacı değildir.. Sömürgeci değildir.. Her şeyden önce kan dökücü değildir.. Gittiği beldeleri imar etmiş, eser götürmüştür. Bunların izleri ve tesirleri birer tapu senedi kıymetinde hala ayakta durmaktadır.
Fütuhat çizgisine bakınız; Kosova, Batıya açılan bir pencerenin ilk nurlu damgası olurken, Fatih tarafından kazanılan Otlukbeli ise, Anadolu’da kurulan Türk birliğini perçinliyordu.. Ve, yine Yavuz Sultan Selim Han sayesinde, Çaldıran’da, Doğudan gelecek Gulat-ı Şia tehlikesine karşı büyük bir darbe vuruluyor, Doğu tamamen emniyete alınıyordu..
Mercidabık Zaferi, Türk fütuhatının Suriye ve Mısıra hakim olmasını sağlamakla kalmayacak, İslam dünyasında ‘Türk Asrı’ böylece başlamış olacaktı. Milletlerinde insanlar gibi ömrü vardır. Kanuni ile artık yükselişin zirvesine doğru tırmanma gerçekleşmiş.. Bu gerçekleşme her sahada kendisini gösterir. Osman Gazi ile Kanuni arasında 10 büyük Türk Hükümdarı gelip, geçmiştir.. İlim dünyası, bu on padişahın her birini ayrı bir kıymet olarak görmekle beraber, büyük Veliler ordusundan saymıştır.
Bir Mohaç’a bakınız, 2 saat içerisinde Avrupa kapıları Türklere açılmakla kalmıyor, koca bir devlet tarih sahnesinden siliniyordu. Her çıkışın bir inişi var.. Her güzelliğin bir aksi tablosu söz konusudur.. Ama, tarih milletler için birer ders, ibret, öğüt ve tefekkür mesabesindedir. “Değil mi, cephemizin sinesinde iman bir/ Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir..” Tarih, hatıralar demeti, büyük inkılaplar vücuda getiren, bir milletin insanlığa unutulmaması gerekli dersler veren hatıraları..
26 Ağustos 1071’de; Türkiye Devletinin temeli atılmış ve Anadolu’nun Türklüğü tescil edilmiş..
26 Ağustos 1922’de ise, Devlet yeniden kurulmuş ve vatan bütünlüğü ebediyen parçalanmayacak şekilde sağlanmıştır.
Bir değerli tarihçimiz; “İstiklal savaşı yalnız Yunanlılara karşı değil; istilacı, emperyalist bütün batı dünyasına karşı kazanılmıştır. Onun temelinde Türk’ün istiklal aşkı, hür yaşama azmi ve Türk milliyetçiliği vardır.”
Bu azim ve irade içerisinde istikbale bakmalıyız.
|
Hatice Parlatıcı | Zaferin şerefine |
Artık yaşamak ne kadar anlamlı
Sevginin ayak sesleri direniyor.
Daha ne isterim.
Birleşirse Halk Milli merkezde
Dünya bir kez daha yenilir,
Paylaşım hevesinde.
Yaşasın iyilik..
Vatan kazanıyor.
Düğün,Bayram var dostlar
Şerefe.
25.06.2013
Hatice parşatıcı
|
Faruk Avşar | Zagros ta eriyen kar taneleri |
Burcu burcu kokan sevgini hasretinle özlediğimde
tüm çiçek kokularını bir mevsimde toplayıp seni
teker,teker koklayarak aşkımla kalbini sulamak isterdim
Zagros ta eriyen kar tanelerinde damla,damla senin için
toplayarak gözlerimin maviliğinde sana denizi halı gibi
ayaklarının altına sermek isterdim…!
Cudi de Nuh gemisindeki kalıntılardan sana umut
Yolculuğuna çıkacak gemiyi yaparak Ağrının zirvesine çıktığımda
sana seslenip Van denizine yelken açarak karanlık batmadan
Amed de randevulaştığımız dağ kapı meydanında buluşarak
seni Kürtçe seni Türkçe seni Ermenice sevmek isterdim…!
Seni seven gönlüme konulan yasaklara aldırmadan
anlamsızlıklar yumağında çıkıp seni Diyarbakır gibi
Dicle gibi severek bensiz dolaştığın hayalimin ülkesindeki
Sokaklarda senden kalan aşk kalıntılarını toplayacağım…!
Merak etme senden arda kalanları Dicle kenarında yeşerterek
ben var oldukça Amed ve Amed var oldukça da sen yaşayacaksın
bir tarih olup hep gönlümde eskimeyen mutluluk gemisindeki
kalıntılardaki unutulmayan tarih olacaksın…!
|
Yunus Emre Alkan | Zahidim |
Bir ben ve bir gece, bu vakitte uyanık
Sessizlik şarkımız, şu karanlığa yanık
O sırdaşım, beni uyandıran zahidim
Geceye döktüğüm yaşa, ALLAH şahidim
|
Dursun Karabeyoğlu | Zahide |
Sana ne güzel bakmıştım o gün,
Senin güzelliğindi bu,benim bakışlarım değildi belkide
Sen güzeldin,güzeli severdin
Aradığın adam ben değildim zahide
seni gördüm geçenlerde bir belediye otobüsünde
önceleri farf etmedim,ama sen anne olacaksın zahide
saçların hala örgülü,yüreğim gibi buruk
ve gözlerin zahide hala puslu
hiç susmadan ağlamış,küçük bir kızın gözleri gibi
sen delişmen zamanlarımın kızı
her yiğidin vardır okul yolunu paylaştığı leylası
ben mecnun olamadım,yollar hiç bitmedi zahide
lacivert süeterindi belki beni sana çeken,pembe okul çantan
bunca yıldan sonra karşılaşmak,ve beni tanıman
yine mutlu oldum,yine çocuklar gibi
eline bir külah limonlu dondurma verilmiş,ağlayan bir çocuk gibi
onca yıla rağmen hatırlattın sevgini
ve yüreğim
okyanus gibi kocaman.dalgalandırdın kalbimi
taşlaşmış yüreğim yeniden öğrendi sevmeyi
aradığın adam ben değilim
ama çocukluğum hala sana aşık
ve bu şiir senin olsun
sana armağan ettim bu gülleri ve satırları
her damlasında mürekkebimin
divit hokkasıyla yazdım bu satırları
hiç bitmeyecek,eskimeyecek hatıraları.......
|
Kasım Şen | Zahiri |
Sokaklar yalnız ve sessiz
Sen geçiyorsun karanlığın içinden, karaltılı
Yakınlaştıkça uzaklaşıyorsun
Daha bir zahiri oluyorsun ufka karşı
Kasım Şen
|
Kağan Şen | Zahiri Görüntü |
Bilir misin pişmalıkların bir aynadaki halini?
Fark edebilir misin gözlerindeki ışıltıları?
Anlayabilir misin acami bir şairin içindeki tutkuyu?
Peki hak verebilir misin tüm bunlara?
Hak vermemek elde değil aslında dün öğle vakti potansiyelinden sonra...
Beyaz ama mat bir perdenin kırdığı ışıklarla yazıyorum tüm bunları,
Gözlerindeki ışıltılar kadar güzel olmasada...
Kalemimin gölgesi düşüyor aydınlık satırlara...
Gölgede kalmasın mutluluklar,hatırlansınlar daima...
Ertelenen hatıralar çalıyor şimdi kıyamet çanlarını,
Acele etmek gerek...
Tok iken yemek yemek,ne de olsa rutin demek
Yaraşır şairlere...
(2006/Bursa)
|
Ömer Şimşek | Zahmet Etmesin Bülbül |
Zahmet etmesin bülbül, güle feryat figâna.
Ermek nasip değilmiş, biz gibi hûnçegâna.
Hüzn-i fîrakta Mecnûn, od değince müjgâna.
Rûz-i evvel aşk dedi, cümle güzeştegâna.
Asl-ı aşk; bizim gibi, badgân-ı küştegâna.
|
Hayrani Abdullah Öztürk | Zakir |
Rekabet ahlakı mahveder zakir.
Cedel ile netice almak nafiledir.
Sende varsa meziyet zaten vardır.
Faziletsiz adamın gayreti beyhudedir.
13.05.2013 Pazartesi
|
Incognito | Zakkum |
elli altıncı dakikada elli bir saniye
beş saniye daha var
neftys rahminden set doğuracak, izle!
bir zamanlar yobaz bir mabede ikona iken
bilebilirdin bir şeyler
ama kadime seyahat gafletindeysen
insan neferinin tozlardan düştüğünü bir çırpıda
anlayıver
çünkü her zaman,
gecenin ötesi yalvarır ışık demetine
araman sebepliyse
bilmenin de bir bedeli var
sonra sen de
ışık ötesine yalvaracaksın gecenin demetinde
|
Abdullah Gültekin | Zakkum Çiçekleri |
Zakkum çiçekleri açtı gönlümde
Durmadan kanımla suladım sizi
Görmedim berrak yüz gülen gözleri
Nerde kaldınız gelin hasret gülleri
Ne sandın menekşeler mi açacaktı bahçende
Ay dolunay oldu mu hiç gecende
Buldun mu hiç sadık kalan sevginde
Sitem etme şimdi zakkum çiçeklerine
Gördüğün rüyaların tarifi neydi
Zifiri karanlıkta hazin aramak mı
Karıncayı örnek al yolunu şaşırmaz o
Gökteki kelebeğe bakıp ta uçamazsın
At kötü hisleri kabirde yatamazsın
|
Yıldırım Öğretmen | Zakkum çiceği |
Arı çiceğe aşık olunca özü sevgiden bal olmuş bunu duyan zakkum çiceğide aryı davet etmiş arı konmamış riça etmiş yine konmamış aşk ilan etmiş yine konmamış her davette şartını öne sürmüş bal olacaksın. Zakkum çiceği çaresizlik içinde evet demiş,demiş demeye ama! şartını sıralamadanda geri durmamış olur, yalnız sevgin dostluk için olursa. Arıda pekiyi demiş ve o günden sonra zehir sacan zakkum çiceği dostluk uğruna bal saçmaya başlamış
Mahcup berber ismli hikayemden bir pasaj
Mahcup berber gibi dostlukuğruna yazan dostluk uğruna gezen ve dostluk uğruna çizen şairme Gaziantepten selam olsun.
Yıldırım Öğretmen
|
Vedat Koparan | Zakkum Fosili |
maymuncuk elinde iğrenç aklı kafeste
kara ses kara gece durmaz akar kirinde
aklınca der nazire tarihten varmaz gerçeğe
din ve bayrak bellemiş iki şeyde
sahte söyleminde atar tutar iskelede
salyaları akar labada yaprağı dilinde
ihanet bozgunu söylencede
safını tutmuş kör kara gecede
yer almaz emeğin yerinde
sataşır durur kendini bilmezce
bu gün böyledir yarın bir başka sözde
gücü görmeye varır tornistan etmeye
en önde gider ihanet iş birlikçilikte
vahşete kol kanat geren zulmün yanında ötme
yaktıkça yanacaksın hain kim gerçek ne iyi biline
biz açmadık,başlatmadık bu savaşı tarihe bakın hele
bir savaş sürer iki boyutlu kan revan cephede
biri ihanetin hainin işbirlikçi emperyalistle
diğeri ezilenlerle emeğin özgür yürüyüşünde
Bitmedi...
Vedat Koparan 03.07.2005
|
Ramazan Kocapınar | Zakkum Gülleri! (Sosyal Toplumsal Genclik icin) |
Zakkum Gülleri!
(şiir)
Hiç gül gözüyle baktınmı, O zakkum çiçeğine!
Sakın ola güllerde zakkuma, dönüşmü deme,
Ah bir baksan etrafına, O sorumsuz gençliğe,
Hepside uyuşturuldu, birde tükenip bitirilince,
Bir taze güldü, değişip döndü zakkum çiçeğine,
Oysa herbiri birer, acımsı zakkumdu şimdilerde!
GENÇLiK GELECEĞiMiZ! GENÇLiK HERŞEYiMiZ!
Hiç el sürdünmü sen zakkuma.bir gül niyetine!
Sevimsiz ve sevgisizdir onlar, dikensiz olsa bile,
Eline batıp yaralasada, yinede katlanılır dikenine,
Özü güldür sevgidir sevdadır, zakkum gözüksede,
Neden niye söyleyin, ne oldu zakkumlaşan güllere,
Bir bir değişdi de, ne güller zakkum oldu şimdilerde!
GENÇLiK UMUTLARIMIZ! GENÇLiK YARINLARIMIZ!
Hiç değdinmi sen buz gibi sopsoğuk, olan O tenlere,
Huzur sevgiyle şefkate muhtac, taş kesilen yüreklere,
Sitemlerse yegane kör olan, etrafı göremeyen gözlere,
Hep üzdüler ezdiler, hiç acımadılar körpecik bedenlere,
Tutarsız kalmışda çökmüş, kırılan kollar şu günümüzde,
Öylece mahsun el atılmayı bekler, zakkumlar şimdilerde!
GENÇLiK EKMEKLE-AŞIMIZ! GENÇLiK KARDEŞ-BACIMIZ!
Hiç dertleştinmi sen onlarla, kış ardı bahar yaz niyetine!
Yok oluyor O hayatlar, sanki güneşine çığ düşercesine,
Ortalık kararmış artık yağmura durmuş, bulut tepesinde,
Güller sararmış solmuş, boy boy olmuş zakkumlar yine,
Oysa etraf ışıyıp aydın olcak, zakkum güle dönüştüğünde,
Alem şahitki O benliğine dönecek, umut böyle şimdilerde!
GENÇLiK ARKADAŞIMIZ! GENÇLiK CAN YOLDAŞIMIZ!
Evet Dostlar
Bir elde biz atalım ne olur gençliği dışlamayalım her ne kadar
Uğraşları içki kumar uyuşturucu gibi kötü huyları olsa bile…
Siz siz olun insanca yaklaşın yapabilirseniz bir avuç açıp
El atın….velhasıl hayat kurtarın dostlar! ...Hayat kurtarın!
Her kurtarılacak hayatın…Her kurtarılan bir dünya olacağını
Unutmayın sakın…! Sevgiyle Kalın Şiirle Kalın Şiirde kalın!
……..ve H O Ş Ç A K A L I N! ! !
Yazan: Gizemlikartal…Ramazan Kocapınar
buradan tüm yapıtlarımıza ulaşabilirsiniz
ViDEO GÖRÜNTÜLÜ Kendi ŞiiRLERiMiZ ve
ünlü ŞAiR´lerin en GÜZEL ŞiiR´lerine kendi
hazırladığımız Video Klipleri …
KENDi TASARIMIMIZ KURAN-I KERiM meali
…ayet…ayet…sesli anlatımlı ve en güzel
Billur seslerden iLAHi ViDEOLARI
web sitemiz aşağıdaki adreste…
www.youtube.com/gizemlikartal1903
ve özel sitemiz
www.gizemlikartal.tr.gg
--------------------
|
Ramazan Kocapinar | Zakkum Gülleri! (Sosyal Toplumsal Genclik icin) |
Zakkum Gülleri!
Hiç gül gözüyle baktınmı, O zakkum çiçeğine!
Sakın ola güllerde zakkuma, dönüşmü deme,
Ah bir baksan etrafına, O sorumsuz gençliğe,
Hepside uyuşturuldu, birde tükenip bitirilince,
Bir taze güldü, değişip döndü zakkum çiçeğine,
Oysa herbiri birer, acımsı zakkumdu şimdilerde!
GENÇLiK GELECEĞiMiZ! GENÇLiK HERŞEYiMiZ!
Hiç el sürdünmü sen zakkuma.bir gül niyetine!
Sevimsiz ve sevgisizdir onlar, dikensiz olsa bile,
Eline batıp yaralasada, yinede katlanılır dikenine,
Özü güldür sevgidir sevdadır, zakkum gözüksede,
Neden niye söyleyin, ne oldu zakkumlaşan güllere,
Bir bir değişdi de, ne güller zakkum oldu şimdilerde!
GENÇLiK UMUTLARIMIZ! GENÇLiK YARINLARIMIZ!
Hiç değdinmi sen buz gibi sopsoğuk, olan O tenlere,
Huzur sevgiyle şefkate muhtac, taş kesilen yüreklere,
Sitemlerse yegane kör olan, etrafı göremeyen gözlere,
Hep üzdüler ezdiler, hiç acımadılar körpecik bedenlere,
Tutarsız kalmışda çökmüş, kırılan kollar şu günümüzde,
Öylece mahsun el atılmayı bekler, zakkumlar şimdilerde!
GENÇLiK EKMEKLE-AŞIMIZ! GENÇLiK KARDEŞ-BACIMIZ!
Hiç dertleştinmi sen onlarla, kış ardı bahar yaz niyetine!
Yok oluyor O hayatlar, sanki güneşine çığ düşercesine,
Ortalık kararmış artık yağmura durmuş, bulut tepesinde,
Güller sararmış solmuş, boy boy olmuş zakkumlar yine,
Oysa etraf ışıyıp aydın olcak, zakkum güle dönüştüğünde,
Alem şahitki O benliğine dönecek, umut böyle şimdilerde!
GENÇLiK ARKADAŞIMIZ! GENÇLiK CAN YOLDAŞIMIZ!
Evet Dostlar
Bir elde biz atalım ne olur gençliği dışlamayalım her ne kadar
Uğraşları içki kumar uyuşturucu gibi kötü huyları olsa bile…
Siz siz olun insanca yaklaşın yapabilirseniz bir avuç açıp
El atın….velhasıl hayat kurtarın dostlar! ...Hayat kurtarın!
Her kurtarılacak hayatın…Her kurtarılan bir dünya olacağını
Unutmayın sakın…! Sevgiyle Kalın Şiirle Kalın Şiirde kalın!
……..ve H O Ş Ç A K A L I N! ! !
Yazan: Gizemlikartal…Ramazan Kocapınar
buradan tüm yapıtlarımıza ulaşabilirsiniz
ViDEO GÖRÜNTÜLÜ Kendi ŞiiRLERiMiZ ve
ünlü ŞAiR´lerin en GÜZEL ŞiiR´lerine kendi
hazırladığımız Video Klipleri …
KENDi TASARIMIMIZ KURAN-I KERiM meali
…ayet…ayet…sesli anlatımlı ve en güzel
Billur seslerden iLAHi ViDEOLARI
web sitemiz aşağıdaki adreste…
www.youtube.com/gizemlikartal1903
ve özel sitemiz
www.gizemlikartal.tr.gg
-
|
Muharrem Çetinkaya | Zakkum |
yazın da açar
kışın da
hayvanlar bile yemez
zehir zıkkım
acısından
ekmesen de biter
kök atar
derelerde.
çiçekleri baharda açar
etrafa güzellik saçar
mutlaka bir derde devadır
ama
halâ bilinmez.
hala yenilmez
ve hala
çaredir kansere
kimseye denilmez...
1986 Nisan Kaş-Antalya
|
Şair Efo | Zalim |
Kanayan yara olsan içimde Böylece uzak olmazdin zalim! ! ! Sevdamiz dağları bucasa Böylece yalniz olunmazdi! ! ! Vakitler sensizligin ötesi simdi.... Senden nefret ettigimi düsünüyorsun kendince... Ben asla senden nefret edecek kadar seni sevmedim! ! ! Gidersen bir kalemde silerim seni! ! !
|
Süleyman Bayram | Zalim |
Özlemin beni Mecnun’a çevirdi
Zalimsin sende Leyla gibi
Gülüyorken ağlattın beni
Elimden aldın verdiğin mutluluğu…
Kurduğum hayaller bir anda bitti
Unutmaz dediğim unuttu gitti
Rüya gibi geldi, rüya gibi geçti
Terk etmez dediğim ellerin oldu…
Msn: yalnizsair@live.com
|
Selaattin Çoban | Zalim |
ZALİM
Amerika tetikte ha vurdu ha vuracak
Saddam sayesinde küçük İsrail kuracak
Mazlum ıraklının kanadını kolunu kıracak
Saddam zalim buş katil ıraklının suçu ne
**
Barbar buş ırakı ikiye hatta üçe bölecek
Yüzlerce beklide binlerce masum ölecek
Amerika sanmasın benim yüzüm gülecek
Saddam zalim buş katil ıraklının suçu ne
**
Iraklının suçu petrol yataklarının olması
Amerikanında orada menfaat kar bulması
Kuveyitin işgalide bu hınzırların dolması
Saddam zalım buş katil ıraklının suçu ne
**
Boş durmasın Türkiye hazırlasın kızılayı
Doksanbirdede baba buş olmuştu orda dayı
Azaldı günler aylar teke düştü çoktan sayı
Saddam zalim buş katil ıraklının suçu ne
**
Mesele insan hakları ise Filistin masada
Ama onlar birlik yapmış İsrail ile yasada
Kızılay başkanı metelik yok diyor kasada
Saddam zalım buş katil ıraklının suçu ne
**
Sanmayınki Amerika kuzey ırakı atlayacak
Bonbaların çoğu güney doğuda patlayacak
Bunu fırsat bilen pkk de gücünü katlayacak
Saddam zalim buş katil Türkiyenin suçu ne.
Selaattin ÇOBAN Esk
Saddamın Amerikan oynuna gelmesinin sonunda
Memleketimin çektiği sıkıntılar.
|
Rıza Aslan | Zalim |
zalim bir sancı bu
nerede nasıl yakalayacağı
belli olmayan
25-10-2000 ankara
|
Murat Yel | Zalim |
Sen hayatımı çaldın
Sen aşkımı çaldın
Sen gözümün ışıltısını çaldın
Sen benim gönlümdeki
Kendini bile çaldın
Sen şu ufaçık dünyamda
Hayalimde rüyamda
Nefret ettiğim tek insansın zalim
|
Mustafa Ceylan | Zalim! ! ! |
Yüce dağ başını duman, sis sarmış
Ne dumanı anlar, ne sisi zalim.
Karşımda Moskof’un kalesi zalim
Sözde yârim,
Baktım ki sırtıma hançer sokarmış…
Yüce dağ başında fırtına, bora
Dost olan sokar mı dostunu zora?
Döndüm sayenizde susuz pınara
Böyledir halim
Beni deli-dolu söyletir zalim.
Yüce dağ başında lâpa lâpa kar
Kardelen, kardelen neredesin sen?
Sözde yârim, kuru çalım
Tutar da başımı belâya sokar
Alın yazım mısın, nesin sen?
|
Volkan Şen | Zalim |
Nerede o kahraman
Nerde o aşık
Seni seviyorum diyen yar nerede?
Hazin bir aşk hikayesiydi bizimkisi
Hani o mutlu son
Hani nerede?
Hani beni seviyordun
Kalbinde bir tek ben vardım hani?
Böyle mi bitmeliydi herşey
Gerçekler nerede hani?
Sana son bir sözüm var zalim
Vur hançeri kalbime kana bulansın
Fazla derine inme
Çünkü orada sen varsın
|
Ali Dost Aydın | Zalim |
Yitirdim ömrümü bir zalimin elinde
Her daim kin vardı nefret vardı dilinde
Bu dünyada hesap sormadım belki
Ama ikim elim yakandadır bilesin
Peygamber katında Allah indinde
|
Rabiye Tanrıverdioğlu | ////Zalim//// |
Beraber ağlayıpta beraber gülecektik
Tertemiz sevgimizle kederi silecektik
Beraber bir ekmeği ikiye bölecektik
Ben yürüyorum hain dikenlerin içinde
Bak kala kaldım zalim kimsesiz bir kul gibi
Gülleri dermek varken dikenler bana battı
Meltem rüzgarı varken ateşin beni yaktı
Beraber olmak varken ayrılık gelip çattı
Hep ağlıyorum hain kederlerin içinde
Bırakıp gittin zalim şimdi kaldım dal gibi
Gidecektin de yarim neden bir dünya kurdun?
Kalbimi değil sade ruhumuda çok yordun
Kolum kanadım kırıp birde sırtımdan vurdun
Ölü gibiyim hain zindanların içinde
Sararıp soldum zalim kederinden gül gibi
Sen bırakıpta gittin ah habersiz el gibi
Akıttım gözlerimden yaşları yar sel gibi
Kaldım buralarda ben kupkuru bir dal gibi
Kurudum kaldım hain susuz çöller içinde
Kırılıp kaldım zalim gör halimi pul gibi
Sende ağla ben gibi yarim gülemiyesin
Ömrün bitsinde tatlı canı veremiyesin
Gittiğin yerlerde daim sürün ölemiyesin
Yanıyorum ben hain ateşlerin içinde
Savrulup duruyorum rüzgarında kül gibi
Mecnun gibi alev alev yanda çöllere düş
Yanıp yanıp sönde o sıcakta karlara düş
Gitiğin yerde rezil rusfa ol dillere düş
Pişman olda saçların yol hain yollara düş
Sonunda dön dolaş zalim benim elime düş
|
Uğur Şeker | Zalim |
Bir saray yapmıştın bu viraneden,
Mutluluk getirmiştin uzak yerlerden,
Temeline koyduğun dinamit neden?
Eserin bir anda yok oldu zalim.<....................
|
Savaş Çakır | Zalim |
Ömrümüzde bir kez aşkın yolunu
Seçtikse arkadaş bu işkence ne
Tanrı affedermi böyle kulunu
Her gün zulmedersen seni sevene
|
Ozan Mevlüt | Zalim Avrupa |
Nerden çıktı bu yabancı oyunu
Bana sorma sen bilirsin soyunu
Bize derdin hep Osmanlı torunu
Lanet olsun sana zalim Avrupa
Senin başarında vardır hakkımız
Ekonominize oldu katkımız
Zamanla bir kaçımızı yaktınız
Lanet ....................
|
Ahmet Hakan Yılmaztürk | Zalim |
bebeğine kadar yalancı mürdüm gözlerin
tutsağı rimelle taranmış sahte kirpiklerin
ah ne yabancı, en katmerlisinden o nazar
sinsice takılmış sahte gözyaşlarına intizar
yüzünde mühür kan pıhtısı tebessümün
kibrin, fermanı tadı paslı şarabi ölümün
eline sarılmış somaki mermer soğukluğu
hoyrattır yoksul sevgin, kurur dokunduğu
zulmüne aşina biçare aşkının müritleri
bir busen için pervane yangın gönülleri
Ocak’2005
***Samanyolu Grubunun 2K1Ş 'İki Kelime Bir Şiir' Aktivitesi için kaleme alınmıştır. 17. Hafta Kelimeleri: 'YABANCI' ve 'TUTKU'
|
Mehmet Ali Demirel | Zalim Avrupa |
Çarkın kırılsın senin zalim avrupa
Düzgün yolumuzu eyledin sapa
Kimi abonedır hap,a kimi ağzında tıpa
Bizleri tanımıyor bizden doğan sıpa
Mahrum eyledin bizi yurdumuzdan
Bıktık ayılarınızdan, kurtlarınızdan
Ah bir kurtulsak lanet yurdunuzdan
Belki hayır görürüz yarınımızdan
Suç işlemeden size mahkum olmuşuz
Kin ile nefrette istemeden dolmuşuz
Yurdum yurdum diye saç baş yolmuşuz
Yaşamıyoruz sanki hepimiz ölmüşüz
Kapat lanet kapılarını açma kimseye
Umudumuz gücümüz yok seni itmeye
Çilo oğlunda takat kalmadı sılaya gitmeye
Alıştın diri diri garibanları yutmaya
|
Fatih Konuk | Zalim Ayrılık |
Ensemde nefesinin sıcaklığı ılık ılık
Bizi zamansız buldu bu zalim ayrılık
Bağlıydık birbirlerimize ilmik ilmik
Bizi zamansız ayırdı bu zalim ayrılık
Seni isteyeceğine canımı isteseydi verirdim
Düşünmezdim bile sonra başıma gelecekleri
Neyim var neyim yok önüne sererdim
Kapımızı zamansız çaldı bu zalim ayrılık
Söyle ayrılık yardan nasıl geçem
Onunla doluydu gündüzüm gecem
Senin elinden ben nerelere gidem
Aramızı zamansız açtı bu zalim ayrılık
|
Aysel Tarcan | ZaLiM..! A.T. |
Yetim iklimimde sevdama seçtim
Vuslat kadehinden al şerbet içtim
Feryat figan edip canımdan geçtim
kahreden dilini sustur be zalim..!
Hakikattir bilip sözüyle kandım
Altın tasta ikram közüyle yandım
Vadettiği sevda özüyle sandım
Ardından külünü bastır be zalim..!
Bir tatlı kelama bin ah duyarsın
Taştan yüreklere gönül koyarsın
Düşen yaprakları ömre sayarsın
Saplanan dalını kestir be zalim..!
Zemheri bağrında sustum dayandım
Sevda yağmurumu kustum dayandım
Feryat rüzgarımı kestim dayandım
Merhamet yelini estir be zalim..!
Bir mecnun yiğide hakkın mı yoktur
Şu sanal alemde aşığın çoktur
Tezden dür bohçanı ölümün haktır
Kementle kulunu astır be zalim.....!
Aysel Tarcan/Sevda Şairi
Kırklareli-Babaeski
23.nisan.2011
|
Metin Beyazlı | Zalim Ayrılık |
Yalnızlık içimde lambalar sönük,
Kemiriyor beni zalim ayrılık
Içimde düşünce hep bölük pörçük
Kemiriyor beni zalim ayrılık.
Gel artık güzelim ayrılık bitsin,
Yıkılmış kalbime neşeler insin.
Yalnızlık hasreti kalpten silinsin
Kemiriyor beni zalim ayrılık.
Ayrılık çok acı hemde çileli,
Soldurur açılan bütün gülleri
Kaybettim aklımı oldum serseri,
kemiriyor beni zalim ayrılık.
Sardı vücudumu kötü virüsler,
Değişti kalbimde o iyi hisler.
Gözleri bürüdü bulutlar sisler,
Kemiriyor beni zalim ayrılık.
Leylayla mecnuna darbeyi vurdu
Aslıyla keremi yaktı kavurdu
Sonunda benide kalbimden vurdu
Kemiriyor beni zalim ayrılık
. 20.12.2013
|
Ömer Tural | Zalim Avrupa |
ZALİM AVRUPA
Hani insan hakları,insanlığın nerede
Zalimlerin safında,hemde aynı karede.
Oyunlar oynarsınız,asırlardır bizlere
Kalmadı güvenimiz,ne yazıki sizlere.
Dost bidiğim uzatmış,elini hainlere
Sayenizde kıyıldı,bayrak tutan ellere.
250 şehit,1400 de gazimiz
Ne yazık dost aradık,umutsuzca gözümüz.
Darbeyi gözetirken,kızarmadı yüzünüz
Samimiyetten uzak,dinlediğim sözünüz.
Dostlarımız kalmamış,yıllardır yılanı
Galiba bu darbelerki,haçlıların palanı.
Haçlının torunları,severmi müslümanı
İstila etirmeyiz,size aziz vatanı.
Fransada patlama,dünya ayağa kalktı
Almanyada çatlayan,kıyamet kopacaktı.
Bosna katliamına,çok uzaklardan baktın
Uğraştın gariplerle,nice gureba yıktın.
Kurtarıcı rolünü,nede güzel oynadın
Dünyaya rezil oldun,rezalete boyandın.
Suriye üzerinde,gezer,Eset jetleri
Yazık sana Avrupa,durdurmuyor itleri.
Niamar somalide,Akan insanlık kanı
Çoğu zulüm altında,müslümanlar vatanı.
Bilirim parmağın var,her oynanan oyuda
Dönecek başınıza,bu kahpelik sonunda.
Derdiniz başka sizin,vatanımda gözünüz
Ağzımızdan çıkmadı,sizlere son sözümüz.
Son sözleri söylesek,kırarız o kalemi
Yıkarız tepenize,şu kocaman alemi.
Vatan hainlerine,gülmü uzatacağım
İyi gün dostlarını,sanma unutacağım.
Unutmam kara güde,halimi sormayanı
Bende görmiyeceğim,bizleri görmeyeni.
Devletimiz ayakta,miletiyle elele
Bu bizim meselemiz,akıl somaz sizlere.
Bir şey,sormam sizlere,şükür aklım başımda
Boş lakırtı eyleme,sakın geçip karşımda.
Avrupa birliğiniz,yerin dibine batsın
Gölge etmeyin bize,Akan göz yaşım dinsin.
Ömer TURAL
|
Afer Engel | Zalim ayrılık |
Ayrılık dedikleri yedi harf üç hece
Ağlatır beni yakar durmaz gündüz gece
Ah yar ateşlerdeyim belki bin derece
Ağzımdaki terennüm söyler Neşe Neşe
Bende bir ucu yanık kalp bırakıp gitti
Benliğimi ömrümü benden çalıp gitti
Bir seveyim istedim halim yaman etti
Buruk sevdalar bende ağlar Neşe,Neşe
Mutluluk dedikleri ben hiç tanımadım
Muradım onda kaldı damla tadamadım
Maksat hasıl olacak gonca bulamadım
Masum gönlüm huzursuz söyler Neşe,Neşe
Bu zehiri içenler ehline-de malum
Bağlandığın sevgilin olursa-da zalim
Bağrını yakar,söker boynun,elin mahkum
Benliğim esir düştü ağlar Neşe,Neşe
Bencileyin olursun bir garip Halil can
Bez ağızda ayrı laf kafanda çalar çan
Beden biçare,garip gece vermez aman
Benden can çıkar gider inler Neşe,Neşe
|
Veysel Şimşek | Zalim Ayrılık |
Kışlanın içinde kapanıp kaldım,
Dedim eyvah! Gardaş ben niye geldim,
En sonunda yine asker mi oldum!
Çabuk git başımdan zalim ayrılık.
Memleketim Zile köyümse Çayır,
Çekemez haldeyim dertlerim ağır,
Gözümden yaş akar hep zayır zayır,
Nolur beni terk et zalim ayrılık.
Çekerim çekerim bitmiyor çilem,
Günler de geçmiyor teskere alam,
Gurbetin yolları hep dolam dolam,
Yakın eyle yolumu zalim ayrılık.
Bana mı garezin bana mı ahtın,
Hey Allah'ım bana tek gözmü baktın,
Veysel'i çaresiz tek mi bıraktın,
Yapacağın bu mu zalim ayrılık.
Kışlanın içinde kapanıp kaldım,
Dedim eyvah! Gardaş ben niye geldim,
En sonunda yine asker mi oldum!
Çabuk git başımdan zalim ayrılık.
Memleketim Zile köyümse Çayır,
Çekemez haldeyim dertlerim ağır,
Gözümden yaş akar hep zayır zayır,
Nolur beni terk et zalim ayrılık.
Çekerim çekerim bitmiyor çilem,
Günler de geçmiyor teskere alam,
Gurbetin yolları hep dolam dolam,
Yakın eyle yolumu zalim ayrılık.
Bana mı garezin bana mı ahtın,
Hey Allah'ım bana tek gözmü baktın,
Veysel'i çaresiz tek mi bıraktın,
Yapacağın bu mu zalim ayrılık.
Kışlanın içinde kapanıp kaldım,
Dedim eyvah! Gardaş ben niye geldim,
En sonunda yine asker mi oldum!
Çabuk git başımdan zalim ayrılık.
Memleketim Zile köyümse Çayır,
Çekemez haldeyim dertlerim ağır,
Gözümden yaş akar hep zayır zayır,
Nolur beni terk et zalim ayrılık.
Çekerim çekerim bitmiyor çilem,
Günler de geçmiyor teskere alam,
Gurbetin yolları hep dolam dolam,
Yakın eyle yolumu zalim ayrılık.
Bana mı garezin bana mı ahtın,
Hey Allah'ım bana tek gözmü baktın,
Veysel'i çaresiz tek mi bıraktın,
Yapacağın bu mu zalim ayrılık.
Kışlanın içinde kapanıp kaldım,
Dedim eyvah! Gardaş ben niye geldim,
En sonunda yine asker mi oldum!
Çabuk git başımdan zalim ayrılık.
Memleketim Zile köyümse Çayır,
Çekemez haldeyim dertlerim ağır,
Gözümden yaş akar hep zayır zayır,
Nolur beni terk et zalim ayrılık.
Çekerim çekerim bitmiyor çilem,
Günler de geçmiyor teskere alam,
Gurbetin yolları hep dolam dolam,
Yakın eyle yolumu zalim ayrılık.
Bana mı garezin bana mı ahtın,
Hey Allah'ım bana tek gözmü baktın,
Veysel'i çaresiz tek mi bıraktın,
Yapacağın bu mu zalim ayrılık.
Kışlanın içinde kapanıp kaldım,
Dedim eyvah! Gardaş ben niye geldim,
En sonunda yine asker mi oldum!
Çabuk git başımdan zalim ayrılık.
Memleketim Zile köyümse Çayır,
Çekemez haldeyim dertlerim ağır,
Gözümden yaş akar hep zayır zayır,
Nolur beni terk et zalim ayrılık.
Çekerim çekerim bitmiyor çilem,
Günler de geçmiyor teskere alam,
Gurbetin yolları hep dolam dolam,
Yakın eyle yolumu zalim ayrılık.
Bana mı garezin bana mı ahtın,
Hey Allah'ım bana tek gözmü baktın,
Veysel'i çaresiz tek mi bıraktın,
Yapacağın bu mu zalim ayrılık.
Kışlanın içinde kapanıp kaldım,
Dedim eyvah! Gardaş ben niye geldim,
En sonunda yine asker mi oldum!
Çabuk git başımdan zalim ayrılık.
Memleketim Zile köyümse Çayır,
Çekemez haldeyim dertlerim ağır,
Gözümden yaş akar hep zayır zayır,
Nolur beni terk et zalim ayrılık.
Çekerim çekerim bitmiyor çilem,
Günler de geçmiyor teskere alam,
Gurbetin yolları hep dolam dolam,
Yakın eyle yolumu zalim ayrılık.
Bana mı garezin bana mı ahtın,
Hey Allah'ım bana tek gözmü baktın,
Veysel'i çaresiz tek mi bıraktın,
Yapacağın bu mu zalim ayrılık.
|
Murat Nail Güney | Zalim Dünya |
Çok görerek mutluluğu, kul ettin çok kula kulu,
Sinemize gurbet pulu yapıştırdın hain dünya.
Sana sitem neye yarar, feryadımız ömre zarar,
Kılmadım bir yerde karar, sürükleyip durdun dünya...
Ayrı koydun vatanımdan, hem dost hem de kardeşimden,
Ağrılar dinmez başımdan, taştan taşa vurdun dünya.
Hasret yakar tende canı, dert verirsin derman hani,
Deli edersin insanı, zalim oğlu zalim dünya...
Dünya dünya zalim dünya, zehir oldu balım dünya,
Beni canımdan ayırdın, yakanda iki elim dünya.
Boşa geçirdin ömrümü, soldurdun gonca gülümü,
Sustu artık şarkılarım, kırık gönül telim dünya...
|
Kemal Tekir | Zalim Dünya |
Kiminin eli yağda,
Kiminin darda.
Adalet yok mu sen de,
Ey zalim Dünya.
Kiminin yok parası,
Kiminin de yuvası.
Adalet yok mu sen de,
Ey zalim Dünya.
Kiminin yok neşesi,
Kiminin de kimsesi.
Adalet yok mu sen de,
Ey zalim Dünya.
|
Şair Dertyoldası | Zalim Dünya |
Zalim Dünya Neyine Güveneyim Senin
Dağınamı Taşınamı Yoksa Suyunamı
Ne Verdin Ne Ne Ne...
Aldın Her Şeyimi Götürdün Zalim Dünya
Çocukluk Yıllarımdan Tut
Tüm Sevdiklerime Kadar
Her Şeyimi Aldın Sıra Bana Mı Geldi Al Lan Kahpe Dünya
Ne Sana Nede Şerefsizlere Minetim Olmaz
Çünkü Bilirim Senin Saltanıtını Da Yıkacak Zalim Felek
Ne Suyuna Ne Toprağına Ne Taşına Hiç Bir Şeyine İhtiyacım Yok Benim
Tek Şeye İhtiyacım Var Onurum Şerefim Birde Candan Sevenim Başkada Bir Şey İstemem Bilesin Zalim Dünya....Mehmet Avar
|
Levent Bilgi | Zalim Dünya |
Viran harabelerde aşkımız çiçeklendi
Hep bu dergahta aşıklar söyledi
Hasrette beni paramparça eyledi
Ah dünya zalim dünya neyleyim seni
Mecnun Leyla pınarıyla çağladı
Emir-i gurbette elimi kolumu bağladı
Bitmez oldu çilem hasret ile dağladı
Ah dünya zalim dünya neyleyim seni
|
Ali Şahin 7 | Zalim daha ne deyim |
Mutlu günün görse derdi yaratır
Mavzer kuşununu sıkar taratır
Baba ocağında külü aratır
Gurbet öyle zalim daha ne deyim
Yıkmak için senin fırsatın arar
Yediğin lokmanın hesabın sorar
Sokar sıkıntıya ruhunu yorar
Gurbet öyle zalim daha ne deyim
Pıroplem çıkarır aklın şaşırır
Düz yolunu kapatır dağdan aşırır
Çile deryasında saprın taşırır
Gurbet öyle zalim daha ne deyim
İnsanları bir hoş soğuk dışları
Çalış çabala hiç bitmez işleri
Söktürür ağzından azı dişleri
Gurbet öyle zalim daha ne deyim
Mektupları gelir uzun bir zarfta
Açınca eksilir kafanda tahta
Zehir olur gider güzelim hafta
Gurbet öyle zalim daha ne deyim
Gıt anlarsın zaten onun dilinden
Ölsende kimseler tutmaz elinden
Çaresiz dert tutar kırar belinden
Gurbet öyle zalim daha ne deyim
Güneşsiz açıyor gülleri başka
Ot yiyip vatanda olsaydım keşke
İşleri hiç zaman vermiyor aşka
Gurbet öyle zalim daha ne deyim
Peş peşe dert verir dünyan karartır
Başında saçları erken ağartır
Vereme düşürür yüzün sarartır
Gurbet öyle zalim daha ne deyim
Gurbet erciyesin karına benzer
İliğin dondurur yesende anzer
Acımaz geçirir üstünden panzer
Gurbet öyle zalim daha ne deyim
Giderim dedirtmez bağlar dilini
Ciğerini yakar eler külünü
Uçakla gönderir burdan ölünü
Gurbet öyle zalim daha ne deyim
Sordunda ben yazdım sevgili hocam
Buzullarda kaldım tütmüyor bacam
Bir yol göster bari nereye kaçam
Gurbet öyle zalim daha ne deyim
İki tarafada keser kılıcı
Şahin bu gidişle herhal yılıcı
Dertlerine derman kimler bulucu
Gurbet öyle zalim daha ne deyim
Almanya
Ali Şahin (Elbistanlı)
...................................................
Dost kalemler
Ölüne ağlatmaz toy'a güldürmez
Ömrünü tüketir kesen doldurmaz
ola ki düşersen tutup kaldırmaz
Gurbet böyle zalim daha ne deyim.....H.ÖZ
Bayram gelir geçer yüzün güldürmez
Ekmeğini dostlarınla böldürmez
Daim süründürür, sıkar, öldürmez
Gurbet böyle zalim daha ne deyim..........Mehmed İhsan USLU
|
Veysel Şimşek | Zalim Dünya Meydan Okur Yıllara |
Kim demişki Dünya fanidir fani,
Dünya aynı Dünya gidenler hani,
Fani demek bize teselli yani,
Ölüm haktır her canlıya kullara.
Zalim Dünya meydan okur yıllara.
İnsanlar gidici Dünya kalıcı,
Bir sillede canı alır alıcı,
Adres sormaz azrailin kılıcı,
Ölüm haktır her canlıya kullara.
Zalim Dünya meydan okur yıllara.
Dünyada efsane divane kullar,
Ölüm çanı çalınca kırılır dallar,
Geleni getirir gideni yollar,
Ölüm haktır her canlıya kullara.
Zalim Dünya meydan okur yıllara.
Asırlardır Dünya sabit yerinde,
Sade çok düşünen kalır derinde,
Ölen ölür Dünya kalmak zorunda,
Ölüm haktır her canlıya kullara.
Zalim Dünya meydan okur yıllara.
Ne varsa Dünyada bin türlü hüneri,
Kıyamet koparsa tersine döner,
Aptallar kendini bakiyim san ar,
Ölüm haktır her canlıya kullara.
Zalim Dünya meydan okur yıllara.
Zalim Dünya canlıların durağı,
Gelir görür yaşar gider merağı,
Garip Veysel boşa sallar küreği,
Ölüm haktır her canlıya kullara.
Zalim Dünya meydan okur yıllara.
Tel:05379590555
|
Şerafettin Yıldız | Zalım Felek |
Yıllar yılı kovaladı, Adım, adım sayaladı
Derdi dertle mayaladı, Zalım felek, gurbet elde
Varmı yokmu demez elde, Ne dedikse kaldı dilde
Akort bırakmadı telde, Zalım felek gurbet elde
Gönüllerde taht kurarken, Hakk yolunda iz ararken
Düşümü hayra yorarken, Her şafakta gurbet elde
Demedi hiç yazık sana, Yaşatmadı kana, kana
Tepti o yana, bu yana, Zalım felek gurbet elde
Çile oldu paya düşen, Kadermiydi böyle yaşam
Göz yaşlarım çisem, çisem, Her an, her dem gurbet elde
Geçti gitti günler zağla, İster gürle, ister çağla
Artık bildiğini söyle, Zalım felek gurbet elde
29 / 12 / 2006
|
Yüreğim Acıyor | Zalim Geceler |
Gecelerin ne kadar karanlık olursa olsun,
Senin gecelerinde yıldızlara parıldasın,
Ayın ışığı yolunu aydınlatsın,
O zalim karanlık gecelerde.
Geceleri öten baykuşlar yerine,
Güle hasret bülbüller şarkılar fısıldasın kulağına,
Bir gün olurda gelirsem akınla eğer,
O zalim karanlık gecelerde.
Unutma ki güle şarkılar fısıldayan,
Bülbüller kadar sana yakın,
Ama yıldızlar kadar uzaktayım,
O zalim karanlık gecelerde.
Benimse her gece zalimce inadına karanlık,
Yine ben sensiz kimsesiz yapayalnız,
Acılarla bir başıma,
O zalim karanlık gecelerde.
|
Sinan Gündoğ | Zalim Gurbet |
Bu gurbet el bana ölüm geliyor,
İnan burda sensiz zaman geçmiyor,
Tekrar kavuşuruz sevgilim ama,
Ah bu zalim gurbet bitmek bilmiyor.
Ne diyeyim ben bu zalim kadere,
Eyledi perişan, boğdu kedere,
Mevlam sabır versin ayrı kalana,
En kötü ceza bu gurbet sevene.
Layık görüp bizi ayıran gurbet,
Aşığa sevene göstermez hürmet,
Gönlüm elbet birgün kavuşur sana,
Özlemini çektiğim sevgilim sabret.
Zalim gurbet söyle sana neyleyim,
Leyladan ayrılmış mecnun gibiyim,
Ümidimi kıramazsın sen bizi ayırsanda,
Mecnun olurumda ben sana direnirim.
|
Sadi Mert | Zalım gurbet |
Zalım gurbet senin kahrın çekilmez
Bağın bahçan gülün olsa girilmez
Cennet olsa senin yurdun sevilmez
Yedin benim yedin gurbet ömrümü
Çeken bilir gurbet senin kahrını
Alan varmı senden hiç muradını
Sevemedim senin bir tarafını
Yedin benim yedin gurbet ömrümü
Kestin yollarımı bir bir kapattın
Yaktın şu sinemi kara bağlattın
Sadi merti için için ağlattın
Yedin benim yedin gurbet ömrümü
|
Mehmet Soysal | Zalim Gece |
Gunduzlerimi geri ver
Git basimdan zalim gece
Karanligin doludur ser
Git basimdan zalim gece
Ben Gunesi isterim
Karanligi neylerim
Bana dusman herseyin
Git basimdan zalim gece
Isigimi calan sensin
Karanliga iten elsin
Seni kabuslarin sevsin
Git basimdan zalim gece
Uykuya gitmez gozum
Bulamadim hala cozum
Ruyalarimda mi gozun
Git basimdan zalim gece
Yildizlari hep sondurdun
Hayalleri sen oldurdun
Ne aglattin,ne guldurdun
Git basimdan zalim gece
Sessiz kaldi bak sokaklar
Seni bekler tum gunahlar
Seni bir tek Seytan anlar
Git basimdan zalim gece
|
Soner Aldemir | Zalim Gurbet |
Gurbet elde gün geçmiyor,
Yarim özlemiş, ağlıyor.
Ayda yılda bir arıyor,
Zalim gurbet bitsin artık!
Köyde çoluk çocuk bekler,
Yarim hergün yolum gözler,
Ben de burda sizi özler,
Zalim gurbet yettin artık!
Anam, babam bir tarafta,
Canım nöbet tutar yolda,
Her akşamın sabahında,
Zalim gurbet tutma artık!
Tezek kokar, bağım bahçem,
Nerde benim, inci tanem.
Bekle beni tez dönecem!
Zalim gurbet bu son artık!
(30-07-2008-İzmir)
|