area
stringclasses
7 values
title
stringlengths
2
48
city
stringclasses
79 values
text
stringlengths
495
43.2k
Ege Bölgesi
Külcü Oğlan
Muğla
Eveli zamanda galbır zamanda bir yaşlı benim gibi bir yaşlı varmış. Bi de oğlu varmış. Ayağını hiç külden çıkarmazmış oğlan. -Yav demiş odunumuz yok üşüyoruz. Aa üşüdüm üşüdüm çıkıyo üşüdüm üşüdüm gine giriyomuş. Hindi anası ne yapsın e afedersin eşeği getirmiş heybeyi getirmiş içine de kül gatmış u da ayaklarını sokmuş oduna gitmiş garı. Oduna giderken padişahın gızı da bakıyomuş pencereden. Şindi külcü ettir elekten gidiyomuş ayağını da küle sokmuş. Gah gahlarnan gülmüş hindi padişahın gızı. Bu gitmiş gitmiş oturmuş anası gatmerler yapmış börekler yapmış. Bi böyüüüük çay akıyomuş. Çayın başına oturmuş külcü. Çayın başına oturmuş ekmekleri yimiş. Yidiği ekmekleri bütün balıklara atıyomuş. Acık unlara atıyo acık kendisi yįyo. Bir gara yılan faşıldıyaraktan gelmiş. -Ben nire girem demiş. Beni arkamdan demiş düşmanım goşturuyo nire girem. Gocamaaan bir garac ağacı varmış unun içine girmiş. Unun içine girmiş. Goca ejderha geçmiş gitmiş. Görememiş. Şindi ordan çıkmış yılan demiş ki: -Dile benden dileceni. -Yav demiş sen bir yılansın ben senden ne dilicem demiş. -Yav dile benden dileceni. -Eh demiş padişahın gızı güldü ya una. Senin her dediğin olsun de bana demiş. -Tamam demiş senin her dediklerin olsun demiş ben hazırım senin yanında demiş yılan. Yılan da periymiş gari. Senin her dediğin olsun. Şindi gine ayaklarını küle sokmuş. Eşeklen gidik gidermiş. Gine padişahın gızı pencereden bakmış gine gülmüş. -İnşallah demiş benden altı aylık gebe kal demiş padişahın gızını. Geşmiş gitmiş. Şindi üş gün beş gün sonra padişah bir tellal bağırıyomuş. Yedisinden yetmişine benim saraydan geçsin. Padişahın gızı böle böle demiş. Gah gah gah gülüyomuş ocan başında. Dedi ya gari söyleceni. Undan sona: - Oğlum kalk git padişah şey vericekmiş ceza vericekmiş anası. -Gitmicem demiş. -Oğlum hadi git. Şindi herkes geşmiş padişahın gızının bi topu varmış. Atıyomuş hiç kimsenin başına inmiyomuş. En sona bu gitmiş. Gine eşeğin üstüne binmiş. Ayağını da heybelere sokmuş. Geçiyomuş bi atmış padişahın gızı küte tek başına. Gine gah gah gülüyomuş. -Olmadı olmadı olmadı diyomuş padişah. Külcüye verir mi gari gızını. Tekrar gine dönmüş. Tekrar gine geşmiş paaat gine. Tekrar gine geçmiş paat. Şindi padişah garez etmiş. -Bi dene sandık yapacam demiş. Külcüyü de seni de gop atcam nehire demiş. -Eyi. Külcüyü de gomuş unu da gomuş . Gide gide gide gide. Sandığa goymuş atmış. Ne vardıysa ceplerine doldurmuş gız gidiyormuş nehirden. Gide gide gide gide gide bi sahraya çıkmışlar. Sahraya çıktıklarında: -Yav demiş biz burda aç susuz nereye gidecez. Senin dedin demiş her dedįn oluyor madem demiş sen de ki demiş padişahın sarayın garşısına aynı öyle bi saray. Öyle hizmetciler inciler yakutlar zümrütler her şeyler dolsun. Öyle bir saray olsun. Dış tarafları ondan sonracım camaken olsun. Padişah gördüğü zaman aklını şaşırsın diyor. Hepsini söylemiş şindi külcü. Her dediği oluyor gari perilerlen garıştı. Hepsini söylüyor ediyor bizi de diyor sarayın içine goysun. Tamam söylüyor. Bi geliyolar ki goca bir saray olmuş zümrütten yakuttan ışıl ışıl. Giriyolar içerisine aynı bubasının hizmetçileri gibi içerisinde hizmetci. Undan sonra oturuyolar. Neyse sabahleyin bi kalkıyo namaza kalkıyo tabi u zaman namaz abdest şimdi namaz abdest mi var. Undan sonra namaza kalkmış bi bakmış ki bir saray var sarayın garşısında gözlerini kamaştırıyo. -Allah Allah demiş nerden çıktı bu. Neyse namazını gılıyo. Guşluk oluyo. -Git bakalım diyor hizmetçisine kim bunlar kimin nesi. Undan soracım hem diyor akşam çorbasına diyor bize çağır diyor gelsinler. -Olur diyor. Gidiyor. -Siz nerden geldiniz. -Filan diyardan filan şehirden geldik diyolar. -Undan soracım çorbaya çağırıyo diyo padişahım. -Tamam geliriz. Neyse oturuyor una yapılan hallerini biraz gız masal olarak söylüyor şindi. Ortada söylüyor. Şindi hep beraber toplandığı için yemek yiyolar. U zaman biraz kendi halinden masal söylüyor. Gızını nehire attım biliyor gari padişah bilmiyor ki tekrar gelceğini. Nehirde öldü diyor. Sonra gari: -Sen de bu akşam bize geleceksin diyorlar. -Tamam diyor padişah. Geliyolar. Şey diyor. Seyis seyis diyor: -İnci torbasını atın boynuna asıver diyor gız. -Allah Allah diyor şindi padişah. İnci torbası diyor atın boynuna asılır mı diyor. -İnci torbası atın boynuna asılmazsa diyor gız bir padişahın gızı da külcüden gebe olabilir mi diyor. Hani lafını perçinliyor. Ondan sonra: - Haaa sen diyor nerden biliyorsun diyor. -Undan sonra işte ben senin gızınım. İşte öle işte böle hepsini gonuşuyolar ediyolar gari sarmaş gülmeş oluyolar. Külcüye bi düğün ediyo. Saray var her var köşk var şeyi var gari yetmemi. U zaman külcüydü şindi değil. Undan sonra evelden böle Türk törelerinde zenginlik fakirlik aşşalamalar. Sonra evlendiriyor. Da hala va hala geçinipdurularmış.
Ege Bölgesi
[Mavi Yusuf]
Muğla
Bi adamın bi horuzu varmış horuzu. Horuzu almış şey demiş: - Bu horuz kaş bin lira? - Yav bir horuz kaş bin lira olur mu? - Yav,demiş bunun diğeri var. - Niymiş diğeri arkadaş bunun? - Bunun demiş, horuzun beyazlığı demiş, Mavi Yusuf’a benziyo demiş. Gözleri demiş, Mavi Yusuf gibi mavi demiş. - Eee. - İbiği de Mavi Yusuf’un yanakları gibi gırmızı, demiş. İşte hepsi söylemiş. Böyle  tüylerini böyle şeyisi gaşarlı gibi gara, demiş. Şindi bunu da söylerken padişahın gızı görüyo duyuyo. Unu söylemekle padişahın gızı âşık oluyo şimdi Mavi Yusuf’a. Şindi bubasına diyo ki: - Ben Mavi Yusuf’a  âşık oldum, diyor. - Yahu diyo ben Mavi Yusuf’u nerde bulan gızım. - Nerde bulursan bul, diyor. Ben Mavi Yusuf’a âşık oldum. Gün geşiyo ay geşiyo gız böyle hilali fener oluyo. Mavi Yusuf’a âşık oluyo. Şindi diyo ki bubasına: - Sen  bir sandık yaptır, diyor. At çaya beni, diyor. Ben gitcen  kendim bulurum, diyor. Undan sona bi sandık yaptırıyo goyyo gızını sandığın içine atıyo çaya. Gide gide gide gide gide gide gide. Mesela gidiyor böyle bir yuvarlak bir çayından gidiyo. Burdan köyceğiz gölünden salıyo gidiyor pilaja yanaşıyo. Şindi Mavi Yusuf’un ablası da u pilajda yazlıyomuş. Mavi Yusuf’un ablası da. - Yav şu sandığı alın gelin diyor. Cansa benim malsa sizin. Hemen getiriyolar bir baksınlar ki dünya güzeli gibi bi gız içerisinde. Hemen çıkarıyın. - Sen niden geldin yavrum burya, diyo. Ben böle böle böle böle, diyor. Bir adam horuzu satıyordu öle söyledi. Ben de unun sölemesinden Mavi Yusuf diyerekten diyor âşık oldum. - E Mavi Yusuf’un ablasıyım ben, diyor. Şindi diyor ortalık bembeyaz şindi Mavi Yusuf’un gelmesi yakın. Sen hiç canını sıkma. Ondan sona neyse Mavi Yusuf geliyo. - Ondan soracım mavi hanım mavi canım Mavi Yusuf’a bir su ver, diyor. Hizmetçiye söylüyordu eveli u gıza söylüyor. Gine her başdan dırnağa mavileri keydirip öle. Undan sora geliyo suyu verip dönüyo. Ertesi  seni gördü de âşık oldusa senede bi kere geliyo altı ayda gelir, diyo. Altı ay sonra Mavi Yusuf gine geliyo. Bu gırmızıları keydiriyor. - Mavi hanım mavi canım Mavi Yusuf’a bir su ver. Gırmızı bardakla, diyo getiriyo. Şindi giderken diyor: - Bardağı at sen gırılsın diyor, ablası. Bardağı yere bi atıyor gırılıyor. Şindi ablası diyo ki: - Ayı işte höle böle dağdan getirdim seni höle ettim böle ettim diye. - Yav, diyor Mavi Yusuf bir bardak değil mi gadar diğeri var abla şöle böle, diyor. Undan soracım kalkıp gine gidiyo. Mavi Yusuf: - Şu ,diyor eğer seni sevdiyse üç ayda gelir, diyor. Üç ayda geliyor beş ayda geliyor on beş günde geliyor ertesi gün geliyor her gün geliyor geliyor. Undan sona Mavi Yusuf da una âşık oluyor. Şindi diyor ki: - Mavi Yusuf ver, diyor bu yüssüğü bu yüssükten geçse ben unu gine almam, diyor. - Çok şeyler veriyo almam, diyo istemem diyor. Undan sonacım u yüssük de unun nişanımış halbukisem. Gız kalkıp gidiyor bubasının ora gidiyo. Arkasından gine Mavi Yusuf gidiyor tabi şeyden şeye biliyor ablası gidiyor. Kendisi gidiyor. Undan sona düğünleri oluyor. U da unu seviyor u da unu seviyor âşık olduğu çocuğa varıyo. Gide gide gide gide nehirden nehirden buluyo varıyo. Düğünleri oluyo. Kırk gün kırk gece evleniyolar. İşte b u gadar. Onlar ermiş muradına biz de buraya geldik gari oğlum.
Ege Bölgesi
Padişah'ın Oğlu
Muğla
Bir varmış bir yokmuş. Bir padişahın oğlu varmış. Bi de padişahın gözü kör oluyo. Padişahın gözü kör olunca öte gidiyo bura gidiyo ora gidiyo buraya gidiyo nereye gittiyse bunun tedavisi mümkün olmuyo. En son bir artık ülema mı diyim ne idise bir padişaha diyo ki: — Senin gözüne bi siyah balık iyi gelecek, diyo. Oğluyla gönderiyo bi işcisini balık atıyolar voltayı çıkıyo. Çıkınca da balık dilveriyo*. — Akdenizin dibine bir gün olur çıkar yüzüne, diyo. Balığı da oğlu atıyo. Geliyo oğlu cellet* edicek. Cellet gıyıp at. Oğlunu başka ile gönderiyolar başka memlekete. Babası cellet ettirmek istiyo onu cellet etmiyolar başka bir köye gönderiyolar. Bu köye gittiğinde de orda bir padişahın gızınlan evlenen oluyo iki sefer ikisi de ölüyo. Üçüncüde bunlan evlenicek. Padişah oğlu da bu arada at alıyo bi tane. Atına seyis istiyo. Varıyo bi köyde farzı mahal Dalyan'da veya Ortaca'da bi yerde yaşarken bene diyo bi seyis: — Arap bi çocuk o balık insan olup dışa çıkıyo. Gezerken bene bi seyis bulun, diyo. Bulurken de bu çocuk denk geliyo. Allah u Teâla denk getiriyo. Balıktan dönüşmüş insana. Kaç para alırsın diye padişahın oğlu pazarlık ediyo. — Ne gazanırsak ortagız, diyo balık olan kişi. Seyislik yapıcek kişi oluyo artık. Ve bu olayda böle yaşa yaşa yaşa yaşa yaşa bi duyuyolar orda evlenecek padişahın oğlu. Evlenecende diyo ki düğün guruluyo her şey bitiyo gerdeğe giriyo gerdeğe girdinde de o seyis olan: — Bi dakka padişahım, diyo. Bu ne gazanırsak ortag değil miyiz, diyo. Ha gızın belinde padişahın gızının belinde de evran yılan sarılıymış. Evran yılan sarılıymış onun ilk yanına gideni sehir öldürürmüş. Ve bu şekilde oğlan diyo ki: — Bene ilk etapta köyde şehirde dururken isteyince seni bi kılıç isterim, diyo padişahın oğluna seyis. Kılıcı yaptırıyolar yanında kılıç seyisin yanında ve padişahın heybesinde diyo ki: — Ne kazandısak ortak mıyız, diyo. — He ortagız, diyo. Heybenin bi gözünü padişahın oğlu bi gözünü de seyis istiyo. Ondan sonra da gızı ortadab bölücek. Gerdeğe giriyor. — İlk ben girecem, diyo seyis. Ben girecem, diyo sonra sen girecen, diyo. Galdırıyo bıçağı şey kılıcı kaldırıp vurdunda hiii diyoru kıza ikinci hiii. Onda penzehir varmış onu çıkarttırmış zehirleri yılanın zehrini. Üçüncüde kaldırıp hurdu mu hiii diyo ağzına gelen tükürügü çıkardıyo. Onu bi kâğıda sarıyo götürüyo babasını yanına. Bazı yerleri doğru geçipduru tam şe ettirmiyoru. Ve bi balıklı şeyli yere gidiyola varıyo gözü padişahın oğlunun gözünü sürüyola padişahın gözü açılıyo. Ve bundan sonra da seyis, padişahın oğluna diyo ki: — Beni götür bakalım seyis beni düş önüme, diyo. Filan zaman bi balık sene dilvedi mi  iskelede, diyo. Padişahın oğlu: — Verdi, diyo. Seyis: — İşte o benim, diyo. Bu penzehir de gızın ağzından aldığı da yılanın penzehiriymiş. Babasının gözü açılıyo. Sonra düğün dernek barışıyolar öpüşüp goklaşıyo. *cellet: Cellat, ölüm cezasına çarptırılanları öldürmekle görevli olan kimse. *dilvermek: Konuşmaya başlamak
Ege Bölgesi
[Tuz Kadar]
Muğla
Evveli bi padişah varımış. O padişan iki tane gızı varmış. O gızlarına: — Gızım sen beni nasıl seviyorsun? Babam ben seni, demiş: — Lokum gibi severim, demiş. Biri demiş: — Ben seni duz gibi severim babam, demiş. — Ula gızım nasıl seversin? — Duz gibi severim babam, demiş. —Ule gızım sen beni duz gibi nası seversin? — Duz gibi severim babam, demiş. Sona varmış çağırın adamları, demişler. Padişah — Gızı alın gidin filan yerde kesin bu gızı, demiş. Onlar o gızı götürmüş. Adamlar gidmişler gidmişler bi derede kaplumbağa bulmuşlar. Gocaman bi kaplumbağa kesmişler. Gız yalvarmış onlara. Gızı kesmemişler kaplumbağayı kesmişler. Kaplumbağanın ganını sürmişler gızın elbiselerine. Almışla gidmişler babasına: — Aha bak kesdik gızı, demişle. Gız gide gide gide gide bi Yörük evine varmış. — Beni misafir kabul eder misiniz? — Gel gızım gel, gabul ederiz, demiş. Bi oğlan varmış. Yörüğün çocuğu yokmuş. O da o oğlanı büyütmüş. Oğlanla kızı evlendirmiş. Onlara bir ev yaptırmış, köyün içinde bir taneymiş. Ev çok güzel. Ev hem güzelmiş hem evin içi parayla döşenip dururmuş. Üç tane çocukları olmuş. Büyüğün adını “Ne Oldum”, ortancanın adını “Ne Olacam”, küçüğün adını “Ne Olmuş” goymuşlar. Sonra oraya padişah keşfe gelecek olmuş. Padişah: —Kimin evi iyi kimin evinde oturayım, demiş. — Filan yerde oturalım, o köyün en güzel eviymiş, demişler. Ordan varmışla adama söylemişle. — A demiş garı. Hemen garısının babası olduğunu anlamış emme ötekilerin bildiği yokmuş. — Buyurun getirin, demiş yemek hazırlayalım, demiş. Padişah gelmiş, padişahı oturtmuşlar. Böle yemekler çeşit çeşit hazırlanıp durmuş. Duz gatmamış hiçbirine. Duz gatmamış, bazısında hafif varmış, bazısında hiç yokmuş. Oturmuş adam. Gadın: — Ne Oldum su al gel gızım, Ne Olcam sabun al gel eline su dök gızım, Ne Olmuş bunu böyle et gızım hep böyle, diyormuş. Padişah duzlu yemeklerden yemiş, duzsuzlara hiç el salmamış. Evine varmış dönmüş. — Ekmek yediğim filan yerdeki evin beyini çağırın, demiş. Sonra ordan çağırmışlar bunlar. O adam varmış. — Sen bu çocuklan adını neden böyle goydun? — Ha padişahım, demiş sen bunu mu anlamak istiyon? — Onu anlamak isteyom, demiş. — Evveli bir dene senin gibi bi padişah varmış, demiş. Sen beni nasıl seversin diye gızına sormuş, demiş. Küçük gız, ben tuz gibi severim babam seni, demiş. Kesin diye adamlarıylan göndermiş. Filan yere göndermiş. O gız yalvarmış adamlara. Adamlar gızı kesmemişler, demiş. Tın tın giderken bi yörük evine uğramış, demiş. O yörük evinde benim gibi bi oğlan çocuğu da varmış, demiş. Beni onunla evlendirdi, demiş. Üç dene çocuğumuz oldu, demiş. Bundan çocukların adını Ne Oldum, Ne Olcam, Ne Olmuş goyduk, demiş. — Öyle mi oğlum? — Öyle, demiş. — Hadi filan yere git gadını da al gel bura, demişle. Evine hemen yatağından kalkmış döşek atmış. Gadın hemen gızını oturtmuş. Gızına: — Sen benim gızımsın, demiş. Seni kesmemişler, demiş. Bütün malım mülküm yerim yurdum senin, demiş.
Ege Bölgesi
Azrail ile Arkadaş Olan Adam
Muğla
Şimdi birisi varımış. Bu eskicilik yaparımış. Bi tülü yani geçimini sağlayamamış. Başka yilere gitmeye kalkmış. Gideriken birisi çıkmış önüne demiş ki: - Sen nereye gidiyon? - Böle böle geçinimedik. Para gazanmaya gidiyom, demiş. Öne geçende Cebrailimiş Ezrail Cebrail: - Sen, demiş filan yere git. Ben orda hastanın başucunda olursam bunna ümit yok boşa masraf etmende eye ayakucunda olusam şu şu ilaçla ve, deye. Buna baya para gazandımış. Sonunda tabi bu parayı gazanmış etmiş döneken Cebrail’e demiş ki: - Şini arkıdaş olduk biz. Benim ölümü bi yıldan önce bildir filan, demiş. Neyse bi zaman gelmiş. Bi diş arısı bi diş arısı gelmiş buna. Emme yani çok ızdırabılmış. Sona bi yıl geçmiş ya bi yıl önce bildiriyuya. Bi yıl geçmiş. Cebrail gelmiş. - Selamaleyküm. - Aleykümselam. O günde değirmene gitmiş eskiden yel un ötcek değirmenle vardı ya değirmen gitmiş. Un uyutmuş gelmiş ya tamam, demiş: - Sen bene bi yıl önce bildircedin emme bildimedin. - E senin dişin arımadı mı, demiş. -Arıdı, demiş. - E da ne istiyon adam, demiş. - Sen buna madem benim canı alceksin heç olmazsa bu huyuttum undan bi ekmek etsin. Çokla da yiyem, demiş. - Olu, demiş Cebrail. Şindi olu deyince buna Cenabı Allah demiş ki: - Bi şey mi seni aldattı? Bir yıl da ömür veriyon ben ona, demiş Cebrail’e. - Neyse, demiş sene bi yıl da ömür geldi, demiş. Şindi öteki sayyoru gurnaz. Tam o gün Cebrail’in gelceği gün yine deyirmana gidiyoru. Değirmene gidiyoru. Un üyütmeğe geliyoru. - O hoş geldin beş geldin una göre ayarlıyoruya anca değirmenden geldim. Un üyüttüm. Ekmek edivesilede yiyelim de undan sona al benim canı. - Tamam tamam, demiş öteki o zaman almış canını. Misarek çıkmışla ta höle ruhuna. Sona bi yas  gopuyo tabi evde. - Len, demiş arkideş. Sizin taraflada sizin ev taraflada yas olıvatı sakın birisi ölmesin. - Yok ya, bizim u tarafta öle ölcek isan yok, demiş. - Hadi cenazeye gidelim bi sevaba girelim, demiş. Cebrail, zaten öldünü bilmiyoru yani. Sona gidiyola mezara gidiyola gömüyola. Gömdükden sona hekes çekildikden sona: - Ulen, demiş bu ölüyü güzel gömmedile gel bu mezarı açalım buna onaklayalım*  mezarı, demiş. Hani ölüyü güzel gomadıla onaklayalım mezarı. Açınca bunu kakıveriyoru lap kapanıyoru mezar. Allah tarafından undan sona tabi öldünü biliyoru bu sona bu yani. *onaklamak: Düzeltmek
Ege Bölgesi
Helvacı Güzeli
Muğla
Şindi bunna hacca gidcek oluyola. Hacıda giderken oğlu gidiyoru. Bunnan evlatınan bi gız gardaşı varımış. Bi gızı varımış bi de ailesi varımış. Buna hocene: - Bunu kimi amanet edelim kimi amanet edelim e en büyük cami hocasıdı bunu havale edelim demişle. Bu unla oraya giddikten sona hocengızı amanet ediyola ya una saldırıyoru. Bu sefer gızına yarılıyoru bişeyler ediyoru hani kendini savunmak için bu sefer hocan oraya haba gönderiyoru: - Gızın diyoru höle etti böle etti. Gızın rahat durmadı. İftira atıyoru gari kendine teslim olmuyoru ya. Şindi odan bıbası diyoru: - Git diyoru gardeşin ganlı gömleni getirceksin diyoru. Odan olan dönüyoru geriye geliyoru eve. Ondan sona gız anladıyoru ama olan inanıyoru buna amma yani bıbası illa ganlı göneni getirceksin demiş. Ondan sona kesivemiyo alıp gidiyoru dava onan bi şey tutuyola yani tilki yahut şu bu gibi bi şey. Onun elbisesine parçasına ganı bulaştırıyoru. - Sen diyoru git canını kurtar deyoru. Neyse bıbasının yanına varıyoru. - Tamam diyoru kestim geldim öldüdüm. Tüm zaman geçiyoru zuhur geçiyoru bu gadın gidi gidi gidi gidi gide bi yere varıyoru. Ekek elbisesi keyyoru tabi. (erkek gibi dolaşıyoru yani kendini gorumak için) bi yere çıraklığa giriyoru hayvacının yanına. Hindi oraya işe giriyoru. Oda çalışıken edeken bunun adı çıkıyoru gari işte şöle hayvacı böle hayvacı işte hayvası çok güze şöle böle. Derken ondan sona şimdi bunla bıbası bilmem nesi yakın bi yerimiş öle diyelim ileynenen bağcılar gibi buraya toplanıyola işte. Masalla anladımış hayvacı güzeli bilmem ne. Toplanı sohbete hocende dâhil undan sona: - Yav ben diyoru hikâye başlıyacam emme uzun sürer içinizde su dök gelcek irahatsız olan varsa döksün gelsin sona çıkamam deyoru. Kapıyı kitliyo seninki anahtarı yanına alıyo başlıyoru başından geçenleri anlatmaya. Birisi varımış işte şöleymiş böleymiş işte hacıya gitmiş i sona bu sefer hocen gıvranmaya başlıyoru. - Iğ diyoru ben size ne dedim deyoru. Undan sona bi soyunuyoru epey anlattıktan sona işte o benim deyoru. Undan sona hocene halletmişle. Hoceni öldümüşle. Böle bitmiş yani.
Ege Bölgesi
Keloğlan ile Deloğlan
Muğla
Eveli kelolannan delolan vamış. Bunna iki gadeş çıkmışla iki kişi çıkmışla yola. Gidmişle bi yere acıkmışla susamışla vamışla bi isanın evine. Bi nenenin yanına. - Biz acıktık nene misafi alın mı? - Alırız alalım olum. Acız guca isanda uykuda açlıklanı bilmiyola. Delolan diyo ki kelolana: - Abi ben acıktım deyoru. - Açı da dur deyoru aç du gardeşim deyoru. Aç da duruyoru. - Bi daha ben acıktım abi ben acıktım hula da guca isanın yeme vasa bakem mendili deyoru. Araştırıyoru ekmek medili arıyan derken guca garının sımatına basıp sıkıyoru öldürüyoru. (ekmek arıyan derken goce garının buğazını çiğniyoru garankıda goca garı ölüyoru ) - Oda hindi goca karı öldü ne yapcez deyoru. Akıllı kızkare hani kelolan: - Hadi deyoru gidelim budan. İsanna gömeden bizi hadi gidelim. Udan gidiyola bunna iki kişi. E kapı kattın mı isan gelen giden görü? - Hayır kapatmadım demiş. - Hadi çek gel kapıyı demiş kimse görmesin. Uda bu kapıyı cayırdıyo söküp akasında giriyoru. Bu ilen demiş: - Ben sene çek de gel dedim demiş böle yol da gel mi dedim demiş. Hemen yüklenmiş gitmiş bunla gitmişle gitmişle gitmişle gece sabah olmuş. Bi goca gavak vamış goca gavan başına çıkmışla bunla hani gömesinle diye. Hu tahtayı çıkamışla. Hindi bunun dibinde baza olumuş. Bu baza oluncek herkes sabalı bazara gelmiş oraya çuğalmış. Hekes ni satıyosa almış getimiş gumuşla. Ötekile abıdın başında gömüyola. Onlara eee aç duruyola küçük duruyola. - E abi deyoru benim diyo çişim geldi. - E nedem zabred gardeşim aç da duruyoru. - Gine benim çişim geldi. - E zabred gardeşim e zabred e bazacı çıkıp gidib mi barı hemen akşama gada oda duru mu. O açcık açcık goyuve deyoru. Açcık açcık çişini goyuveriyoru altındakile. E goca gapıyı kırık gelesiya deya tobasını heybesini aldıklanan bi gaçıyolamı. E sona goca gavan tahtasıda gocagarının kapısını alıp gittile. Tahta hadı olum cayır cuyur gidiyo aşşara cayırınan. Hadi olum bazacıla gaçıyoru aldı aldı almadı galdı. Uda u kalanı alıyola bi çuvala dolduruyola içine eşyaya hadi yüklen tahtayı bıraka gocagarı kapısınıda bırakıyola. Oda hadi yüklen çuvala götürüyola. Çuvala gidi gidi gidi gide (…) fazla mal va gari çuval dolupduru. Alıyola. Götürüyola anasının bıbası yok kendi evlene saklıyola. Bunla göstemiyola bi sıge gomşula geliyoru. - Kelolan, delolan deyola. Sizin şey vasa bize verin. Ölçüdekleri altın olmuşla gari paraları vaya kil almaya gelmişle. Goşuları unna tanıyolamış. Kil almaya gelmişle buday ölçüyola ya yarım ölçek diyele ya undan ölçmeye gelmişle. Ötün bi saksak yapıştımışla bunla una ölçmüşle. Normalmiş işeysinde öteki goşuları yapıyola kelolanla delolana odan alıyola altına altın yapışıpduru altın yapışıncaya gada bömüşle. Bunu e bunlan parası va pulu va demişle. Goşuları deyoru gari onlara. Unla çuvalnan aldı gitti ya garıyı ceyicci paraya odan çuvalnan bi da alıyola. Sakla gari bizi buluyola. O çuvalnan gidip balaken daşdan kela höle ediyoru daşda kelala öle ederya hani duvalada ederle durula kelleleni dutuyola. Una veriyola bizden para istiyovatı. Deyola kelolanlan delolan aç da gidiyola birisine aç da ona atıyola deken öle öle çovaldakilende almışa. Üç gibi evlene öle vamışla dağıtmışla.
İç Anadolu Bölgesi
Genç Rahmi
Kırıkkale
Bir varmış bir yokmuş. Evvel zamanın içinde bir padişah varmış. Padişahın da on üç on dört yaşlarında bir kızı varmış. Padişah fakirlere öteberi dağıtır, hayır yaparmış. O günde pekmez dağıtılırken yaşlı bir kadın çanakla evine pekmezi götüreceği anda bu padişahın kızı da bahçede altın topuyla oynuyormuş. Altın topu sıçratmış elinden, yaşlı kadının çanağına değmiş. Çanak kırılmış, pekmez dökülmüş. Kadın kıza intizar etmiş.  –Allah kızım!, demiş. Demir çarığın delinene kadar, demir bastonun eğilene kadar Genç Rahmi’ye âşık olasın, arayıp bulamayasın. Neyse gel zaman git zaman kız on beş on altı yaşlarına girmiş. Acaba bu Genç Rahmi kimdir kimdir, diye bir meraka düşmüş. Kızın beyninde yer etmiş. Âşık olmuş yataklara düşmüş. Babası doktorlar, ilaçlar derken hiçbir çare bulamamış. Bulamayınca kız demiş ki babasına:  – Baba bana bir demir çarık yaptır, bir de demir baston al, ben gidip bu Genç Rahmi’yi arayıp bulacağım. Babası:  – Yapma etme kızım sana istediğin kocayı alırım, bulurum, dediyse de kız anlamamış. Kız: – İlla gideceğim ben Genç Rahmi’yi bulacağım, demiş. Neyse giymiş demir çarığı, almış demir bastonunu eline, düşmüş yollara. Giderken giderken aradan kaç gün geçtiyse bir dağın başında ulu bir ağaç eve rastlamış. Bir binaya, koca yüksek bir binaya...o da devlerin binasıymış. Varmış, orada acıkmış. Kız dışarıda:  – Aç doyuran, aç doyuran, diye bağırmaya başlamış. Hemen oradan devin hanımı hizmetçilerine demiş ki:  – Aman bey gelmeden şu zavallıyı içeriye alalım da karnını doyuralım. Hemen almışlar kızı içeriye, karnını doyurmuşlar. Kız derdini anlatmaya başlamış.  – Ben böyle böyle Genç Rahmi’ye âşık oldum, onu aramaya çıktım, demiş. Devin karısı:  – Seni saklayalım da bey gelince bir sorayım bakalım, o bilir, demiş. Neyse, kızı yedirmiş, karnını doyurmuş sonra da saklamış. Dev gelmiş, eve girince ,  – Adem eti kokuyor, adem eti kokuyor, diye bağırmış. Kadın:  – Aman beyim ne adem eti, kuş uçmaz kervan geçmez bir dağın başındayız, demiş. Neyse dev:  – Biz uyku uykusuna yatmaya gideceğiz sakın ha kapı dışarı çıkmayın, diye uyarmış. Kadın:  – Aman beyim, kuş uçmaz kervan geçmez ne yapacağız, bekleyeceğiz üç ay, demiş. Bir de bey, şurada pencerenin ağzında uzanmıştım, rüyamda bir tavşan Genç Rahmi Genç Rahmi diyerek geçti, zıplayarak gitti. Bu Genç Rahmi kimdir acaba, diye sormuş. Dev:  – Sana ne kâhyası mısın, diye cevap vermiş. Kadın sonra devin karnını doyurmuş, etmiş. Dev,  –Artık biz gidiyoruz uyku uykusuna yatmaya, üç ay yatacağız sakın kapıya, bacaya çıkmayın, demiş. Öyle deyince kadın korkusuna bir daha bir şey diyememiş.  –Tamam, demişler. Dev gidince kızı sakladığı yerden çıkarmışlar. Kadın:  – Duydun ya, sorar sormaz kızdı. Ona bir daha bir şey soramam ben. Buradan bir günlük yol ötede benim ortanca kız kardeşim var, bu devin ortancası kardeşimle evli, git ona bir sor belki o bilir, demiş. Neyse kız gitmiş kadının ortanca bacısının sarayına varmış. Orada da,  –Aç doyuran, aç doyuran, diye bağırınca ortanca bacı,  –Bey gelmeden şu kızcağızı alın da karnını doyuralım, demiş. Hemen almışlar karnını doyurmuşlar. Neyse kız derdini ortanca kardeşe de anlatmış. Bacısının selamını söylemiş. Kadın da:  – Dur bakalım bir beye sorayım da bu Genç Rahmi kimmiş, öğreniriz belki, demiş. Dev gelmiş eve girer girmez,  – Adem eti kokuyor, adem eti kokuyor, diye bağırmış. Kadıncağız da:  – Aman beyim, ne adem eti, kuş uçmaz kervan geçmez bir dağın başındayız, demiş. Sonra devin karnını doyurmuş, uyku uykusuna gitmeden hemen:  – Bey şu köşede otururken bir kuş Genç Rahmi, Genç Rahmi diye uçtu, bu Genç Rahmi kimdir? diye sormuş. Öyle deyince dev de,  – Sana ne kâhyası mısın, diye cevap vermiş. O da Genç Rahmi'nin kim olduğunu söylememiş. Sonra dev gitmiş, uyku uykusu yatmaya. Kızı sakladıkları yerden çıkarmışlar. Kadın:  – Duydun ya söylemedi, buradan bir günlük yol ötede benim küçük kardeşimin evi var, onun kocası onun sözünden çıkmaz, o belki söyleyebilir, demiş. Öyle deyince kız, küçük kardeşin evine doğru yola çıkmış. Küçük kardeşin evine vardığında yine  –Aç doyuran, aç doyuran, diye bağırmaya başlamış. Küçük kız kardeş de kızı evine alıp bir güzel karnını doyurmuş. Kız, ablalarının selamını söyleyip kadına derdini baştan sona anlatmış. Neyse onun kocası da gelmiş. Eve girer girmez,  –Adem eti kokuyor, adem eti kokuyor, diye bağırmış dev. Kadın da:  – Aman beyim, ne adem eti, kuş uçmaz kervan geçmez bir dağın başındayız, demiş ve hemen ardına,  – Sabah şuradan bir ses geldi kulağıma, Genç Rahmi Genç Rahmi diye. Neyin nesi acaba bu Genç Rahmi, diye sormuş. Dev:  – Ne yapacaksın, diye sormuş kadına. Kadın:  – Ne bileyim merak ettim, demiş. Dev de bir an tereddüt etmişse de,  – Söylerim ama kimseye söylemeyeceksin, demiş. Kadın da:  – Tamam beyim, kuş uçmaz kervan geçmez, ben kime söyleyeceğim, kimse yok zaten meraktan soruyorum, demiş. Dev:  – Şu karşıdaki iki çatal duran çalıyı görüyor musun, diye sormuş. Kadın:  – Evet, görüyorum, demiş. Dev de:  – O çalıyı kimse ayıramaz, eğer ayrılırsa yerin dibine kırk tane merdiven iner. O merdivenin altında da iki başlı ejderha o çanakları, çömlekleri koruyor. O çanakların içinde bizim canlarımız var. Biz üç ay uykuya yattığımız zaman bizim ruhumuz, canımız çıkar, o küplerin içine girer. O küpler kırıldığı anda bütün devler uyuduğumuz mağarada kırılır, ölür kalırız. Onun için o iki başlı ejderha orada bizi bekliyor. Onları kimse öldüremez. Yalnız içinde büyük bir aşk olan öldürebilir, demiş. Sonra da tekrardan,  –Kimseye söylemeyesin ha, diye uyarmış kadını. Kadın yine:  – Aman beyim kuş uçmaz kervan geçmez, ben kime söyleyeceğim, demiş. Neyse dev:  – Uyku uykusuna gidiyorum ben, sakın kapıya pencereye çıkma, demiş ve gitmiş. Devler gittikten sonra bu üç evin hizmetçileri, ablaları hepsi küçük kızın evinde toplanmışlar. Aradan birkaç saat geçtikten sonra toplanıp çalıya gitmişler. Hemen bu kız önden varıp bu çalıyı ortadan ikiye ayırmış. Ayırmışlar, bakmışlar ki aşağı doğru kırk merdiven inmiş. Merdivenin altındaki iki başlı ejderha bu kıza doğru hücum etmiş. Bu kız Genç Rahmi’ye karşı içinde çok büyük bir aşk beslediği için ejderha hücum eder etmez hemen iki avucunun içine alıp başlarını sıkıp öldürmüş. Sonra orada kaç kişi varsa hepsi aşağı inip çanağı çömleği kırıp kül hâline getirmişler. Devler de olduğu gibi mağarada ölüp kalmış. Bir de bakmışlar ki çanak çömleğin olduğu odadan bir kapı açılmış. Kapıyı açıp çıkmışlar, bir de ne görsünler; her taraf yeşillik, çayır çimen, orman... Bir çeşme görmüşler. Çeşmenin bir gözünden altın su akıyormuş, bir gözünden gümüş su akıyormuş. Kız hemen varıp altın su akan yere çiçe parmağını tutmuş. Çiçe parmağı yarı yerden altın oluvermiş. Bir de bakmışlar ki altın akan argın üstünde aslan gibi bir baba yiğit, beti benzi sapsarı olmuş yatıyormuş. Oymuş Genç Rahmi. Hemen kızlar ip ile çivi ile bir sal yapmışlar. Genç Rahmi’yi salın içine koyup en büyük devin sarayına getirmişler. Kızlar:  – Biz hepimiz gideceğiz. Anamız var, babamız var, memleketimiz var. Devler bizi kaçırıp kimimizi kendine kadın, kimimizi hizmetçi yaptı, demişler. Hepsi devlerin yükte hafif pahada ağır olan hazinelerini alıp gitmişler. Genç Rahmi ile bu kız tek başına kalmış. Genç Rahmi de vaat etmiş ki, kırk gün kırk gece hiç uyumadan benim başım için kim beklerse onunla evleneceğim. Neyse bu kız beklemiş beklemiş. Haftada bir o büyük sarayın yanındaki denizden gemi geçermiş. Kız artık otuz sekiz gün bekledikten sonra uyku iyice şaşırtmış. Şuradan geçen gemiden bir cariye satın alayım da iki gün beklesin azıcık, gözümü şöyle bir kestireyim, uyuyayım diye düşünmüş. Gemi oradan geçerken torbayla altını bağlayıp balkondan bana bir cariye gönderin diye uzatmış. Cariye gelmiş. Kız:  – Ben azıcık kestireceğim. Sen, bey uyanınca hemen beni kaldır, demiş. Arap olan cariye de,  –Tamam, diye cevap vermiş. Kız bir hafta boyunca uyumuş. Cariye, oğlan uyandığında kızı görmesin diye devin ne kadar yatağı varsa kızın önüne yığmış. Neyse oğlan uyanmış. Uyanır uyanmaz cariye oğlanın yakasına sarılmış. Genç Rahmi:  – Kırk gün boyunca benim başımı bekleyen sen miydin, diye sormuş. Cariye de:  – Evet, bendim, demiş. Hemen geriye kalan yükte hafif pahada ağır ne varsa, hazineleri deveye yükleyip sadece kızın demir çarığı ve demir bastonunu bırakıp gitmişler. Kız uyanmış ki ne görsün, ne Genç Rahmi var ne de aldığı Arap cariyesi. Hiçbiri yok. Demir çarığını ve demir bastonunu eline alıp düşmüş yollara. Gitmiş gitmiş bir memlekete varmış.  – Delileri akıllandırırım, küsleri barıştırırım, yitikleri bulurum, diye bağırırken oradaki bir padişahın oğlu bir aydır kayıpmış. Padişah gelip:  – Bu kızı getirin, belki benim oğlumu bulur, demiş. Kız gelmiş, evlerine yerleşmiş. Evde de oğlanın hizmetçisi varmış. Kız bu hizmetçinin ağlamalarından, hareketlerinden huylanmış. Neyse, kız:  – Bana birkaç gün müsaade edin, demiş. Padişah:  – Tek oğlumuzu bul da, diye cevap vermiş. Kız bir gün üstüyle başıyla yatağa uzanmış. Hizmetçi gelmiş demiş ki:  – Oh! Bu da yitik bulacak ya güya, horul horul uyuyor, kendinden bile haberi yok. Sonra hemen usulca mutfağa inmiş. Kız da kalkıp hemen peşinden takip etmiş. Hizmetçi bir tencerenin içine pilavı, tatlıyı, böreği birbirine katmış. Sonra hemen tencereyi alıp dışarı çıkmış. Kız da peşinden takip etmeye başlamış. Gitmişler gitmişler, şehirden dışarı çıkıp bir kulübeye gelmişler. Hizmetçi tencereyi yere koyup kapıyı açmış. Tencereyi eğilip geri alırken kız hemen gelip kapının arkasına saklanmış. Hizmetçi üç beş merdiven inerek mahzen gibi bir yere girmiş. Orada padişahın oğlunu saçından asmış:  – İlle de benimle bir ol, diyormuş. Eğer benimle bir olmazsan seni buradan çıkarmam, yemek vermem, diyerek tehdit etmiş. Padişahın oğlu da hizmetçiye:  – Gelme, seninle birlikte olamam, istemem, diyormuş. Sonra oğlan ölmesin diye zorla ağzına yemek tıkıştırmış. Kalan yemeği de yerlere dökmüş. Oğlanı o kokmuş yemeklerin arasında bırakmış. Kız bakmış ki bu oğlan padişahın oğlu. Hizmetçi gitmeden hemen eve dönüp yatağa olduğu gibi yatmış. Hizmetçi gelip bakmış ki,  – Bu kızın daha kendinden haberi yok, yatmış da uyuyor, demiş. Kız sabah olur olmaz hemen padişahın yanına varmış. Padişaha:  – Hizmetçiyi hamama gönderelim, çok üzülüp ağlıyor, neşesi yerine gelir belki, demiş. Padişah da hizmetçinin yanına gidip:  –Bugün seni hamama gönderiyorum. Git, dinlen biraz, üzülme artık hadi, demiş. Hizmetçi hemen,  –Ben nasıl hamama giderim oğlunuz kaybolmuşken, demiş ve ağlayarak dövünmeye başlamış. Neyse, hizmetçiyi hamama gönderince kız, padişaha:  – İki askerini de al beni takip et, demiş. Gitmişler gitmişler, kulübeye varmışlar. Padişah demiş ki:  – Allah Allah! Burası bizim hizmetçinin eski kulübesi. Ben yanıma almadan evvel bu kulübede yaşardı, demiş. Kız, içeri girip bakmalarını söyleyince, askerler kapıyı açmış, mahzene inip oğlanı bulup oradan kurtarmışlar. Oğlanı pamuklara sarıp evine götürürken, kız:  – Oğlanı buldum, hadi bana eyvallah, demiş. Padişah da:  – Dile benden ne dilersen, demiş. Kız:  – Sağlığını dilerim, başka bir şey dilemem. Ben de bir padişah kızıyım. Hiçbir şeye ihtiyacım yok, demiş. Padişah da kıza kırmızı etek ile pembe bluz almış, bir de büyük bir gerdanlık takmış boynuna. Bunlar hediyemiz olsun demiş. Sonra padişah, kıza:  – İlle gitme, oğlum iyi olsun, seni de oğluma alayım, demiş. Kız:  – Yok, ben kimseye varmam, benim sevdiğim var, demiş. Oradan çıkıp bir memlekete varmış. Yine,  –Yitikleri bulurum, delileri akıllandırırım, küsleri barıştırırım, diye bağırırken, bir padişahın kızı bir senedir dellenmiş, zincire bağlıymış. Hemen aman bu kızı götürelim de belki padişahın kızının derdine derman olur demişler. Kız gitmiş ki ne görsün, kızı deli diye zincire bağlamışlar. Eğlendirmek için de etrafında cariyeler, ellerine kına yakmışlar, çalıp oynuyorlarmış. Bu kız da yanına yaklaşana saldırıyormuş. Neyse akşam olmuş, kız, padişaha gidip:  – Bugün emir ver bütün şehre, kimse ışık yakmasın, lambalarını söndürsün, her yer zifiri karanlık olsun, demiş. Padişah da,  –Bugün evinde ışık yakan cellada verilecek, diye emir vermiş. Akşam olmuş, kız çıkmış sarayın en büyük kulesinden bakmış nerede ışık var diye. Bir de bakmış ki dağın tepesinde bir alev ışığı kulübeden dışarı vuruyor. Hemen inmiş ahırdan bir ata binmiş  –Deh! Demiş, ta oraya kadar gitmiş. Gitmiş bir bakmış ki sakallı bir dede, bir koca kitap açmış önüne, okuyor, bir de ocak yanıyormuş. Oğlan, geçmiş ocağın başına altını habire yakıyor, kazan fokur fokur kaynıyormuş. Dede de kitaptan okuyup suya doğru üflüyormuş. Meğer kızı dellendiren onlarmış. Kız hemen varmış dedenin boynuna sarılmış.  – Aman dedecim sen yorulmuşsun, uykusuz kalmışsın. Ne yapıyorsun böyle, demiş. Dede de:  – Ne yapacaksın? Demiş. Kız:  – Meraktan soruyorum dedecim, çok yorgun düşmüşsün ne yapıyorsan, demiş. Dede:  – Ben padişahın veziriydim. Onun kızı ve benim oğlum birbirine âşık oldu ama padişah kızını benim oğluma vermedi. Benim oğlumun iki günlük ömrü kaldı, âşık oldu, ona sevdalandı. Oğlum ölecekse onun kızı da ölecek, demiş. Kız:  – Tamam dedecim. Bak sen de uykusuzluktan perişan olmuşsun, oğlun da yorulmuş. Hadi, kitabı bırak da biraz dinlen. Kitabın böylece dursun. Ben ocağın altını yakarım hiç soğutmam, demiş. Adam gözünü kitaptan çekince, oğlan da gözünü ateşten çektikten bir süre sonra ikisi de uyuyup kalmış. Sonra kız uyuduklarını görünce hemen kitabı alıp yırtmış, kitabın okunacak hâli kalmamış. Suyu da kazanıyla beraber kapıdan dışarıya fırlatmış. Ata binip çıkıp eve gitmiş. Eve varmış, hemen kızın odasına çıkmış. Bakmış ki dışarıdaki o okunmuş su soğudukça kız sakinleşmiş, soğudukça kız sakinleşmiş. Cariyeler hemen kaçıp padişaha haber vermişler. Kız sakinleştikçe,  –Aman beni buraya neden bağladınız, diye sormaya başlamış. Neyse kızı çözmüşler, padişahın kızı iyi olmuş. Padişah, kıza:  – Dile benden ne dilersen, demiş. Sonra kızının sorununu nasıl çözdüğünü sormuş. Kız da padişahı almış, dağa götürmüş. Padişah bakmış ne görsün. Bu benim eski vezir, bu da oğlu demiş. Tam kılıcı çekerken kız durdurmuş.  – Bu adam bana güvendi, gözünü kitaptan çekti. Dile benden ne dilersen demiştin ya, benim dileğim kızını bu oğlan ile evlendireceksin, babasını da vezir olarak yanına alacaksın, demiş. Padişah:  – Sana söz veriyorum, demiş ve kabul etmiş. Öylelikle oğlanı da babasını da alıp gelmişler eve. Kız oradan da çıkıp bir memlekete gelmiş.  –Delileri akıllandırırım, yitikleri bulurum, küsleri barıştırırım, diye bağırırken Genç Rahmi ile karşılaşmış. Tabii Genç Rahmi bu kızı tanımamış ama kız görür görmez tanımış. Genç Rahmi, kıza gelip:  – Küsleri de barıştırır mısın, diye sormuş. Kız,  –Barıştırırım, deyince,  –Hadi öyleyse biz hanımla küstük, bizi bir barıştır lütfen, demiş. Kızı alıp evlerine götürmüş. Arap cariyesi de üzerinden zaman geçtiği için bu kızı tanımamış. Neyse Arap cariyesi Genç Rahmi'nin onları barıştırması için bir kız getirdiğini görünce,  –O değil onun feriştahı bile gelse beni seninle barıştıramaz, demiş. Sonra padişah, kıza:  – Kimin kimsen var mı, diye sormuş. Kız da,  –Yok, deyince Genç Rahmi:  – O halde bizimle kal da benim hizmetimde bulun, demiş. Kız orada kalmaya başlamış. Kız, Genç Rahmi’nin hizmetini yaparken hanımı bu kızı kıskanmaya başlamış. Gel çorabımı giydir, beni giyindir, saçımı tara diye emirler vermeye başlamış. Artık o evde iki üç ay boyunca hizmetlilik etmiş. Neyse bir gün Genç Rahmi tüccarlığa çıkacak, gemiyle mal almaya gidecekmiş. Genç Rahmi, karısına:  – Gittiğim yerden sana ne alayım, diye sormuş. Karısı da:  – Cariyenin kırmızı eteğinden, pembe bluzundan ve boynundaki gerdanlığından isterim, demiş. Diğer hizmetçilere de sormuş, her biri birer hediye istemişler. Sıra bu kıza gelmiş. Genç Rahmi:  – Sefere gidiyorum, gittiğim yerden sana ne alayım, diye sormuş. Kız da:  – Bana sabır taşıyla, sabır bıçağı al. Eğer sabır taşımla sabır bıçağımı unutursan önün bir kara duman arkan bir fırtına olsun, yolunu bulamayasın, demiş. Neyse adam yola çıkmış. Mallarını almış, eve dönerken herkesin hediyesini alıp bu kızın hediyesini almayı unutmuş. Tam yola çıkmışlar ki geminin önü kızın dediği gibi kara duman; arkası bir fırtına, hortum. Neredeyse gemiyi batıracakmış. Kaptan:  – İçinizde intizarlı bir şey unutan var mı, diye sormuş. Öyle deyince Genç Rahmi’nin aklı başına gelmiş.  – Eyvah! Ben bir şey unuttum, diye bağırmış. Hemen gemiyi geri döndürmüşler. Sabır taşıyla sabır bıçağını alıp gemiye geri binmişler. Geminin önü açılmış. Ne kara duman kalmış ne fırtına. Eve varmışlar. Bir süre sonra herkesin hediyesini vermiş. Sıra bu kızınkine gelince sabır taşıyla sabır bıçağını kıza vermiş ama bir meraka düşmüş, acaba bunları ne yapacak diye. Akşam olup herkes odasına çekilmeden önce Genç Rahmi gidip kızın dolabına saklanmış. Kız akşam olunca odasına gelmiş, almış eline sabır taşını masanın üstüne koymuş. Bu olayların hepsini, hayatını baştan sona sabır taşına anlatmaya başlamış. Sabır taşı şişmiş şişmiş, patlayacak hâle gelmiş. Kız: –Dur, sen daha buna sabredemedin. Bir de geldim, satın aldığım cariyeye, kırk gün başını beklediğim adama hizmetçilik yapıyorum. Ya sabır taşı, sen olursun da çatlamaz mısın, demiş. Kız bunu deyince sabır taşı güm diye çatlamış. Hemen sabır bıçağını eline almış tam kalbine saplayacağı anda Genç Rahmi dolaptan çıkıp kızın bileğinden tutmuş. Böylelikle Genç Rahmi bütün gerçekleri öğrenmiş. Hemen kızın elinden tutup karısının yanına götürmüş. Karısına:  – Ben uyurken başımı kırk gün boyunca sen beklemiştin değil mi, diye sormuş. Karısı da:  – Tabii ben bekledim, başka kim bekleyecekti, diye cevap vermiş. Karısının daha fazla yalan söylemesine dayanamayan Genç Rahmi:  – Kırk satır mı istersin kırk katır mı istersin yalan söylediğin için, demiş. Arap cariyesi Genç Rahmi'nin her şeyi öğrendiğini anlayınca korkarak:  – Kırk satır düşman başına, kırk katıra biner anamın babamın köyüne dönerim, demiş. Hemen Arap cariyesini kırk katırın kuyruğuna bağlamışlar. Bu kırk katırın her biri bir yere gidince Arap cariyesinin her bir parçası bir yere fırlamış. Parçalanıp ölmüş. Yalan söylemenin cezasını çok ağır ödemiş. Genç Rahmiyle kız da kırk gün, kırk gece düğün yapmışlar. Çok mutlu olup, yiyip içip muratlarına ermişler.
Ege Bölgesi
[Üç Kardeş]
Muğla
Evelce öksüz üvey anası olan üç gadeş vamış. Bu gadeşle aralarında dedikodu etmişle. Eveli yağ az oldundan yağı dökmişle. Şimdi nasıl cevap verelim anamıza nasıl cevap verelim anamıza diye kendi kendileni suçlamışla. Evden gaçmışla. Gaçınca büyük gavak acı* varmış. Gavak acının başına çıkmışla. Üç kadeş duruyola duruyola. Durukan demiş ki: — E biz şimdi yatcez nedcez şimdi, demiş kadeşine. Buraya şey yapalım demiş. Evdeki gapıyı kopamışla gavan* gomuşla acın başına. Şey zebet* gomuşla. Gömesinle diye yatcekle üstünde. Neyse acın altına pazar gurulumuş. Sabah bakmışla şekerle cerezle lokumla her şeyle pazar yerine düzülmüş. Oğlan: — Abe abe demiş benim tuvaletim geldi, demiş. — Küçük küçük goyuve, demiş. Küçük küçük goyuvemiş. Pazardakiler gavan acından gozalakla dökülütduru zannedemiş. Hâlbuki oğlan tuvaletini goyuveriyomuş. Ondan sona öteki gadeşi: — Abe abe benim de tuvaletim geldi, demiş. Üçüncüsü de sepiletmiş. Pazardakiler gavan acının çilleri dökülüyor zannedemiş. Ondan sona o duruyoru duruyoru: — Abi ben yatıyom, demiş. Acın başında yatan dengesini bi kaybediyoru aşağı o pazarcıların başına düşmüş. Pazarcılar ağ gökyüzü yıkılıvatı deye hepsi bırakmış cerezleri içcekleri hepsini bırakıp gitmişle. Onlar doldumuşla cerezleden şekeleden ceplene oradan gaçmışla. Ondan sona öte anaları bunnarı arıyo. Arıyoru darıyoru bulamıyoru. — Oğlum neriye gittiniz? Öyle mi böyle mi gidi gidi gidi gidi gidi gidiyola. — Biz nereye gidelim şimdi, diyola.  Çocukla ışık yanan yere mi gidelim horoz öten yere mi gidelim, diyola. — Horoz öten yerde insan vadır, ışık yanan oraya gidelim diyola. Odan içeri gidin vamışla horoz öten yere vamış. İnsanlar vamış oda. Vamışla. — Neyin nesisiniz siz hoşgeldiniz, demişle. — Biz böle böle oldu böle böle oldu goca gavaktan aşağıya düştük. Gaçtık geldik demişle. Ondan sona gari o köyde galmışla. Sona evlenmişle sizlere çok selamı vardı.       *gavak acı: Kavak ağacı *gavan: Kovan *zebet: Sepet
İç Anadolu Bölgesi
Rastgele
Niğde
Varyemez bir insanın bir oğlu varmış. Aksine bu çocuk tam eli açık, cömert, sadakayı-fitreyi veren, hayrı seven bir gençmiş. Babasıyla arası hiç uz gitmezmiş. Bu sebeple babasıyla bir gün kavga yapmış, köyü terk edip gitmeye kafaya koymuş. Diyelim ki, Gümüşler’den Niğde’ye gidecek, oradan da bir vesayit bulduğunda da başka illere, vilayetlere gidecek. Un fabrikasının altında eski çayırlar, söğütler vardı. O söğütlerin altına oturmuş, kendi kendine düşünürken yanına bir ihtiyar gelmiş: -Selamaleykün. -Aleykümselam. Otur baba. İhtiyar oturuyor. Bir müddet sessizlikten sonra ihtiyar oğlana der ki: -Oğlum, sen burada ne oturuyorsun? Sen bir garip kimseye benziyorsun. Derdin ne? Çok da düşünceli görüyorum. -Baba, benim babam böyle böyle bir insan. Buna kızdığım için evimi barkımı terk ettim. Niyetim Bağdat’a, İran’a gitmek. -Ne yapacaksın Bağdat’ta? -Ne iş bulursam onu göreceğim. -Ben de Bağdat’a gideceğim oğlum. Yalınız çok yorgunum, şu söğüdün gölgesinde biraz yatalım uyuyalım. Kalkınca yolumuza devam ederiz. -Peki. Pirle birlikte oğlan da bir müddet uyur. Uyandıklarında oğlan bakar ki, yattıkları yerde değiller. Demirciler bir tarafta, kalaycılar bir tarafta, han gibi bir vilayetin içerisinde bulur kendini. Oğlan ihtiyara sorar: -Baba biz nereye yattık nereye geldik? -Oğlum, ben buraya bir defa daha gelmiştim. Burası galiba Bağdat olsa gerek. Sen de buraya gelecektin ben de. Allah bizi buraya getirip bırakmış. Bundan sonraki durumlar sana ait. Senin buradaki ismin ‘Rastgele’, kendi ismini söyleme. Ahmet, Mehmet olarak söyleme, kim ne derse ‘Rastgele’ de. -Peki. -Beni bir daha sıkışmadıkça arama. Pir kaybolur gider. Tabii yanına gelen Hızır İlyas’mış. Onu öyle rüyada gibi götürmüş, bırakmış oraya. Çocuk bir müddet sağa sola koşturursa da düzenli bir iş bulamaz. Kim ismini sorduysa “Rastgele” dediğinden millet bunu bir serseri kaydına koymuş. Ahaliden biri oğlana der ki: -Oğlum, benim bir işim var. Sana on lira yevmiye vereceğim. Gider misin? -Rast gele. Oğlan gidip o işi görür. Zora da rast gele, kolaya da rast gele der tabii. Üç-beş yıl çalışır, birkaç kuruş para da biriktirir. O vakitlerde Bağdat valisinin karısıyla arası açılır. Hanımını boşar. Sağdan soldan eşraf gelir. Şeriat kanununa göre o zaman hülle diye bir şey var. Bir kocaya verilir, nikâh kıyılır. Sabahleyin o koca boşar, eski kocasına dönebilirmiş. Gelenek öyleymiş. Kanunu yasası oymuş. Vali beye derler ki: -Yav Vali bey, senin durumun böyle olmaz. Biz seni hanımınla birleştirelim. -İyi ama benim hanım dilbaz, hatırnaz, misafirperver... Arkadaş benim hanımı kim olsa boşamaz. Herkesi memnun eden bir tip. -Pekâlâ sen niye boşandın? -Bir anlaşmazlık yüzünden boşandık. Pişmanım amma gurur meselesi. Özür dileyelim, birleşelim. Vali her şeye razı olur ve adamlara der ki: -Ne yapalım? Kimi bulalım buna? -Yav memlekete bir gariban geldi. Rastgele isminde bir serseri. Buna söyleyelim, biraz para verelim. Akşam odaya girsin. Yatağını hanımının yatağı üzerine yapalım. Ranza misali yani. Hanımın altında yatsın. O da üzerinde yatsın. Sabahleyin de boşar. Ondan sonra adamı buradan süreriz, gitsin. Aslında oğlan uyanıkmış. Tahsil de görmüş zamana göre. Hani medrese falan da görmüş. Fakat pirin sözünü itikat üzere tam manasıyla tutmuş. Bir gün oğlanı çağırırlar: -Rastgele, durum böyle böyle. Seni akşamdan damat tıkacağız. Sabahleyin kalkıp hanımını boşayacaksın. -Rast gele. Adamlar valiye oğlanı tanıştırırlar: -İşte Vali bey rast geleyle geldi, rast geleyle gidecek adam. -Peki, olsun. Vali bu işe razı olur. Akşamdan damadı tıkarlar. Hanım bakar; centilmen, dal gibi bir babayiğit. Bunda bir sır olduğunu keşfeder. Kadın uyanıkmış tabii. Kadın oğlana sorar: -Rastgele sana bu ismi kim verdi? -Rast gele. Kadın dolabın içindeki kasanın kapağını açınca sarı lira birden yere iner. Oğlana der ki: -Bundan iyisini mi rast getireceksin be? Bırak rasgeleyi ismin ne senin? Onu söyle. -İsmim Ahmet. İşte ben Türkiyeliyim. Niğde’den geldim. Filan yerde böyle bir mola verdim. Bir derviş yanıma geldi. Beni buraya kadar getirdi. O zamandan bu tarafa da “Rastgele” olarak geçinip gidiyoruz. -Allah rast getirdi muradını verdi. O pir sana bugünü söylemiş. Bundan iyisi rast gelmez. Bundan sonra diyeceklerimi iyi dinle. -Peki söyle. -Sabahleyin seni çağıracaklar. Bir miktar para teklif edecekler. Senin beni boşaman için teşebbüste bulunacaklar. Sakın ha boşama. Korkma sana bir şey yapamazlar. Her ne kadar vilayetin valisi de olsa haklıyı haklı gören kadılar var, yasalar var. Seni ezmezler. -Peki. Sabah olur tabii. Kadın oğlanı giyindirir, kuşandırır. Banyoya sokar. Tıraşını yaptırır. Sabah kapıyı açarlar bakarlar ki; Rastgele yerine fidan gibi bir genç. Rastgele gelenlere der ki: -Buyurun. Ne istiyorsunuz? -Seni Vali Bey istiyor. -Ne olacak? Ne yapacakmış Vali Bey beni? -İstiyor işte. İlla gideceğiz. -Peki gidelim. Bu arada hanımı Ahmet’e der ki: -Vereceğin cevabı biliyor musun Ahmet? -Ben konuşmasını bilirim. Merak etme. Kadın bir çıkın altın koyar oğlanın cebine ve gönderir. Oraya varırlar. Selamlaşmadan sonra vali de şaşırır. Akşamdan gördüğü Rastgele’ye benzemez bu. Değişik bir tip. Vali oğlana der: -Otur. -Akşam seninle Rastgele diye tanışmıştık. -Eeee... Benim. -Peki ama o adam sen değilsin. -O adam benim. Rastgele de benim. Ahmet de benim. Şimdi söyleyeceklerinizi söyleyin. Teklifiniz nedir? -İşte akşam size söylemiştik. Rastgele dedin, tasdik ettin, durumu izah ettik. Sabahleyin hanımını boşayacağını vaat ettin. -Ben öyle bir vaatte bulunmadım. -Rast gele dedin. -Şimdiye kadar her kelimem rast gele değil miydi benim? Vaatte bulunmadım. Söz vermedim size. Başka bir teklifiniz varsa söyleyin. -Sana şu kadar para verelim. Zamanın kadısı, müftüsü falan toplanmış oraya, oğlana derler ki: -Sen bu hanımı boşa. -Beyler, parayla hanım boşanırsa buyur beyim, şu parayı sen al. Hanımını boşa Vali beye veriver. Tabii çareleri tükenir. Ellerinde kullanacakları hiçbir koz kalmaz. Serbest bırakırlar. Bu oğlan evine varır. Hanımı vaziyeti sorar. Öğrenince sevinir. Mutlu bir zaman yaşarlar. Nihayetinde Ahmet’in kuyusunu kazmaya başlarlar. Fırsatını bulurlarsa bir tongaya düşürüp yok edecekler oğlanı. O zamanın padişahları tebdili kıyam ederler. Yani derviş kıyafetini giyer Anadolu’nun köylerini veyahut o devletin civarını gezermiş. Bir gün padişah kalkmış, zannedersem Osmanlı zamanında olmuş, Bağdat’a varır. Bir parka oturur. Sonra, valiyi de tanır ya ezelinden beri gelip gittiğinden, saçlı-sakallı öyle bir dilenci kıyafetinde parkta otururken vali yanına varır: -Allah rızası için birkaç kuruş verir misin? -Lan pezevenk! Geçen gün birisi geldi. Serseri, efendim “Rastgele” deyip benim avradı aldı. Sen de yarın gidersin bütün karıları almaya çalışırsın. Birkaç tane tokat patlatır. Ahmet de aynı parkta oturuyormuş. Kalkmış dervişin yanına varmış: -Gel baba, şuraya otur. Nereden gelip nereye gidiyorsun? -Oğlum işte ben bir seyyahım, dervişim. Gezip dururum. O adamı varlıklı gördüm üç-beş kuruş dünyalık istedim. O da beni bu vaziyete soktu. -Onlar vicdansız adamlar ama onlar memleketin büyük sınıflarına gelmişler. Olur böyle şeyler derviş baba. Sen bu birkaç kuruşu al. Kusura bakma, ben seni yolcu edeyim. Oğlan dervişi alıp evinine götürür. Tabii evinde ağırlar. Durumları dervişe anlatır: -Şimdi o vali beni kaybetmek için çalışıyor ama ben Allah’ıma sığındım. Niyetim doğru yaşıyoruz işte. -Korkma evladım! Allah yardımcın olsun. Zaman ola hayrola. Belki sen bu vilayete vali olursun. Tabii derviş oradan çekip gider. O zamana kadar vali, padişaha bir dilekçe yazar: “Şu şu şekilde karımdan boşanmıştım. Şöyle bir garip geldi. Ona hülle yaptırmak için gerdeğe sokmuştuk. Neticede böyle durumlar oldu. Şimdi ise ailemden ayrıyım. Buna bir çare. Sizden beklediğim bir medet.” Padişah yerine vardığında, tabii o zamanın ilgilisi her kimse, vezirmiş herhâlde gelir der ki: -Padişahım, böyle bir dilekçe var. Bağdat’tan geliyor. Siz de Bağdat’taydınız. Size orada böyle bir dilekçe sunulmadı mı? -Sunulmadı. Getirin bakayım dilekçeyi. Vezir gidip dilekçeyi getirir. Padişah dilekçeyi okuduktan sonra katibine name yazdırır: -Ben Bağdat’ı gidip gözümle gördüm. Asayişi tamam biliyorum. O vali denilen adi herifi valilikten azlediyorum. Yerine Rastgele’yi vali olarak tayin ettim. Bunu herkes böyle bile. Bu nameyi Bağdat’a gönderir. Bağdat idarecisi, artık her kimse, valiyi valilikten azleder. Rastgele vali olarak atanır. Budan sonra karısıyla mutlu bir hayat sürer.
Ege Bölgesi
[Kadıoğlu]
Muğla
Eskiden bi goca Kadoğlu varmış. Koca Kadoğlu bir gahvenin önünde otururken iddaya girişmiş. Demiş ki: - Bi tane cenazemiz var onu bekler misin? - Evet demiş beklerim. - Beklersen demiş bi hibe altın veririm. O altın demiş senin olacak. Şimdi bunlar tamam mı tamam iddaya girişmişler. Cenazeyi uzatmışlar. Cenaze değilmiş de yalancıktan bi cenazeymiş. Çok korkak birisiymiş. Cenazeyi beklerken yalnız demiş: - Ben gidip sabahlara kadar kahve çay içerim. O düzeni demiş hazırlayın kapıyı tıklayın kitleyin. Kalkmışla gitmişle bunla. Ordan tabi cenaze de önünde biraz ürperti yapıyomuş ocak yanıyomuş eski ocak böle şömne. Maşeyi bu tık tık tık közler Gırıyomuş devamlı canının sıkıntısından ne yaptını bilememiş. Ne yapcanı bilememiş. Tekrar bu gave süreyim demiş önce kahveyi sürmüş. Kahveyi içerken böle devamlı üzerinde cenazenin cenaze böle ırgılama yapmış. Bir ürküntü yapmış kahveyi bırakmış fincanı sonra demiş ki: - Koca Gadoğlu kalkıyım mı demiş cenaze seslenmiş. Gine bu böle ara vermiş. Ürküntü yapmıya çalışmış. Sonra tekrar ırgılanmaya başlamış cenaze. - Goca Gadoğlu kalkıyım mı demiş. - Kalkarsan kalk be demiş. Hemen çıkmış bu. Kalkeyin kalkmen derken bacanın içinden isli bacanın içinden fırlamış çıkmış dışarıya. Bu kiremitlerin üzerinden kendisini atmış mezarlığa. Mezarlıkta da ot piçen bir devici varmış. Devici şimdi buna almış otu üstüne goymuş o da tam ipin üzerine yapmışmış Goca Gadıoğlu. Şimdi bunu güden birisi varmış devamlı arkasından takip eden. Bu devici sarılmış ipe tabi habersizcen yapıyormuş ota yasakmış. Buna almış arkasına: - Ay demiş çok ağırmış ot demiş. Bu defa tabi insan da olduğu için köpekler harlamaya başlamış havlımaya. Havlarken havlarken gitmiş tutmuş öle demiş ben demiş cenazeye sarındım herhalde. Almış gelmiş çarşının önüne yıkmış otunu. Hop ordan tabi takip edenler de ona: -Demek ki sen çok korkak birisimişsin; cenazeden kaçarken bi cenazeye diye yakalandın demişler. Bu ordan iddayı kaybetmiş. U hibe altını dağıtmışlar fakir fukaraya. Bu da kalkmış gitmiş. Artık çarşıya çıkcak bir hali kalmamış u Goca Gadıoğlunun.
Ege Bölgesi
Tutulmayan Söz
Muğla
Şimdi eskiden bir karı koca varmış. Bunların çocuğu yakında olmamış. Olmamış olmamış derken; - Allah’ım demiş böle yalvarmış Allah’a oğlan. Benim demiş ne olsun bi tane çocuğum olsun demiş. Ne istersen demiş yapcam. Allah tarafından demiş ki rüyasına girmiş bu. Allah tarafından dirmiş ki: - Eğer ki demiş evlat olup ta annene ömür boyu sürüyeceksen demiş sene demiş bi nur topu hani gibi demiş evlat vercem demiş. Bi tane kızı olmuş. Bu ordan büyümüş oğlan. Tabi emekli olmuş maaşı varmış. Emekli olmuş okutmuş büyütmüş annesi çapı* tarlalarında sürünmüş çok. Çapı tarlalarında süründükten sonra oğlunu memur etmiş. Tabi onun da bi tane kızı varmış annesi çökünce iki değnekle geziyomuş annesi. Annesi çökünce annesine bakmamış. Bakmamış. Bu ordan oğlum demiş: - Hiç olmasa demiş bakma senin demiş o nur yüzünü görmek istiyorum demiş. Artık yatağa düşmüş yataktan kalkamaz olmuş. Gelin de demiş ki: - Annene ben bakamayacam devamlı altını pisliyo nereye götürsen götür demiş. Oğlan bunu eşeğe sarmış annesini bi gün dağa götürmüş. Anne demiş: - Ben demiş odun etcem sen benim yanımda bekle. Tutmuş ağaca bi kabak asmış. - Ay oğlum halan daha demiş odun yapıyo demiş. Odun yapıyo. Bu beklemiş beklemiş karanlık olmuş oğlu gelmemiş. - Eyvah demiş ben burda yalnız galdım ne olcek şimdi benim demiş halim. Kızı babasını sormuş. Baba demiş: - Nenem nerde? - Nenen demiş kızım demiş ormanı bıraktım geldim. Nenesin de çok düşkünmüş torunu. Allah tarafından demiş ya Allah nur topu hani gibi bir oğlan şey kız vercem ama annene ömür boyu bakcaksın demiş ya. Kız devamlı soruyo: - Nenem nerde nenem nerde? - Nenen dağda demiş. Nenesine saat beş gibi yemek götürmüş. Al demiş bu yemeği götür demiş. Yemeği götürürken önüne bi tane böyle Hızır gibi yetişmiş biri gelmiş. Kızım demiş: - Neneni baban dağa bıraktı git demiş dağdan neneni al. Koca garnın etrafı altın saçılıymış böyle. - Baba baba. Goşmuş tekrar geri gelmiş. Nenemin etrafı demiş: - Nenem altınla içinde yiğılı demiş. Neneme bi bak gel. Bu defa altının tabi kokusunu alınca oğlan gitmiş annesine: - Üle anne demiş ben seni demiş onun için bıraktım. Altın olduğu için demiş. U altınlar u goca garnın etrafından yok olmuş. Annesinin iki tane değneği altın olmuş sadece. İki tane değneği varmış elinde onlar altın olmuş. U altın değneğnen yürümeye başlamış goca garı dayak olmuş artık. Tekrar bi yetişmiş gelmiş önüne tekrar. Yetişmiş demiş ki: - U altın değnek gurtarcak bir ömür boyu bu değneği sakla. Bunu oğlan gitmiş tabi altın pırıldıyomuş değnekte altın pırıldıyomuş. Oğlunu gözü annesini değil sadece değnekteymiş. Altını nasıl alabilirim bu altın değneği nasıl alabilirim diye. Bu ordan annesine uyutmaya çalışmış tabi uyumamış sancısı varmış o gün. Anneme demiş bi ilaç içirem de annemi uydiyim bu altınları alayım demiş. Annesi uyumuş u altın değneği alınca önüne Hızır çıkmış tekrar u değnekler Hızır olmuş iki tane Hızır olmuş. Bu değneği aldıktan sonra biri ölümün olcak biri de çocun ölcek demiş. Çünkü bu yetişmiş bi değnek demiş. Ve oğlan ölmüş kızıda ölmüş. *Çapı: Çapalama işi
Ege Bölgesi
Düşman Köyler
Uşak
DÜŞMAN KÖYLER   Evvel zaman içinde birbirine düşman iki köy varmış. İnsanları birbirlerini sevmezmiş. Bir gün ormanın derinliklerinde yaşayan çirkin bir cadı ak kedisiyle ak büyü yapmaya köye yola çıkmış. Bu cadı düşman köye gidecek ve kralın emriyle yıllardır süregelen bu nefreti sona erdirecekmiş. Cadı, ak kedisiyle ormanın derinliklerinde ilerlerken aynı zamanda kara bulutlarda onun peşinden gelirmiş. Sonunda cadı iki köyün sınırına varmış büyüsünü yapmak için asasını kaldırdığı sırada bir çocuk cadıyı görmüş ‘’dev karısı, dev karısı!’’ diye bağırmış. Çocuk avazı çıktığı kadar bağırınca iki köy halkı işitip çocuğun sesine doğru koşuşturmuşlar, ne görsünler çirkin cadı ak kedisiyle elinde asası büyü yapmaya kalkar. Cadı şaşkın yüzüyle köy halkını karşılamış. O gün orada iki köy halkı da cadıyı köyden uzaklaştırmak için birbirlerine olan nefreti bir kenara bırakıp birlik olmuşlar. Birlikten kuvvet doğar diyerek atalarını bile şaşırtmışlar. Büyük uğraşlar sonucunda cadıyı köyden kovmayı başaran köylüler, istemsizce sevinçlerini birbirleriyle paylaşmışlar, bakmışlar ki birlik olunca yaşamanın daha kolay olduğunu fark etmişler. O günden sonra ne düşmanlık kalmış ne nefret ne de sınır birbirilerine birlikle bağlanan köy halkı mutlu mesut yaşamışlar sevgi sonsuzluğa selamını vermiş ve böylece gökten üç elma düşmüş. Biri sana, biri bana, zehirlisi de kötü cadıya...
Marmara Bölgesi
Ayağına Diken Batan Horoz 2
Balıkesir
[AYAĞINA DİKEN BATAN HOROZ]        Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde bir köy varmış. Bu köyde bi horoz varmış. Horoz birgün eşinirken eşinirken ayağına diken batmış. Uğraşmış uğraşmış çıkaramamış. Bir fırının önünden geçiyormuş, fırında ekmek yapan bir teyze varmış. Teyze, horozun ayağındaki dikeni çıkarmış, ateşe atmış. Ekmek yaptığı fırına atmış, yanmış diken. Ondan sonra horoz gitmiş, ama horoz cinlik yapmış, bir süre sonra tekrar gelmiş, fırıncı teyzeden dikenini geri istemiş. Diken yanmış tabi, ne vercek bu sefer, “Yok” demiş, “Ateşe attım” demiş. Horoz başlamış: -  Ya dikenimi isterim ya ekmek isterim, ya dikenimi isterim ya ekmek isterim. Fırıncı teyze de çaresiz olarak bir ekmek veriyor horoza. Horoz ekmeği alıyor, gidiyor. Yolda yine az gitmiş uz gitmiş bir çayıra gelmiş. Çayırda da bir çoban koyunlarını otlatıyormuş. Bakmış, çoban ekmeksiz ayran içiyormuş, yani ekmeği yokmuş. Çobana demiş ki: - Bende ekmek var, sana ekmek vereyim, demiş. Çoban da ekmeği almış, afiyetle yemiş.  Çoban ekmeği yedikten sonra horoz yine başlamış, ekmeğini istemiş geri. - Ya ekmeğimi ver ya koyun ver, ya ekmeğimi ver ya koyun ver. Çaresiz çoban horoza bir tane koyun vermiş. Horoz koyunu almış, yine az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, bir köye gelmiş. Bakmış, o köyde de bir düğün var. Düğün sahibi de çok fakirmiş, misafirlerine pişirecek hiçbir şey bulamıyormuş. Horozun elinde koyunu görünce demişler ki: - Bu koyunu ver, misafirlerimize kesip yedirelim, demişler. Horoz da koyunu düğün sahibine vermiş. Koyunu kesmişler, misafirlere yedirmişler. Neyse, düğün bitmiş, ama horoz yine başlamış. Horoz ya, işte geri isteme huyu varmış. Demiş ki: - Ben, demiş, koyunumu istiyorum, demiş düğün sahibine. Düğün sahibi de demiş ki: -Nerden bulup vereyim ben, demiş, kestim misafirlere yedirdim, sen verdin. - Hayır, ille koyunumu isterim, koyunumu isterim. -  Yok koyun. Bu sefer: - Gelini isterim,  demiş. - Ya gelin ya koyun, ya gelin ya koyun. Napcan gitmiyormuş yani horoz başlamış “Ya koyun ya gelin” diye. Çaresiz gelini vermişler horoza. Horoz gelini almış, gitmiş. Yolda giderken bu sefer davulcuya rastlamış. Davulcunun elinde de davul varmış. Bu sefer o davulcuya demiş ki: - Bana davulunu verirsen sana gelini veririm, demiş. Davulcu gelini almış. Horoz da davulu almış, çıkmış yüksek bi yere, başlamış çalmaya: - Bir diken verdim, bir ekmek aldım, güm de güm güm de güm güm…  Davulunu başlamış çalmaya. Ondan sonra: - Bir ekmek verdim, bir koyun aldım, güm güm de güm güm… Ondan sonra: - Bir koyun verdim, bir gelin aldım, güm güm de güm güm… Ondan sonra: - Bir gelin verdim, bir davul aldım, güm güm de güm güm, demiş.  Çlmış ve davulu yuvarlamış gitmiş. Masal da burda bitmiş.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi
Zalim Köse
Mardin
Zalim Köse Memleketin birinde iki kardeş yaşarmış. Biri oldukça zeki, akıllı, becerikliymiş. Diğeri saf ve temiz yürekliymiş. Akıllı olanın adı İhseyno, saf olanın adı ise Hasano’ymuş. Günlerden bir gün, Hasano abisine çalışmak istediğini söylemiş. Bunca zamandır bana bakıyorsun, bundan sonra ben de çalışıp başımın çaresine bakmalıyım demiş. Kardeşinin saflığını bilen İhseyno, kardeşine kalması için çok ısrar etmiş. Hasano, dediği dedik çıkmış ve gitmiş. Bir sabah daha gün ağarmadan Hasano ve İhseyno vedalaşmışlar, Hasano yola çıkmış. Az gitmiş, uz gitmiş dere tepe düz gitmiş. Koca dağın arkasında bir kasabaya varmış. Başlamış iş aramaya. Kasabanın sinsi, uyanık adamı olan Köse, saf saf kasabada dolaşan genci görünce yanına varmış. Kimsin, kimlerdensin, ne ararsın buralarda diye sormuş. Hasono da Köse’ye uzak diyarlardan çalışmak için geldiğini, iş aradığını söylemiş. Köse, Hasano’ya bende tam sana göre bir iş var demiş. Gel benim yanımda çalış, sana hem yatacak yer hem de yiyecek veririm demiş. Bu duruma çok sevinen Hasano, işi hemen kabul etmiş; ancak Köse’nin bir şartı varmış. İşi yarım bırakan darılan vazgeçen diğerinin sırtından derisini yüzecek demiş. Hasano bu şartı da saf saf kabul etmiş. Köse, Hasano’yu evine götürmüş. Yapacağı işi anlatmış. Sabah gün doğmadan da koca tarlaya götürmüş. Tarlayı sürebilmesi için de bir çift öküz vermiş. Hasano başlamış koca tarlayı sürmeye. Saf ve çalışkan olan Hasono gün boyu durmadan çalışmış. Hasano çok yorulmuş ve çok acıkmış. Bu sırada Köse’nin kızı elinde bir bakraç yoğurt ve tandır ekmeği ile Hasano’nun yanına gelmiş. Babasının selamını iletmiş. Buyur afiyetle ye demiş. Hasano tam yiyecekken kız; ancak babamın bir şartı var demiş. Nedir diye sormuş Hasano? Kız da, babam afiyetle yesin içsin; fakat ne yoğurdun kaymağı bozulsun ne de ekmek kırılsın demiş. Bunu duyan Hasano kara kara düşünmeye başlamış. Doluya koymuş olmamış, boşa koymuş olmamış. Sonunda kızın getirdiği ne yoğurdu yiyebilmiş ne de ekmeği. Kız da geldiği gibi gitmiş. Hasano işinin başına geri dönmüş. Aç ve perişan bir şekilde çalışmaya devam etmiş. Hasano yorgun argın ahırına gelmiş. Yorgunluktan kafasını koyar koymaz uyumuş. Ertesi gün yine gün doğmadan yola koyulmuş. Koca tarlayı sürmeye başlamış. Öğlen olmuş, Köse’nin kızı elinde bir bakraç yoğurt ve ekmekle gelmiş. Babasının selamını iletmiş. Afiyetle yesin demiş; ancak ne yoğurt kırılsın ne de ekmek deyince Hasano yine aç kalmış. Kızın getirdiklerine dokunmadan geri göndermiş. Yorgunluktan ve açlıktan otları yiyen Hasano, çalışmaya devam etmiş. Akşam Köse ile konuşmaya karar vermiş. Akşam olunca Hasano, Köse’nin yanına varmış. Köse, hoş geldin sefalar getirdin Hasano demiş. Hasano da ağam ben işten ayrılmak istiyorum demiş. Bedava çalışan, işlerini gören Hasano’ya sinsice gülerek darıldın mı Hasano demiş. Hasano darıldım derse sırtından derisini yüzeceğini bildiği için sesini çıkaramamış. Anlaşmamızı biliyorsun diyerek sinsice Hasano’yu tehdit etmiş. Kara kara düşünen Hasano, başına gelecekleri bildiği için ‘Yok ağam, darılmadım.’ diyerek geri dönmüş. Bu şekilde günlerce çalışmaya devam etmiş. Hasano ot yiyerek ayakta kalmaya çalışmış. Hasano’nun dayanacak gücü kalmamış. Bir gün yine tarlada Köse’nin kızı babamın selamı var, yesin içsin afiyetle; ama ne yoğurdun kaymağı kırılsın ne de ekmek diyince canına tak etmiş. Köse’nin yanına gitmiş. Ağam ben çalışmak istemiyorum demiş. Köse darıldın mı diye sorunca da bir deri bir kemik kalan Hasano, evet darıldım demiş. Köse de anlaşmayı hatırlatarak dön sırtını demiş. Zalim ve sinsi olan Köse, Hasano’nun derisini yüzmeye başlamış. Kan revan içinde kalan, acılar içinde kıvranan Hasano, kendini bin bir zorlukla bir caminin avlusuna atmış. Gelen geçenler ona acıdıkları için yemek vermişler. Hasano ölümünü beklemeye başlamış. Gel gelelim İhseyno da kardeşini çok merak ediyormuş. Başına bir iş gelebileceğinden korkuyormuş. Bir sabah rüyasında Hasano’yu sıkıntılı görünce gün ağarmadan yola düşmüş. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Koca dağın arkasındaki kasabaya varmış. Başlamış sağa sola sormaya, sorup soruşturmaya. Günlerce Hasano’dan bir iz aramış. Nihayetinde kasaba halkından biri camide perişan bir halde yatan bir yabancının olduğunu söylemiş. Bunu duyan İhseyno, koşarak camiye gitmiş. Bir de ne görsün Hasano perişan bir halde, bir deri bir kemik kıvrılmış yatıyor. İhseyno kardeşini alıp bir hana yerleşmiş. Hasano’ya yedirmiş, içirmiş, yaralarına merhem sürmüş. Hasano kendine geldikten sonra İhseyno’ya başından geçenleri bir bir anlatmaya başlamış. Köse’yi, Köse’nin şartını, kızını, getirdiği bir bakraç yoğurt ve ekmeği, ne yoğurdun kaymağı kırılsın, ne de ekmek kırılsın demesini, yemeden geri göndermesini, Köse’nin sırtından derisini yüzmesini her şeyi anlatmış. Bu duruma çok üzülen İhseyno, handakilere Hasano’yu emanet etmiş, Hasano’ya da onu gelinceye kadar beklemesini söylemiş. İhseyno, Köse’ye bir oyun oynamaya karar vermiş. Varmış Köse’nin çarşıdaki dükkanına. Köse, İhseyno’ya ne istediğini sormuş. İhseyno da ona iş aradığını, ne iş olsa yapabileceğini söylemiş. Sinsi ve kurnaz olan Köse, İhseyno’ya da ben de tam sana göre bir iş var, yatacak yer ve yiyecek de veririm demiş. Ona da; ancak bir şartım var demiş. Darılan, küsen birbirinin sırtından dersini yüzecek demiş. İhseyno şartını kabul etmiş. Köse, İhseyno’yu koca tarlaya götürmüş, bir çift öküzü vermiş. Bu tarlada çift süreceksin demiş. Öğlen yemeğin gelir, akşam da ahırda yatarsın demiş. İhseyno, Köse’nin şartlarını hemen kabul ederek işe başlamış. Köse de bir saf daha buldum diyerek sinsice gülüyormuş. Köse, gittikten sonra İhseyno hemen çalışmaya başlamamış. İhseyno, kendini hiç yormadan öğlene kadar tarlada çalışmış. Köse’nin kızı elinde bir bakraç yoğurt, mis gibi kokan ekmek ile karşıdan geliyormuş. Kız yine babasının selamını iletmiş. Buyur ye demiş; ancak babamın bir şartı var demiş. Ne yoğurdun kaymağını kırsın, ne de ekmek kırılsın demiş. Bunları duyan İhseyno, babanın selamı başın gözüm üstüne demiş. Ekmeği bir güzel kırıp yoğurdun içine doğrayıp yemeye başlamış. Köse’nin kızı şaşkınlıkla İhseyno’ya bakıyormuş. İhseyno kızın eline bir testi tutuşturmuş ve git bana dereden su getir demiş. Kız, İhseyno’ya su getirmiş. İhseyno boşalan bakraç ve testinin içini taş toprak doldurarak Köse’nin kızına vermiş, babana benden selam söyle demiş. Kız, babasına durumu anlatmış. Bu duruma çok sinirlenen Köse, biraz beklemeye karar vermiş. İhseyno da, keyfi yerinde karnı tok uyumuş. Sabah gün doğmadan İhseyno tarlaya gitmiş, çiftini sürmüş. Öğlen olunca Köse’nin kızı elinde bir bakraç yoğurt ve ekmekle gelmiş. Babasının selamını iletmiş, afiyetle yesin demiş; ancak ne yoğurdun kaymağı kırılsın ne de ekmek kırılsın demiş. Bunun üzerine babanın selamı başım gözün üstüne demiş ve başlamış bildiğini okumaya. Testiyi de kıza vermiş, doldurtmuş. Kendisi de yoğurdu ve ekmeği bir güzel yemiş. Köse’nin kızı yorulsun diye bakracın ve testinin içini taş toprak doldurup, babasına da selam söyleyip kızı göndermiş. Kız durumu babasına anlatmış. Çok sinirlenen Köse başına geleceklerini bildiği için bir şey diyememiş. İhseyno, ertesi gün öküzleri alıp tarlaya gitmiş. Çift sürecek olan öküzlerden birinin ayağını kırmış, öküz sakatlanmış. Öğlen olmuş, kız yine elinde bir bakraç yoğurt ve ekmekle gelmiş. Öküzün ayağını görünce çok şaşırmış. İhseyno yemeğini yemiş. İhseyno, taş toprakla doldurduğu bakraç ve testiyi kıza vermiş. Köse’nin kızı, tarlada öküzün sakatlanmış olduğunu da babasına anlatınca Köse, öfkeden deliye dönerek tarlaya gelmiş. İhseyno ne yaptın diye sen diye kızmış. Ağam, ben bir şey yapmadım. Öküz inat edip yürümeyince ben de ayağına taşla vurdum, ayağı kırıldı demiş. İhseyno, Köse’ye hemen ‘Ağam küstün mü?’ diye sorunca, Köse de canın sağ olsun diyerek öfkenden ne diyeceğini bilemeden evine dönmüş. Bu duruma çok sinirlenen Köse, İhseyno ile nasıl baş edeceğini düşünmeye başlamış. Doluya koymuş olmamış, boşa koymuş dolmamış derken sabah olmuş. İhseyno’nun da keyfi yerindeymiş. Ertesi gün de diğer öküzün de ayağını kırmış. Kız yine gelmiş, diğer öküzün de ayağının kırıldığını görmüş. İhseyno yemeğini yedikten sonra kızı göndermiş Kız, babasına olanları anlatınca Köse, çıldırmış. Öfkeden deliye dönen Köse, tarlaya gelmiş. İhseyno’ya öküzün ayağını neden kırdığını sormuş. İhseyno da ağam, çalışmıyordu demiş. Ağam, kırıldın mı diye sorunca da Köse, başına gelecekleri bildiği için kara kara düşünmeye başlamış. Köse’nin canı tatlıymış. Köse düşünmüş taşınmış böyle devam ederse İhseyno, onu mahvedecek. Köse, sinsice bir plan yapmış ve yükte hafif pahada ağır neyi var neyi yoksa alıp bir gece vakti arkasına bile bakmadan kaçmış. Köse’nin kızı bir başına ortada kalmış. İhseyno, Hasano’yu da alarak Köse’nin evine yerleşmiş. Köse’nin kızı ile de evlenerek mutlu mesut yaşamışlar.  
Karadeniz Bölgesi
Limon Ağacı
Sinop
LİMON AĞACI Bir evde üç kız kardeş yaşıyormuş. Padişahın oğlu evlenmek istemiş ve bunu tellalla tüm ülkeye duyurmuş. Bu üç kardeşten en küçüğü çok güzelmiş. Diyorlar ki iki büyük ablası, — Ya padişahın oğlu gelip kız kardeşimizi görürse onu alır, onunla evlenir, biz bunu yok edelim. Nasıl yok edelim? Bir gün kız kardeşlerini kandırıp odun toplamaya götürüyorlar ve onu ormanda bırakıyorlar. Kızcağız da farkına varınca kayboldum zannediyor. Ablalarının ona öyle bir şey yapacağını düşünemiyor. Kayboldum zannediyor, ağlaya ağlaya aranıyor, sonra bir ağacın altında uyuyakalıyor. Uyandığı zaman eline bir odun parçası alıyor ve onunla yerleri karıştırırken limon çekirdeği buluyor. O limon çekirdeğini orda bulduğu kap gibi bir şeyin içine dikiyor. O limon çekirdeği hemen büyüyor. Ağladıkça gözyaşlarıyla da sulandıkça daha hızlı büyüyor ve ağaç oluyor. Ondan sonra rüzgârdan sallanıyormuş limon ağacı. Kız diyor ki: — Ay güzel limonum boynunu sallayıver.  Limon ağacı bir sallanıyor, altınlar dökülüyor. Kız bu altınları eteğine topluyor. Tekrar böyle diyor: — Limonum limonum boynunu sallayıver limonum. Limon sallanıyor, altınlar dökülüyor. Kızın böylece epey altını oluyor. Sonra bir gün padişahın oğlu ava çıkıyor oradan geçerken o kızı görüyor. Böyle pis, üstü başı perişan, ormanda kaldığı için. — Sen kimsin in misin cin misin ne arıyorsun buralarda? deyince kız da: — Ne inim, ne cinim ben de sizin gibi bir insanım, diyor. Ablalarımla odun toplamaya gelmiştim ben, kayboldum burada diyor. Padişahın oğlu onu ve orada bulunan limon ağacını da alarak saraya götürüyor. Hizmetkârlarına söylüyor bu kızı yıkıyorlar, paklıyorlar, güzel elbiseler giydiriyorlar. Limon ağacını da sarayın bahçesine dikiyorlar. Tabii güzelliği ortaya çıkınca padişahın oğlu bu kıza âşık oluyor. Sonra duyuruyorlar her yere padişahın oğlu evleneceği kızı buldu, bununla evlenecek herkes görmeye geliyor kızı. Padişahın oğlu kiminle evleniyor diye. Sonra kızın ablaları da geliyor ablaları kızı tanıyor. — Eyvah biz kardeşimizi ormana attık, kurtulduk sandık, kurtulamadık yine bunu padişahın oğlu buldu ne yapalım bunu. Büyük abla diyor ki: — Biz ona yaklaşalım, ah biz seni kaybettik biz seni çok seviyorduk canım kardeşim, ne kadar aradık, ne kadar ağladık diye yalan söyleyelim, diyor. Onun vasıtasıyla saraya girelim, diyor ve nihayet böyle yapıyorlar ve saraya giriyorlar. Şimdi o da kendilerini kasten bıraktıklarını bilmediği için ablalarına sahip çıkıyor, saraya aldırıyor. Sarayda birlikte yaşarken düğün de yaklaşıyor. Ablalar diyor ki: — Biz gelin hanımı hamama götürmek istiyoruz. — Tamam, diyorlar. Hamama giderken de bohçalarının arasına çorap şişi denilen bir tarafı çengelli bir şiş koyuyorlar. Kızı yıkarken büyük ablası o şişi alıyor ve başından aşağıya sokuyor kızcağızın. Kızcağız da ölmüyor, kuş oluyor pır diyor uçuyor; hamamın kırık camından dışarı gidiyor. Onlar diyor: — Ne yapacağız şimdi padişahın oğlu benim evleneceğim kız nerde diye soracak.  Ortanca kız biraz benziyormuş hemen onun elbiselerini giydiriyorlar, biraz süslüyorlar, biraz püslüyorlar, bu senin eşin diye götürüyorlar. Kız kendini belli etmemek için sürekli hasta rolü yapıyor ve başım ağrıyor diyerek odasından çıkmıyor. Sonra düğün günü yaklaşıyor, padişahın oğlu kıza diyor ki: — Niye başın ağrıyor? — Bilmiyorum, diyor. Padişahın oğlu kıza: — Sen önceden ilk geldiğin zamanlarda giderdin limon ağacıyla konuşurdun o da sana altınlar dökerdi şimdi hiç gitmiyorsun, diyor. — Başım ağrıdığı için gidemiyorum diyor. Hâlbuki o değil o, limon ağacı ona cevap vermez. Ondan sonra birgün görüyorlar, bir kuş geliyor limon ağacına konuyor. Büyük abla bakıyor kuş limon ağacının tepesinde cik cik ötüyor, limon ağacı da sallanıyor ve altınlar döküyor. — Aa diyorlar bu bizim kuş olan kardeşimiz ne yapalım gene bundan kurtulamadık. Diyor ki o ortanca olan padişahın oğluna ‘Benim başımın ağrısını ne geçirir biliyor musun? Şu kuş var ya onu yakalayalım onu keselim etini yersem benim başımın ağrısı geçer.’ Padişahın oğlu napsın karısı çok istiyor. Kuşu yakalattırıyor adamlarına, ondan sonra eline alıyor ve kuşu sevmeye başlıyor. Ah yavrum çok da güzelmişsin, pek de tatlıymışsın diye başını okşarken eline bir şey takılıyor, o şişin tırtıklı yeri. — Allah, bu neymiş, kuşun başına diken mi batmış? diyor bir çekiyor kuş şöyle bir silkeleniyor, kız olarak çıkıyor. Ondan sonra padişahın oğlu şaşırıyor. Kız ona bir bir başından geçenleri anlatıyor. Sonra bu geliyor ablalara diyor ki ‘Kırk katır mı kırk satır mı?’ Onlar da diyor ki: — Ay satır bizi keser öldürür, biz katırlara biner dıgıdık dıgıdık gideriz. Bize kırk tane katır ver, diyorlar. Padişahın oğlu, ablaları kırk katırın arkasına bağlıyor ve onlar sürüklenip parçalanarak can veriyorlar. Padişahın oğlu ve küçük kız da evleniyor sonsuza kadar mutlu yaşıyorlar.  
Marmara Bölgesi
[Ayağına Diken Batan Keloğlan]
Balıkesir
KELOĞLAN [Ayağına Diken Batan Keloğlan]  Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur zaman içinde bir tane Keloğlan varmış. Keloğlan ormanda gezerken ayağına diken batmış. Az gitmiş uz gitmiş bir tane nineye rastlamış. –Nine nine demiş, benim ayağıma diken battı çıkarır mısın? Nine çıkarmış Keloğlan’ ın dikenini, atmış fırının içine. Keloğlan’ ın aklına çakallık gelmiş. –Ee nine hani benim dikenim, demiş, benim dikenimi ver. Nine de demesin mi “Ben senin dikenini attım fırına yaktım” diye. Keloğlan tutturmuş, –Ben anlamam ben dikenimi isterim. Ya dikenimi verirsin ya bir ekmek verirsin, demiş. Nine bir tane ekmeği vermiş Keloğlan’a. Keloğlan ekmeği almış gitmiş. Yolda giderken bir tane çobana rastlamış. Çobanla hoşbeş yaptıktan sonra, – Çoban kardeş demiş, bu benim ekmek burada dursun, ben biraz dolaşayım geleyim, demiş. Keloğlan gitmiş. Keloğlan gittikten sonra ekmek çobanın burnuna burcu burcu kokmuş, dayanamamış ekmeği açmış yemiş. Keloğlan dönmüş dolaşmış gelmiş çobanın yanına. –Ee demiş, çoban kardeş, benim karnım acıktı, ver benim ekmeğimi. –Keloğlan, demiş çoban da, sen gittikten sonra ben senin ekmeğini dayanamadım, çok acıktım, yedim. Keloğlan inadım inat tutturmuş deli. –Ya ekmeğimi verirsin ya bir koyun verirsin. Ya ekmeğimi verirsin ya bir koyun verirsin, demiş. Çoban çaresiz koyunu vermiş. Keloğlan almış koyunu düşmüş yola. Az gitmiş uz gitmiş bir tane düğün evine rastlamış. Düğün evine girmiş. –Selamünaleyküm… –Aleykümselam… – Ee ağalar demiş, benim koyunum burada durakoysun, ben birazdan gelir alırım, demiş. Ondan sonra da düğün evinde de misafirlere yemek pişiyormuş, ama pişen yemeğin içine konacak et yokmuş. Bunların aklına da Keloğlan’ ın koyunu gelmiş. Keloğlan’ın koyununu kesmişler, misafirlere bir güzel ikram etmişler, yedirmişler. Keloğlan dönmüş dolaşmış gelmiş. –Ee demiş, ben koyunumu almaya geldim, verin benim koyunumu. –Biz senin koyununu demişler, kestik misafirlere yemek yaptık yedirdik. Keloğlan tabi tutturmuş, – Ben anlamam ya koyunumu verirsiniz ya gelini verirsiniz. Ya koyunumu verirsiniz ya gelini verirsiniz, demiş. Çaresiz adamlar gelini vermiş Keloğlan’ a. Keloğlan gelini almış gitmiş. – Dikenimi verdim ekmeği aldım. Ekmeği verdim koyunu aldım. Koyunu verdim gelini aldım. Düttürü düttüt düttürü düttüt.
Marmara Bölgesi
Altın Saçlı Kızla Sırma Saçlı Oğlan
Balıkesir
Altın Saçlı Kızla Sırma Saçlı Oğlan Bir evde üç kız varmış. Padişahın da çocuğu olmuyormuş. Karı demiş ki: —Sen padişah olmuşsun da sözünü dinletemezsin. Ben bir karıyken sözümü dinlettiririm, sen sözünü dinlettiremezsin, demiş. —Dinlettiririm, demiş artık adam da. Şimdi bir hoparlör bağırtmış. —Bugün kimsenin evinde şavk yanmayacak, demiş. Şimdi korucular köylere çıkmışlar, şavk yanmıyor yanmıyor yanmıyor, bir evde şavk yanıyormuş. Pencereden dinlemişler. Bir gelinle bir oğlan öyle birbirlerine bakarlarmış. —Neden söndürmediniz şavkınızı? demiş. —Biz yeni evlendik. Karanlıkta birbirimizi göremiyoruz da, aydınlıkta birbirimizi özlüyoruz, ondan söndürmüyoruz şavkımızı, demişler. Şimdi bir eve de varmışlar. Üç kız varmış. Üç kızlar da söndürmemiş şavkını. Onlar da konuşurmuş. Koca kız: —Ben padişahın hanımı olsam, koca çadır dokurum, koca Türkiye’nin askerini alır da daha yarı yeri boş kalır, demiş. Ortanca kız demiş ki: —Ben padişahın hanımı olsam, bir koca halı dokurum, bütün askeri alır da daha yarı yeri boş kalır, demiş. Küçük kız da demiş ki: —Ben padişahın hanımı olsam sırma saçlı oğlanla altın saçlı kız doğururum, demiş. Alınlarında ay yıldızlı kız doğururum, oğlan doğururum. Şimdi gitmiş padişah bu koca kızı almış. —Hadi, demiş. Sen çadır dokuyacaktın ya. Çadırı doku, demiş. —Boş ver adam, dalgamıza bakalım, çadır kayırsın, demiş. Şimdi, ondan sonra gitmiş, ortanca kızı almış. —Sen halı dokuyacaktın ya. Halıyı doku, demiş. —Boş ver koca adam. İşimize bakalım, demiş. Bunu da bırakmış. Küçük kızla evlenmiş. Küçük kıza: —Sen alınları ay yıldızlı oğlan, kız doğuracaktın ya. Hadi doğur. Dokuz ayla on günü saydır, demiş. Dokuz ayla on günü saymışlar, kızın ağrısı gelmiş, doğuracak olmuş. Şimdi öteki kızlar da biz padişahın istediklerini yapmadık diye bir koca karıya: —Şimdi bu bugün doğuracak. Biz ne yapalım? Şimdi bu kızla oğlanı doğurursa biz aşağılık oluruz, ne yapalım? demişler. Koca karı da doğum yaptırmış. —Ben bunun yanına giderim. Falancanın köpeği bugün doğuracak, gidin onun eniklerini getirin gelin, doğurmuş. İki  tane eniği varmış, biri kancık, biri erkek. Onları alın gelin, demiş. Koca karı gitmiş, köpek eniklerini getirtmiş, almış. Öteki kadın da doğuracakmış, dadalar* olacakmış, olmuş. Biri kız, biri oğlan. Koca karı da padişahın karısının altına köpek eniklerini sürüvermiş. —Padişahın karısı köpek eniği doğurdu, köpek eniği doğurdu, diye nam vermiş. Dadaları da getirmiş, bir sandığın içine koymuş koca karı, öteki karılara vermiş. Onlar da denize atıvermişler. Sandık gitmiş denize. Şimdi padişah da:  -Götürün bu karıyı çadırın önüne gömün. Boğaz çukuruna kadar gömün. Gelen geçen, padişahın karısı köpek eniği doğurdu diye, âlem yüzüne tükürsün, demiş. Şimdi götürmüşler, âlem yüzüne tükürüyormuş. Bir derviş de denizin kıyısında namaz kılıyormuş. Sandık da öyle geliyormuş. O dede de demiş ki:  —Cansan beri gel, malsan öte git, demiş. Ta dedenin kıyısına gelmiş çıkmış sandık. Bir de sandığa elini götürmüş, açmış ağzını. Bir de bakmış ki dede, iki çocuk yatıp dururmuş içinde. Çocuklar serçe parmaklarını sora sora yaşamışlar, serçe parmakları da ondan ince kalmış. Şimdi bunları büyütmüş dede. —Ben bugün öleceğim. Benim burada bir torba param var. Bu parayı alın da şehre çıkın. Buraya beni kaldırmaya gelirler, hiç korkmayın. Bakın durun yatağın içinde, demiş. Kim gelirse gelmişler, dedeyi kaldırmışlar. Buncağızlar gitmişler, parayı almışlar oradan. Şehre çıkmışlar, bir ev kiralamışlar. Alınları böyle sarılıymış. Dede bunların alınlarını birer çaputla sarmış. Hani böyle artistler alınlarını bağlıyor ya, koca karılar kafası ağrıdı mı kafasını bağlıyor ya, oradan kalmış o alnını bağlamak. Dede bunların alınlarını mendille bağlamış. —Bunları hiç çıkarmayın, demiş. Bunlar bir eve kiracı gitmişler. Kız evde dururmuş, oğlan kahveye gidermiş. Kahveye gelirmiş gidermiş. Padişahla ahbap olmuşlar bunlar. Padişahın canı varmış onda. Şimdi babası o, bilmiyor. Bir koca karı gelirmiş kızın evine. —Kızım, aç kapıyı. Ben de sana arkadaş geleyim, demiş. Gelirmiş, gidermiş bu. Bir gün padişah: —Kardeşini al da bir gün, bize gelin, demiş. O zaman koca karı: —Kızım, denizin öte yanında ak nane gök nane vardır, onları sen getirt, demiş. Koca karı, aynı karı yine. Oraya girmiş. O kızlar yollamış yine, bunları kaybet diye. Anlamışlar onlar. Kardeşi: —Abi, denizin öte yanında bir ak naneyle gök nane var. Bana onları getirir misin? demiş. —Getireyim, demiş. Getirmeye gitmiş. Denizin kıyısında dedenin biri namaz kılıp duruyormuş. —Oğlum nereye gidiyorsun? demiş. —Denizin öte  yanında  bir  ak  naneyle gök nane var. Ben onları almaya gidiyorum, demiş. —Oğlum gitme, oraya giden gelmez, demiş. —Aa, dede gideceğim, demiş. —Al şu mendili, demiş. Dede çıkarmış, bir mendil vermiş. —Salla şu mendili. Deniz açılır, denizden geç. Oraya var, bir köpek vardır, bir de koyun vardır. Köpeğin önünde ot vardır, koyunun önünde et vardır. Eti al köpeğin önüne ver, otu al koyunun önüne ver, geç. Orada bir sivri taş vardır, sivri taşın üstüne çık. Oradan “Araaap” diye bağır, üç kere bağır, demir kapı açılır, demiş. Üç kere bağırmış, demir kapı açılmış. Orada bir Arap varmış. Arap’a demiş —Ak  naneyle gök nane varmış. Ben bu naneye geldim, bana bunu verir misin? —Vereyim, demiş. Ak naneyle gök naneyi vermiş. Gerisin geri gelmiş. —Açıl kapım açıl, demiş, kapı açılmış. Köpek ısırmamış, koyun ısırmamış. Köpeğe —Isır! demiş Arap. —Isırmam. Köpek ot yemez, et yer, demiş. Geçmiş. Denize —Kapan! demiş. Deniz —Kapanmam! demiş. Mendili sallamış, geçmiş yine. Dede demiş ki: —Bir daha gelme oğlum, seni buralarda bırakırlar. O dede yine aynı dedeymiş halbuki. Eve varmış, getirivermiş ak naneyle gök naneyi. Kızcağız deyivermiş bunu. Nene anlamış. Oğlanın geldiğini anlamış, yine varmış. —Bir de orada bir Arap kızı vardır, onu da getirsene. Arap kızı sana arkadaş olur, demiş. Oğlan yine gitmiş Arap kızını getirmeye. Dede yine oradaymış. —Arap kızını getireceğim, demiş. —Gitme oğlum, dediyse de: —A a! İlle gideceğim, demiş. Yine koyunun önüne ot, köpeğin önüne et vermiş. Orada Arap kızına : —Ben seni götüreceğim. Hadi gidelim, demiş. Giderken —Kapan kapım! demiş, kapanmamış. Arap, —Kapan denizim kapan! demiş, kapanmamış. Oğlan onu geçirmiş. Şimdi gitmiş, evine varmış. Kızla ikisi oturuyorlarmış. Oğlan gayrı gelip gidiyormuş. Bu koca karı yine geliyormuş. Hemen koca karı: —Kızım, ben geldim, aç! demiş. Hemen Arap kızı: —Taş ol da otur olduğun yere! Kara taş ol da otur yerine! demiş. Nine de taş olmuş, oturmuş. Şimdi kız: —Bu böyle mi duracak? demiş. —Böyle olacak o, demiş. Arap demiş ki oğlana: —Dört yolun çatında bir annecik var. Var, var da yüzünün tükürüklerini sil. Gelen geçen tükürüyor onun yüzüne, sen de var sil, demiş. Oğlan gider gider kadının tükürüklerini silermiş. Ama artık ölecekmiş neredeyse. Dura dura buraya kadar gömülmüş, ölecekmiş. Şimdi o Arap demiş ki, oğlan da gelmiş kahveden: —Yarıl taşım yarıl! Taş yarılmış, altınları içinden çokmuş. Nineye demiş: —Bu bizim eve geliyor gezmeye, demiş. Padişah da demiş: —Benim karı köpek eniği doğurdu. İki tane. Bir insan köpek eniği doğurmaz. Köpeğe karılırsa doğurur, köpeğe karılmazsa doğurmaz, demiş. O Arap: —Dört yolun çatındaki karı, senin karın. Bu oğlan da senin, kız da senin. Mendilleri kaldırıvermiş Arap. —Ayla yıldızı gördün mü? O kadın doğurdu ayla yıldızı, demiş. Hemen oradan padişah: —Götürün bu nineyi, taşın içindeki karıyı getirin, demiş hizmetkârlara. Taşın içindeki karıyı getirmişler. Oradan kızla oğlan: —Bugün biz bir suya dökünelim, demişler. Kızdan altın dökülmüş su yerine, oğlandan da sırma dökülmüş. Ondan sonra gitmişler. Arap: —Senin bu kızın, bu oğlun, bu da karın, demiş. Karıyı getirmişler, yıkamışlar, padişaha teslim etmişler. Kızla oğlanı da teslim etmişler. Alınlarını da böyle sarmışlar. Ayla yıldız varmış alınlarında. İkisinin alnında da ayla yıldız varmış. Böyle geçinip dururlarmış. Öteki karıları da idam yapmışlar.   * Dada: Çocuk.
Ege Bölgesi
[Sakalına Bit Düşen Adam]
Muğla
Sakalını darakan guca adam, pit tüşmüş. Amma o piti de bi gul bilmezimiş eveli. Geş (genç), güzel bi olan, gız da güzelimiş, gızı soruyomuş. Hani, u guca adam gızı soruyomuş: - Bu ne diye? Gız da bilmeyomuş. Hani pit oldeni bilmeyomuş. Diyelim, sen güzelsin, isteyosun hanı onu almak isteyosun. U demiş ki: - Pit pit demiş yavaşça, yavaş yavaş pit pit. Unu da anlamamış. Gız anlamamış, guca adam anlamış. (Bit olduğunu) Ben kim bilise, una vicem demiş ya padişah gızını. Benim gızı demiş: - Kim bilise buna, una vecen. Sakallı adam duymuş. Bi gencin biri: - Pit demiş, hanı bene vesin deye. Yavaşçılan, u genş duymamış, gız duymamış u gencin dedine, guca adam duymuş, guca adama vemiş. Guca adama işkence yapmış. Guca adam hasta olmuş, doktura götümüş, guca adamı, havuşları sivreltmiş, guca adama işkesmiş u gız. İşkenci yapmış çok. Havuş sokmuş kıçına, sölemesi ayıp. Nele dediyse, nele ettiyse olmamış, -Ben seninnen geçinmen demiş. İn sonunda hadı demiş hangımız güzel, hangımız çikin, guyunun başına gidem demiş. Guyunun başına vamışla, höle dolanmışla. Sen güzel ben güzel, sen güzel ben güzel deken, guca adamı almış, içine bi atmış, (gız) gız gurtulmuş. - Ben gurtuldum çok şükür demiş, seni Allah gurtarsın demiş. Bu gada biliyon gari, ötesini bilmiyon çocum, ondan sona selamları va.
Ege Bölgesi
Edik ile Düdük
Muğla
Ediynen Düdük varımış. Bunların bi sivilce gızları varımış. Adı Sivilceymiş. Sona bu, Düdük baba, Edik anne, öteki de gızları. Düdük bi şey almış gelmiş bazadan. Kelle, bacak garın niyse, unları almış gelmiş. Almış gelmiş gızım, demiş: - Yıka gel bunları, demiş. Bi çay kenarına gitmiş çaya. Yıkarkan unları sel almış, su almış. Başlamış u gız alamıya. Atın üstünde bi bey gelmiş. Bey gari, eveliki padişahlar. - Ni alıyosun, demiş? - Altın yüsseminen, bileziklerimi sel aldı ona alayom, demiş. - Min hayvanın kıçına, demiş. Alama, demiş. Ben seni alır giderin, demiş. Hayvanın kıçına mindirmiş, almış gitmiiiş. Sona, bizim gız yok, böğün durmuşla, yarın durmuşla, obür gün durmuşla yok. Gız nere gitti, gız nere gitti köy aya kalkmış, hani aramıya. Sona sizin gız, demişle: - Filan yerde duru. - Adı niy? -Sivilce. Niyse, vamışla, durmuşla, hep berabar iğleşmişle, ni güzel olmuş, yulu düşmüşle, gızlarını alıp gitmek için. Gızı almıya gittiği yerde inatdar* varımış daşın altına gomuşla. Düdük, demiş ki: - Ben  şi yapıyom, demiş. Daşın altına inatdarı godum. Suya girem, demiş, Suya girmişle, ordan bi insan geçiyomuş. Parları varımış bunların, parları, üzerlerinde. Garşıdan çubanı gömüşle. - Eeey çubaaan, demiş.Elinde, burnundan  ya akıbatan guzuların birini geti buraya, demiş. Burnundan ya akıbatan guzula götüvemiş. Güzel guzu götümüş. - Aaa olmadı, demiş. Baya burnundan sümük akıbatan olcamış. Niyse, sümük akıbatanı almış, gelmiş, vemiş. Unu kesmişle bunla evlerinde, kesmişle yicekle. Yicez emme, demişle: - Dişimizin govene neynen türtcez. Hadi kenara çay kıyısına gidem, demişle. Şiy toplamaya, gırıntı. (…) Dişlemizi tötmek için. Unu ararkan ararkan urdan biri geçiyomuş atlının biri. U atın adını sölemiş, ismini. - Daşın, çakmak daşının altında inatdar va, demiş. İnatdarı alısın, gapıyı açasın, orta yerde etimiz va, yi gorsun, demiş. Ütekile girmişle, yimişle, içmişle, gapıyı kitleyivemişle gene, hada. Gelmişle, bi bakmışla et yinmiş, yok. Nere gitmiş bu, nere gitmiş unun peşine düşmüşle. Unu ararkan ararkan bulumamışla. - E nidelim, bi daha gidem, demişle. Para çok nasıl olsa, bi daha gidem çubana. -Çuban yok gari, demiş. Vimem, bi daha vimem gari, demiş. Sona dönmüşle, gelmişle. Niyse, urda galanını, yiyelim biz bunu, demişle. Selamları va. inatdar: Anahtar
Marmara Bölgesi
Altınlı Horoz
Balıkesir
Altınlı Horoz Bir horoz varmış. O horozun altını varmış. Beyoğlu’na vermiş. Beyoğlu da almış gitmiş başka yere. —Ulan gideyim de Beyoğlu’ndan altınımı alayım geleyim, demiş Düşmüş yola. Gidiyormuş, gidiyormuş, bir canavar denk gelmiş. Canavar demiş ki: —Arkadaş, nereye gidiyorsun? —Beyoğlu’ndan altınımı istemeye gidiyorum, demiş. —Beni de götür, demiş. —Sen gidemezsin, gidemezsin, demiş. O da: —Giderim, giderim, demiş. Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Oradan canavar yorulmuş. —Arkadaş, ben gidemeyeceğim, demiş. —Tırnaklarını kes de benim götüme gir, demiş. Oradan onun götüne girmiş. Giderken giderken bir tilki denk gelmiş. Tilki demiş —Arkadaş, nereye gidiyorsun? demiş. —Beyoğlu’ndan altınımı istemeye gidiyorum, demiş. —Beni de götür, demiş. —Sen gidemezsin, gidemezsin, demiş. —Giderim, giderim, demiş. Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Tilki yorulmuş. —Arkadaş, ben gidemeyeceğim, demiş. —Tırnaklarını kes de benim götüme gir, demiş. Onu da koymuş. Gide gide gide bir çaya denk gelmiş. Çay akıp gidiyormuş. Çay gidiyormuş, o da gidiyormuş. Çayın suyu bitmiş. Çayın suyu bitti mi, —Arkadaşlar, ben gidemiyorum, kalıyorum, demiş. —Hadi sen de benim götüme gir de beraber gidelim, demiş çaya. —Olur, demiş. Gitmiş, Beyoğlu’na varmış. Beyoğlu’nun masasının üstüne uçmuş, oturmuş. —Beyoğlu altınımı ver! Beyoğlu altınımı ver! —Şu ocağı sönesiceyi atların önüne koyun da atlar çiğnesin de öldürsün, demiş. Atların önüne atmışlar. Canavarı çıkarıvermiş, atları yedirmiş. Bunun kazları varmış bir sürü. —Bunu kazların damına atın da yesin de öldürsün, demiş. Kazların damına atmışlar. Ona da tilkiyi çıkarıvermiş. Hep kazları öldürmüş. Yine varmış, Beyoğlu’nun masasının üstüne oturmuş. —Beyoğlu, altınımı ver! demiş. —Fırını yakın yakın, içine bir atın bunu, yansın; ondan sonra etini yiyelim. Fırını yakmışlar. İçine bunu atmışlar. Çay çıkıvermiş, fırını söndürmüş. Yine gelmiş masanın üstüne. —Bunu ne yapalım, ne yapalım? demiş. Bir dam altını varmış Beyoğlu’nun da. —Onu altınların içine atın da, beğendiğinden bir altın alsın da gitsin, demiş. Altınların içine atmışlar bunu. —Hap götüm yut götüm, bir dam altını yut götüm! Bir dam altını yutturmuş. Oradan gelmiş evlerinin önüne. —Abla beni aç, abla beni aç, abla beni aç! Açmış. —Abla, beni döv! Vurdukça altın sıçmış, vurdukça altın sıçmış. Bir komşusu gelmiş, bir koca karı. —Kız ne yapıyorsun komşu? demiş. —Beyoğlu, altınlarını vermiş de oradan altın almış gelmiş. Altın sıçıyor, demiş. —Beyoğlu neredeyse söyle de, ben de horozumu göndereyim, demiş. Göndermiş horozunu. Gelmiş horozu. Bununki de bok sıçmış. —Aaa senin horoz altın sıçıyor, benimki de bok sıçıyor, demiş. İkisi bir kavga horozların başında. Burada da masal bitmiş.      
Marmara Bölgesi
Aslan İle Tilki
Balıkesir
Aslan İle Tilki Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, develer tellal, pireler berber iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, bir aslan varmış. Bir köyden devamlı haraç alıyormuş. Her gün bir koyun, bir kuzu, bir inek ne bulursa alıyormuş. Köylü artık bu aslandan bıkmış. Aslan da —Ormanların kralı benim, diyormuş. Her gün bir kuzu, bir koyun, bir inek almaya devam ediyormuş. Bir gün köylülerden biri tilkiye gitmiş ve demiş ki: —Bizim başımıza bir aslan musallat oldu. Bizi bu dertten kurtarsan kurtarsan sen kurtarırsın, demiş. Tilki de:  —Bunun karşılığında bir çuval tavuk alırım, demiş. Köylü bunu kabul etmiş. Artık aslanın haracını vermemeye başlamışlar. Aslan da köye inmiş, karşısına tilki çıkmış. Tilki aslana: —Sen dağların kralı benim diyorsun, ama bir kral da burada var. Köylü artık sana haraç vermeyecek, demiş. Aslan da: —Nerede o kral? demiş. Tilki de kuyuyu göstererek: —İşte kuyunun içinde, demiş. Aslan da kuyudan aşağıya bakmış. Kuyudan aksini görmüş. Aslan kükremiş. Kuyudan yankı gelmiş. Kuyudaki aslanı öldürmek için kuyunun içine atlamış ve ölmüş. Böylece tilki köylüyü aslandan kurtarmış. Bu defa tilki haraca alışmış. Tilki köylüden her gün tavuk istiyormuş. Bu defa köylü tilkiden bıkmış. Köylü toplanıp tilkiye: —Sana bir çuval tavuk verelim, alış verişi keselim, demiş. Çuvalın içine tazı koymuşlar. Çuvalı tazıya vermişler. Tilki inmiş bayıra. Çuvalı bir açmış, tazı. Tazı tilkiyi kovalamış, yakalamış, öldürmüş. Köylü tilkiden de kurtulmuş.               
Marmara Bölgesi
Ayı ile Üç Kız Kardeş
Balıkesir
Ayı İle Üç Kız Kardeş Üç tane kız kardeş varmış. Bu üç kız kardeş dereye gezmeye gitmişler. Çamaşır yıkayacaklarmış. Almışlar çamaşırlarını, yiyeceklerini, derenin başına gitmişler. Derenin başına gitmişler, çamaşırlarını yıkamışlar. Bu üç kız çamaşırlarını yıkadıktan sonra bıcı bıcı yapmışlar. Bir tane ayı gelmiş yanlarına. Kızlar ayıdan kurtulalım, kaçalım falan derken kaçamamışlar. Ayı kızların üçünü de yakalamış, götürmüş inine. Kızları esir etmiş. Sonra bir gün bu üç kız kardeşin karnı çok acıkmış. Ayıya demişler:  —Bizim karnımız çok acıktı. Bizi kaçırdın madem,  kaçırdığına göre doyur bizi. Ayı demiş: —Tamam, doyuracağım. Büyük kardeş gitmiş çalı çırpı toplamaya. —Ben çalı çırpı toplamaya gideceğim, demiş. Gitmiş, bir vakit gelmemiş. Meğer kaçmış. Ortanca kardeş de: —Ablam gelmedi. Nereye gitti acaba? Ben onu getireyim, demiş. O da o şekilde kaçmış. Bunlar kaçmışlar. Küçük kız kardeş kaçamamış. Ayının yanında esir kalmış. Sonra bu küçük kız kardeşle ayının bir tane çocuğu olmuş. Çocuğun yarısı insan,  yarısı ayı kılığındaymış. Sonra kız evini, ailesini, ablalarını çok özlemiş. —Ne yapsam da bu ayıdan kurtulsam, ne yapsam da bu ayıdan kurtulsam? demiş. Ayıya bir gün, —Bugün benim canım çok bal istiyor. Git bana bal getir, benim için bal araştır, demiş. Neyse, ayıyı göndermiş. Ayı gidince kendisi, çocuğu salıncağında bırakmış, kaçmış gitmiş. Ayı gelse ki, kızın yerinde yeller esiyor. Çocuğu da salıncağında bırakmış. Sonra kız evine gidince olanları ailesine anlatmış. —Böyle böyle oldu, falan filan, diye. Daha sonra bu üç kız kardeş plan yapmışlar, —O ayıyı ne yapsak da öldürsek, diye. Ayının yanına gitmişler. —Hadi gel, biz bir hata yaptık. Seni biz evimize götürelim, demişler. Ayıyı evlerine götürmüşler. —Ayı, senin karnın çok acıkmıştır. Sana bir çorba yapalım, demişler. —Tamam, demiş. Kocaman ocakta çorba kaynatmışlar. İyice çorba kaynadıktan sonra çorbayı kenara çekmişler, saç ayağını da ayının kafasına geçirmişler. Ayıyı öldürmüşler. Bu üç kız kardeş de mutlu mesut geçinmişler.    
Marmara Bölgesi
Ayı Kulak
Balıkesir
Ayı Kulak Bir kız varmış. Karşıdan bir ayı gelmiş. Kız da bakır doldururmuş çeşmede. O bakır dolduran kızı kavramış gitmiş bayıra ayı. Bayıra gittikten sonra babası da gitmiş kızı aramaya. Varmış, bir taşın altında kızı kolaç* pişirirmiş. Babası, —Of! demiş, yorulmuş, oturmuş oraya. Babası varmış yukarıda, ayı da aşağıda yatarmış. Kız kolaç pişirirmiş. Kolaç pişirirken kum serpivermiş babası. Kumlar da dökülüvermiş kolaçların üstüne. Kız bakmış. —Aaa baba, seni ayı yerse. Ben sana bir süpürge dayayayım da, sen süpürge ol da, seni alayım içeri, demiş. Süpürge vermiş babasına, dayamış içeri. Sonra ayıya demiş ki: —Anam gelse yer misin? demiş. —Baaa, demiş. —Kardeşim gelse yer misin? demiş. —Baaa, demiş. —Babam gelse yer misin? demiş. —Kahve tütün, keyif bütün, demiş. Babasına bir şey dememiş. Kahve tütün, keyif bütün. Babasına hemen bir süpürge vuruveriyor, gidiyor ayının yanına. Kahve tütün, keyif bütün içiyorlar. Ondan sonra bir çocukları varmış. Ayının bir çocuğu olmuş o kızdan. Dedeleri eve gidecek olmuş. —Ben eve gideceğim kızım, oğlum, demiş. —Dede, sen benim sırtıma bin de götüreyim seni, demiş. —Ya oğlum, sen küçüksün, beni götüremezsin, demiş. Binmiş dedesi onun sırtına, gitmişler. Köye varmışlar. Sokağa çıkmış Ayı Kulak. Adı Ayı  Kulak’mış. Kızanlara birer şamar vururmuş, kızanlar hemen devrilirmiş yol üstüne. —Bu böyle olmaz. Bunu yollayalım yerine, demişler. Dedesi: —Oğlum, git bize bir araba odun getiriver, demiş. Gitmiş, kocaman meşe ağacını sökmüş kökünden, tar tar sürükleyerek getirmiş. Bir gün olmuş, iki gün olmuş, yok, gitmiyor. —Bunu götürelim yerine, demişler. Dedesi götürmüş yerine. Oraya vardıktan sonra ayıyı vurmuşlar. Kızı arabaya koymuş ağabeysi, kızı getiriyormuş. Getirirken kız: —Ağabey tarağım kalmış ya, demiş. —Hadi tarağını al gel, demiş. Tarağını almaya dönüyor. Ayının boynuna sarılıyor. —Ayım, ayım, ayım! diye ayısına ağlarmış. Ağabeyi de onu aramaya geliyor. Bir bakıyor, onu ayıya sarılıyor görüyor. Bir vuruyor onu da tüfekle. İkisi kalıyorlar yol üstünde işte.   * Kolaç: Ekmek.
Marmara Bölgesi
Bıdıcık
Balıkesir
Bıdıcık Yedi arkadaş, yedi cüce varmış. —Hadi çalışmaya gidelim, demişler. Çalışmaya gitmişler. Çalışmaya giderken yolda bir koca karıya denk gelmişler. O da cadı karısıymış. Ona misafir olmuşlar. Bunlar yemişler, içmişler, yatmışlar. Cadı karısı dişlerini sürtmeye gidermiş. Yedi cücenin de bir birini yiyecekmiş, bir birini yiyecekmiş. Onların içinde de akıllı biri varmış. —Kalkın, kaçalım. Bu bizi yiyecek, demiş. Gelmiş. —Kim uyur; kim uyanık? —Herkes uyuyor da ben uyanığım, demiş. —Sen niye uyumuyorsun? —Anam bana bir horoz keser yedirirdi de ondan sonra uyurdum. Cadı karısı da kesmiş, pişirmiş, yedirmiş. Yine gitmiş. Yine gezmiş, dolaşmış, gelmiş. —Kim uyur, kim uyanık? demiş. —Eller uyur da ben uyanığım, demiş o Bıdıcık. Onun adı Bıdıcık’mış. —Niye uyumuyorsun oğlum sen? demiş. —Anamın bir danası vardı. Bana keser yerdim de öyle uyurdum, demiş. Cadı karısının da danası varmış, onu da kesmiş. Sabah olmuş. Akşam yine yatmışlar. —Bugün ben bunların hepsini yiyeyim, demiş cadı karısı. —Kim uyur, kim uyanık? demiş. —Eller uyur, ben uyanık, demiş. —Oğlum Bıdıcık, niye uyumuyorsun? demiş. —Anam bana çaydan gözer*le su getirirdi, içirirdi de öyle uyurdum, demiş. Gözerle su gelir mi? Cadı karısı gözer alıyor, gidiyor. Sıçıyor içine, sıvıyor, su gidecek. —Kalkın, kaçalım. Bu bizi yiyecek, diyor. Kalkıyor bunlar, kaçıyorlar. O Bıdıcık’ın da bir tane çakı bıçağı varmış. Orada kalmış. Yarı yolda dönüyor. —Arkadaşlar, benim bıçak kalmış. Ben bıçağı alayım geleyim, diyor. Dönüyor. Yağmur çiliyormuş hafif hafif. Geliyor koca karı, bir katmer sacı vuruyor. Oradan sacın üstünden cıs cıs ses geliyormuş. Cadı da sanıyormuş, yağmur damlıyor. Bıdıcık da dam beşten  işeyiveriyormuş. Dam beşe çıkmış, bakmış dam beşte büzülüp duruyormuş. —Vay yavrum Bıdıcık, ben seni arıyordum ya, demiş. Almış gelmiş, çuvala koymuş, ağzını bağlamış. Bu da bıçağı bulmuş, almış bıçağı. Cadı dişlerini sürtmeye gitti mi, bıçağı çuvala yalıyor, bacadan çıkıyor. Orada kavak varmış, kavağın tepesine çıkıyor beni tutar diye. —Bıdıcık, Bıdıcık neredesin? diyor. —Nine, nine buradayım, diyor, inmiyor. —Vay yavrum Bıdıcık, nasıl çıktın oraya sen? diyor. —Sabanı sabana koydum, demiri demir üstüne koydum. Bir hopladım, buraya çıktım, diyor. Çıkarken de bir kese kum alıyor Bıdıcık. —Sen yukarı bak nine, diyor. Yukarı bakıyor, döküyor kum, yuvarlanıp gidiyor. Hadi aşağı düşüyor koca karı, ölüyor. Bıdıcık da oradan çıkıp gidiyor, arkadaşlarına erişiyor.   * Gözer: Buğday, çavdar, toprak gibi şeyleri elemek için kullanılan iri gözlü kalbur.
Ege Bölgesi
[Kara Tavuk]
Muğla
Şindi bir gara* tavık* varmış. Çam agcının başına çıkmış. Tabi öyle doğurmuş yumurtalamış üç tane yavrusu çıkmış. O şeyen çam agcının dibine topal çakal geliyore. -Gara tavık gara tavık demiş. Yavrının* bir tane verirsen verirsin vermezsen çıkar seni yerim. - Al seni bi yavru demiş atmış. Sonra demiş ki ikinci gelişte. Bi daha bağırıyoru: - Gara tavık gara tavık diye. Yavrının bir tane verirsen verirsin vermezsen çıkar seni yerim. - Al demiş. Başlamış gar tavuk şindi* üç dene yavrumdan bi dene yavrum galdı deyi yas dutmaya. Ağlap duruyomuş. Hamaz* garga gelmiş. - Gara tavuk sen ne ağlayıp turun. - Üç dene yavrumdan bi dene yavrum kaldı demiş topal çakal yedi demiş. - Sen onu bi daha gelişte demiş benim yanım gönderive demiş hamaz garga. Sona geliyore bi daha isteyore yavruya. Hamaz garga, bana bi şey öretti demiş ama birez abes olacak ben söylemene. Sen onu demiş bir daha gelişte demiş: - Ha yarağımı ye ha daşağımı ye decesin demiş. İkinci gelişte gara tavık öle deyor üçüncü gelişte. - Sene bunu kim öğretti demiş. - Hamaz garga bunları öğretti demiş. Ondan sonra hamaz garga ile topal çakal itişmişler kakışmışlar. *gara: Kara, siyah *tavık: Tavuk *yavrı: Yavru *şindi :Şimdi *hamaz: Kurnaz, hileci  
Marmara Bölgesi
Bit Derisi
Balıkesir
Bit Derisi Bir adam varmış. Bir de kızı varmış. Bu adam bit beslemiş. Bitin derisini soymuş. —Bu bit derisini kim bilebilirse kızımı ona vereceğim, demiş. Kız çamaşır yıkamaya gitmiş. Kızın yanına taşradan bir abdal gelmiş. Kız abdala demiş ki: —Bizim eve var, bizim evde bit derisi var. Sana babam ne geldin diye sorarsa, bit derisi bit derisi deyip de çıkıver, demiş. Adam eve gelmiş. İçeri girmiş. Kızın babası: —Bu ne? diye sormuş. Abdal da: —Bit derisi, bit derisi, deyip de çıkıvermiş. Kızın babası: —Bu, bit derisini bildi. Varın, alın getirin kızımı, bu adama vereceğim, demiş. Kızını vermiş. Kızı almış götürmüş abdal, saraya kapatmış. Abdal oduna gidermiş, sarayda her yerin anahtarını verirmiş, bir yerin anahtarını vermezmiş. Bir gün abdal oduna giderken kız: —Her yerin anahtarını veriyorsun da, falancanın anahtarını vermiyorsun. Onu da versene, demiş. —Veririm, ama açma, demiş. Kız açıvermiş kapıyı. Al gelin parmakları, allı başlı gelinleri yemiş yemiş, oraya kapatmış.  —Ah ben napayım? demiş. Akşam abdal gelmiş. -Açtın mı burayı? demiş. —Açtım, demiş. Abdal: —Hırrrrrr, onları çiğ yedim, seni pişirip de yiyeceğim, demiş. Gelini kilitlemiş, oduna gitmiş. Kız: —Ne yapayım, ne yapayım? demiş. Baca deliğinden çıkmış. Yukarda dikilip dururmuş. Oradan bir Soğancı geçiyormuş. Soğanın kilosu beşe beşe diye bağırıp gidiyormuş. —Amca biricik beni alır mısın? Can kurtaran yok mu? demiş. —Alırım, demiş. Adam almış.  —Soğanın kilosu beşe, soğanın kilosu beşe, diye diye uzaklaşmış.
Marmara Bölgesi
Borçlu Oğlan
Balıkesir
Borçlu Oğlan Bir varmış, bir yokmuş. Padişahın üç oğlu varmış. Birine vermiş padişah yüz altın, birine vermiş yüz altın, birine vermiş yüz altın. —Gidin bunlarla kâr yapın, zarar yapın, ne yaparsanız yapın. Büyük oğlan yüz altının yanına yüz altın daha kazanmış. Ortanca yine yüz altının yerine yüz altın daha kazanmış. Küçük borçlu gelmiş. —Ne oldu? Hani sen ne kazandın? demiş padişah. —Ben borçlu geldim, demiş. —Neden borçlu geldin? —Adamın birisi ölmüş de, borçlu ölmüş. Birisi de onu sürüklermiş. Borcunu vermedi, ölüsünü sürüklermiş adamın. —Neden sürüklüyorsun bunu? demiş. —Bunun borcu vardı sağlığında. Vermedi. Ben de ölüsünü sürüklüyorum onun. Padişahın oğlu hemen onu alıyor elinden. Yıkattırıyor, paklattırıyor, gömdürüyor, geliyor. Ama borçlu geliyor çocuk. Yetmiyor parası. —Böyle böyle yaptım baba da ondan borçlu geldim, diyor. Sonra babası büyüklere: —Başka memleketten arpa getireceksiniz bizim memlekete, demiş. —Bak bu ne derse bunun dediği olacak, demiş küçükten ötürü. En öne onu bindirmiş, develerle gitmişler arpa getirmeye. Bir yerde durmuşlar, kervan  kurmuşlar. Yatmışlar orada. Ötekiler uyumuş. Bir ihtiyar çıkmış gelmiş yanlarına. —Nereye gidiyorsunuz ? demiş. —Arpa getirmeye, demişler. Küçük: —Ben de gideyim sizinle. Ama ne kazanırsak ortak olacak, demiş ihtiyar. —Ne kazanırsak ortak olacak. Yarısı senin olacak, yarısı bizim olacak, demiş. Sonra bu ötekiler uyurken: —Hadi gel biz gidelim senle bir yere, demiş ihtiyar. Gidiyorlar. O adam iki deve yükü altın, varıyorlar iki deve yükü altın, hadi gidiyorlar iki deve yükü altın getirmeye. Orda da padişahın kızı var. O da başka padişahın kızıymış. O padişahın da güveyileri yaşamazmış, hep ölürmüş. Hep ölürmüş  güveyileri. Gitmiş bu, o padişahın kızını istemiş o dede padişahtan. İsteyince vermiş padişah. Düğün olmuş, gelin olmuş neyse. —Güveyiyle beraber ben de gireceğim, demiş o dede. —Olur mu? demişler. —Olur, ben de gireceğim, demiş. Sonra gelinin yanına güveyi de giriyor, adam da giriyor, dede de. Ondan sonra kızın ağzından bir yılan çıkıyor, güveyiyi öldüreyim diyor. O güveyiler ondan ölüyormuş. O  güveyiler ölürmüş yılandan. Onunla  adam yılanı öldürüyor. Sabah oluyor, güveyi çıkıyor. Şaşırıyorlar. —Ya bu güveyi nasıl çıktı burada? Dede öldürmüş yılanı. Ondan sonra orada durmuşlar ne kadar durdularsa. —Hadi, dönelim, gidelim, demişler. Dönmüşler gerisin geriye. Gelini de götürürlermiş. Padişahın kızını da götürüyorlar giderken. Dede: —Hadi gari, ayrılalım burada, demiş. —Ayrılalım, demişler. —Dedim ben size, ne kazanırsak yarı olacak diye, demiş. —Dedin, ben de razı oldum. —Şimdi gelini de üleşeceğiz, demiş dede. —Olur mu? —Olur. —Nerden üleşeceğiz? —Buradan böleceğiz, demiş. Çocuk arkasını dönmüş. —Önünü dön, arkanı dönme. Sen de göreceksin. Adamın elinde kılıcı varmış, dedenin. Bir sallıyor kılıcını, yapıveriyor kız, hemen ağzından bir koca kese yılan yavrusu. O yılanlar çıkıyor oradan. —Tamam, üleştik. Ben seni bunlarda kurtarmak için dedim, diyor. O da diyor: —Hayır, üleşeceğiz. Sen üleşeceğiz dedin ya, diyor. —Sen beni nasıl kurtardın o adamın elinden? Sürüklermiş ya dedeyi, ölüyü. —Sen beni o adamın elinden kurtardın ya, işte ben o adamım. Ben de seni işte bunlardan kurtardım. Allah size geçim bahtı versin. Güle güle geçinin, diyor.
Ege Bölgesi
[Tın Tın Kabacık]
Muğla
Şindi iki çocuk varmış. Anneleri menfat etmiş*. Galmış bubaylan bunla. Çocukların bubasına evlenmek düşmüş. Evlenmiş. Evlendiği hanım demiş ki: — Sen bu çocuklara azatlarsan* üldürsen senle öyle kul olcen. Sen bu çocukları azatlamasan ben senin yanında durmicen demiş. Bi gün sabah çocuklara bubası aldından hadi bakalım bi dağa. Bubası düşünüyore öteye gidiyo düşünüyore beriye çocuklarına gıyıp da azaplamıyore. Şindi demişkine çam ağacının başına bi gabak asmış. Biri Hatmecik biri Yusufcuk. — Çamın başına gabak astım benim gabağın takırtısını duydun mu o çamın yanına gelin, demiş bubası. Sonadan bubası gabak asıyore oraya gabak takıldığı yere rüzgarlan. Çocukla bubam oda diye çamın dibine geliyola. Bakmışla öteye bubasını aramışla bereye babasını aramışla yok. Gabak asılı. Çam ağacının dibine iki çocuk oturmuş. — Tıran tıran gabacık* bizi al budan babacık diye başlamışla yas tutmaya oğlan ve çocukla. Vakit akşama yönelmiş. Demiş ki Hatmecik böyük Yusufcuk göççümüş. Bi yanda ateş yanıyore bi yanda köpek hokruyore* sona gardeşim demiş: Yusufcuk ateş yanana mı gidelim köpek hokurana* mı gidelim, demiş. Gardeşi demiş ki: — Len valla demiş ateş yanana gitsek yanarız köpek hokurana gitsek ısırayı. Biz en iyisi köpek hokurana gidelim, demişle. Hadi bakalım köpek hokurana gelmişle. Köpek hokuran yede bi goca garıya rastlamışla. — Sona nene bize bubam böle böle yaptı deye anlatmışla çocukla. — Gelin gelin oğlum, demiş. Çocukları ambarın içine hapıslamış goce garı. — Sona nene nene çocukla biz tuvaletimizi itcez. — Yani ambarın içine edin, demiş goce garı. Çocukla: — Ellerin ambarları, demiş temiz oluken bizim ambarla pis mi olsun ,demiş. Ondan sona çocukları çıkarmış. — Çocukla bu sefe acıktık biz demişle. — Eni* kenelim kenelim, demiş köpege. Silkilenive kenelim kenelim ,demiş köpege. Ondan sona gavurmuş köpekten düşen keneleri gavurmuş. Çocukla yeme gardeş demişle onla birbirlerine bunla kene. Odan çocukla bi kopuyore ondan sona bi at gelmiş önüne. Atı bindinde gardeşile barbar bi su başında bi gavan başına* çıkmışla iki gardeş. Oğlana ablası: — Sen filan yede bi gavak va oraya git ben bu gavan başında galırım demiş. Bi parlak bi deliganlı at sulamaya gelmiş pınarın başına. — At suyu içen deyoru hemen geri çekiliyore at suyu içen deyoru hemen geri çekiliyore. — Allah’ım bu at neden su içmez. Höyle bi bakmış gavan başına dünya güzeli bi gız oturup durumuş. Sona atı sulumadan gitmiş. Bi goce garı çamaşır yıkamaya gelmiş oraya. Demiş ki goce garıya o deliganlı: — Sen demiş sacaya* böle huruceğine* böle hur o gız aşağıya eğildi mi ben onu dutam gapam gaçam, demiş. Sona hemen geliyore sacayı goce garı böle huruyore. — Nene nene demiş ağcın başında elini sacaya ters hurdun sen höle hurucasın. —Gızım gel sen öretsene, demiş goce garı. — Eğil gavak, demiş gız. Gavak bi eğiliyo sacayı bi huruyore oğlan dutcanda doğrul gavak deyore gız hemen. Hemen gız doğruluyore gavak doğruluyore. Böl böl böl yaparkan bi haftada bu gıza bu oğlan el gapmış. Ondan sona: — Benim demiş filan yerde gavan başında bir oğlan gardeşim va. Ben seni alcen diye anlaşmışla. Kırk gün kırk gece düğün yapmışla bunla. *menfat et-: Vefat etmek *azatla-: Göndermek *tıran tıran gabacık: Kabakların birbirine çarparken çıkan sesi vurgulayan ikileme. *hokru-: Havlamak *eni: Küçük kardeş *gavan başına: Kavak ağacının başına *sacaya(k): Üzerine tencere, tava vb. konan ateş üstüne oturtulan üç ayaklı demir alet *hur-: Kurmak    
Marmara Bölgesi
Bostancı
Balıkesir
Bostancı Bir padişah varmış. Bu padişahın üç tane oğlu, üç tane de kızı varmış. Bunun bir bahçesi varmış. Bahçeye varırmış, bahçede vaktini geçirirmiş. Amma  güzel meyveleri  varmış buralarda bunların. İşte bunların başında dururmuş. Ondan sonra bir gün olmuş, padişah hasta olmuş. Hasta olunca padişah, tabi baya hasta olmuş, çoluğu çocuğu başını beklermiş. İşte ölüverecek geliverecek derken baya bir zaman sürmüş. Sonra vezirini vüzerasını toplamış bu. —Ya babanız nice zamandan beri hastalık çekiyor. Ölüverecek gidiverecek demiyor. Bu adamın bir çekindiği yer var. Bu ekseri nerelerde durur ? diyorlar. —Bunun bir bahçesi vardı. Oraya giderdi, ekseri orada dururdu. Oralarda vaktini geçirirdi, demişler. Ondan sonra, —Ya, en çok hangi meyveleri yiyordu? demişler. —En çok nar vardı orada. Narı çok severdi. —İyi ya, narı bir yedirelim dedeye, padişaha. Bakalım ne olacak? Tam nar yetişmiş, tam olum zamanı gelmiş, yiyim zamanı gelmiş. Akşam demişler ki: —Sabah olsun, narı getirelim, babama yedirelim. Bir de sabahleyin varmışlarmış, nardan bir tane kalmamış. Öyle. —Bir sene daha bekleyelim, demişler. İyi ya, nar her sene bir kere oluyor, her gün olmuyor ki. Ertesi sene gene demişler: —Bugün dursun, sabahleyin getirelim narı, babama yedirelim. Bir de sabahleyin varmışlar, gene gitmiş nar. Ertesi seneye kalıyor. O sene diyorlar ki: —Narı bugün yarın alacağız ya, narı bugün akşam sırayla bekleyelim. Kim yiyorsa bunu yakalayalım, demişler. Koca oğlan demiş: —Bugün ben gideyim, bekleyeyim bu nar bahçesinde. Ondan sonra varmış. Bıçaklı tüfekli gitmiş, oraya geleni öldürecek. Gece bir gürültü bir zıbırtı, hiç bir şeycik anlayamamış. Ondan keri bir de sabahleyin varmış, nar gene gitmiş. Hadi o sene de kalmış. Ertesi sene demiş ortanca: —Ben bekleyeyim. Gitmiş. O da beklemiş. Aynı onun elinden de gitmiş nar. En küçük oğlana gelmiş sıra. —Bu yıl da ben bekleyeyim, demiş. Akşam olmuş. Okunu, mızrağını almış. Bir lamba gaz doldurmuş. Kuran-ı Kerim’ini almış. Varmış akşamına, yatsıdan sonra. Lambasını yakmış. Başlamış Kuran okumaya. Ondan sonra Kuran okurken gene başlamış tangırtı gümbürtü. —Hey, demiş bu, hemen çekmiş kasaturayı. Bir o yanına bir bu yanına, bir o yanına bir bu yanına derken yaralamış o gelen şeyi. —Yandım, demiş, o fırlamış gitmiş. Sabahleyin olmuş. Bir de bakmış, narlar durup durur. Doldurmuş oradan narları bir çantaya, getirmiş eve. —Geldin mi birader? —Geldim. —Ne yaptın? —Valla böyle böyle oldu. Ben narları kurtardım. Bugün narları getirdim. —İyi ya, getir bakalım da babama yedirelim. Şimdi akıl dane de demiş ki: —Babanız bunları yedi mi çok  dayanamaz. Bu nasip bekliyor. Çok şey yedirmeyin. Şimdi siz vardı mı vasiyetini size anlatsın. —İyi ya, toplanın madem oğlum. Ben size diyeceğimi diyeyim. Ondan keri yedirin bana narı. Şimdi ben öldü mü birer gün benim mezarı bekleyin. Herkes sabaha kadar birer gün tek başına bekleyecek. Bu bir. İkinci vasiyetim de, siz üç oğlan üç kızsınız. İlk dünür gelince koca kızı vereceksiniz. İkinci dünür gelene ortancayı vereceksiniz. Üçüncü gelene de küçük kızı vereceksiniz. Hiç boş çevirmeyeceksiniz. Dünürleri böyle yapacaksınız. Getirin narları, diyor dede. Narları yiyor. Ruhu teslim ediyor. Şimdi götürüyorlar padişahı, koyuyorlar mezara. Aradan iki üç gün geçiyor. İki üç gün geçtikten keri bir de bakıyorlar ki, birisi, bir adam inmiş, gencin birisi sallanıp geliyor. —Selamün aleyküm. —Aleyküm selam. —Hoş geldin ya arkadaşım, sen buralarda hiç görmediğimiz bir arkadaşsın. Hayır mı, şer mi? —Hayır. Ben sizin koca ablanıza dünür geldim. Onu bana vereceksiniz” diyor. “Senin memleket nere ? diyorlar. —Benim memleket uzak. Koca oğlan: —Babam öldü gitti, kaldık. Şimdi bu kızı verdik mi, bu kızı alıp gidecek bu yabancı. Vermeyelim, diyor. Ortancaya soruyorlar: —Ne yapalım? Verelim mi bunu? O da: —Vermeyelim, diyor. Bu sefer küçüğe: —Birader, ne yapacağız ? diyorlar. —Şimdi babanızın şeyini kırmayın. Babanız ne dedi size? Ablanız büyük kızı ilk gelene, ortancayı sonra gelene, böyle sırayla verin dedi mi? —Dedi. Veriyoruz, diyorlar. Kızı veriyorlar. Ama nereye götürüyor, götürüyor. Oğlan: —Ben de padişahım. Ben sizin ablanızı alıp götüreceğim. Ben de sizin gibi padişah oluyorum, diyor. İyi ya. Veriyorlar. İki üç gün duruyor. —Bize müsaade. Ben gideyim, diyor. Ellerinden ne geldiyse oğlanlar, heybelerine altınlar, ne varsa dolduruyorlar. —Hadi size hayırlı günler, demişler. Atıyor beygirin arkasına, kızı alıp gidiyor. Aradan bir zaman geçiyor. Akşam oluyor gene. Birisi bir beygire binmiş, o da çekilip geliyor. Eh işte, hal hatır. —Hayır mı arkadaşım, sen niye geldin? —Ben sizin ortanca kıza dünür geldim, diyor. Yine koca oğlan: —Vermeyelim. Bak ötekini de verdik, aldı gitti. Bunu da şuralara verelim, kıyımıza, diyor. Ortanca da: —Vermeyelim, diyor. Küçük: —Aaa, hiç aktarmayın. Babanız verin dedi. Bunu vereceğiz, diyor. —Kardeşim, bunu vereceğiz, ama öteki bak aldı gitti. Bunları nerede göreceğiz bir daha, nerede bulacağız? Onu da veriyorlar. İki üç gün sonra onun da yüklüyorlar ötesini berisini. Üçüncü kıza geliyor sıra. Bir gün bir bakıyorlar ki, bir at çekilip geliyor. Ona da soruyorlar. —Ben sizin küçük kıza dünürüm, diyor. Şimdi koca oğlan diyor: —Bak iki tanesini verdik, aldılar gittiler. Bunu komşu verelim kendimize, yakın şuralara bir yerlere. Ortanca da öyle diyor. Küçük diyor: —Bunu da verelim. Babamızın vasiyeti. Dünürü çevirmeyin dedi. O da diyor: —Ben de padişahım. Amma velakin bu da alıp gidiyor kızı. Kızlar gidiyor. Aradan beş on gün geçiyor. —Ya kızlar gitti. Babamın bir vasiyeti daha vardı. —Neydi o? —Birer gün mezarı bekleyecektik. Mezarları birer gün bekleyelim. Koca oğlana diyorlar: —Hadi bakalım hazırlan, akşam üzeri mezarda yatacaksın. Koca oğlan varıyor mezara. Oraya biraz bir şeyler götürüyor. Oturuyor, yatıyor. Başlıyor babasını dinlemeye. —Baba, baba, baba! Ölüden hiç ses gelir mi? Sabah oluyor, geliyor. —E birader, babamı bekledin. —Bekledim, diyor. —Babamla konuştun mu ? diyorlar. —Babamı  ben  görmedim. Hiç benimle konuşmadı. Sabaha kadar ünledim, konuşmadı, diyor. —Ya, babam sana dargın, diyorlar bunlar. —Neden? —Kızları babamın dediği yere vermeyecektin. Sana ondan dargın, diyor. —İyi ya, biz vasiyetini yaptık ya, verdik ya, dargın olursa olsun, diyor. Sıra geliyor ikinci oğlana. İkinci oğlan da gidiyor. Varıyor, bekliyor, bağırıyor babasına. O da gelmiyor. Sabahleyin geliyor. —Ne oldu kardeşim, babamı gördün mü? —Görmedim ya. —Babam sana da dargın, diyor bu küçük oğlan. Oradan sıra üçüncü oğlana geliyor. —Bugün de ben gideyim, diyor. Ondan keri varıyor, lambasını yakıyor, varıyor babasının mezarının başına. Başlıyor Kuran okumaya. İşte okurken, okurken babasını ünlüyor*. Ölü söylenir mi? Dururken bir rüzgar esiyor, tutuyor lambayı söndürüyor. Lamba söndükten keri karanlıkta kalıyor bu oğlan. Bir etrafına bakıyor, hiç şavk* yok. Bizim şurada Gölcük dağı deriz, öyle koca bir dağda şavk yanarmış. —Ulan gideyim, şu şavktan bir ocak alayım geleyim, lambayı yakayım, diyor. Dayanıveriyor, çıkıyor tepeye. Bir de çıkıyor ki tepeye, bir ocak yakmışlar, böyle geniş. Bir kazana vurmuşlar, kırk kulplu bir kazanmış. Ondan keri kazan kaynayıp durur etiyle. Kırk tane eşkıya içmişler, içmişler, yatmışlar o bayıra. Bir bakmış. —Şimdi bunlar burada beni görürse, öldürürler. Şunlar beni hiç görmeden bir ensi alayım-ensi derler ocaklının ağaç kısmına- oradan kaçayım, demiş. Tam ocağı almış, şöyle çekilmiş, birisi uyanmış. Bir bakmış, ocağı biri götürüyor. —Ulan kalkın, birisi gelmiş buraya! Ocak almaya gelmiş. Bunda çok cesaret ver. Bizim kıyımıza, buraya gelen adamda cesaret çok, demiş. Yakalamışlar. —Gel bakalım arkadaş, sen ne aradın burada? —Böyle, böyle. Ben ocak almaya geldim.  Babamın mezarını bekliyordum. Lamba söndü, onu yakmaya geldim, demiş. —Sen iyi, kabadayı bir arkadaşa benziyorsun, demişler. —Eeee? —Seni biz bir yere götüreceğiz. Bu işi bize hallediver. —Nereye götüreceksiniz beni? Bunların da bir hasımları varmış, bir başka padişah. Onlarla temelli geçinemiyormuş bu efeler. —Buradan gideceğiz.  Padişahın          sarayına varacağız.  Seni biz içeriye bırakacağız. Bu padişahı bize kesivereceksin orada. Ondan keri seni biz getireceğiz, yerine teslim edeceğiz. Olur mu? diyorlar.  —Olur, diyor. Ne yapacaksın, mecbursun gitmeye. Bunlar orada hepsi bir toplanıyorlar. Yallah, Bursa gibi, Ankara gibi bir yere varıyorlar. Padişahın sarayı yanıp durur, lambaları yangır yangır yanıp durur. —İşte bu saray! Şimdi o saraya gireceksin, padişahı orada bulacaksın, öldüreceksin. İyi ya. Ona dümbelek derler, birbirine dayanıyorlar, onu sarayın avlusundan içeriye koyuyorlar. Gidiyor bu. Kapıları açmadan evvel bekçisi varmış sarayın. Padişahın kapısından sarayın oraya varıyor, bekçiyi öldürüyor. Oradan içeri geçiyor. Bir içeri geçiyor, bir kapı açıyor. Bir kız yatıp durur orada, padişahın odasında. Kıza varıyor, başında bir kupa şerbeti var. —Bu olsa olsa padişahın büyük kızı. Bu şerbeti büyük abimin şerefine içeyim, diyor. Onu içiyor. Oradan geçiyor, bir oda daha yanıp durur karşıda. Oraya geçiyor, bir kız da orada yatıp durur. Oraya varıyor. —Bu da olsa olsa ortanca kızdır. Bununkini de ortanca abimin şerefine içeyim, diyor. Onu da içiyor. Oradan geliyor. Bir kapı daha görüyor karşıda. Ona bakıyor, bir kız da orada yatıp dururmuş. —Bu da olsa olsa padişahın küçük kızı. Bu da benim olsun, diyor. Bunu da içiyor. Oradan geliyor geri, çıkıyor avlunun içine. —Arkadaşlarım, ben bekçileri, nöbetçiler, hepsini öldürdüm. Padişahınızı da buldum, yatıyor. Sizi ben tek tek koyayım içeri, kendi elinizle öldürün düşmanınızı. Hiç benim öldürmeme lüzum yok, diyor. Ona göre bunlar dümbelek olurlarmış, birini çıkarırlarmış. Tam böyle sırta çıktığı zaman ensesine bir çakı vururmuş, hop aşağı. Kırkını da efelerin oraya yığıyor. İniyor aşağıya, hepsinin birer kulağını kesiyor belli olsun diye. Bir de koyuyor çantasına kulaklarını, efelerden kurtuluyor. Şimdi oradan çıkıyor dışarıya amma, funisi* varmış, çok kabadayıymış. Funinin haberi olmamış bu işlerden. Funinin haberi oluyor, sarıveriyor oğlana. Oğlan beri gidiyor. Temelli kurtaramıyor paçayı. Oku varmış. Çekiyor yayı, böyle funinin bir yanından giriyor, bir yanından çıkıyor. Böyle beton avlusu varmış. Avluya da süngü dikiyor. Oradan dönüveriyor bu, ha bakalım ha bakalım gün doğarken mezara geliyor. Mezarda babasına ünlüyor, yok. Oradan geliyor eve. —Kardeşim, babamı bekledim, diyor. Büyük: —Ee, ne yapıyor babam? —İyi, çok iyi babam, selamı var. Sabaha kadar konuştuk biz babamla, onun size çok selamı var, diyor. —Bizimle konuşmadı ya, diyorlar. —Sizinle konuşmadı. Siz kızları vermeyelim demişsiniz. Size biraz darılıyor, amma ben onu ikna ettim, sizinle de barıştı, diyor. Şimdi yine aile işine kaydına başlıyor. Şimdi sabahleyin efelerin gidip de padişahı öldürecekleri yer var ya, sabahleyin bir kalkıyorlar avlunun içi bir sürü ceset, ondan keri köpeği de böyle vurunca duvara yapıştırmış. —Bunları yapan kimse çıksın, ona dünyalık vereceğiz, diyorlar padişahın oğlanları. Biri geliyor. —Ben öldürdüm bu efeleri, diyor. —İyi, öldürdüysen çıkar bakalım oku. Varıveriyor, yanaşıveriyor. Öte asılıyor, beri asılıyor, çıkaramıyor. Oydu buydu, oydu buydu, hiç kimse çıkaramıyor. Yayın yapıyorlar. —Bu oku kim çıkarırsa dünyalık vereceğiz! Düşmanlarını öldürdü ya. Şimdi evde otururlarken, —Ulan birader, şu padişahın şeylerini duyduk. Bir de biz gidelim, bir de biz deneyelim kendimizi, demişler. —Olur mu? —Olmazsa olmasın. Gidelim. Bizim için güçlük mü var? Üçü  bunların  atlarını  eyerlemişler.  Ötelerini  berilerini  takmışlar, takıştırmışlar, binmişler. Varmışlar padişahın sarayına. —Ooo, üç tane genç geldi arkadaş! Bunları alın bakalım. Almışlar. Koca oğlan demiş: —Ben çıkaramam. Kendi vurmadı ki. Ortancaya diyorlar. —Ben de çıkaramam, diyor. Küçüğe diyorlar: —Sen ne yapacaksın? —Şöyle durun bakalım. Bismillahirrahmanirrahim, diyor. Ellerine tükürüyor, şöyle tutuyor oku, bir yanına sallıyor bir yanına sallıyor, söküp çıkarıyor.  —Ooo, bizim aradığımız adam bu. Alın bunları saraya. Alıyorlar. Bir hafta falan misafir yapıyorlar bunları, bakım, hürmet. —Arkadaşım, bizim aradığımız adam sensin. Bizden ne istersen iste. Ötekiler birbirlerinin yüzüne bakıyorlar. —Ya, biz ne isteyelim senden? Biz de senin gibi padişah oğluyuz. Her şeyimiz bol, her şeyimiz çok.  —İste ya, sen ne istersen vereceğiz. —Veremezsiniz. Bizim istediğimizi siz veremezsiniz, diyor. —Vereceğiz, diyorlar. —Madem verecekseniz, biz üç biraderiz. Sizin üç tane kızınız var. Verirseniz birer tane, biz alıp gideceğiz, diyor. Napıyor bu adam ya? Birini istese verecek, üçünü de istiyor. Olurdu olmazdı derken isterseniz vereceğiz diye de söz vermişler. Öteki padişahın oğlu: —Verelim. Üçünü de verelim bunların, demiş. Birer tane vermişler oğlanlara. Bir iki gün daha durmuşlar. -Biz gari gidelim, demişler. Şimdi üç oğlan gelmiş, üç de kız olmuş, altı tane. O padişah kızlarına da vermiş birer at. —Hepinize de uğurlar olsun, yine bekleriz, güle güle! Şimdi bunları uğurlamışlar. Üç oğlan üç kız giderlerken, büyük oğlan önden gidermiş, ortanca oğlan onun arkasından, en küçük en arkadan. Bir çeşmenin başına gelmişler.  —Şöyle bir yemek yiyelim, demişler. Tabi yorulmuşlar. Bir yemek yerlerken bir de bakmışlarmış, bir ihtiyar çıkmış gelmiş arkadan. O da atlı matlı bir ihtiyar. —Ooo, dede, buyurun. Sen de sokul sofraya. Onu da oturtmuşlar, yemişler içmişler. Gidim zamanı geliyor. —Dede, sen ne yana gidiyorsun? —Ben Soma’ya gidiyorum. —Hadi yürü. Biz de o yana gidiyoruz. Gidelim. Şimdi dedeye demişler: —En büyüğümüz sensin. Sen bizim önümüzden git. —Oğlum, ben garibanım. Siz yine aynı yolunuza gidin, ben sizin arkanızdan gideyim, demiş. Velhasıl yürümüşler bunlar yolda. Giderlerken giderlerken oğlanın kız arkadan gelirmiş, kızın arkasında da dede gelirmiş. Kız çukura düşmüş.  Küçük oğlanın karısı gari. —Beni kurtarın, diye bir bağırmış. Bir de bakmışlarmış, dede kızı atmış beygirin terkisine, beygir iki minare, üç minare boyu yükselmiş. —Kurtarın beni, kurtarın beni! diye bağırırmış. Oğlanlar da ne yapsınlar, öte çığrışmışlar beri çığrışmışlar, dede almış kızı, kaybolmuş gitmiş. —Ee kardeşler, şimdi benim hanım gitti. Onu dede aldı gitti. Ben bunu ölene kadar arayacağım, bulacağım. Bulamadım mı dünya bana haram olsun. Gidin memleketinize. Düğününüzü yapın, derneğinizi yapın, güle güle geçinin, diyor küçük oğlan. —Kardeşim, bir kız için bu kadar cefa çekilmez. Sana biz neler buluruz, diyorlar. —Öyle, ama o benim nasipti. Ben gideceğim onun arkasından, diyor. Velhasıl ağlaşıyorlar, sarılıyorlar bunlar. Oğlan dönüveriyor oradan, temsil Soma’ya gitmiyor da başka yere gidiyor. Az gidiyor uz  gidiyor, git bakalım gel bakalım, aç, açık, zebil. Beygir meygir ölüyor. Per perişan git bakalım, git bakalım, git bakalım aylar mı geçti, yıllar mı geçti, karşısına bir saray çıkıyor. —Şu saraya bir varayım da, o sarayda bir insan vardır. Bir ekmek verir, karnımı doyurur, halimi hatırımı belki sorar, diyor. Varıyor saraya, bağırıyor. —Hey, orada kim varsa dışarı çıksın! Bir de çıka çıka çıksa ki büyük ablaları. —Abla, sen ne arıyorsun burada? O diyor: —Ya sen ne arıyorsun burada? Sarmaş dolaş, hal hatır. —Kardeşim, sen burada ne yapıyorsun? diyor. —Ben burada  duruyorum. Benim adam, bir periler padişahı. Benim adam hakikat padişah, amma peri padişahı. —Ne yapıyor şimdi? diyor. —Sabah oldu mu, perilerle harbe gider, gezmeye gider. O, pek tekin durmaz, Akşam üstü oluyor. Akşam gelecek gari peri padişahı. —Kardeşim, şimdi benim adam geldi mi, tabi peri bu, buna karar olmaz, sana bir kötülük yapar. Seni ben bir yere saklayayım da ben ona derdimi anlatırım. Kötülük edecek olsa hiç göstermeyeceğim seni, diyor. Akşam geliyor. —Ulan karı, burada bir adem eti kokuyor. İnsan mı geldi buraya yabancı? diyor.-Gelmedi, diyor. —Yalan söyleme. Buraya gelen olmuş. —Büyük ağabeyim gelse buraya, ne yaparsın? diyor. —Valla büyük ağabeyin gelse, onu yerde alır gökte yerim. O, seni bana vermeyecekti. Ona ben dargınım, diyor. —Ortaca gelse, diyor. —Ortancayı da öldürürüm, diyor. —Küçük kardeşim gelse ne yaparsın? diyor. —Ah, küçük kardeşin bir gelse buralara, onu tepemde gezdiririm buralarda ben. O verdi  seni bana. Benim ona yapacağım iyilikler varsa, elimden geleni yaparım, diyor. —Öyleyse küçük ağabeyim geldi, diyor. —Hadi getir gel bakalım. Ünleyip geliyorlar. Sarmaş dolaş. —Hayırdır küçük birader, buralarda sen ne arıyorsun? Hani senin memleketin neresi, buralara niye geldin? —Başımızdan böyle böyle böyle bir hadise geçti. Biz bunu aramaya çıktık. Ne yapacağım şaşırıyorum, diyor. —Kardeşim, onu biz alamayız onun elinden. —Neden? —Ona ‘Bostancı’ derler. Biz bununla harp yaptık, bütün perileri vurdu. Onun elinden biz bunu alamayız, diyor. —Ne yapacağız? —Bizim perilerden ne kızlar var. Ben sana buradan bir peri kızı vereyim. —Ah, öyle değil. Benim bulamadığımdan değil, bizim memleketimizde de dolu, diyor. —Ne olacak? —Ben buradan gideceğim aramaya, diyor. İşte iki gün daha kalıyor. Yediriyor içiriyorlar bu oğlanı. Oradan ayrılıyor. Ha bakalım de bakalım derken aylar geçmiş, yıllar geçmiş, Per perişan. Yine bir saray daha görünüyor. —Bir şu saraya da varayım bakayım, diyor. Bir de o saraya varıyor ki çıka çıka ortanca kardeşi çıkıyor. —Ulan ağabey, nerelerdesin? Hoş geldin, beş gittin. —Kardeşim, senin adam neci? —Benim adam yılanlar padişahı, diyor. —O nerede? —O harbe gidiyor, akşam geliyor, diyor. Akşam kocası geliyor. —Kim geldi? diyor. —Gelmedi, diyor. —Geldiyse söyle. O da diyor: —Ortanca birader geldi. Ona bir şey yapar mısın? —Yaparım. Onu ben öldürürüm, şöyle ederim, böyle ederim. —Küçük biraderim gelse ne yaparsın? —Ona şöyle bakarım, şöyle iyilik yaparım. —Küçük biraderim geldi, diyor. Gari hoş beş. —Kardeşim, ne hayır hikmet? —Böyle böyle. Benim karıyı aldı gitti bir dede. Alamıyoruz, diyor. —Onun elinden bu alınmaz, diyor. Alınmaz deyince oradan da umudu kesiyor. —Ben gene gideceğim aramaya, diyor. Gidiyor gene. Gezip dolaşırken üçüncü kızın sarayına varıyor. Ona da —Böyle böyle, diyor. O da diyor ki: —Benim adam da şeytanlar şeyhi, diyor. Akşam oluyor. Ona da anlatıyor. —Küçük kardeşim geldi, diyor buna. Hoş beş. İşte ondan keri diyor ki: —Madem öyleyse alamayız, diyor. Yalnız bir kuşları varmış. Şimdi bunların bir hudutları olurmuş. Herkesin, temsil şimdi Bizim Yunanistan ayrı, Bulgaristan ayrı, oralara vardığın zaman bir muharebe lazım, bir çarpışma lazım. Kuşa: —Sen bizim tepeden bunu götür. Hududunuza vardığınız zaman onu indir. Biz o hududa senede bir kere varırız. Sen o işlerini ayarlar da gelebilirsen, orayı bekle, biz senede yoklarız, diyor. Varıyor. Ondan keri çıkıveriyor gene. Ha şuracık ha buracık ha şuracık ha buracık derken Maraş ovası gibi bir ovaya düşüyor. Bir bostan ekilmiş bir karpuz ekilmiş, dağlar, ovalar bostan kaynıyor. Ha bakalım de bakalım ha bakalım derken bir yere varıyor. Bir de varıyor ki bir derenin içinde bir çardak kurulmuş, ocak tütüp durur. —Ulan bir de şu çardağa bir bakayım, orada kim var? diyor. Bir de çardağa varıyor ki, çıka çıka çıksa ki kız, dedenin elinden alıp gittiği kız. Bir bakıyor, tanıyor kızı. Tabi varıyor kıyına, hal hatır derken tanışıyorlar. —Bak ben senin arkandan geldim kaç seneden beri. Seni buralara getirdi. Biz nasıl gideceğiz geri? —Valla biz seninle zor gideriz buradan, diyor. —Deme, diyor. —Valla bunun bir beygiri var. Devamlı uçuyor. Böyle yayan mayan  gitmenin imkanı yok, diyor. —Öldürürse öldürür, diyor. Beş on gün kalıyor çardakta. Akşam oldu mu oğlan dışarılarda yatarmış, dede gitti mi gelirmiş çardağa. Biraz durmuşlar. Aradan kaç gün geçtiyse, —Kaçalım bugün. Bugün gidelim. Öldürürse öldürür, demiş. Çıkmışlar bunlar. Dedenin de beygiri uçar dedim ya, dedenin beygiri başlamış kişnemeye. Dede kalkmış. Dede de karpuz çapalamış çapalamış da yatmışmış. —Ne var? demiş. —Ne olacak, karının adamı geldi de adam karıyı götürüyor, demiş. —Götürsün. Ona biz yetişiriz, demiş. Az daha uyumuş. Kalkmış, giyinmiş. —Yürü bakalım oğlanla kızın arkasından, diyor. Bir bakıyor, oğlanla kız gidip giderler. Geriden bir süzülüyor beygir, oğlana bir  çarpıyor. Ondan keri alıveriyor kırbacını, bir dayak bir dayak bir dayak. Öldü diye bırakıveriyor. Kızı atıveriyor beygire, hadi gene çardağa. -Senin gari buradan dirin gitmez, ölün de zor gider. Hiç bana bir daha öyle adamım geldiydi, kardeşim geldiydi, yok, diyor. Gene koyuyor çardağa. Sabah oldu mu gene gidermiş. İşte oğlan ölmüyor, sürünüyor, zebil oluyor, yatıyor. Kaç gün geçtiyse yine çardağa geliyor. Bir geliyor, gene kız bakıyor, adam geliyor. Geldiyse gelsin, hoş geldin beş gittin. —Ne yapacağız? —Kaçamayacağız, diyor kız. —Şimdi kaçamayacağız demeyeceksin. Bakalım bu dede bu beygiri nereden almış? Dedenin beygiri nereden alınmış? Nereden alındıysa bu beygirin sülalesi vardır. Ben gideyim, bu beygirin tayından, sülalesinden bir tane bulayım, diyor. Mutabık kalıyorlar bunlar bu lafa. Akşam bostancı geliyor. Bostancıyla oturup konuşurken, —Bostancı,  sen benimsin,  ben seninim.  Adamı öldürdün. Benim arkamdan başka gelecek, arayacak kimsem yok. Seninle biz burada ölene kadar geçineceğiz. Şu beygiri nereden aldın, nerede buldun? Onu bana bir deyiversene, diyor. —Ulan ne yapacaksın sen beygiri? Öyleydi böyleydi derken, —Bu beygir Afrika’da bilmem ne sarayında, bir padişahın beygirleri var. O beygirin anası öldü ya, ölmediyse tam kırk yaşında, diyor. Böyle anlatıveriyor, ama bunların oraya gidip bulacağını, geleceğini ne bilsin. Oradan  lafı bitiriyor adamla. Adam gene kalkıyor sabah, beygire biniyor, gidiyor bostanlığa bostan kazmaya. Sabah oğlan geliyor. Oğlana diyor: —Bu “Afrika’da” diyor. Böyle böyle  diyor.  Afrika’yı  bulabilir  misin sen? —Ben bu Afrika’yı bulamazsam da uğraşırım, diyor. Oradan çıkıveriyor.  O kuş padişahı kuş getirmişti  ya, oraya geliyor gene. Vaktini bekliyor, bir sene bekleyecek ya, bir sene sonra geliyor ya. Bir sene sonra kuş geliyor. Oradan alıyor oğlanı, doğru ablasının kıyına iletiyor. —Ne oldu? Bostancı’yı buldun mu? diyor padişah, enişteleri. —Buldum, diyor. —Nasıl? Alamadın mı kızı? —Nasıl alacağım? Herif elimizi kolumuzu çakıl etti. Bunun beygirinden üstün beygir bulursak o zaman belki alacağız, diyor. —Sordurdun mu kıza? —Sordurdum. Bunun anası Afrika’daymış. “Ya ölmüştür ya kocamıştır, sağsa kırk yaşındadır” falan diyor. Benim Afrika’ya gitmem lazım, diyor. —Gidebilir misin? —Valla bırakırsan senin kuşla gideriz hedefimize kadar. Oradan ötesine Allah bize yardımcı olsun, diyor. Velhasıl kuş gene bindiriveriyor bunu, hudutları nereyse hudutlarına iletiyor, oraya indiriyor. —Şimdi sen git. Ben buraya da gelirim her sene. Eğer işin görülmez de gelirsen, ben bir senede gelirim ancak, bekle, diyor. Oradan da ayrılıyor bu. Çıkıveriyor, ha şuracık ha buracık ha şuracık ha buracık derken, yalnız şöyle bir mektup yazıvermiş: —Padişahım, ben sana bir arkadaş yolluyorum. Onu çok zor işlere koşma. Bu atlardan anlar. Bunu seyis yap, atlara baksın orada, diyor Afrika padişahına. Buluyor padişahın sarayını. Nöbetçiler bunu yakalıyorlar. —Sen nereye gidiyorsun? —Ben padişaha gidiyorum, padişahı bulacağım, diyor. Elden ele padişaha iletiyorlar. Padişah buna hoş geldin beş gittin, hal hatır. Mektubu çıkarıyor veriyor padişaha. Padişah mektubu bir okuyor. —Bunu sen kendin okudun mu? diyor. —Okumadım. Bak  arkadaş bana ne yazmış: ‘Ben bir arkadaş yolluyorum. Bunu sen atçılara, seyislere başkan yapacaksın. Bu atlardan çok anlar. ’ Sen atçılarla yapar mısın?, diyor. —Yaparım. Ben onlarla çalışırım, diyor. İletiyor avluya bunu padişah. Ondan keri bakıyor ona. —Tamam. Bundan sonra sen burada atçıların başında seyis başkanı olarak duracaksın. Bunlara hizmet edeceksin, diyor. Elini götüne koyuyor, başlıyor beygirlerin içini aramaya. O beygiri arıyor, koca beygiri arıyor. Ta bir de ileri gidiyor. Kenara koca beygiri çekmişler, öyle dalmış, zayıflamış, bakan yutan olmamış. Gari işe yaramıyor, ölsün diye bırakıvermişler, öyle bir kenara sürüvermişler. Bir bakıyor. —Tamam. Benim aradığım beygir buysa bu, diyor. Öteki Bostancı’nın beygirine benzermiş. Yanındaki seyislere: —Şu koca beygiri çekin bakalım, dışarı çıkarın, diyor. —Sen ne yapacaksın arkadaşım bu koca beygiri? Biz ölsün diye çıkardık bu beygiri, buraya bıraktık. Buna biz bakmayız, işte biraz saman, yem atıveririz. —Siz çıkarın o beygiri, diyor. Çıkarıyorlar. Suyla yıkıyorlar, kaymak gibi oluyor beygir. —Çekin bunu tarlaya. Öteki beygirlere iki kile yem veriyorsanız buna üç kile yem verin, diyor. Kendi bakıyor gari. Bir bakıyor, beygir oluyor. Şimdi beygirleri yazın çaya götürürler; yıkanmaya, spor yapmaya çaya götürürler. —Şimdi bugün çaya gideceğiz. Herkes beygirlerini hazırlasın, bugün çaya gideceğiz, diyor seyislere. Âlem beygirine biniyor. O da koca beygirini eyerliyor, düzenliyor. —Ben de bununla gideceğim, diyor. —Arkadaşım, sen seyis başkanısın. Bu koca beygire binilir mi? Şu en iyisine bin. —Yok. Ben buna bineyim, sizin arkanızdan gelirim. Biniveriyorlar bunlar, kırk elli seyis beygirlere. Çatır çatır çatır çatır gidiyorlar. O da arkada yavaş yavaş gidiyor. Azcık uzayınca, —Hadi koca beygir, göster bakalım kendini, diyor. İki kamçı sallıyor buna, bir bağırıyor. Bir de bakıyor böyle havaya, süzülmeye başlıyor. Süzülmeye başlayınca, —İşte ben beygiri buldum. Bostancı’nın beygirinin anası bu, diyor. Varıyorlar. Beygirleri yuyorlar, yıkıyorlar, işlerini bitiriyorlar. Geliyorlar geri gene. Biraz daha bakıyor beygire bu. Baktıktan keri bir gün bu padişaha varıyor: —Padişahım, bana müsaade et gari. Benim hizmetim yeter. Ben yavaş yavaş memleketime geri gideceğim, diyor. —Yapma, etme. Bak iyisin, bunların başında duruyorsun. Biraz daha duralım, falan diyor. Ama, —Ben gideceğim, diyor. İyi ya. —Gideceksen madem ne isteyeceksen iste benden. —Valla padişahım, benim altına maltına ihtiyacım yok. Şu koca beygiri bana vereceksin, ben bineceğim, gideceğim, diyor. —Oğlum, biz bunu ölecek diye çıkardık. Sen nereye gitsen bu kalır, gitmez. İyi bir beygir al da memleketine git, diyor. —Yok. Ben onunla gideceğim, diyor. Gari dayanamıyor padişah. —Verelim madem. Yalnız bu koca beygiri götürmeseydin iyiydi, diyor. Ondan keri koca beygirin yemini, ötesini berisini dolduruyor heybeye, altınını. Beygire biniyor bu. Huduttan çıkınca da koca beygire: —Hadi koca beygirim, aktar! Koca beygir dızılarmış* ondan keri. Uça uça geliyor, Bostancı’nın çardağının ardına konuyor. Kız bir kalkıyor, bir kalksa adam beygire binmiş gelmiş. —Ne oldu? Getirdin mi? diyor. —Getirdim. Beygiri getirdim ben, diyor. Akşam Bostancı gelene kadar gidermiş beygirle, başka bir yere kaçarmış. Bir hafta on gün durmuşlar. Kıza: —Bugün gidelim gari, demiş. —Gidelim, ama bu deyyus yetişirse bizim arkamızdan bizi öldürmesin, demiş. —Valla gari orasını Allah bilir, diyor. —Hani bizim beygir ihtiyar, öteki genç. Onunla bir olur mu? İşte gari Bostancı’yı savıyor bunlar. Beygir biniyor, karıyı da arkasına terkiye alıyor. —Hadi oğlum, aktar! diyor. Dede: Giderken gene Bostancı’nın beygiri başlıyor kişnemeye çakıldığı yerde. —Niye kişniyorsun? Gene ne var? diyor. —Anam geldi. Anamı getirdi adam. Adamla karı kaçıyorlar, diyor. —Ananın hakkından gelemez misin? diyor. —Gelirim, diyor. Öteki koca, beriki genç. Bostancı gene yatıyor, biraz daha uyuyor. Ondan keri kalkıyor, biniyor, ha bakalım ha bakalım ha bakalım Manisa gibi bir yerde. Bir bakıyor ki anası, beygir arkadan geliyor, Bostancı. Birisi genç, birisi ihtiyar. Bir de üstünde iki kişi var. Ağır gidermiş. Şöyle bir geri bakmış koca beygir. —Hey benim tayım, sen gençsin, ben ihtiyarım. Sende var bir kişi, bende var iki kişi. Hala bu dedenin dediğini yapar da bizi burada öldürtürsen, mememden emdiğin haram olsun, dilinle emdiğin zehir olsun, demiş. Ondan keri Bostancı’nın beygiri az gidermiş, alçalırmış; az gidermiş, alçalırmış. Öteki vasiyet etti ya. Beygir yere inmiş. Dede bağırırmış bağırırmış, beygir yürümezmiş. Ondan keri oğlan geri dönüvermiş buna, bir çarpmış buna beygirle, dedeyi düşürmüş aşağıya. İnivermiş, dedeye bir dayak bir dayak. Dedeyi öldürüyor. Bostancı’nın tılsımını bozuyor, orada öldürüyor. Ondan keri varıyor, Bostancı’nın beygirine bindiriyor kızı, kendi de beriki beygire biniyor. —Hadi oğlum, yürü bakalım! Ha şuracık ha buracık ha şuracık ha buracık bir yaylaya geliyorlar bunlar. Yayla böyle bahar günüymüş. —Ulan karı, nasılsa Bostancı’dan kurtulduk. Bugün şu yaylada kalalım, şurada bugün yatalım, sabahleyin gidelim, diyor. Beygirlerin birini bir yere çakmışlar, birini bir yere çakmışlar. Çadırı kurmuşlar gari yaylaya. Bir de sabah kalkmışmış karı, dışarı çıkacak. Çadırın ardına bir varıyor, bir yılan sarılmış amma çadırın etrafına, çıkmanın imkanı yok. Karı çığırarak geri geliyor. —Böyle böyle, yılan var, sokacak bizi, diyor. Yılana soruyor: —Sen neden böyle yaptın bize? Biz ne kadar azap çektik. Bak genç halimizde gittik, koca dedelere döndük. Yapma, etme! —Ben de kaç seneden beri sizi bekliyorum. Siz geleceksiniz diye ben kaç seneden beri burada bekliyorum. Benim de bir şeyim var, diyor. —Senin şeyin ne? diyor. —Şimdi gülü gülünü, gülü dikenini neylesin diye bir tılsım vardır. Onun sen manasını bulup gelebilirsen seni koyuvereceğim. Bulup gelemezsen ben seni burada öldüreceğim, diyor. —Bu karı ne olacak? —Karıya ben bakarım. Beygirlerine, karına kılına hasar getirmem. Sen git, sora sora bunları öğrenip geleceksin. Ben seni öğrenip gelene kadar bekleyeceğim, diyor yılan. Ondan keri bu çıkıyor. —Gülü gülünü gülü dikenini neylesin, diyerek gidiyor. Bir değirmene iniyor. Varıyor değirmen. Bir değirmenci varmış. Değirmencinin böyle sakalı varmış, ihtiyar. Değirmenciye soruyor: — “Gülü gülünü, gülü dikenini neylesin”.  Böyle bir laf duydun mu sen? diyor. —Hiç ben duymadım. Yalnız Manisa’da benim bir değirmenci kardeşim daha var. O benim büyüğüm. Ona sor, diyor. Ha şuracık ha buracık o değirmenciyi de buluyor. Değirmenciyi buluyor ama, ortanca birader o küçük biraderinden koca. Daha perişan kalmış, sakallı makallı. Ona da soruyor, o da, —Bilmiyorum. Böyle şey hiç duymadım. Yalnız temsil İzmir’de Menemen’de bir kardeşimiz daha var. Sen ona git, bir de ona sor. O belki bilir, diyor. Ona varıyor. Onu da buluyor. Bir de baksa ki, o hepsinden genç. En büyükleri. E gari orada da kalıyor misafir. Ona da soruyor. —Ya “Gülü gülünü, gülü dikenini neylesin” öğrenip de ne yapacaksın bunu? diyor. —Ya hoca, benim başımda böyle böyle bir hal var. Ben bunu öğrenebilirsem kendimi kurtaracağım. Öğrenemezsem bizi öldürecekler, diyor. —Ulan oğlum, bunu buraya soran o kadar insan oldu. Kaç tane insan gönderdiysem hiç geri gelen olmadı, diyor. Orada bu padişah geleni böyle bunu öğrenmesin diye kafasını kesermiş. —Hiç kimse gelmedi. Seni öldürürler orada, diyor. -Öldürürlerse öldürsünler, diyor. -İyi ya. Git, orada falan padişah vardır. O padişahı bul, sor. Bakalım sana ne diyecek, diyor. Gidiyor, padişahı buluyor. —Padişahın, “Gülü gülünü, gülü dikenini neylesin”. Bunun manası nedir, bana öğreteceksin, diyor. —Arkadaşım, daha ben bunu hiç kimseye demedim. Yalnız sana diyeceğim. Bana bir sene hizmet edersen ben sana bunu deyivereceğim, diyor. Bir sene kalıyor. —Hadi bakalım söyle padişahım. —Bir sene daha kalacaksın, diyor. Bir sene daha kalıyor. Üçüncü sene geliyor. —Hadi bakalım padişahım, söyle şunu! Gene söylemiyor. —Bu deyyus bunu bana söylemeyecek. Yalnız ben bunların içinden bakalım ne çıkacak diye sabredeyim, diyor. Padişahın karısı yolsuzluk yaparmış. Bunu korkusuna kimse padişaha deyivermezmiş. Akşam olurmuş böyle, seyislere dermiş: —Beygirleri hazırlayın. O zamanlar araba maraba yok. Atla gidiliyor. Gidermiş, işte nereye gidiyorsa, oralarda gezermiş tozarmış, sabaha karşı beygire binermiş, gelirmiş padişahın kıyına. Bunu bu öğrenmiş, padişahın karısının bunu yaptığını. Bir iki kere o da götürmüş karıyı. Padişah kendisine bu soruyu soranları karısının atlarının seyisi yaparmış.  Bir gün diyor ki: —Padişahım, sana bir şey diyeceğim. —İyi ya, de, diyor. —Bugün gece ben senin elbiseleri giyeceğim. Sen de benim elbiseleri giyeceksin. Bugün ben padişah olacağım, sen seyis olacaksın, diyor. —Olur, diyor. Ondan keri gece değişiyorlar elbiseleri. Gidiyor seyisin yerine yatıyor. Gece biri geliyor. —Kalk, hanımı götür, diyorlar seyise. Padişah seyis oldu ya, kalkıyor, beygire bindiriyor bunu. Kendi de başka bir beygire biniyor. Götürüyor köye. Orada duruyorlar. Oradan gene bindiriyor bunu, götürüyor eve amma, ondan keri sarayın kıyına gelince karı tüylüyor*. —Ben ineyim, sen beygiri koy, diyor. Bir de padişahın kıyına varıverse seyis yatıp durur padişahın yatağında. O zaman gari anlıyor işin ne olduğunu. Sabah padişah diyor: —Sen böyle niye yaptın da bana onu gösterdin? diyor. —Sen onları yapanları göstermemişler de sen, ondan öldürmüşsün. Ben senin karının ne yaptığını gözüyle görsün diye yaptım, diyor. —Sana deyivereceğim bu “Gülü gülünü, gülü dikenini neylesin”in manasını, diyor. Ondan keri malcılık yapmış. Bir yanına birini bağlamış, bir yanına birini bağlamış. Biri karı, biri ötekiler olmuş. —Gülü gülünü, gülü dikenini neylesin. Ben bir padişah olayım da benim gibi bir padişahın karısı böyle yerlere gitsin, böyle yollara gitsin diye git, bunu sana kim sorduysa aynı bunu anlatıver, diyor. Karıyla ötekileri asıyor. Çıkıveriyor gene, ha şurası ha burası ha şurası. Geliyor çadıra. Bir de gelse ki çadırda daha bekleyip duruyorlar. Beygirleri çekmiş tavlaya. Kaç sene olduysa daha beygirlere, karıya bakıp durur. —Geldin mi arkadaşım? Ya kaç seneden beri daha hiç kimse gelmediydi. Anlat bakalım, diyor. Bir anlatıyor buna bu. —Böyle böyle oldu, diyor. Yılan bir silkiniyor, bir kız oluyor amma ayın on dördü gibi. —Ben seni kaç seneden beri bekliyorum. Ben de varacağım sana, diyor. Ondan keri karıları bindiriyor beygire, kendi biniyor beygire. Varıyor köye, amma bitmiş adam. Kardeşleri tabi tanıyamamış. Gari kırk gün kırk gece bir düğün yapmışlar bunlar. Bir ararken iki tane bulmuş. Evlenmişler gitmişler.   * Ünlüyor: Sesleniyor, çağırıyor. * Şavk: Işık. * Funi: Köpek * Dızılarmış: Koşarmış. * Tüylüyor: Atlıyor.
Marmara Bölgesi
Cimbel Lacimbek Lale Kadın
Balıkesir
Cimbek Lacimbek Lale Kadın Bir padişah varmış. Kızını Beyoğlu’na vermiş. Beyoğlu da bunu anasının evine salmamış. Kendi gitmiş bir kuyuyu kazmış, kuyunun dibine bir ev yapmış. Karıyı kuyunun dibindeki eve koymuş. Hiç kimse görmeyecek, anasına varmayacak. Beyoğlu kendi çalışmaya gitmiş. Karı da kuyunun dibinden kazarken kazarken anasının evine yol çıkarmış. Anasına varmış. —Beyoğlu bilmem nereye çalışmaya gitti. Ben de oraya gideceğim. Sen buraya bakarak ol, demiş anasına. Karı giyim hazırlamış kendine. Gitmiş Beyoğlu’nun arkasından. Varmış, Beyoğlu’nun çadırının karşısına bir çadır kurmuş. Akşam olmuş, giyinmiş, kuşanmış. Çadırın kıyılarına çırpı deşirmeye çıkmış. Beyoğlu gelmiş. Bir karı var, ama dünya güzeli. Kendi karısını bilmezmiş. Köpeğini, tüfeğini almış; çadırın kıyılarına avlanmaya çıkmış Beyoğlu. Karı çırpı deşiriyormuş. —Kız, bana yakın olsana, demiş. —Ben sana yakın olurum. Ama altından nalın alırsan, altından bakır alırsan, bir beygirlik ilvan alırsan öyle yakın olurum, demiş karı buna. —Peki, peki. Alırım, demiş Beyoğlu. Gitmiş, altından nalın almış, altından bakır almış, bir beygirlik ilvan almış. Gelmiş kadının çadırına. Çadırda bir iki ay böyle kalmışlar. Karı hamile olmuş. Anasının evine gelmiş. Bozmuş çadırını Beyoğlu avdayken. Gelmiş anasının evine. Anasının evinde bir oğlan doğmuş. Adını Cimbek koymuş. Oğlan kocaman oldu mu karı yine gitmiş çadırına. Beyoğlu bunu gördüğünde yine gelmiş. Kendi karısını bilmezmiş. Beyoğlu: —Kız bana yakın olsana. —Ben sana yakın olurum. Ama bana şu kadar kumaş elbiselik alırsan, bu kadar ilvan* alırsan, altın alırsan öyle yakın olurum, demiş. Gitmiş yine Beyoğlu; bunun istediklerini hep almış. Yine karının çadırında bir iki ay bir yerde durmuşlar. Hani karı yine hamile olmuş. Karı yine hamile olup da doğumu yaklaşınca da bozmuş çadırını. Beyoğlu avdayken almış her şeyini, gelmiş anasının evine. Yine bir oğlan daha doğmuş. Birinin adını Cimbek koymuş, sonrakinin adını Lacimbek koymuş. Onlar kocamanca olmuşlar. Karı yine almış çadırını, yine gitmiş adamın arkasından. Yine gitmiş, çadırın karşısına bir çadır kurmuş. Karı giyinir kuşanır, dünya güzeli olurmuş. Elbiseyi giydi mi karısını bilmezmiş adam. Karı çadırın kıyılarında çırpı deşirirmiş*. Adam da ava gelirmiş. Ona: —Kız bana yakın olsana, demiş. O da: —Ben sana yakın olurum. Ama bana şu kadar ilvan alırsan, bu kadar altın alırsan ben sana yakın olurum, demiş. Yine kadın her şey istemiş. Yine bu, onun istediklerini almış, yine gelmiş karısının yanına. Karısıyla bir iki ay bir yerde durmuşlar. Karısı yine hamile olmuş. Hamile olunca da bozmuş çadırını, almış her şeyini, gelmiş anasının evine. Bu sefer de bir kız doğmuş oğlanlar da kız da kocaman olmuşlar. Beyoğlu gelecek olmuş. Karısı da geleceği zamanı biliyormuş. Karısı gitmiş, kuyunun dibindeki eve girmiş. Beyoğlu gelmiş. Karısı kuyunun dibindeki evdeymiş. —Karı, nasıl rahatın? —Pek iyi benim rahatım. Ben bir yere çıkmıyorum, bir şey görmüyorum. Ben kuyunun dibinde duruyorum, demiş. Dünyayı dolaşmış karı. Ama Beyoğlu’nun haberi yok. Beyoğlu iki gün, üç gün durmuş, kuyunun dibinde duramamış. —Karı, ben kuyunu dibinde duramayacağım. Senin üstüne bir kıza nişan koyacağım da evleneceğim, demiş. —Evlen adam, ben razıyım, demiş karı buna. Adam gitmiş. Koca alan varmış köyün orta yerinde. Oraya gitmiş. Bir saraylar kurdurmuş, camekanlı evler yaptırmış. Duvara halılar koymuş, koca kapılar asmış. Bir kıza nişan koymuş. Beyoğlu onları yapmaya gitmiş. Karı da anasının evine, kızanlarına aldığı elbiseleri, kumaşları vermeye gitmiş. Beyoğlu da davulu çaldırmış. O gün akşam gelin gelecekmiş. Karı kızanlarını giyindirmiş kuşandırmış ikindi sonrası; gari gelin akşama gelecek. —Gidin, keşkek isteyin gelin, demiş. Oğlanları falan giydirmiş. Kızın ayağına altın nalın giydirmiş, koluna altın bakırı takmış. Oğlanları giydirmiş kuşatmış. —Kimseye konuşmayın. Doğru keşkek kazanlarının başına varın. Onlara, keşkekçi, bizim bakırımıza keşkek koyuverin, deyin, demiş. Altın bakıra keşkek koyduracakmış. —Onlar ya keşkek tükendi derler ya keşkek pişmedi derler. Cimbek, Lacimbek, tutun Lale Kadının kolundan, düşmesin altınlar elinden. Bey babamızın köpekleri yağsız kaldı, deyin de dönün, demiş. Anası tembih etmiş kızanlara. Bunlar üç kızan gitmişler, ama üst baş pırıl pırıl. Kızanlar gitmiş, kimse görmemiş. Kızın kolunda altın bakır, ayağında altın nalın. Oğlanlar kumaş elbise. Beyoğlu da akşam sağdıçlar gelecek diye bacak bacak üstüne çelmiş, yaptığı sarayın önüne oturmuş. Koca kapıdan üç kızan girmiş. Ama bütün ahali onlara dinelmiş, bakarlarmış. Kızanlar kimseye konuşmamış. Doğru keşkek kazanlarının başına varmışlar. Kız: —Keşkekçi dayılar, keşkekçi yengeler, bizim bakırımıza keşkek koyuverin, demiş. Altın bakırın içine keşkek koyduracakmış. Onlar da: —Sabahki tükendi, öğleninki pişmedi. Keşkek yok, demişler. Kız: —Cimbek, Lacimbek, tutun Lale Kadının kolundan, düşmesin altınlar elinden. Bey babamızın köpekleri yağsız kaldı bizden, demiş. Onu da Beyoğlu yukardan dinleyip dururmuş. —Ulan, ne diyor bu kız? Ünleyin bakalım da şuraya gelsin. Kız nalınlar tıngır tıngır çıkmış. Varmışlar. —Ne dedin kız sen? demiş. —Ne diyeceğim? Bu Cimbek ’ten doğmuş Cimbek efem. Bu Lacimbek’ ten doğmuş Lacimbek efem. Ben Laleli’den doğmuş Laleli Kadınım. Biz senin oğlunuz, kızınız, demiş. Babalarının boynuna sarılı vermiş üç kızan. —Ulan böyle kızım, böyle oğlum varken, evlenecek ben delirdim mi? Kesilsin çalgılar, gelsin bunların anası. Çıkmış gitmişler kuyunun dibine. Almışlar gelmişler, saraylara koyuvermişler. Gelin olan kıza da bir kınasıyla bir kırıtması kalmış. Her şeyler evlere gelmiş döşenmiş. O karı, o kızanlarıyla o sarayın içinde geçinip dururmuş şimdi. Burada da masal bitmiş.     * ilvan: Süs * deşirirmiş: Toplarmış    
Marmara Bölgesi
Çıkrıkçı Kız
Balıkesir
Çıkrıkçı Kızı Bir Beyoğlu varmış. Bir de kız varmış. Beyoğlu onu küçük görüyormuş. Beyoğlu her gün suya gidermiş. Öteki de çıkrıkçı kızıymış. —Çıkrıkçı kızı ne yapıyorsun? dermiş. O da dermiş ki: —İp büküyorum. Bir gün olacak da Beyoğlu yârim olacak, dermiş. O da ona gülermiş. Bu Beyoğlu gülermiş. Şimdi o Beyoğlu evlenecek olmuş. Oradan bir kız alıyor. Tabi o da kendine göre zengin, bir bey kızı. Orada bu kız gelin girecek, ama kız kendine güvenemiyormuş. Bu kıza diyor ki: —Sen bugün benim yerime gelin girer misin Beyoğlu’na? diyor çıkrıkçı kızına. O da: —Tamam, diyor. Ondan sonra gelin giriyor. Gece Beyoğlu: —Al, sandığın anahtarları bundan sonra sende dursun, diyor. Beyoğlu anahtarları çıkrıkçı kızına veriyor. Sabah olmuş, o sabahleyin gitmiş. Eskiden insanlar cahilmiş. Yine çıkrıkçı kızı evine gelmiş, ip büküyormuş, çıkrık büküyormuş. Yine Beyoğlu oraya gelmiş. —Çıkrıkçı kızı ne yapıyorsun? demiş. —Ne olacak? Bugün Beyoğlu yârim oldu, demiş. —Yalan, demiş Beyoğlu. Çıkrıkçı kızı da anahtarları çıkarıvermiş. Gelmiş, öteki kızı çıkarmış. Hani o çıkrıkçı kızını küçük, kendini büyük görüyormuş ya, onun dediği olmuş. Çıkrıkçı kızı Beyoğlu’nun karısı olmuş.
Marmara Bölgesi
Çoban
Balıkesir
Çoban Bir çoban varmış. Çoban bayıra keçiye gidermiş. Bir kavak varmış orada. Kavağa ekmek torbasını asmış. O gelmiş geri. Kavak büyümüş, uzamış, kocaman kavak olmuş. O zaman fındıklık varmış. Fındık toplamaya giderlermiş. —Bizi de götürsen fındık toplamaya, demiş piliçler. —Hadi gidelim. Gitmişler şimdi. Çıkmış çoban bir sallamış, piliçler alır alır yerlermiş. —Biz yedik. Biraz daha atıversen bize. Biraz daha atıvereyim derken pilicin bir gözünü kör etmiş. Fındık vurmuş, bir gözü kör olmuş. Böyle yerken tavuk da demiş: —Ben de yiyeyim. Bir tane daha at, bir tane daha at! Onun gözünü de kör etmiş. İkisinin gözü de kör olmuş. Ağlamaya başlamışlar. —Ne oldu ya? —Ya senin atıverdiğin fındık bizim gözümüz kör etti. Gidelim ablama deyiverelim seni de bak ne yaptıracağız seni? —Yahu atıver dediniz, atıverdim. Ne söyleyeceksiniz ablanıza? —Abla, bu çoban bizim gözümüzü kör etti, fındık atıverdi de. —Niye kör ettin onların gözünü çoban? demiş. —Fındık elimden kaydı, demiş. —Niye kaydın be fındık onun elinden? demiş. —Keçi kabuğumu soydu ya benim, demiş fındık da. —Niye soydun be keçi? demiş. —Çobanım gütmedi ya, demiş. —Niye gütmedin be çoban? demiş. —Gelin ekmek yapıvermedi ya? demiş. —Niye ekmek yapıvermedin gelin çobana? demiş. —Ayı hamurumu yedi ya, demiş o gelin. —Niye yedin a ayı bunun hamurunu? Çobana ekmek yapıverecekmiş. —Samanlık kadar götün var. Ambar kadar karnın var. Şimdi seni de yerim de görürsün, demiş. Amanın, karı şaşmış. Hiç laf bulamamış. Hadi oradan çoban bir gitmiş bakmış, amanın ekmek yiyecek torba gitmiş kavağın tepesine. —Eğil kavağım, eğil, eğil! Torbamı alayım da yine doğrul, dermiş. Yalvarırmış yakarırmış, kavak eğilir mi? Torba yukarıda. —Ben şimdi seni bir nacak* kardeşime deyivereyim de, bir nacak atsın, kestireyim seni de görürsün bak torbayı nasıl alıyorum? demiş. —Nacak kardeş, şu kavağı kesiver de torbamı alayım, demiş. —Ben geceleri rahatça yatarken bir de kavak mı keseceğim sana? demiş. —Dur, ben ateş kardeşe deyivereyim de senin sapını yaktıracağım, demiş. —Ateş kardeş, şu nacak kardeşin sapını yakıversen bana, demiş. —Ben burada yeni gelin gibi durup dururken, bir de kuru nacak sapı mı yakıvereceğim sana? demiş. —Ben seni bir su kardeşe deyivereyim de bir gör, demiş. —Su kardeş, şu ateş kardeşi söndürüversen bana, demiş. —Ben burada gelin gibi oturup dururken sana bir de ateş mi söndürüvereceğim? demiş. —Seni ben bir manda kardeşe deyivereyim, içireyim de bir gör sen, demiş. —Manda kardeş, şu su kardeşi içiversen bir. Bak söndürüvermiyor ateşi, demiş. —Ben burada rahatça yatıp duruyorum. Bir de gidip de sana su mu içivereceğim? demiş. —Seni tüfek kardeşe deyivereyim de seni öldürteyim, demiş mandaya. —Tüfek kardeş, şu manda kardeşi öldürüversen bana, demiş. —Ben burada dururken gelin gibi, gidip de bir de manda mı öldüreceğim? —Dur, sıçan kardeşe deyivereyim de senin kayışını yedireyim, demiş. —Sıçan kardeş, şu tüfek kardeşin kayışını kemiriversen, demiş. —Ben burada rahatça yatıp dururum, karnımı doyurdum. Bir de kuru kayış mı kemirivereceğim sana, demiş. —Seni kedi kardeşe deyivereyim de seni tutturayım, demiş. —Kedi kardeş, şu sıçanı tutuversen bana, demiş. —Ben burada ninemin yorganları içinde rahatça, sıcacık yatıp dururken, bir de sıçan tutmaya mı uğraşacağım? demiş. —Seni bir ablama deyivereyim de sana bir sopa çıkarttırayım, demiş. —Abla, kedi kardeş senin yorganların içinde yatıp durur, demiş. —Ha! demiş. Sopayı kavramış. Kediyi kaçırmış. —Bu burada yatarken sen neredeydin? diye sopayı veri verivermiş çobana. * nacak: Balta
Marmara Bölgesi
Çobanın Karısı
Balıkesir
Çobanın Karısı Bir varmış bir yokmuş, bir padişahın bir oğlu varmış. Oğlan demiş ki —Baba, ben rüyamda bir kız gördüm. Ben o kızı araya araya bulup alacağım, demiş. —İyi, sana müsaade oğlum, git, demiş. Gitmiş bu, böyle köy köy gezermiş. Gezerken bir pencerenin üstünde bir kız oturup dururmuş. Şöyle oğlan bakmış yüzüne. Bakınca tükürmüş onun yüzüne kız. Tükürünce hiç seslenmemiş. —Ya rabbi şükür, demiş. Bir elma yiyip dururmuş. Elmayı da yüzüne vurmuş oğlanın. Oğlan geçmiş gitmiş kahveye. Kahveye varınca kahvede: —Beni bu padişah işçi alır mı ki? demiş. O da padişahın bir kızıymış. —Bir soralım bakalım, alır mı? demişler. Sonra padişaha sormuşlar. Padişah: —Alayım, gelsin, demiş. İşe almış onu. İşe alınca dururken demiş ki: —Oğlum, ben sana kızımı vereceğim. —Ulan padişahım, benim gibi düşküne, benim gibi zebil* insana kız mı verirsin? demiş. —Ayıp ettin sen. Ben sana kızımı vereceğim, demiş. Sonra kızını ona vermiş. Gelin etmiş kızını. —Benim anam da yok, babam da yok. Benim kimsem yok, demiş. —Olsun oğlum, ben sana kızımı vereceğim, demiş. Kızını vermiş. Kızını verdikten keri dururken demiş ki padişahın oğlu: —Benim anam da var, babam da var. Ben köyüme gideceğim. Sen de gidebilirsin, demiş hanımına. —Baba, benim beyin anası da varmış, babası da varmış. Gidecekmiş, demiş. Ağlamış. Ağlayınca, —Kızım, neden ağlıyorsun? Ağlama. Ben paranız yoksa para vereyim, yiyeceğiniz yoksa yiyecek vereyim. Gidin, demiş. Sonra bunlar gitmişler. Giderken giderken bir çöplüğe varmışlar. Orada bir tencere bulmuş, kırık bir tencere. Hanımına: —Al bunu, bu bize lazım olacak, demiş. Oradan onu almışlar. Sonra giderken giderken yolda çöplükte bir yorgan görmüşler. —Bunu da al sen, bu bize lazım olacak, demiş. Babası zenginmiş, padişahın oğlu ya, zenginmiş. Şimdi geliyor o, doğru kümese geliyor. Kümese gelince kümesin kıyılarını süpürüyor, içini süpürüyor. O yorganı, döşeği atıyor, oradan kümese giriyor. Kümese girince o padişahın oğlu çoban girdi oraya.  Padişahın oğlu babasına çoban girdi. Şimdi evlerine gıcır gıcır varıyor, tavuk kümesinde çoban görünüyor. —Oğlum, kız bulamadın mı sen? —Bulamadım. Böyle dururken bir gün, —Baba, benim düğünüm var. Hazırlanın. Okuntuları dağıtın. Benim düğünüm var, diyor. —E kız yok ya, diyorlar. —Kız olmasın. Siz dağıtın, diyor. Sonra kızlar pirinç ayıklıyorlar. Pirinç ayıklarken çobanın karısına da ünlüyorlar geliyorlar. Çobanın karı da geliyor oraya, gelin olacak. Çoban ona: —Sen azcık pirinçten çal, koynuna koy da çorbacık pişirelim de yiyelim, diyor. —Oldu, diyor o da. Şimdi onun dediğinden çıkmıyor bak o. Koyuyor boynuna,  oradan geliyor padişahın oğlan. Diyor ki: —Yoklama olacak. Bakın! Bakıyorlar. Çobanın karısından pirinç çıkıyor. Pirinç çıkınca, —Tü yüzüne gözüne. Neden çaldın? diyorlar ona. Kaynana kadın da diyor ki: —Ellemeyin fakirciği. Ellemeyin, alsın, yesin, pişirsin. Ellemeyin diyor. Ona tükürüyorlar yüzünü. Sonra hoşaflık ayıklıyorlar. —Hoşaflıktan da al. Hoşaf kaynatalım da içelim. Ondan da çal, diyor ona padişahın oğlu. Ondan da çalıyor. —Yoklama var, diyorlar. Yokluyorlar. Yine ondan çıkıyor. Sonra, —Ellemeyin, diyorlar. Oradan tavuk kümesine varıyor. Ağlaya ağlaya ağlaya pişiriyor onu o, yiyorlar ikisi. Şimdi diyor ki padişahın oğlu ona: —Bugün padişahın oğlunun düğünü var. Hamama gidilecek. Hani çöplükte bir tas bulduk ya, o tası al. Hamama gideceksin, diyor. Gidiyor bu. Hamama giriyorlar. Hamam girince, —Gelin kim ? diyorlar. Gelin yok. Çanağın içine bir toprak koyuyor, bir sarı altın koyuyor, bir de kuru yaprak koyuyor. —Öyle koyun. Geçene sorun onu. Bakalım kim bilecek bu yaprağı, toprağı? diyor padişahın oğlu. Şimdi buncağız da o tasla suya girermiş, saçcağızını tarıyormuş. Herkes çıkmış, bir o kalmış. —Bakın içinde insan vardır. Bakın, diyor. Bakıyorlar. Bir o varmış. Getiriyorlar. Gösteriyorlar. —Bu ne? diyorlar. Tabağın içindekini gösteriyorlar. —Evvel ben anamın babamın kapısında sarı altın gibi parlıyordum. Ben buraya geleli kuru yapraklar gibi, kuru topraklar gibi kurudum, diyor ona. —Hah, o benim hanım olacak. Benim düğün olacak, diyor padişahın oğlu. Şimdi diyorlar ona: —Seni biz padişahın oğluna vereceğiz. Seni biz padişahın oğluna gelin edeceğiz. —Hayır, benim çobanım var. Beni ellemeyin, benim çobanım var, diyor. Onu zorla yıkıyorlar, yıkıyorlar, giydiriyorlar, çobanın kıyına koyuyorlar, padişahın oğlunun kıyına koyuyorlar. Kaldırmıyor kafasını. —Elleme beni, benim çobanım var. Ben sana varmam, diyor. —Kaldır kafanı. Bak bana. Ben kimim? Ben seni rüyamda gördüm. Köy köy gezdim, seni ben aradım. Sen bir pencerenin önünde oturup elma yiyip dururdun. Sen tükürdün yüzüme, elmayı yüzüme vurdun. Senden ben onu çıkardım. Sen benimsin, ben seninim, diyor.   * Zebil: Düşkün, perişan, fakir.
Marmara Bölgesi
Eşek Tilki Horoz
Balıkesir
Eşek, Tilki, Horoz Bir çocuk varmış. Çocuk yolda giderken giderken yolda bir horoz görmüş. Horoz, —Nereye gidiyorsun sağdıç? demiş. —Ben bir vilayete gidiyorum, demiş. —Beni de götürür müsün? demiş horoz. —Götürürüm, geç ardıma götüreyim, demiş. Geçmiş ardına horoz. Giderken giderken bir tilki görmüş. Tilki: —Nereye gidiyorsun sağdıç? demiş. —Ben bir vilayete gidiyorum, demiş. —Beni de götürmez misin sağdıç? demiş. —Götürürüm ben seni. Geç ardıma, götüreyim, demiş. Onu da götürürken yolda bir bağa rastlamışlar. Bağı bir çocuk bekliyormuş. —Nereye gidiyorsun sağdıç? demiş. —Biz bir vilayete gidiyoruz, demiş. —Beni de götürür müsün? demiş. —Geç ardıma, seni de götüreyim, demiş. Bir eve varmışlar. Evde kazan kaynayıp durur. Aşlar kaynayıp durur.  —Bunu biz yiyelim, demişler. —Nasıl yiyelim? Bir de eşek geçmişmiş arkalarına. —Sen kapının ardına dur, demiş eşeğe. Tilkiye demiş: —Sen ocaklığın yanına geç. Horoz da tavana çıkmış. O da kazanın ardına geçmiş. Boyuna aş kaynar. Bir ötüyorlar bunlar, bir bağrışıyorlar. İnsanlar bir kayboluyor, içinde aş pişirenler. Hadi artık hepsi kalıyor, aşlar kalıyor. Bir karınlarını doyuruyorlar, bir yiyorlar. Muhabbet ediyorlar. Varıyorlar, pencereden bakıyorlar. Alem yemiş yiyeceğini, oraya bakacak yok. — Edemeyeceğiz, giremeyeceğiz, diye kimse giremiyor. Orası onlara kalıyor. Masal da burada bitiyor.
Marmara Bölgesi
Gençliğine mi Kocalığına mı?
Balıkesir
Gençliğine Mi Kocalığına Mı Vakti ile bir Mehmet Ağa varmış. Bir karısı ile iki de çocuğu varmış. Zengin mi zenginmiş. Bunların malı mülkü çokmuş. Fakat bunu üç gece üst üste: —Gençliğine mi çekeceksin, kocalığına mı çekeceksin? diye sorguya çekmişler. Adamcağız öte döner, beri döner, üçüncü gün son gün karısı: —Yeter artık Mehmet Ağa, yat yerine, demiş. Mehmet Ağa sıkışır: —Son günün bugün, söyle diyorlar, demiş. Karısına: —Bana üç günden beri geliyorlar. ‘Gençliğine mi çekeceksin, kocalığına mı?’ diyorlar. Ne yapayım ben? deyip şaşmış. Kadın da: —Gençliğimize çekelim de, demiş. O da mecbur kalıp, —Gençliğimize çekelim, demiş. Bu sefer soran kişiler: —Evin yanacak, hemen toplan çıkın! demişler. Bunlar da hiçbir şey alamamış. Bir tek üstlerindeki çamaşırları, bir de yükte az bir para alıyorlar. Bir de baksalar ki, evleri tutuşmuş. Hemen hayvan çobanları yanlarına gelmiş: —Mehmet Ağa, Mehmet Ağa! Ver bizim hesabı, hayvanların kökünü kurt yedi. —Koyun çobanları? —Onlar da ölü. Hepsinin hesabını görür. Mehmet Ağanın hiçbir şeyi kalmamış. İki oğlan çocuğuyla karısı kalmış. Gidiyorlar, gidiyorlar, buradan misal Sarıbeyler kadar gidiyorlar. Adamın işeyeceği tutmuş. Karısına: —Sen şu dereden çocukları geçire koy. Ben bir küçük su dökeyim, demiş. Adam ufak su dökmeye başlamış. Dereye varırken kadın çırpınıp dururmuş. —Adam gel! —Ne oldu, ne oldu? —Çocuğun birini karşıya koydum. Karşıya koyduğumu kurt kaptı gitti. Birini de sele kaptırdım, demiş. Adam karısıyla baş başa kalıyor. Bu sefer adam ne yapsın, çaresizlik karısını alıp gidiyor. Karşıya koyduğu çocuğu bir avcı bulup gidiyor. Sele kaptırdığı çocuğu da çırpı toplayan bir kadın kurtarıyor. Bu adam gidiyor, gidiyor, gidiyor bir ufak köye varıyor. Bu ufak köyde de onları ilk kim gördü, onları misafir olarak alıyor. Misafir alan adam: —Ben sizi misafir olarak alıyorum. Bizim köyün âdeti böyle, diyor. Misafir kalıyor orada. Bu sefer camide odaya gidiyorlar. O günün zamanında sığırtmaç arıyorlar. Mehmet Ağa eskiden patrondu, ama şimdi bir şeysi yok. —Hadi durayım sığırtmaç[1] olarak, diyor. Sığırtmaç olarak duruyor. O günün zamanında oradan kervanlar geçiyor.  —Biz bitlendik, biz kirlendik, bizi yıkayacak yok mu? Çamaşırımızı yıkayacak yok mu? Köylüler diyor: —Dur dur dur! Sığırtmacın karısı çamaşırınızı yıkar. Bu sefer kadına soruyorlar. —Tamam yıkarım, diyor. Yıkıyor. Bu sefer pantolonu alta koyuyor, entariyi üste koyuyor, iç atleti onun üstüne, külotu en üste koyuyor. Adamlar baksa ki, bu kadın görenekli. Sığırtmaç karısına benzer biri değil. Bu sefer, —Alıp kadını götürelim, diyorlar. Kadın: —Etmeyin benim kocam var, diyor. Devenin üstüne atıp kadını götürüyorlar. Sığırtmaç gelir evde kadın yok. —Eyvah ben bitkin haldeyim. Kaldı tek başına. Sonra, —Ben buraları terk edeceğim, artık hem karım yok, diyor. Gidiyor Bergama gibi büyük bir şehre. Varmış bir alana. Oradakiler Allah Allah, Hu Hu diyip kuşları uçuru uçuruveriyorlarmış. Bu toplumun içine adamda karışıvermiş. Bu sefer kuş geliyor, o sığırtmaç adamın tepesine konuveriyor. Oradakiler bir bakıyorlar. —Ulan biz burada neyiz? Bu kadar katip, zabit, öğretmen amir mamiriz. Bu saçı sakalı kıllı adamın başına nasıl kuş konar? Gelme buraya, git, çevreden çık! Adamı çevreden çama yolluyorlar. Yine Allah Allah Hu Hu deyip kuş uçuruyorlar. Kuş dönüp dolaşıp yine çama uçuyor. Bakmışlar, kuş adamın tepesine yine konmuş. Bu sefer, —Seni hakiki öldürürüz, girme toplumun içine, diyorlar. Bir hamama kapatıyorlar adamı. Yine Allah Allah Hu Hu deyip kuş uçuruveriyorlar. Kuş öte dönüp beri dönüp hamamın bacasından içeri girip adamın başına yine konuyor. Bu sefer akıllanıyorlar.  —Biz hata mı ediyoruz? Bunda bir iş var. Adamın saçını sakalını yıkayıp tertemiz ediyorlar. —Bugünün berinde sen padişahsın, gir saraya emret, diyorlar. Giriyor adam. —Var mı isteğin? —Evet var. Önce dünyada ne kadar kervan varsa buradan geçecek deveciler. Kadını bulacak adam. Tabi adam emrediyor. Emirciler geçiyor, deve geçiyor, deve geçiyor, deve yok. En son karşıdan karanlıkta bir deve geliyormuş. —İşte padişahım padişahım! Bir tane deve geliyor, üstünde tek bir kadın var. —Tutun kadını, atın zindana! diyor. Tutturuyor kadını, attırıyor zindana. —Önüne iki asker dikin, diyor. İki asker diktiriyor.  —Az ekmek verin! Zamanı gelince kadın ölmesin. Ekmek veriyorlar. Bu sefer askerin birisini ünlettiriyor. Tabi o günün zamanında padişahın emri, kestiği kestik biçtiği biçtik. Asker diyor:  —Padişahım! Askerler o kadının dizinin üstünde uyuyor, diyor. Birisi birine birisi diğerine. Bir güzel sıvayışlayıp duruyor kadın. Padişah askerleri çağırttırıyor. —Niye yattınız kadının dizinin üstüne? Sen kimsin? diyor padişah. —Biz çok küçük yaşta çok zengindik. Babamın adı Mehmet Ağaydı. Bizim malımız mülkümüz çoktu, fakat evimiz yandı. Beni sel götürdü, bir kocakarı buldu. Annem öldü şimdi, diyor. —Tamam, git sen şimdi, diyorlar. Ötekine gel diyorlar. O da: —Çok küçük yaşta evimiz yandı. Kurt kaptı beni, bir avcı buldu. —Sen de git, diyor. Kadını ünlüyor. —Gel bakalım sen! Kendini göstermeden parmağını kapıdan sokuyor. Kendisini yüzükle tanıtacak tabi. Karısı tan tan tan gelip kapıyı vuruyor: —Ey Mehmet Ağa! Allah bizi gençliğine mi çekeceksin, kocalığına mı çekeceksin diye sınadı. Allah bizim evimizi yıktı, yaktı. Malımızı mülkümüzü kurt çakal yedi, ton ton dağıttı. Yirmi dört sene sonra bizi burada buluşturdu. Sonra ben kendi rızamla  gitmedim, beni deveciler zorla ite kaka attı gitti. Ben senin hanımınım. Bu askerler de bizim çocuklarımız, diyor. Ondan sora güzel bir hayat yaşıyorlar.     [1] Çoban

Masal Masal Türkiye sitesinde yayınlanmış masalların JSON formatında derlenmiş halidir. Derleme 24 Mayıs 2024'te yapılmıştır.

Downloads last month
13
Edit dataset card