title
stringlengths
2
48
area
stringclasses
7 values
city
stringclasses
79 values
text
stringlengths
495
43.2k
Dervişin Sadakati
Doğu Anadolu Bölgesi
Hakkari
Dervişin Sadakati          Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken, ben anamın beşiğini tıngır tıngır sallarken, söyleyene zahmet, dinleyene rahmet, masaldır bunun adı, anlatmakla çıkar tadı.          Vaktin birinde Tebriz kentinde Abdullah isimli bir bey yaşarmış. Beyin İzzet adında bir oğlu varmış. İzzet, beyin tek oğlu olduğu için, babası sürekli onun üstüne titrermiş. İzzet, erişkin bir yaşa gelince, hayatı tanımak için konaktan çıkmayı ve gerçek hayatla tanışmayı babasından arzu etmiş. Babası da İzzet’in ceplerini altınla doldurup, yanına da birkaç adam vererek onu şehre göndermiş.          İzzet, babasının adamlarıyla şehirde dolaşırken bir yoksulun öldüğünü ve cenazeye kimsenin sahip çıkmadığını görmüş. Olaya çok üzülen genç, cenazeyi kaldırtmış ve cenaze sahibi aileye yaşamları boyu yetecek kadar altın vermiş. İzzet konağa dönünce babasına olanları anlatmış ve yoksul halk için yardım etmesini istemiş. Bunun üzerine Abdullah Bey de oğlunun olgunlaştığına karar vermiş.          Bey, oğlunun ticaret öğrenmesi için onu kırk katır yüklü mal ve kırk hizmetkârla Isfahan’a göndermiş. Kentten dilediği birini de yanına alabileceğini belirtmiş. İzzet, kentte dolaşırken kendini gözetleyen birinin farkına varmış. Yanına gidip konuşmuş ve onu yol arkadaşı olarak seçmiş. Derviş adlı bu kişiye ticaretten elde edecekleri kârın bir kısmını vermeyi vaat etmiş.          Bir haftalık yolculuktan sonra Isfahan’a varmışlar ve mallarını pazara götürmüşler. Isfahan Beyi, Tebriz Beyi’nin oğlunun geldiğinden ve mallarının ününden haberdar olmuş. Onları huzuruna çağırtmış.          İzzet ve Derviş, yanlarına en güzel mallarını alarak beyin huzuruna varmışlar. Bu güzel hediyeleri gören bey, İzzet ile kızını evlendirmeye karar vermiş. Yedi gün, yedi gece dillere destan bir düğün yapılmış. Gelin ve damat gerdeğe götürüldükleri vakit Derviş, İzzet’e ne olursa olsun ağzını karısının yanında açmaması için ricada bulunmuş. İzzet, buna bir anlam veremese de, söz vermiş ve gerdeğe girmiş.          Derviş de bir fırsatını bulup gerdek odasına girmek için çeyiz sandığının içine saklanmış. Gecenin geç vakitlerinde herkes uyuduktan sonra Isfahan Beyi’nin kızı Zehra’nın ağzından üç ok yılanı çıkmış. İzzet’in ağzının kapalı olduğunu gören yılanlar, gencin ağzını açmasını beklemişler. Tam bu sırada sandıktan fırlayan Derviş, üç ok yılanını öldürmüş.          Bey, sabaha doğru İzzet’in cenaze hazırlıklarını başlatmış fakat onu sağ görünce korkudan ne yapacağını bilememiş. Bey, bir süre sonra yanlarına bazı hediyeler de vererek onları Tebriz’e yolcu etmiş. Konağından şehir çıkışına kadar onları izlemeleri için de birkaç adam göndermiş.          Tebriz kendine varmadan Derviş, bütün kervanı durdurmuş. Zehra’yı attan indirerek baş aşağı bir ağaca asmış. İzzet buna karşı koymaya çalışmış ama hareket edemeyip donakalmış. Derviş, kılıcını üç kez kızın üzerinden geçirip vuracakmış gibi sallamış. Zehra’nın ağzından korkuyla üç torbacık düşmüş. Derviş, kılıcıyla torbaları kesmiş ve torbalardan yılan yavruları çıkmış. Bunu gören İzzet, eski haline dönmüş. Derviş, İzzet ve Zehra’nın şaşkınlıklarını görünce söze başlamış:          - Eğer hatırlarsan, geçenlerde şehre gezmeye çıkmış ve sahipsiz bir cenaze görmüştün. O cenazeyi kaldırmış ve ölenin ailesine yardım etmiştin. Ben, o gün gördüğün fakir ölüyüm. Başına gelecekleri biliyordum. Onun için Allah’a, beni sana yardımcı olarak göndermesi için yakardım. Isfahan Beyi, daha önce kızını birçok şehzadeyle evlendirdi ve o şehzadelerin hepsi de kızın ağzından çıkan yılanlar tarafından öldürüldüler. Amacım, seni bu ölümden kurtarmaktı. Benim malda, mülkte gözüm yok. Şimdi karın temizdir. Bundan sonra Allah’tan tek dileğin mutlu olmanızdır, demiş ve bir anda ortadan kaybolmuş.          İzzet, babasının konağına dönünce olanları tek tek anlatmış. Tebriz Beyi, kırk gün kırk gece süren bir düğünle onları tekrar evlendirmiş. Bundan sonra da mutlu bir hayat sürmüşler.          Onlar ermiş muradına, biz kalmışız kerevete. Kaynak Kişi: Selcan Arıcı, D.T. 1995, Lisans Öğrencisi, Hakkâri.
[Tilki Ayı ve Canavar]
Ege Bölgesi
Muğla
Şindi*, dilki, ayı, canavar arkıdaş olmuşlar. Dilkinin, herkezin görevi oluyora. Dilkiye: - Sen git tavuk getir demişler. - Sen de bi guzu getir demiş canavara. Ayıya da: - Sen bi bal getir demiş. Şindi gece, dilki bu balı yemiş. Yedikten sora, ayının götüne çalıyomuş. Biliyon mu? - Arkadaş bi gontrol etcez. Kimin götüne bal bulaşcak olursa bu balı yiyen bu. Bi bakiyolar, ayı, ayının habarı yok. Bi bakiyolar, bal onun götünde. Ayıyı öldürüyollar. Sora, canavar deyiri: - Sen deyiri, canavarın kafasına tüyü, gulandan* yakala, sakın bırakma. Onu deyiri, deve öldürcek. Canavarı sağa sola vurarka, daşa vurarka, o da ölüyoru. Dilki galiyor dek başına. Sora, bi köy varmış, şöyle dağın öteki yüzüne getmiş tilki. Horozun biri ötmüş. Dilki: - Valla, bi elime bi geçse hindi* demiş. Sora dilki horozu yemek için dutmuş. Horoz: - Yav, sende Bismillah bi şe demek yok mu? Buban demiş, Bismillah çekerdi. Dilki tam Bismillah derken horoz gaçıyor. Şindi*: Şimdi Hindi*: Şimdi Gulandan*: Kulağından
[Ayı Tilki ve Kaplumbağa]
Ege Bölgesi
Muğla
Şindi, dilki, ayı, dosbağa* çifçilik yapmaya başlamışlar. Yani ekin ekmişler gayanın dibine diyelim. Daşın dibine. İşde, ekini harman bişme* zamanı gelmiş. Dabi varmışlar biçmeye. Şey, ayı gayanın dibine varmış, dayanmış. — Ula, neydiyon sen? Öle orda dingilirmiş. — Ule, ne yapıyon? — Ben gayaya dayayon. Enden göçecek diye. Siz devam edin, demiş. Ondan sora, öle bi deyil, iki deyil, harman bitmiş. Ekin harman oluyoru. E, dövüyollar. Hazırlayoru. Akşamdan bitirmişler. Sabah evine gidiyor herkez. Evine dağılıyoru. Neyse, ayıyla dilki anlaşmışlar. — Dosbağa ora varıncaya kadar harman üleşicez*. Kim gelirse sabah erkenden onun olucak. Yani, iddaya girmişler. Neyse, sabah oluyoru, ayıyla dilki varıyoru. Ölçmeye başlıyorlar. Şindi, bi ona, bi ona, beş kilo kendine gatarmış. Bölüşülermiş ikisi. Nese, tam dibine geldinde, kürekleri bir şeye çarpar. — Ula, bu ne? Bakıyorlar dosbağayı görürler. — Eyvah, demiş bunlar. Dosbağa onlardan önce harman yerine geldiği için iddayı dosbağa kazanıyor neticede. *dosboğa: Kaplumbağa. *bişme: Biçme. *üleşmek: Paylaşmak.
KELOĞLAN İLE EŞEK
Güneydoğu Anadolu Bölgesi
Kilis
KELOĞLAN İLE EŞEK Bir Varmış Bir Yokmuş zamanında bir Keloğlan varmış. Keloğlan bir gün beş kuruşluk pakla almış yemek pişirmeye gitmiş. Bir suyun kenarında yirkene paklasını son lokmasını suya düşürmüş. pakla daha suya düşerken Keloğlan ağlamaya başlamış tam o ağlarken suyun içinden bir kız çıkmış. - Hayırdır Keloğlan niye aglon. Demiş. -Paklam suya düştü Onun için aglorum. Demiş Kız demiş ki; -Yerine sana bir eşek vereyim de bin get. Demiş  Keloğlan razı olmuş kalkmış genne suyun içinden bir eşşek çıkmış eşşegini eve almış gelmiş geldiği yerde kapıyı dövmüş. Anası; - Kim o? Demiş. -Aç anam ben geldim. - Bu ne oğlum bu eşşegi nereden buldun getirdin. Demiş -Vallahi benim paklam suya düşmüştü ben de agladım bu eşşegi de sudan çıkan kız bana verdi Hele sen kapıyı açta içeri girek. Kapıyı açmış keri içeri dıkarken çüü falan diye eşşege vurmuş Bir bakmışlar ki eşekten dışkı yerine altın dökülmüş içeri dıktıgı kimi anası; -Aman oglum bu eşşege mukayet ol çaldırıp maldırma. Demiş.  Birgün kalkmış Keloğlan hamama gitmiş Şimdi motorlar arabalar var onlardan gidorlar o zamanlar motor yok Araba yok eşşekden gidorlarmış hamama keloglan hamama gitmiş hamamın önüne eşeğini bağlamış hamama girmiş sonra ordan başka eşşekli Adam gelmiş Demiş şu eşşegi ileri yitimde ben kendi eşşegimi koyum demiş eşşege daha vurduğu kimi eşşekten dışkı yerine altınlar dökülmüş adam da bakmış bundan altınlar döküldüğünü gördü mü Hemen eşşegi keloglanın eşeğinden değişmiş. Neyse keloglan hamamdan çıkmış keloglan almış eşeği köyüne dönmüş bir bakmış eşeğe vurmuş eşekten Altın yerine dışkı dökülmüş. - Aman demiş Ben eşşegi çaldırdım nasıl edecim nasıl etmicim deyip getmiş 5 kuruşluk bir bakla daha almış o baklayıda da alıp Deniz kenarına şey gölün kenarına gitmiş tekrar yani son lokmasını düşürmüş kız çıkmış yine sudan çıkan kız keloglana çirçir vermiş eve getirmiş Bir gözüne Çiğil koyor öbüründen altın çıkor pammığı öte yüze çıkor. - Aman aney demiş Bunu vermicin kimseye bak ben eşşegi çaldırdım sende bunu kimseye verme.  Komşular tabi duymuş kalkmışlar komşunun bir gün biri gelmiş deyza acı şu çirçirini ver de bizim pammığı çekim gelim demiş çirçiri koymuş çekmiş bakmış altın çıkor hemen getirmişler bir çirçir almışlar keloğlanın evine gelmişler aha çirçirin demişler bu sefer keloğlan gelor çekirdek çıkor çirçirden gene getmiş ağlamış gölün kenarına 5 kuruşluk pakla alıp ağlamaya başlamış bu sefer denizden çıkan kız da keloğlanı kovmuş.
Cinli Değirmen
Ege Bölgesi
Muğla
Şimdi bi adam dermene* geliyoru. Yolda yorulmuş adam. Dermende yatayım, diye düşünmüş. Adamın biri yanına gelerek: —Arkadaş, demiş burası cinlidir. Cin gelir bura, cinliler seni öldürüler. Bizim eve gidelim, demiş. Adam: —Yok, ben burada yatacam, demiş. Sora, şimdi yatıyo. Orda, dermende terk etmiş. Şimdi cinliler gelmiş dermene, cinler yani şeytan değil cin. Geliyor cinler, toplanıyorlar falan gonuşmaya başlıyolar. Cinlerden biri: —Ulan bu insanlarda emme salak. Falan yerde Kör Avcı var. Kör Avcı’nın felan yerde mesela gırda* bir tarlası var. Felen tarlada bi taş var, taşı kaldırırsan altından su çıkıcak. Kör Avcı’nın gözleri, orda bir ot var sürse gözü açılacak. Ondan sora felan yerde bi yer var. Aynı tarlada, orada altında Osmanlı var. Orasını Osmanlı alacak. Bu insanoğlu çok salak, demiş Ondan sonra bunları hep yazmış adam kafasına. Ondan sonra çıkıyor, doğru Kör Avcıya. — Senin gözünü açıcam, demiş. Bana ne vericen? Kör Avcı: —Ne istersin, demiş. — Ben diyeri, işte felan yerden tarla isterim, susuz tarlayı, demiş. Gedip oraya taşı kaldırıyoru. Su çıkıyoru. Ondan sora gözü açılıyoru. Zate herifin gözüne otu ilacı sürüyoru. Parayı da vuruyoru. Arkadaş çıkmış herif zengin olmuş. Arkadaşı onun evine misafir oluyoru. Arkadaşı sormuş: — Arkadaş nerde oldun nasıl oldun bu zenginliği? Benim başıma böle böle bi iş geldi gittim dermende yattım orda cinler toplandı, cinler bene anlattı şöle oldu böle oldu, başına geçeni anlatır. Arkadaşı: — Ha tamam ben de giderim ora, demiş. —Valla bilmem bi dev adam geliyor gidiyor dermana başka bir adam anlattı, demiş. Arkadaşı varıyoru. Büyük cinler geliyoru, daha büyükleri. Cinlerden biri: — Ulan susun, diyoru bi gonuşup durmayın ulan. Sizin gonuştuklarınızı dinleyorlar. Ondan sora Kör Avcının gözleri açıldı. Para bulundu. Su çıktı. Aran* bakan insan vardır burda, diyor. İnsanı yakalıyolar ondan sora işkence ediyolar. Adamı, cinliler böle yapıyoru. Odnan sora o adamı da orda bırakıp gidiyolar. Tamam bu kadar. *dermen: Değirmen *gır: Kır *aran: Arayın
[Babışcı Keloğlan]
Ege Bölgesi
Muğla
Şimdi eveli bi Keloğlan varmış. Bu Keloğlan babışçıymış*. Babış yaparmış. Yalnız bunun iki tavuğu varmış. Böle bi dağın kenarındaymış. Dilkinin biri geliyoru. Bir tavunu yemiş. Bi kapan kurmuş. Dilki dutulmuş fagat ölü gibi yatar olmuş. Yatınca öldü, ölü diye bunu bırakmış herif. Sonra demiş: — Güneşde biraz gızdıktan sora, gış günüymüş, bunun derisini deyoru. Derisini alan deyoru. Tilki açık yatıktan sora tabiî ki ölmemiş. Dilki fırlayıp gaçıp gidiyoru. Onan sora ikinci zefer* gine guruyor. Dilki gelmiş, dutulmuş. Dilki arkadaşınan beraber gelmişler. Eveli arkadaşını gatmış dutulsun diye, ödeki* dutuldu. Ya eveli kapana o girsin diye onan sora getmiş. Tavuğu yemiş arkadaşı, dilki. Yani giderke: — Beni gurtar arkadaş, demiş. — Buranın gurtulma çaresi budur sen ölü gibi yat. Zaten enayi diye bunu öldü diye atar o diyoru. O zaman gaçar gelirsin. Onan sora Keloğlan geliyoru. Keloğlan: — Aa anasını sattım, eveli ölü gibi yattın, gel de eveli senin derini alamadan bırakmam seni, diyoru. — Falan arkadaş deyeri, dile benden ne dilersen deyeri. — Ula sen ne iş yapabilirsin? — Seni evericem* diyeri Keloğlana. Seni zengin bi gızla evericem. Dilki kalkiyo, bunlar dilkiyle beraber arkadaş oluyorlar falan, dilki gız istemeye gidiyoru. Bene şu Hilmi A’nın, onun gibi geçeyoru, veriyoru. — Benim ağaya, deyoru senin gızı verelim. — Senin ağa kim? — İşte falanca, Babışçı Keloğlan. —Tabi ondan sora, nesi var? — İşde şu gadar şunu var, bunu var. Çoğaltmış, atabildiği gadar. Yolda bi de deve gatarı görmüş, kimin derlerse işde Keloğlanın, geçi sürüsü görmüş, kimin derlerse işde Keloğlanın. Geliyollar, buraya, ne yapsınlar: — Bu Keloğlanla biz çıkışamayacaz heralde? Deyir. — Üle ya o çok zengin. Ondan sora nese gızı veriyolar Keloğlana. Dun* ediyoru. İş biddikten sora: — Ee arkadaş benim sene bi sözüm vardı, sen evlendikten sora ben, deyoru giderim dedim sana, deyoru. Ben gidcem. Bana müsade et. — Yav arkadaş neye gidiyoru? Tavuk dersen dolu, ye. Nere gidiyon? — Yok deyoru, ben tavuğu ciyak viyak dedirtmeyecem, deyoru. Yani viyak derke, goşma benim canımı rahat gılmaz deyoru. Öle deyoru. —İndi* nedelim? Bu çare, ne isten benden? —Artık, insanoğlundan bi şey istemem, deyeri. — Ulan bırak bi şe al. — Pekâlâ deyeri, guyruğuma biraz bi şeler bağla, deyeri. Gelin kırpıntıları var ya. Duva* çubuğu kırpıntılardan guyruğuna bağlamış, sora dağa gidiyor dilki. Arkadaşlarına da demiş: —Arkadaş bende duva var. Duva okudun mu hiç avcu bizi yakalamaz. E ölese herkez ona güvenmiş, ona yaklaşmış. Onan sora güveniyorlar. Nese, dilki gelmiş geleli onun yanına her arkadaş. Hadi bi armıt yemiye gidelim diyerler. Dilkiler armıt yemeye çıkmışlar bi bakmışlar avcılar geliyor. — Ulan avcı geliyor gaçalım, deyerler. Bi gaçaşıyolar, hepsi beraber. — Ola okusana fermanı, bi ferman var. — Tozdan dumandan okunmaz. Ferman okunacak zaman mı? diyor tilki Onan sora gaşmış, gurtulmuş, getmiş. Bu hikâye borda bitti. *babışçı: Ayakkabıcı *zefer: Sefer *ödteki: Öteki *evermek: Evlendirmek *dun: Düğün *indi: Şimdi *duva: Dua  
Gençlikte mi Kocalıkta mı?
Karadeniz Bölgesi
Sinop
GENÇLİKTE Mİ KOCALIKTA MI?   Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, bir adam varmış. Bu adam, rüyasında birini görmüş, bu demiş ki; - Sana bir mucize verecez, ama gençlikte mi istersin kocalıkta mı? Adam cevap vermemiş. Bi dahaki gece gene aynı sormuşlar, yine cevap vermemiş. Hanımına sormuş - Böyle böyle bana soruyorlar ben napıyım? O da demiş ki, -Gençlikte iste demiş, yaşlılıkta çekilmez, demiş. Adamın evini köyünü, sel alıyor, adam karıynan, iki çocuğuynan kalıyorlar. İşte başa gelecek buyumuş. Artık bi yere gidiyolar, bi çaydan geçiyolar, selden geçecekler. Bu, karısını bekliyo, karısını geçirecek. Ordan çocuğu sel alıyo, oluğa getiriyo, oluk tıkanoyo. Ordan bir adam alıyo, götürüyo çocuğu, büyütüyo. Öteki çocuğu da karşıya geçiriyor, onu da nebiliyim kurt kapmış. Çiftçi varmış, eski karasabanala şey eder ya.. Alıyo o çocuğu o da evine gotürüyo. Onu büyütüyo. Artık çocuklar büyüyo. Adam sonra bir yerden bi köyden geçiyo karıynan . Toplantı varımış, kimin başına devlet kuşu konarsa o bezirgan olurmuş. O toplantıya bahıyolar, gidiyolar, karısıynan. Devlet kuşu geliyor onun kafasına konuyo. Üç kere konuyo. Adam bezirgan oluyo. O çocuklarının ikisi de asker olmuşlar. O bezirgan adam da oraya bekletmek için çadır kurmuşlar. Çocuklar bekler imiş. Çocuklar dışarda kadın içerde. Diyolar ki, -Ya hikâye anlatalım birbirimize, diyolar. Biri diyo ki, -Böyle böyle, anam babam böyle olmuş. Beni büyüttüler başkası, diyo. O da beni büyütttüler diyo. O zaman kadın kulak veriyo onlara. O tandır gelin gibi… Akşamınan tandırmışım, Kandilimi yandırmışım Koynumda yatan gül yiğidi Gül mememde emzirmişim, diyo kadın. Kadın onları içeri alıyo. Bezirgan diyor ki askerin başına, - Benim karının yanına girmiş senin insanların, diyo. Sonra kadın, -Böyle böyle, bunlar benim oğlum, ikisi de, diyo. Adam o zaman bezirgan . Bezirgan ne demek, büyük bir şey oluyo. O çocukları da yanlarına alıyolar, kavuşuyorlar, büyük oluyolar. Dursun Dayı böyle anlatırdı.
Gülü Koparan Dev
Ege Bölgesi
Afyonkarahisar
GÜLÜ KOPARAN DEV   Zamanın birinde zengin bir adam üç oğlu ile birlikte yaşarmış. Köşkün bahçesinde bin bir çeşit çiçek ile bir de yılda bir defa açan bir gül varmış. Bu gül açar açmaz bir dev gelip koparır gidermiş. Gül fidanını dikmişler, ama açan gülün rengini bile bilmezlermiş. Devden kurtulmak için çareler düşünürlerken sonunda üç kardeş her yıl sıra ile gülü beklemeye karar verirler. Büyük oğlan kılıcını kuşanarak gülün yanında gizlenip devi beklemeye başlar. Gül açıldığı gece dev homurdana homurdana gelip gülü koparıp gider. Oğlan devi görünce korkar kaçar. Ertesi sene ortanca oğlan bekler. O da devi görünce korkar kaçar. Adam bu duruma çok kızar. Çocuklarına söver sayar. Üçüncü sene küçük oğlan gülü beklemek istediğini söyleyince babası karşı çıkar: — Ağabeylerin korkup kaçtıktan sonra sen ne yapabilirsin, diye yüz vermez. Fakat küçük oğlan yalvarıp yakararak babasını razı eder. Babası da oğluna: — Hadi göreyim seni küçük arslanım, diye cesaretlendirir. Yılan başlı kılıcını da verir. Küçük oğlan gülü beklerken, dev yeri göğü sallayarak gelir. Tam gülü koparacağı sırada, oğlan fırlayarak kılıcı devin vücuduna saplar. Fakat kılıcı geri çekmez. Dev yaralı bir vaziyette homurdana homurdana oradan kaçar. Oğlan hemen köşke girerek babası ve ağabeylerine müjde eder: — Gülü kopartmadım, devi de yaraladım. Babası ile ağabeyleri dışarı çıkıp gülü yerinde görünce çok sevinirler. Ağabeyleri biraz da hasetlenirler. "Biz başaramadık, o başardı." diye. Üç kardeş kan izlerini takip ederek kör bir kuyuya varırlar. Devi bulmak için kuyuya inmeye karar verince önce büyük oğlan beline urganı bağlayarak iner. Biraz sonra : — Yanıyorum, ölüyorum, çekin beni diye bağırır. Kardeşleri de onu yukarı çekerler. Bu sefer ortanca oğlanı indirirler. Biraz sonra o da bağırınca onu da yukarı çekerler. Sıra küçük oğlana gelince küçük oğlan, "Yanıyorum, ölüyorum" desem de beni çekmeyin diye ağabeylerine tembih ederek kuyuya iner. Küçük kardeş kuyunun dibine varınca kılıcını sapladığı devin orada yatmakta olduğunu görür. Üç güzel kız da yaraya konan sinekleri kovalıyorlarmış. En küçük kız oğlana, yaklaşarak: — Yiğidim dev seni görürse öldürür. Uyanmadan çabuk buradan git, deyince oğlan da: — Küçükhanım ben devi öldürmeye geldim. Onun canını çıkarıp babama götüreceğim,  der. Bunun üzerine kız şöyle der: — Madem ki öldüreceksin, şimdi beni iyi dinle. Devin boynundaki kılıcı çekip bütün gücünle vur. Dev sana "Yiğitsen bir daha vur." der. Sakın bir daha vurayım deme. Kendine gelip seni öldürür. Oğlan kızın dediklerini aynen yaparak devi öldürür. Sevinçle yukarı bağırır: — Ağabeylerim! Devi öldürdüm. Üç tane de kız kurtardım. Büyük ağabey bu kız senin, diyerek büyük kızı yukarı çektirir. Sonra ortanca kızı da ortanca ağabeyi için yukarı çektirir. Sıra küçük kıza gelince kız der ki: — Yiğidim, önce sen çık sonra beni çekersin. Fakat oğlan kabul etmez. Önce kızın çıkmasını ister. O zaman kız oğlana bir yüzük vererek şunları söyler: — Peki, önce ben çıkayım. Yalnız sen şu yüzüğü al. Başına bir hal gelirse, bu yüzüğü parmağına tak. O zaman biri ak biri kara iki tane koç gelir. Ak koça binersen yeryüzüne çıkarsın, kara koça binersen yedi kat yerin altına inersin. Oğlan yüzüğü alır. Kızı bağlayarak ağabeylerine seslenir: — Bu kız da benim. Ağabeyleri kızı yukarı çekince, kızın güzelliğine âşık olurlar. Küçük oğlanı yukarı çekerken yarı yolda ipi bırakarak kızları da alıp köşke gelirler. Küçük oğlan kuyunun dibine düşünce bayılır. Birkaç gün baygın yattıktan sonra kendine gelince kızın dedikleri aklına gelir. Yüzüğü parmağına takar. O anda iki koç ortaya çıkar. Oğlan ak koça binerek yeryüzüne çıkar. Kılık değiştirerek köyüne varır. Bir eve misafir olur. Ev sahibinden ağabeyleri ile kızların düğünü olduğunu öğrenir. Küçük kız "Kırk gün yasım var" diyerek düğüne katılmaz. Oğlan, evin hanımı ile yüzüğü kıza gönderince, kız, oğlanın yaşadığını anlar. Kadını takip ederek onu bulur. Olup bitenleri tek tek anlatır. Oğlan ev sahibinden aldığı bir atla cirit oyununa katılır. Öfkesini yenemeyerek ağabeylerini öldürür. Kılığını değiştirince herkes onu tanır. Kırk gün kırk gece düğün yaparak muradına erer.    
Dağ Adamı
Ege Bölgesi
Afyonkarahisar
DAĞ ADAMI   Bir varmış bir yokmuş... Büyük mü büyük, ormanlık mı ormanlık bir dağ varmış. Bu dağda vahşi hayvanlar arasında bir adam yaşarmış. Bunun da herkes gibi iki eli iki ayağı varmış; fakat sırtı kıllı ve çıplak bir adammış. Bir gün canı sıkılıp dağın eteklerine gezmeye gelince avlanmak için oralarda dolaşan padişahın adamları tarafından yakalanır. Padişahın adamları bunu görünce yakalayıp: — İn misin, cin misin? diye sorarlar. Dağ adamı her ne kadar: — Ne inim, ne cinim, sizin gibi insanım. Dağda yaşarım ve kimseye zararım yoktur dediyse de kimseye dinletemez. Biraz sonra kendini padişahın huzurunda bulur. Padişahın sorularına da aynı cevapları verince yedi kat yerin altında zindana atılır. Günler geçedursun, padişahın güzel kızı gün geçtikçe büyür, gonca gül gibi açar. Saray eğlenceleri kızın eğlenmesine yetmez olur. Can sıkıntısından yeni arkadaşlar edinmek ister. Bu arada dağ adamını da duymuş onu merak etmektedir. Babasından habersiz dağ adamını görmeye gider. Zindancılar müsaade etmeyince: — Babama söyler sizi de zindana attırırım diyerek onları korkutur ve dağ adamının yanına gider. Dağ adamı vücudu kıllar içinde ve zincire vurulmuş olmasına rağmen yakışıklı, güçlü ve kuvvetli görünmektedir. Kız bu adamdan hoşlanır. Sık sık zindanda buluşurlar. Kızının gelinlik çağına geldiğini gören padişah tellal bağırtır: — Falan gün sarayın bahçesinde güreş tertiplenmiştir. Kim birinci olursa padişahın kızını alacaktır. Tellalı duyan ülkenin bütün gençleri sarayda toplanır. Kız da dağ adamına der: — Babam güreş tertipledi birinci olana beni verecek. Ne olur sen de katıl. — Ben de katılmak isterim, ama baban bana izin vermez ki! — Sen orasını merak etme. Ben babamın gönlünü ederim. Kız dediğini yapar, dağ adamının güreşlere katılmasını sağlar. Dağ adamı da dinler mi? Vahşi hayvanlarla güreşmiş. Önüne gelenin sırtını yere yapıştırarak birinci olur. Padişah da istemeyerek de olsa kızını dağ adamı ile nişanlar. Zindandan da kurtulur. Ünü, şanı bütün ülkeyi kaplar. Bir gün Yunanistan padişahının elçileri gelir: — Padişahımız kızınızı oğluna istiyor. Vermezseniz size savaş açacak derler. Dağ adamı nişanlısının gavur padişahı tarafından istenmesine çok kızar, gururu kırılır. Hemen nişanlısına koşar: — Ben Yunanistan padişahı ile savaşa gidiyorum. Kızını da getirip sana hizmetçi yapacağım der. Nişanlısı: — Etme, gitme, seni orada öldürürler. Tek başına onlarla baş edemezsin dediyse de dinletemez. Dağ adamı nişanlısıyla vedalaşıp yola çıkar. Yolda rastladığı iri yapılı adama sorar: — Hayrola hemşerim, nereye böyle? — Padişahın sarayında bir pehlivan varmış. Onunla güreşmeye gidiyorum. — O herkesi yıkıyor, sen onu nasıl yıkacaksın? — Ben burnumun bir deliğinden soğuk hava çıkarır,her şeyi soğutur; öbürü ile de içine nefes alırken her şeyi bir nefeste yutarım. Bu adamın işine yarayabileceğini düşünen dağ adamı: — Ben de bir pehlivanım. Beni yenersen onu da yenersin diye adamla güreşir ve ona yıkılır. O zaman — O pehlivan benim diye açıklar. Adam, dağ adamına nereye gittiğini sorunca o da olayı anlatır. Pehlivan da gitmek isteyince yola beraber devam ederler. Yolda karşılaştıkları bir adam, bütün karıncalara hükmettiğini ve saraydaki pehlivanla güreşmeye gittiğini söyleyince dağ adamı: — Ben de bir pehlivanım, beni yıkarsan onu da yıkarsın gel, ikimiz güreşelim der. Adam da kabul edince güreşirler ve dağ adamı yıkılır. O pehlivanın kendisi olduğunu söyleyince, o adam da bunlarla beraber gitmek ister. Dağ adamı kabul edince, yola üç kişi olarak devam ederler. Biraz ilerde titreyince dağı taşı titreten bir peh­livanla karşılaşırlar. Dağ adamı ona da yıkılır ve o meşhur pehlivanın kendisi olduğunu söyler. Böylece dört kişi Yunanistan padişahının huzuruna çıkarlar: — Biz seninle savaşa geldik. Ölürsek ne âlâ. Ölmezsek kızını da alıp gideceğiz. Yunanistan padişahı: — Savaşıp kan dökmeye gerek yok. Benim şartlarım var bunları yerine getirirseniz, savaşı siz kazanmış sayılacaksınız. Eğer yerine getiremezseniz kelleleriniz benimdir der. Dağ adamı ve arkadaşları kabul ederler. Yunanistan padişahı önce ülkenin bütün buğdaylarını toplatarak bunların bir gün içinde yedi harman edilmesini ister. Dağ adamı karıncalara hükmeden arkadaşına der: — Göster bakalım marifetini! Adam, bütün karıncaları toplayarak kısa sürede bütün buğdayları harman eder. Yunanistan padişahı bu defa saraydaki bütün kazanları toplatıp yemek yaptırarak: — Kazanlar ateşten inmeden ben gözümü kapayıp açıncaya kadar bütün yemekleri yiyeceksiniz. Yoksa kelleleriniz benimdir der. Dağ adamı birinci arkadaşına seslenir: — Göster bakalım marifetini, başlarımızı kurtaralım! Adam kazanların başına geçer, burun deliğinin birinden soğuk hava üfleyerek yemekleri soğutur, öbürü ile de bir nefes çekişte hepsini yutar. Yunanistan padişahı bu işi de başardıklarını görünce bunlardan korkar ve adamlarına emreder: — Öldürün bunları, yoksa ben sizi öldürürüm! Padişahın adamları büyük bir ordu halinde üzerlerine gelirken dağ adamı üçüncü arkadaşına söyler: — Göster mari­fetini yoksa, hepimiz öleceğiz! Üçüncü adam derin bir nefes alarak öyle bir titrer ki, dağ taş toz duman olur, padişahın bütün adamları ölür. Dağ adamı ile arkadaşları padişahın kızını da alarak Türkiye'ye dönerler. Yolda arkadaşları buluştukları yer­lerde ayrılınca dağ adamı ile Yunanistan padişahının kızı birlikte saraya gelirler. Dağ adamı kızı nişanlısına tes­lim eder. Yunanistan padişahından kurtulan padişah çok sevinir. Kızı ile damadına kırk gün kırk gece düğün yapar. Dün ben oradan geldim. Dağ adamı başvezir olmuş güzel güzel çocukları olmuş. Saadet içinde yaşayıp gidiyorlar...  
Miski Bahar
Ege Bölgesi
Afyonkarahisar
MİSKİ BAHAR   Evvel evvel iken, deve tellal iken, sinek berber iken, ben anamın beşiğini, tıngır mıngır sallar iken... Aldım abdest, ettim niyaz; o da Hakk'a varmaz. Açtım yüzünü, baktım yüzüne. Vay vay der kalkar, dudağı sarkar, böylesi cadılar çok evler yıkar. Kocakarının rastığı, boyadı yastığı. Kocakarının kınası, âdetini bulası. Kocakarının kuzgunu, yüzüne vurur düzgünü. Tophane minarelerini elime verdiler borudur diye. Attılar tımarhaneye yeridir diye. Dinleyin şahinalar, geliyor, geçiyor bu dertlinin kervanı. Dertli olan böyle söyler yalanı, karıncaya binip, deveyi kucağına alanı, minareyi borudur diye çalanı... Evvel zaman içinde kalbur saman içinde bir ülkenin bir şehrinde garip bir kadın yaşarmış. Nedendir bilinmez, bu kadının hiç çocuğu olmazmış. Ana olabilmek için çırpınan kadıncağız, başvurmadık hekim, okunmadık hoca bırakmamış, kendine önerilen her şeyi yapmış. Ne yazık ki bunların hiçbiri sonuç vermemiş. Günlerden bir gün onun bu durumunu bilen bir komşusu Ona bir fikir vermiş. Demiş ki: — A komşum, türlü hekimlere göründün, türlü hocalara okundun. Ama bir evlat sahibi olamadın. Eğer izin verirsen ben de sana bir tavsiyede bulunacağım. Kırk türlü baharatı karıştırıp bir bebek yap, seccadenin yanına koy ve kırk gün kırk gece bu bebeğe can vermesi için Tanrı'ya dua et. Belki duaların Tanrı'nın yüce katında kabul edilir, bebeğine can verilir. Kadın daha önce de buna benzer çok şey yaptığı için önce komşusuna kulak asmamış ama çaresiz bir süre sonra "Bunda da bir hayır vardır." diyerek kırk türlü baharatı karıştırıp bir bebek yapar ve seccadesinin yanına koyarak dua etmeye başlar. Kadıncağız tam otuz dokuz gün, otuz dokuz gece Tanrı'ya yakarır, bebeğine can vermesi için. Ama taşta ses varmış, bebekte ses yok. Kırkıncı günün akşamı kadın tam ümidini kestiği bir sırada bir de bakmış ki, kırk türlü baharatı karıştırarak yaptığı bebek aksırıp canlanmaz mı? Dünyalar kadının olur. Hemen bebeği kucağına alıp öper, koklar, özlem giderir. Bebek dedik ya, bu bebek öyle sıradan bir bebek değilmiş. Ceylan gözlü, gonca ağızlı ufacık burunlu, saçları pırıl pırıl dünya güzeli bir kızmış bu. Üstelik misk gibi de kokarmış. Kadın bebeğe güzel kokusu ve kırk türlü bahardan yaptığı için Miski Bahar adını verir. Verir ama bu dünya güzeli çocuğu da gözünden kıskanır. Yemez, içmez, uyumaz çocuğuyla ilgilenir, Onu yerdeki karıncadan uçan kuşa varasıya her şeyden kıskanır. Bu yüzden de hiç sokağa çıkarmadan kimselere tırnağının ucunu göstermeden büyütmeye başlar. Çocuk evin neşesi olmuş, günler su gibi akıp geçmeye başlamış. Ne olmuş, nasıl olmuş bilinmez, Miski Bahar'ın güzelliğini kimse görmemesine rağmen, ünü tüm ülkeye yayılmış. Herkes bu çocuğun güzelliğinden söz eder olmuş. Miski Bahar'ın dillere destan olan güzelliği ülkenin varlıklı ve güçlü kralının kızının kulağına gitmiş. Hiç çocuğu olmayan Kral kızı, böyle bir çocuğa sahip olduğu için kadına gıpta edermiş. Ancak bu duygu zamanla kıskançlığa dönüşmüş ve Kral kızı ne yapıp edip Miski Bahar'a sahip olmayı aklına koymuş. Bir gün yaşlı bir çingene kılığına giren Kral kızı Miski Bahar'ın kapısına varır. Kapıyı kucağında Miski Bahar olduğu halde annesi açar. Kral kızı Miski Bahar'ı görünce aklı başından gider ama hiç bozuntuya vermez. Allah rızası için bir dilim ekmek istedikten sonra sorar: — Bu güzel çocuk senin mi? — Evet, Tanrı bağışlarsa benim çocuğum. — A benim güzel kızım. Sen bu çocuğu hiç dışarıya çıkarmaz mısın? Baksana rengi ne kadar soluk. Biraz dışarıya çıkar da hava alsın, güneş görsün. Bak bütün çocuklar koşup oynuyor. Onu da sokağa çıkarsana. — Aman teyze ben bu çocuğu güçlükle buldum. Ona sokakta bir şey olursa ben ne yaparım sonra? — Hadi hadi. Telaş etme. Gel beraber çıkaralım sokağa. Kadın istemeye istemeye kabul eder. Birlikte bahçeye çıkarlar. Bahçe Miski Bahar'ın çok hoşuna gider. Kral Kızı çiçekler toplar, ona verir. Çiçeklerin renkleri, kokuları Miski Bahar'a çok çekici gelince bundan yararlanan Kral Kızı Miski Bahar'ı "Gel Miski Bahar, şurada daha güzel çiçekler var." diyerek bahçenin bir köşesine gizlediği uçan küpün yanına götürür. Bir ceylan çevikliğiyle Miski Bahar'ı kucaklayıp küpe biner ve eteğinden çıkardığı sihirli kamçıyı vurur vurmaz da küp havalanıp uçar. Kadın küpün havalanıp uçtuğunu görünce yüreğine bir ateş düşmüş, dizlerinin bağı çözülmüş, gözlerinden sicim gibi yaşlar boşanmaya başlar. Kadın yaptığı hatayı anlar; ama Miski Bahar da elde gider. "Elim ile yaptıydım Türlü bahar kattıydım Çıkma dedim çıktıydı Kral Kızı'na kaptırdım" diye diye günlerce ağlar, göz yaşı döker. Öyle ağlamış, öyle ağlamış ki göz pınarları kurumuş, gözlerinden yaş gelmez olmuş. Nihayet ağlamakla eline bir şey geçmeyeceğini anlayarak Miski Bahar'ı arayıp bulmayı akıl eder. Hazırlıklarını yapıp yola koyulur. Kırk gün kırk gece, az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Yememiş, içmemiş uyumamış, ayaklarında ayakkabı, sırtında elbise kalmamış. Kırkıncı günün akşamı yorulup bir ağacın altına oturmuş. O sırada gözü gökteki bir yıldıza ilişmiş. — Gündüzler geceler, aylar yıldızlar, Söyleyin Miski Bahar'ımı gördünüz mü, diye yıldıza sorar: Yıldız dile gelir: — Anladım ki yüreğin yanık. Fakat ben Miski Bahar'ı ne gördüm, ne de nerede olduğunu bilirim. Biraz sonra şu dağların ardından ay çıkacak. O benden daha bilgilidir. İstersen ona sor. Biraz sonra da ay dağların ardından başını çıkarınca, kadın ona da Miski Bahar'ı görüp görmediğini sorar. Ay ise: — Seni anlıyorum. Fakat güzelliğini duyduğum o çocuğu görmedim. Ben gökyüzünden gidince sabahleyin güneş doğacak, ona sor. O mutlaka bilir, diye cevap verir. Kadın güneşin doğacağı vakti iple çeker. Güneş dağların arkasından ışıklarını saça saça doğarken kadın ona seslenir: — Ey güneş, sen bilge bir varlıkmışsın. Söyle Miski Bahar'ımı gördün mü? Duyduğun, bildiğin var mı? Güneş dile gelir: — Demek şu güzelliği dillere destan olan Miski Bahar'ın annesi sensin. Onun nerede olduğunu biliyorum. Yarın sabah ilk olarak hangi kapıya doğarsam bil ki Miski Bahar orada. O kapının ardında daha kırk kapı var. Kapıların anahtarı, nöbetçilerin cebinde. Anahtarları onlardan alabilirsen önüne çıkan otuz dokuz kapıyı birer birer aç, kırkıncı kapının ardında Miski Bahar'ı bulacaksın. Kaçarken sakın arkana bakma. Arkana bakarsan seni hemencecik yakalarlar. Kapıdan çıktığında ben sana tekrar yardım ederim. Ertesi gün güneş kocaman bir demir kapıya doğar. Kadın hemen kapıyı çalar. Kapıyı bir asker açar. Kadın askeri görünce karnı ağrıyormuş gibi kıvranmaya başlar. Asker yanına sokulunca da gizlice anahtarları belinden alır: — Aman evladım bana biraz su ver, diyerek askeri içeriye yollar, sonra da eline geçirdiği bir sopayı su getiren askerin başına vurarak bayıltır. Hemen birinci kapıyı, ardından ikinciyi, üçüncüyü, dördüncüyü... açar. Tam otuz dokuz kapıyı açmış kadın. Kırkıncı kapıyı açar açmaz da Miski Bahar'ı karşısında bulur. Hemen kucakladığı gibi ardına bakmadan birer birer kapılardan çıkar. Sokağa ulaşınca da Kral kızının binlerce askeri peşine takılmış. Askerler tam kadını yakalayacağı anda güneş aşağıya bir ip sarkıtarak Onları yukarıya çeker. Akşam olduğunda güneş batarken onları yere indirir. Askerler yine kadın ve Miski Bahar'ın peşinde imiş. O sırada ay doğar ve bir ip sarkıtarak onları yukarıya çeker. Ayın görevi bitip gökyüzünü terk edince bu defa yıldız akarak yere iner. Miski Bahar ve annesini üzerine aldıktan sonra süzülerek yukarıya çıkar. Böylelikle Kral kızının askerleri onları yakalayamaz. Daha sonra yıldız yine akarak yere iner ve Miski Bahar'la annesini evlerinin önüne bırakır. O günden sonra Miski Bahar ile annesi eski mutlu günlerine kavuşurlar. Onlar ermiş buradına, biz çıkalım kerevetine. Gökten üç elma düştü, biri anlatanın, biri dinleyenin, biri de masalı çıkaranın başına.  
Peri Kızı
Ege Bölgesi
Afyonkarahisar
PERİ KIZI   Bir varmış, bir yokmuş... Evvel zamanda bir padişah ile üç oğlu varmış. Padişah hanımı ölünce oğullarına: — Oğullarım anneniz öldü. Sizin de evlenme vaktiniz geldi. Ben üç ok atıyorum. Kısmetinizi orada arayın! Der. Büyük oğlan kendisi için atılan okun arkasından gider. Ok bir saraya düşer. Ortanca oğlan için atılan ok da başka bir saraya düşer. Küçük oğlan için atılan ok bir dere kenarında bir kurbağanın üstüne düşer. Büyük oğlanlar padişah kızlarını küçük oğlan da "Benim nasibim de bu imiş" diyerek kurbağayı babasının sarayına getirirler. Allah'ın izniyle kızlarla evlenirler. Kardeşler ava giderlermiş. Küçük oğlan akşam eve gelince bakar ki, ev tertemiz olmuş, yemekler hazır, çamaşırlar yıkanmış. Kurbağaya sorar: — Bunların hepsini sen mi yaptın? — Evet! Üç gün böyle beş gün böyle. Oğlan şüphelenir. Bir gün ava gitmez. Kurbağayı takip etmeye karar verir. Kurbağa kocası gidince bir silkinir kabuğundan çıkıp dünya güzeli bir kız olur. Meğer kız peri kızı imiş. Oğlan kızı görünce, hem çok şaşırır, hem de çok sevinir. Kendisini toparlayıp kızın kabuğunu alıp yakar. Kız fark edince: — Yiğit bunu yapmayacaktın, hem kendini yaktın, hem beni. Şimdi başımıza felaket gelecek. — Ağabeylerim birer padişah kızı aldılar. Bana da sen çıktın. Ağabeylerim yengelerim benimle eğleniyorlar. Hadi gidelim seni görsünler. Oğlan karısını alır babası ve kardeşlerinin yanına götürür: — İşte benim karım. Kayınbabanın canı balık istemiş. Kız hemen tavaya parmaklarını uzatır, parmakları balık olur. Kızartıp kayınbabasına verir. Bu durumu gören Lala der ki: — Padişahın bu gelin hem çok güzel hem de çok marifetli, oğluna değil sana layık. Oğlunu öldürelim, gelin de sana kalsın. — Nasıl öldüreceğiz? — Zor işlere koşarız, yapamazsan boynun vurulacak. deriz. İşi yapamayınca da öldürürüz. Padişahın aklına ölen karısının parmağındaki yüzük gelir. — Annesinin parmağında yüzük gitmişti, öbür dünyaya. Onu getirmesini isteyelim. Padişahla Lala anlaşarak oğlanı çağırırlar. — Oğlum, annenin parmağında giden yüzüğü alıp gelmezsen boynun vurulacak. Oğlan üzgün üzgün eve gelince karısı sorar: — Ne düşünüyorsun? — Babam öbür dünyadan annemin yüzüğünü getirmemi istedi. — Sen üzülme her derdin bir çaresi vardır."Göl kıyısına git, "peri kızları" diye üç defa seslen. Orada kardeşlerim çıkar."Ablanızın selamı var, beni yeraltındaki mezara geçireceksiniz diyeceksin, işin tamam, der. Oğlan göl kıyısına gider. Peri kızlarına seslenir. Peri kızları gelip oğlanı annesinin mezarına götürürler. Anne oğlunu görünce: — Ay oğul baban sana burayı da mı buldurdu? Diyerek, sarılır, hasret giderir. Oğlan başından geçenleri anlatır. Yüzüğü alıp yeryüzüne çıkar. Doğruca babasının sarayına varır. Oğlanı karşısında gören padişah ve lala çok şaşırırlar. Padişah: — Bir şartım daha var oğul, bunu da yerine getireceksin, der. — Bu sefer ne yapmamı istiyorsunuz? — Bir çingil* üzüm getireceksin. Dünya âleme yetecek, bitmeyecek. Oğlan eve yine üzgün dönünce karısı sorar: — Yine ne düşünüyorsun? — Babam bir çingil üzüm istedi. Cihan âlem yiyecek bitmeyecek. — Onun da kolayı var. Bacılarımdan iste. Oğlan, hemen göl kenarına gider. Üç defa seslenince peri kızları gelir. — Enişte bu defa ne istiyorsun? — Bir *çingil üzüm. Periler hemen bir çingil üzüm getirerek eniştelerine verirler. Üzümü alan oğlan soluğu sarayda alır. Hakikaten getirdiği üzümü cihan âlem yer bitiremez. Padişah, oğlunu karşısında görünce iyice telaşlanır. — Eyvah Lala bu çocuktan kurtulamayacağız. — Padişahım bir şey daha isteyelim. Onu da getirirse affedelim, der Lala. Padişah oğlunu çağırır: — Oğul sana son bir şartım var. Bunu da yerine getirirsen seni affedeceğim, yoksa öleceksin. — Ne istiyorsun baba? — Bir karış boyunda, iki karış sakallı bir adam bulacaksın. Uzatmayalım, oğlan göl kıyısına gider. Peri kızları: — Enişte bu sefer ne istiyorsun? — Bir karış boyunda iki karış sakallı bir adam. Yoksa başım gidecek. — Sen meram etme, onu da veririz. İnşaallah bu gelişin son olur. Oğlan, adamı yanına alarak babasının sarayına döner. — Babacığım istediğin adamı da getirdim. Padişah adamı görünce şaşırır. Adam dile gelir, padişaha: — Padişahım öbür dünya, giden gelir mi? — Gelmez. — Bir çingil üzüm dünya aleme yeter mi? — Yetmez. — Bir karış boyunda iki karış sakallı adam olur mu? — Olmaz. — O zaman sen ölümü hak ettin, diyerek padişah ile Lalayı öldürür. Oğlan da kurtulur. Yemişler içmişler muratlarına geçmiş *çingil: Küçük üzüm salkımı.
Üç Turunçlar
Ege Bölgesi
Afyonkarahisar
Bir varmış bir yokmuş. Bir kasabada bir Beyoğlu ile annesi yaşarmış. Kadın yaramazlık yapan oğluna hep: — Sararıp solasın üç turunçlara âşık olasın, der dururmuş. Günler günleri kovalamış, yıllar yılları kovalamış delikanlı bu sözleri duya duya üç turunçlara âşık olur. Onları bulmak üzere yollara düşer. Üç turunçlar da devler ülkesinin sarayının bahçesinde imiş. Gide gide devler ülkesine varır. Bakar ki, bir dev anası memeleriyle fırın silip duruyor. Hemen ceketini çıkarıp dev anasına verir. Biraz ilerde iki oluklu bir çeşme varmış. Birinden kan birinden irin akarmış. Birinden üç hapaz* içer, birinden de yüzünü yıkar. Sarayın girişinde birisi yatık birisi kalkık iki kapı varmış. Bunlardan yatık olanını kaldırır, kalkık olanı yatırır. Doğru sarayın bahçesine geçer. Bakar ki, devler uyuyor. Üç turunçlardan birini aldığı gibi koşmaya başlar. Oğlanı gören devlerin padişahı seslenir: — Yatık kapı şu haini yakala — Ben onu yakalamam. Senelerdir dinele dinele dindim. Beni bu delikanlı yatırdı. — Kalkık kapı sen yakala. — Yıllardır yata yata çürüdüm. Beni bu delikanlı kaldırdı. — Çeşme şu puşt oğlanı sen yakala! — O yiğit benden su içti, yüzünü yıkadı. Sizin hiç biriniz bunu yapmadı. Ben de yakalamam. — Fırıncı, şu haini sen yakala! — Yıllardır fırını memelerimle siliyordum. Bu delikanlı bana ceketini verdi. Yolu açık olsun ben de yakalamıyorum. Böylece üç turunçlardan birine sahip olan oğlan oradan kaçar. Bir dağ başına vardığında turuncu kesince içinden ayın on dördü gibi bir kız çıkar. Oğlan şaşkınlık içinde seyrederken kız seslenir: — Ağa ekmek, ağa su! Beyoğlu telaş içinde ekmek, su ararken kız ölür. Beyoğlu "Eyvah ben ne yaptım", diyerek üzülür. Tekrar devlerin sarayına gitmeye karar verir. Uzatmayalım sözü, yormayalım sizi. Oğlan ikinci defa fırıncıyı, çeşmeyi ve kapıları geçerek sarayın bahçesine ulaşır. İkinci turuncu da alıp devlerin bağırtıları arasında saraydan çıkar. Fakat onu da bir dağ başında keser. Yine ayın on dördü gibi bir kız çıkar: — Ağa ekmek, ağa su! O kız da ölür. Oğlan çok pişman olur. "Keşke bunu bir su kenarında kesseydim.", diye. Tekrar devlerin sarayına gidip üçüncü turuncu da alıp geri döner. Bu defa yanına ekmek alır, bir çeşme başına varınca turuncu keser. Yine ayın on dördü gibi bir kız: — Ağa ekmek, ağa su! Suyu ve ekmeği verir. Kız canlanır. Çeşmenin başında da kocaman bir kavak ağacı varmış. Kıza der ki: — Sen şu kavak ağacının tepesinde beni bekle, ben köyden düğün alayını getireyim. Seni konağa çalgı çengi ile götüreyim. Kızı kavak ağacının tepesine çıkartan Beyoğlu düğün alayını getirmek için köyünün yolunu tutar. Bir Arap kızı çeşmeye at sulamaya gelir. Atlar yalaktan bir türlü su içmezler. Bir şeyden ürkerler. Arap kızı da bu atlar niye huysuzlanıyor diye sağa sola bakar, kimse yok. Çeşmenin yalağına eğilince suda kızın aksini görür. Başını kaldırıp yukarı bakınca da kızı görerek sorar: — Bacım sen kimsin, bu ağacın tepesinde ne arıyorsun? — Ben üç turunçların en küçüğüyüm. Bir Beyoğlu beni devler ülkesinden kaçırıp bu ağacın tepesine koydu. Köyden düğün alayı getirip beni alıp gidecek. Arap kızı yalvarır: — Ne olur yanına beni de çıkar! Kız yardım eder Arap kızı da ağacın tepesine çıkar. Kızı konuşturmaya başlar. Kız da her şeyi anlatır. Laflar iyice derinleşince Arap kızı sorar: — Sen nasıl ölürsün? — Bizim başımızda bir iğne vardır. O iğne çekilince kuş olur uçarım. Kızın yerine geçmeyi planlayan Arap kızı bir yolunu bulup kızın başındaki iğneyi çekince peri kızı kuş olup uçar gider. Oğlan düğün alayı ile çeşmenin başına gelip kızı indirince bakarlar ki bir Arap kızı... — Sana ne oldu böyle, sen bir Arap kızı değildin? — Ne olacak. Gittin gelmedin. Gecenin ayazı, gündüzün güneşi beni bu hale getirdi. Neyse kızı alıp konağına götürür. Arap kızı ile evlenir. Beyoğlu’nun çok güzel ağaçlarla ve çiçeklerle dolu bir bahçesi varmış. Kuş haline gelen peri kızı her gece konağın bahçesinde bir dala konar: — Uyusun da büyüsün Yüzünü güller bürüsün Arap kızını saran kollar kırılsın Konduğum dallar yansın kurusun, der, uçar gidermiş. Üç gün böyle, beş gün böyle... Ağaçların dalları kurumaya başlayınca Arap kızı kuşun peri kızı olduğunu anlar. Ondan kurtulmak için, Beyoğlu’ndan o kuşun kesilmesini ister. Ertesi gün kuşun konacağı dala katran sürülerek beklerler. Kuş gelip dala konunca yapışır kalır. Yakalayıp bir kafese koyarlar. Kuş kafeste yine her sabah öter. — Uyusun da büyüsün Yüzünü güller bürüsün Arap kızını saran kollar kırılsın Konduğum dallar yansın kurusun. Arap kızı kuşun o kız olduğuna iyice kanaat getirir. Kocasına der: — Bu kuş bugün kesilecek! — Ben kuşun kesilmesine dayanamayacağım. Ben gidince uşaklar kessin! Beyoğlu gider. Arap kızı da kuşu uşaklara kestirir. Eti eve götürürlerken eşiğe bir damla kan sıçrar. Orada hemen kocaman bir kavak ağacı meydana gelir. Ağacın yaprakları da kuşun dediklerini tekrar edip dururmuş. Arap kızı buna da razı olmuyor. Bu defa ağacın kesilmesini istiyor. Kavağı yine uşaklara kestiriyorlar. Konağın dışına atıyorlar. Fakir fukara dallarını kökünü odun olarak alıp giderler. İhtiyar bir kadın da bir çuval yonga alıp evine götürür. Çuvalı boşaltırken yongalar arasında bir iğne bulur. Lazım olur diye evinin perdesine takar. Yaşlı kadın sokağa gidince iğne tekrar kız olur, nenenin her işini görür. Yaşlı kadın eve gelince şaşırır: — Benim kimim kimsem yok. Bu işleri kim yapıyor acaba? Ertesi gün yine sokağa gidiyor gibi evden çıkıp bir köşeye saklanır. İğne perdeden inip ayın on dördü gibi bir kız olur, ortalığı siler süpürür, yemekleri yapar. Tam perdeye çıkacağı sırada yaşlı kadın kolundan yakalar: — İn misin, cin misin? — Ne inim, ne cinim. Ben de senin gibi ademoğluyum. — Peki kızım niye saklanıyorsun? Kız başından geçenleri anlatır. Nine ile birlikte yaşarlar. Yaşlı kadın işine gider. Kız da ev işlerini görür. Günler böyle geçip giderken kız, Beyoğlu’nun fakirlere at dağıttığını öğrenir. Beyoğlu’nun kırk tane atı varmış. Bunları besleyebilecek durumda olanlara dağıtır, sonra tekrar toplarmış. Bunu duyan kız neneye yalvarır: — Aman nine bir at da biz alalım! — Kızım biz karnımızı zor doyuruyoruz. Ata nasıl bakarız? — Sen orasını hiç düşünme. Ona ben bakarım. Yaşlı kadın konağa gider. At istediğini söyler. — Nine sen ata nasıl bakarsın? — Bakarım yavrum. Bir at da bana verin. Atı ahıra bağlarlar. Nine işe gidince kız, elini sabunlayıp suyunu döktüğü yer yonca olurmuş. At da yoncayı yermiş. Kısa zamanda at semirir, güzelleşir. Sırtı tahta gibiyken yumurta gibi olur. Günlerden gün olmuş. Beyoğlu atlarını toplamaya başlamış. Hepsini topladıktan sonra, Beyoğlu adamlarına seslenir: — Bir at da şu nineye vermiştik. Ölmedi ise onu da alın gelin! Uşaklar yaşlı kadının evine gidince gördüklerine inanamazlar. — Nineciğim bu at bizim verdiğimiz at mı? — Yavrum benim at alacak param mı var. Elbette sizin atınız. Adamlar atı götürmek için ahıra girince at kimseyi yanına yaklaştırmaz. Ne yaptılarsa atı çözüp götüremezler. Konağa vardıklarında Beyoğlu anlatılanlara inanmaz: — O at, at olsa ne olacak. Zaten ölmek üzereydi. Gidin ne yapın, yapın atımı getirin. Uşaklar tekrar ninenin evine gelirler. Fakat atı bir türlü çözemezler: — Nine bu ata kim baktı ise o gelsin. Belki o çözüp bize verir. Biz de götürürüz. Beyoğlu’nun hışmından kurtuluruz. — Yavrum benim bir kızım var. Ata o baktı. Çağırayım gelsin. Kız gelir: — Yavrum şu atı çözüver de götürsünler. — Ben atı bunlara vermem, sahibi gelsin ancak ona veririm. Beyoğlu’nun adamları konağa gelip kızın dediklerini anlatırlar. Beyoğlu: — Allah, Allah bunda bir hikmet var. En iyisi ben gideyim, diyerek yaşlı kadının evine varır. Kız, ahıra girip atı çözerken at huysuzlanır, kişner. — Dur turp ile şalgamı bilmeyenin atı dur! Beyoğlu şaşırır. Nineye sorar: — Sen bu kızı nereden aldın? — Nereden alayım yavrum. Senin konağın odunlarının içinden bir iğne çıktı. O da kız oldu. Beraber yaşıyoruz. Beyoğlu o zaman olanları anlar. Kıza: — Sen kimsin nereden geldin, neden böyle söylüyorsun, diyince kız her şeyi anlatır: — Sen beni kavağın tepesinde koydun, gittin. Arap kızı da zorla yanıma çıktı. Siz nereden ölürsünüz?, dedi. Ben de anlatınca bir yolunu bulup başımdaki iğneyi çekti. Ben de kuş oldum. Dalına kondum. Arap kızı beni kestirdi. Kavak oldum, yine kestirdi... Durumu anlayan Beyoğlu atı çözdürür, kızı da yanına alarak konağa varır. Arap kızına sorar: — Kırk katır mı, kırk satır mı? — Kırk satırı ne yapayım? Kırk katıra biner de sıla sıla gezerim. Beyoğlu Arap kızını kırk katırın kuyruğuna bağlayıp dağlara salar. Kırk gün kırk gece düğün eder, çalgı çaldırır. Kızla evlenir. Onlar ermiş muradına. Biz de erelim muradımıza...   *hapaz: Bir avuç dolusu
Dev Anası
İç Anadolu Bölgesi
Kırşehir
DEV ANASI Bir varımış bir yohmuş. Evel zaman içinde, galbur saman içinde, deve tellal iken pire berber iken ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken dedem düştü beşikten, ebem düştü eşikten. Anam gaptı maşayı babam gaptı köşeyi, dolandılar dööört bir köşeyi. Bir Ali varmış. Bu Ali’yi üvey annesi, — Git çabuh, iş bulmadan da eve gelme, diye evden govmuş. Ali de gitmiş, yolda gördüğü eve girmiş. Ev, dev anasının eviymiş. Dev anası, hemen Ali’yi koynuna almış, sahlamış. Bi de bahtık ki kocaman bir dev gelmiş. Bu dev, — At eti kohuyo, it eti kohuyo tatlı tatlı gelin gız eti kohuyo, dimiş. — Anam, dimişler. Burda insanoğlu yoh. — Yoooh, dimiş. Ben bilirim. At eti kohuyo, it eti kohuyo, tatlı tatlı delikanlı eti kohuyo, dimiş. Öyle diyince, anası koynuna sahlamış bu delikanlıyı. Çıhartmazmış oğlanları yir diye. Diyo ki: — Ah oğlum, benim de başımı darda goydun. Hadi, sana saçımdan bi tel veriyim, sen git burdan. Eğer ki başın dara gelirse, filan yirde benim bacım var. Var onun burnuna azıycık* benim saçımın telinden tütüt*. Amaan, bacım gelmiş diye uyanır. Uyuyorsa, o zaman var memelerinden sarıl, em. Ondan soona, o seni goyurur, diyo. — Peki, diyo. Gadın da oğlana dutuyo, saçından üç tel veriyo. Bu oğlan gidiyoo, gidiyoo, varıyo. Bahıyo ki devler, yatmışlar uyhuya. Hemen dutuyo, saçının uçundan bi telin azıcığını yahıyo. Devin burnuna tütüyor: — Vay anaaam! Bacım gelmiş, diyo uyanıyo. Uyanmasıyla beraber bu oğlan gidiyo, memelerine sarılıyo. Şapııır şapıır emiyo: — O ne delikanlı, derdin ne, diyo. — Derdimi sorma büyükana. Ben yolumu şaşırdım. Analıh* beni evden govdu. İş aramaya gidiyodum, devlerin arasına düştüm, diyo. — Aaah oğul, ah! Garnım da pek acıdı. Sen benim sütümden emmeseydin ben seni yirdim. Benim bi deli oğlum var. Bu oğlum gelirse seni yir. İyisi mi sen, filan yirde bi at var, o atı al, filan yirdeki gızıma var O da saçından üç tel veriyo: — Başın dara gelmeyincek yahma. Başın dara gelincek saçımın bi telini yah, ben yetişirim imdadına, diyo. Oğlanı da gızına gönderiyo: — Peki, diyo oğlan. Dev anasının tembih ittiği gibi varıyo, bi gapıyı çalıyo: — Gidiiin! Ben misafir almam, misafiri sevmem, diyo gız. Öyle deyincek hemen orda azıycık anasının saçının ucundan yahıyo: — Ben, senin gardaşınım. Anam gönderdi beni, dev anam gönderdi, diyo. — Pekâlâ gel gardeşim, diyo. Oturuyo oğlan. Acıh dolaşıyo, gız geliyo: — Acıh bi yatah ideyim de yat gardaşım, diyo. — Olur bacım, diyo. Bi dolanıyo geliyo: — Gardaşım, atının ayağı gaçıdı, diyo. — Dörtüdü bacım, diyo. — Yoh gardaşım, üçümüş, diyo. Öyle diyincek oğlan anlıyo, bu bunu yiycek: — Pekâlâ, üç ossun* bacım, diyo. Gız acıh daha dolanıyo geliyo: — Gardaşım, atının ayağı gaçıdı, diyo. — Bacım dörtüdü, üç oldu, diyo. — Yoh gardaşım iki, diyo. — Peki bacım, iki ossun, diyo. Ondan soona acıh daha şiy idiyo: — Gardaşım, atıyın* ayağı gaçıdı, diyo. — Bacım dörtüdü, üç oldu. Üçidi iki oldu, diyo. — Yoh gardeşim, bir ayağı var atıyın, diyo. — Peki, öyle olsun, diyo. Ondan soona, acıh daha dolanıyo geliyo: — Bacım eniştem nerde galdı, diyo. — Birazdan gelir, diyo. — Atıyın ayağı gaçıdı, diyo. — Dörtüdü, üç oldu. Üçidi iki oldu, ikiydi bir oldu, diyo. — Yoh gardaşım, atıyın ayağı yoğumuş, diyo. — Peki bacım, diyo. Ondan soona dolanıyo gidiyo. Oğlan heybeyi almış, bi de bahıyo ki gız, atı bütün yimeye gidiyo. Orda, — Bacım, ben bi su döküyüm* de geliyim, diyo. Ondan soona, ordan heybesini alıyo, aldığı gibi gaça gaça bi ağacın dibine gidiyo. Ağacın dibinde ilk memesini emdiği gadının saçını yahıyo. Gadın birden çıhıyo, kükrüyor: — Vay, oğlum, evladım. Nedir derdin? Niye başın dara düştü, diyo. — Sorma dev anam! Beni bacına gönderdin. Bacın da benim bi deli oğlum var, seni yir, gızıma git didi. Gızı da atımı yidi. Beni de yiyecek diye gorhtum, gidiyom ben, diyo. Öyle diyincek, — Pekâlâ ben sana bi elma vereyim. Bu elmayı sen başın dara girdimiydi ye. Başın dara girmeyince sakın elmayı kesme, diyo. — Pekâlâ, elmayı kesersem noolur? — Elmayı kesersen, elmanın içinden bi tane boncuh çıkar. Bu boncuğu sakın [şey itme], atma. Hemen yut, diyo. — Peki, diyo gidiyo oğlan. Gidiyo, acıhıyo, susuyo, bi de bahsa ki garşısına atlarıyla tozu dumana gatmış gırh tane eşkıya çıhmış. Gorhuyo! Hemen elmayı kesiyo oğlan. İçinden bi tane boncuh çıhıyo. Onu yutuyo, elmayı da yiyo oğlan. Azıcık galınca elma, eşkıyalar geliyolar: — O ney lan yidiğin, diyollar. — Şurda bi tane elma buldum. Yolcular mı düşürdü nöördüyse*? Onu da ben yidim, diyo oğlan. — Vaaa, elma bizimidi, diyolar. Bu oğlanı soyuyollar, bi don bi köynek galıyo* oğlan. Oğlanı bırahıp gidiyollar. Oğlan yatıyo, zabahleyin* gahıyo. Bahsa ki başının altında bi kese altın. Hemen seviniyo, pazara gidiyo gendine üst baş alıyo. Bir gün böyle, beş gün bööyle, oğlan zengin oluyo. Dev anası, — Sakın benden haber almayınca evlenme, kimseye de sırrını söyleme, diyo. Oğlan zengin olunca bütün gızlar bunun peşine düşüyolar, bu beye gızımızı verelim diye uğraşıyolar. Ondan soona, bu oğlan bi tane gızı çoh beğeniyo, gız çoh hoşuna gidiyo. Onla evleniyo. Bu gız oğlana diyo ki: — Senin sırrın ne, diyo. — Benim heç bi sırrım yoh, diyo oğlan da. — Yooh! Senin bi sırrın var, diyo. — Sırrını bana söylemezsen ben gendimi öldürürüm, diyo. — Yoh hanım, etme, gitme, didiyse de, — Yoh, senin bi sırrın var, diyo. — Benim dev anam, bana bir elma verdi. İçinden de bi boncuh çıhtı. O boncuğu ben de yuttum. O boncuğu yuttuğum için ihtiyacım olduğunda bi kese altın çıhar başımın altından, diyo. Öyle diyince, — Yaa, pekii, diyo gız. Gece olsunda uyusun, o boncuğu da midesinden alıyım, ben yutuyum, diyo. Bıçağı neyi hazırlıyo. Oğlan bahsa kiii gız, bıçah hazırlamış, balta hazırlamış oğlanı öldürecek! Oğlan, — Eyvaaah, diyo. Hemen ikinci dev anasının saçının ucunu yahıyo: — Vay, benim süt oğlum! Senin derdin ney? söyle, derdine derman olmaya geldim, diyo. — Ah, aman anam sorma. Bu gız benim sırrımı öğrendi. Beni öldürecek, pıçahları hazırladı, diyo. — Heç gorhma. Al ben sana bi tane boncuh vereyim. Sen bunu ağzına al. Aman hanım, midem bulanıyo di. Gusuyo gibi yap. Boncuh çıhtı boğazımdan di, diyo. — Peki, diyo. Boncuğu alıyo oğlan, — Aman hanım, benim midem bulanıyo, midem aarıyo. Bi ileğen* getir bahıyım hele, ben bi çıharayım, diyo. Oğlan, ööğ, mööğ dirken boncuğu ileğenin içine yavaşça atıveriyor: — Vaaa! Dev anamın verdiği boncuh düştü hanım görüyoo? Napıyım? Şunu bi yıha da geri yutuyum hanım, diyo. Öyle diyince, — Yaaa, gurban iderim*. O boncuğu sana verir miyim ben. Hadi hadi, çıh çıh, diyo. Oğlanı alınca sokağa atıveriyo. Oğlan da gız, sokağa attı beni diye seviniyo, gidiyo. Oğlan az gidiyo, uz gidiyo, dere depe tüz gidiyo. Derelerden sel gibi depelerden yel gibi gidiyo. Bi de dönse bahsa ki altı adım bi yol gitmiş: — Ne yapıyım Yarabbim? Ben nereye gidiyim, nasıl idiyim, dirken bi de bahsa ki bi depenin başında ışıh yanıyo. Gidiyim, şu ışıhlı eve varıyım, bi lohma ekmek isteyim. Bu gece orda yatıyım, zabahleyin giderim, diyo. Bi yaşlı, goca garı varmış orda. Gapıyı çalıyo: — Ne var evladım, diyo. — Heç sorma anam, böyle oldu böyle oldu. Beni hanım evden govdu, diyo. Öyle diyince, — Vah yavruum! Benim dirliğime gatlanırsan, başımın üstünde yerin var, diyo. — Benin heç galacah yerim yoh. Ben hamballık ederim, çıraklık ederim sana bakarım, diyo oğlan. — Peki, diyo gadın. Bunlar birlikte yaşamaya başlıyolar. Bir gün de bu oğlan, ava gitmiş. Arhadaşları, — Ali, biz ava gidiyok. Sen de geliyon mu, diyolar. Bu da anasına söylüyor: — Anam arhadaşlarım ava gidiyo, ben de ava gidebilir miyim, diyo. Gadın da, — Peki, diyo. Bi de ava gitse bahsa ki ceylan gibi güzel bir gız, ormanın içinde ağlayıp dururmuş. Ondan soona gıza, — Ben bi yaşlı gadının yanında galıyom, benimle gelin mi, diyo. Gız da, — Gelirim, diyo. Alıyo getiriyo. Diyo ki: — Anam bah, bi dene gız buldum, aldım geldim. Eğer sen de münasip görürsen, ben bu gızla evleneyim. Bu sana evde hizmet etsin. Ben de dışarda çalışıyım. Sen ölünceye gadar geçinelim gidelim. Bizim de yuvamız yurdumuz yoh, diyo. — Peki yavrum, diyo. Gız da gahıyo, anasının elini öpüyo. Meğerse o gız, gadının torunuymuş. Oğlana benim bi torunum var, al diyememiş de, gıza dimiş ki: — Sen git ormanda sahlan. Bu seni beğenirse vereyim seni, dimiş. Ali gızına evleniyo, üç tane oğlu oluyo. Bunlar büyüyolar: — Eee baba, bizim heç dedemiz nenemiz yoh mu? Sen heç bize göstertmiyon. Annemin bi tane nenesi varmış, ölmüş. Senin yoh mu annen baban, diyolar. Ali de diyo ki: — Evladım, benim annem babam varıdı. Taaa, Halep’te Şam’da galdı. Öyle diyince, — Bizi ille götür oraya, diyolar. — İyi oğlum, öyleyse götürürüm sizi, diyo. Adam başlıyo, gara gara düşünmeye: — Nasıl idiyim, nörüyüm, napıyım? Üç günlük yiyeceğimiz kadar para çıhıyo başımda. Onu biriktirsem yiyeceğimiz azalır. Biriktirmesem neylen gitceeem, diye düşünüyo: — Son bi kez şu dev analarımın ikisinin de saçını biraz biraz yahıyım da, onlar bi imdat ederlerse götürüyüm, diyo. Gidiyo, bi aacın altına. Dev anasının ikisinin de saçından birer tutam yahıyo. Bi de hemen geliyollar: — Amaan benim insan oğlum! Sen ne diyon? Başın dardaysa derdine derman olalım, diyolar. — Anam böyle böyle. Benim bu gadar para çıhıyo başımda. Çocuhlar ağlıyolar, ille nenemizi dedemizi görmek istiyok diye. Dünya ölümlü, yaşıyollarsa bi de ben gidiyim de anamı babamı görüyüm, diyo. — Oğlum onda golay ne var? Sen şimdi çoluğunu çocuğunu topla, filan yirdeki ağacın altına var. Dev anamın yolluğu* diye üç kere elini çırp. Atın araban orda hazır olacah. Ammaa, heç orda galma. Sana bi sene izin, diyo. — Pekâlâ, diyo. Oğlan garısını bindiriyo, çoluğunu bindiriyo, anasını bindiriyo arabaya, oraya varıyo: — Dev anamın armağanı, yolluğu, diye üç kere elini çırpıyo. Beyaz atlarınan araba geliyo. [Araba bi süslenmiş ama bi geniş ama bi gör] Arabanın içine altın para da goymuşlar. Oğlan varmış anasının babasının memleketi Halep’e, Şam’a: — Aman Ali ağa olmuş, Ali bey olmuş, diyolar, seviniyolar. Armağanları alıp üleşiyolar.* Tekrar onlara gırh gün gırh gece düğün idiyolar. Annesi babası, — İlle oğlum burda gal, diyo. Oğlan ne yapsın, — Yoooh, ben galamam! Benim işim var, gurulu düzenim var, diye yalan söylüyo. Anam beni büyüttü besledi, ev barh sahibi etti. Anam benim buralarda ölürse ben dayanamam. Giderim, galamam. Şimdi size Allahaısmarladık, seneye de siz gelin, diyo. Bunlar gidiyolar, yarı yola gelincek büyük oğlan, — Aman baba, benim işeğem* geldi, diyo. — Aman oğlum etme, gitme. Bura dağın başı, diyo. — Yoh, benim işeğem geldi, diyo oğlan. Oğlan işemeye iniyo, oğlan gayboluyo. Allah’ım, ağlıyolar, sızlıyolar, oğlanı bulamıyolar. Yolda acıh daha gidiyolar. İkinci oğlan, — Aman baba, benim işeğem geldi, diyo. — Aman oğlum, etme gözünü seveyim. Bah gardaşın gayboldu çölün ortasında, dise de oğlan dinlemiyo. O oğlan da gayboluyo. Aman adam nasıl aalıyo, nasıl çırpınıyo ama nafile. Acıh daha gidiyollar, bu sefer de güççük oğlan, — Baba, benim işeğem geldi, diyo. — Etme, yapma, gitme oğlum. Tek işe de arabanın içine işe, diyo. — Yoh, diyo oğlan. O da aşağı iniyo. Aşağı inincek, oğlan da gayboluyo. Adam anasıyna garısına, — Siz gidin, ben bunları bulurum. Bulamazsam da hakkınızı helal edin, diyo. Bunları gönderiyo. Ondan soona, bunların izini yavaş yavaş takip ederken ederkeen, bi gayalıh yere geliyo. Bi de bahsa ki orda, goca bi demir gapı. Demir gapıyı açıyım da çocukları soruyum, diye uğraşırkene gapıyı açıyo. Açsa ki içi mermerler döşeli goca bi saray. Merdivenlerden iniyo, iniyo, iniyo, inmeyle merdivenler bitmiyo. Halayıhlar, uşahlar, aşçılar diyolar ki: — Sen burda ne arıyon? — Ben üç oğlan gönderdim buraya, onları almaya geldim, diyo. Öyle deyincek, — Burda oğlan moğlan yoh, diyolar. — Yoh, ben oğullarımı almaya geldim. Beni krala götürün, krala götürün beni, diyo. Bunu krala götürüyolar. Bi de atlaslar*, canfesler* dayalı döşeli bi saray, bi saray bi gör. Kral da oturmuş orda tahtına. Bunu görünce, — Bırahın gelsin, diyo. Varsa bahsa ki büyük oğlan sağında oturuyo, ortanca oğlan solunda oturuyo, en güççük oğlanı da gucağına almış: — Ben oğullarımı almaya geldim, diyo. — Gel evladım, gel, diyo. — Biz senin sabrını sınadıh. Bunlar benin torunlarım. Ben o nenenin gocasıyım. — Aman etme, diyo. — Evet yavrum, diyo. — Ben bu yer altının kralıyım. O nene de benim sultanım. Senin iyi kalbin, dürüstlüğün bizim hoşumuza gitti. Seni sınadık. Sen de bu sınavı geçtin. Benim oğlum yohtu, şimdi bu sarayın sahibi sen olacan. Dön de bah arhana, diyo. Dönse bahsa ki garısıyla nenesi de ordaymış. Hemen diz çöküyo, elini öpüyo, eteğini öpüyo padişahın. — Emret padişahım, diyo. Padişah da, — Gurulsun düğünler, çalınsın davullar, diyo. Davullar çalınıyo, düğünler guruluyo. Oğlan, — Ben anamı babamı eski evime davet ettim, onlar da gelseydi, diyo. — Onlar da gelir, onlar da gelir, hele sen bi dinlen de. Sabah olsun hayrolsun, diyo padişah. Sabah oluyo, hayroluyo. Bi de bahsa ki anasıyla babası al atlarınan* şahlanıp gelen arabanın içinde. Arabadan iniyolllar, düğüne garışıyollar. Davullar çalınıyo, düğünler guruluyo, yiyollar içiyollar. Oğlan Ali, Kral Ali oluyo. Onlar yiyolar, içiyolar, muratlarına geçiyolar. Biz oturuyoz kerevetlerine. Darısı bütün iyi yüreklilerin başına.     * azıycık: Çok az * tütütmek: Tüttürmek, dumanını çıkartmak * analıh: Analık, üvey anne * ossun: Olsun * atıyın: Atının * su dökmek: Küçük abdestini yapmak * nöördüyse: Ne yaptı ise * bi don bi köynek galmak: Kişinin pantolon ve gömlekten başka kıyafetinin olmaması durumu * zabahleyin: Sabah vakti * ileğen: Genellikle içinde bir şey yıkamak ya da bir şeyi taşımak için kullanılan plastik ya da metal kap, leğen. * gurban idmek: Birinin yanında hiç değeri olmamak * yolluh: Yolluk, düğün, doğum vb. için verilen hediye * üleşmek: Paylaşmak * işek /işeem: Küçük abdest / küçük abdestim. * atlas: Yüzü parlak, sık dokunmuş bir ipekli kumaş türü, saten. * canfes: İpek kumaş * atlarınan: Atlar ile
Konuşmayan Gelin
Ege Bölgesi
Afyonkarahisar
KONUŞMAYAN GELİN   Bir varmış, bir yokmuş... Padişahın oğlu fakir bir adamın kızına âşık olmuş. Kırk gün kırk gece düğün yaparak evlenmişler. Kız damatla bir türlü konuşmuyor. Altınlar, inciler alıyor. Yalvarıyor, yakarıyor. Ne yaptı ise kız bir türlü konuşmuyor. Sonunda padişahın oğlu dayanamaz ve evlenmeye karar verir. Son kez karısına söyler: — Ya konuşursun, ya evlenirim. Kız el işaretiyle: — Evlen, der Oğlan babasına söyler. Padişah da oğlunu yeniden evlendirir. Aradan biraz zaman geçince yeni gelin, kocasından izin alarak eşini görmeye gider. Eşi gayet güzel karşılar: — Hoş geldin, beş gittin. Yemek zamanı gelince kadın "Beş balık biş balık" deyince, bir cariye çıkar: — Emret Abla! — Ne varsa alın gelin! Cariyeler, mangalı yağı dığanı önüne getirirler. Yağ kızarınca parmaklarını yağın içine sokar. "Beş balık, biş balık" deyince türlü türlü balık pişer. Eşine getirir. Eşi olup bitenleri görünce şaşırır. "Evime bir an önce gitsem de kocama ben böyle balık bişirsem" diye düşünür. Eşinin yanından ayrılınca hemen evine gelir. Olanları kocasına anlatır: — Ben de sana balık pişireyim, der. — Beş balık, biş balık! Bakar ki, gelen yok. Hizmetçisini çağırır: — Bana mangal, yağ, dığan getir! Hizmetçi ablasının istediklerini getirir. Yağ kızarınca."Beş balık, biş balık" parmaklarını dığanın içine uzatınca eli yanar. Acılar içinde kıvranarak ölür. Padişahın oğlu hemen karısına giderek: — Katil de oldun, karımı öldürdün. Ne istediğini söyle, yoksa bir daha evlenirim, der. Kadın da yine konuşmaz. İşaretle "Evlen", der. Kocası bir daha evlenir. Karısı eşini görmek isteyince öncekinin başına gelenleri anlatır. "Sana da bir kötülük eder", diyerek göndermez. Aradan biraz zaman geçip karısı tekrar eşini görmek isteyince, çaresiz gönderir. Eşi misafirini gayet güzel karşılar. Hoşbeşten sonra: — Eşim seni gül bahçesinde gezdireyim, diyerek misafirini bahçeye çıkarır. Bahçede gezerken elini sallayarak: — Kurul merdivenim kurul, deyince gökyüzüne doğru bin merdiven kurulur. Beraber gül bahçesine çıkarlar. Gelin de hamileymiş. Yukarıdan bebek eşyaları alıp inerler. Gelin evine varınca olanları kocasına anlatır: — Yarın gül bahçesine biz de çıkalım. — Nasıl çıkacağız? — Eşimin yaptığı gibi. Sabah olur, sarayın bahçesine çıkarlar. Gelin elini sallar: — Kurul merdivenim kurul! Ortada bir şey yok. — Kur padişah oğlu kur! Padişahın oğlu merdiveni kurdurur. Gelin yarısına varınca başı döner. Düşüp ölür. Onu da mezara gömerler. Padişahın oğlu bir daha evlenir. O karısı da eşini görmek isteyince: — Git, git de seninde mevtini kaldıralım, der. Gelin eşinin evine gider. Kadın onu da çok iyi karşılar. Yiyip içtikten sonra hizmetçilerine emreder: — Getirin benim gergefimi! Eşim de hamileymiş, ona doğum hediyesi işleyeyim. Gergefi getirirler. Kadın biraz işledikten sonra parmağını kesip camdan dışarı atar. Parmak geri gelip yerine takılır. Eşi de bunları görür. Evine varınca hizmetçilerine gergefi iğneyi getirttirir, başlar işlemeye. Sonunda doğru o da parmağını kesip camdan dışarı atar. Parmak geri gelmeyince kan kaybından ölür. Padişahın oğlu dördüncü defa evlenir. Gelin attan inmeden konuşmayan geline seslenir: — Sağır gelin, sığır gelin      Çorban taştı savur gelin. Konuşmayan gelin de: — Yeni gelin yensiz gelin.       Attan inmeden söyleyen arsız gelin, der. Padişahın oğlu da çeşme başında beklerken su doldurmaya gelen iki kız bunu tanımışlar. Aralarında konuşuyorlarmış: — Bir de padişah oğlu olacak bir fakirin kızını konuşturamadı. "Ayla günün aşkına" dese kız konuşacak. Padişahın oğlu bunu duyunca, ben şifamı buldum diyerek karısına koşar: — Ayla gün aşkına konuş artık, deyince kız konuşur. — Ayağına çarık eline demir asa karı arayacağına derdine derman arayaydın ya, der. Oğlan karısının sesini duyunca çok sevinir. Sağır gelin sığır gelin diyeni daha attan inmeden anası evine yollar. Kırk gün kırk gece düğün edip yeniden evlenirler. Yemiş içmiş muradına ermiş...  
Hibari
Ege Bölgesi
Afyonkarahisar
HİBARİ   Bir varmış bir yokmuş... Bir karı koca varmış. Çok zenginlermiş. Bir elleri yağda, bir elleri balda imiş. Fakat bir çocukları yokmuş. Aradan seneler geçer. Duaları neticesinde Allah bunlara bir kız çocuğu verir. Çok sevinirler. El bebek, gül bebek büyütürler. Kız on beş, on altı yaşlarına gelince çeyiz işlemeye başlar. Evin damına oturur, akşama kadar çeyiz işlermiş. Bu sırada bir güvercin gelir, gergefinin ipini alır kaçarmış. Bir gün böyle, üç gün böyle... Kız güvercine âşık olmuş. — Eğer güvercin de beni seviyorsa bileziğimi hatıra olarak alır götürür diyerek damın kenarına bileziğini koyar. Güvercin yine gelir, kızın bileziğini alıp gider. Artık gelmez olur. Kız aşkına dayanamaz, onu bulmaya karar verir. Annesiyle babasına: — Bu benim alın yazım, ben onu arayacağım.deyince babası: — Yavrum sen bizim biricik kızımızsın, biz senin hasretine nasıl dayanırız? Her şeyimiz var, adam tutalım arattıralım, bulduralım der. — Olmaz baba! Ben kendim gideceğim. Sen bana demir bir çarık ve demir baston yaptır. Demir çarık delininceye kadar arayacağım. Babası kızının haline dayanamaz. İstediklerini yaptırır. Kız yollara düşer. Yolda rastladığı bir çobandan kepeneği ile bir adet koyun satın alır. Çok güzel bir kız olduğu için görenler kendisini rahatsız etmesin diye koyunun işkembesini kafasına geçirir, kepeneği giyer. Günlerce gitmiş, gitmiş, düz bir ovaya varmış. Ovada sıra sıra kırk tane ev varmış. Kız çok yorgun harap bir vaziyette: — Şu evlere bakayım, belki bana yardım eden birisi olur diye kapıları çalmaya başlar. Her odadan bir ses gelirmiş. Kimisi Kur'an okuyor, kimisi zikir çekiyor, kimisi ağlıyor. Otuz dokuz kapıyı teker teker dinledikten sonra kırkıncı kapıya varır. Oradan gelen sesleri dinler: — Gamdadır da deli gönlüm gamdadır,       Altın bileziğin anam bendedir. Kız buradaki oğlanın o kuş olduğunu anlamış. Hemen kapıyı çalar: — Kim o? — Aç kapıyı altın bileziğin sahibi geldi. — Gelmez, o bir bey kızı. Hiç buralara kadar gelir de beni arar mı? Kız kapıyı çalmaya devam edince on sekiz yaşında yakışıklı bir delikanlı kapıyı açar. Bakar ki, o kız. Hemen kızı içeri alır: — Sakın ses çıkarma arkadaşlarım senin burada olduğunu duyarlarsa seni de, beni de öldürürler diyerek kızı bir köşeye saklar. Oğlan da annesine, babasına ne etti ise beddua almış. Sabah ezanı kuş olur, akşam ezanı tekrar insan olurmuş.Bunlar evlenirler. Kız hamile kalır. Doğum yaklaşırken oğlan : — Arkadaşlarım bir de çocuk sesi duyarlarsa hepimizi öldürürler. Ben seni bizim eve götüreyim der. — Beni eve kabul ederler mi? — Ben seni çeşme başında bırakayım, ağaçtan seni takip ederim. Bizim bir Arap halayığımız var. O suya gelince "Beni misafir alın" der. Eğer almazsa "Hibari’nizin başı için misafir alın" dersin. O zaman seni alırlar. Arap çeşmeye gelince kız yalvarır: — Çok hastayım beni bugün misafir edin! — Biz senin gibi çingeneleri eve almayız. — Hibari'nin başı için alın! Arap bu cümleyi duyunca, hemen evin hanımına gider: — Böyle böyle oldu. Hibari'den haber var — Peki, git o kızı al gel! Arap gider, kızı alıp getirir. Arkada kötü bir odaya kötü bir döşek serip yatırırlar. Kız da o gece doğum yapar. Sabah olunca Hibari bacadan seslenir: — Ay yâri! — Buyur, Hibari! — Anam al odalara aldı mı yari? — Almadı Hibâri. — Kuzunun kuzusu dedi mi yâri? — Demedi, Hibâri. Hibari ağlayarak eski yerine gider. Bir gün böyle, üç gün böyle. Bir gün Arap, kadına yemek getirirken. Kuş ile kızın konuşmalarını dinler. Hemen hanımına haber verir: — Geliverin! Bu kız Hibâri'nin karısıymış. Hemen Hibâri'nin annesi babası kızın yanına gelmişler. Kız başından geçenleri anlatır. Gelinlerini evin en güzel odasına alırlar. Torunlarını altın beşiğe yatırırlar. Çok sevinirler. Hibari sabah olunca gelir. Eski odaya seslenir, ses yok. Yeni odaya seslenir: — Ay yari! — Buyur Hibâri — Anam al odalara aldı mı? — Aldı Hibâri. — Kuzumun kuzusu dedi mi? — Evet, Hibari. Annesi babası da bunları dinlemişler. "Gel oğlunu gör" diye Hibari'yi çağırırlar. Hibâri de dayanamaz, postunu bacada bırakarak aşağı iner. Aşağıda sarmaş dolaş olurlar. Arap halayık da bacaya çıkmış, postu getirip yakar. Oğlan da bir daha güvercin kılığına giremez. Ertesi gün evin her tarafı güvercin olur. Hibâri'yi ararlar. Annesi babası ölü bir güvercini göstererek, Hibâri'nin öldüğünü söylerler. Kuşlar da bırakıp gider. Hibâri de anasına babasına kavuşur. Mutlu bir ömür sürerler  
Kuru Kafa
Ege Bölgesi
Afyonkarahisar
KURU KAFA     Bir varmış, bir yokmuş... Bir zamanlar köyün birinde gül gibi geçinip giden bir karı koca varmış. Tanrı bunlara ne mal maşat vermiş, ne de bir çocuk. Yoksulluğa mı, çocuksuzluğa mı yanacaklarını şaşırmışlar. Mutlulukları gün geçtikçe azalıyormuş. Bir gün karı koca birlikte Allah'a dua ederler: — *Mal maşat senin olsun. Bize bir çocuk ver de ister kuru kafa olsun. Aradan zaman geçer, kadın hamile kalır. Dokuz ay on gün sonra kuru kafalı bir oğlanları olur. "Tanrı böyle istedi" diye bağırlarına basarlar, beslerler, büyütürler. Çocuk, evlenme çağı gelince annesine der: — Anne ben artık büyüdüm. Evlenmek istiyorum. — Yavrum sen bir kuru kafasın, sana kim kız verir. Yüzünü gören korkar, kaçar. Kuru kafa ısrar edince annesi babası yakın bir köyün ağasının kızını istemeye giderler: — Allah'ın emri, peygamberin kavli, kızınıza dünürcüyüz. — Biz kızımızı veririz, ama önce bir oğlunuzu görelim. Kuru kafanın anne ve babası "Oğlan el öpmede görülür" diyerek kızın ailesini atlatırlar. Bir hafta sonra düğün dernek ile gelini eve getirirler. Gerdek gecesi kız, oğlanı görünce öcü görmüş gibi korkarak evden kaçar, babasının evine gelir. Günlerden bir gün kuru kafa annesine yine eziyet etmeye başlar: — Anne ben tekrar evlenmek istiyorum. Bu defa başka bir köyün ağasının kızına dünür giderler. Onları da "Oğlan el öpmede görülür" diyerek atlatırlar. Bir hafta sonra kızı evlerine getirirler. Kız, gerdek gecesinde oğlanı görünce: — Bu bana yaramaz, yanımda yatamaz diyerek kaçar gider. Aradan aylar, yıllar geçer. Kuru kafa iyice deliliği ele alıp köyün kızlarını rahatsız etmeye başlayınca, annesi babası bir başka köyden fakir bir adamın kızını gelin getirirler. Gelin, kuru kafayı görünce haline acır, dizine yatırıp kafasını okşar. Ninniler söyleyip uyutur. Ertesi gün oğlanın annesi babası gelini evde görünce çok sevinirler. Birlikte yaşamaya başlarlar. Kuru kafa bir gün bahçedeki kuyuya su doldurmaya gidip, kuyuda kendi suretini görünce merak eder. Eğilip iyice yüzünü incelemek ister. O sırada ayağı kayınca kendisini kuyunun içinde bulur. Karısı 'cump' diye bir ses duyunca, hemen kuyunun başına koşar. Bakar ki, kocası yok. O zaman kuyuya düştüğünü anlar. — A benim kuru kafam, evimin aşığı, soframın yakışığı beni bırakıp nereye gittin diye ağlayarak kovayı kuyuya sallar: — Ölüysen de, diriysen de gel der. Kovayı yavaş yavaş yukarı çeker. Kova ile birlikte yakışıklı mı, yakışıklı bir delikanlı çıkar. Kız delikan­lıyı görünce şaşırır, kuyunun etrafında dolaşmaya başlar. O sırada kuyudan çıkan delikanlı: — Ben senin kocanım diye konuşmaya başlayınca kocasını sesinden tanır. Sarmaş dolaş olurlar. Ailecek çok sevinirler. Meğer bu kuyu sırlı bir kuyu imiş. Dibinde kaynayan su, içenlere kan, yıkananlara can verirmiş. Yeniden düğün dernek eder, evlenirler. Bir yastıkta kocayıp giderler.   *Mal maşat: Ege bölgesinde hayvan anlamına gelmektedir.
Ahmet Kardeş
İç Anadolu Bölgesi
Kırşehir
AHMET KARDEŞ Bir varmııış bir yohmuş Allahın gulu darıdan çohmuş. Evel zaman içinde galbur saman içinde, deve tellal iken pire berber iken ben dedemin beşiğini tıngııır mıngır sallar iken anam düştü eşikten babam düştü beşikten anam gaptı maşayı babam gaptı köşeyi, dolandılar dööört bir köşeyi. Öyle böyle derkeeen zamanın birinde korhak Aamet diye bi Aamet varımış. Aamet’i çişe* bile garısı götürürümüş. Garısı bi gün çişe götürürken havada da ayın ışığı varımış. Diyo ki: — Ooof, anam off! Şu ayın ışıında da nasıl iyi olur gırıhlığa* gitmek diyo. Öyle deyince, — Hele geberesice helee! Seni işemeye bile ben götürüyom. Sen nasıl olur da gırıhlığı düşünün. Git! Ne halt edersen et diyo. İçeriye giriyo, gapıyı üstüne kitliyo. — Aaman avrat soylusun, boylusun, sen iyisin didiyse de, — Yoooh, hadi! Gayri* yeter. Ben sana hizmet ediyom, seni işetmeye bile çıharıyom, sen daha gırıhlıh düşünüyon diyo. — Aaman avrat, elini ayaanı öpüyüm, babamdan galma bi gılıç varıdı. Onu bari ver de bana cesaret olsun diyo. Gılıcı alıyoo, düşünerekten gidiyo. Az gidiyoo uz gidiyoo altı ay bi güz gidiyo. Bi çalının* dibine yatıyo. Bi de arılar çalının dibine toplanmışlar vııv vııv idiyolar: — Amman beni uyutmadınız diye vurunca gılıcınan arılar uçup gidiyolar. Bi de saysa bahsa ki gırh tane arı ölmüş. Ellerine ayahlarına da arıların tikeni batmış. Ellerinin kanıylan dutuyo gılıcın üstüne şöyle yazıyo: — Benim adım Aamet gardaş, bi vurmada gırh cana gıyarım diyo. Öyle diyince bunu görenler şöyle bi baharmış gılıcın üstüne, yan yan gidellermiş, buna sataşmazlarmış.* Bi de garşıda bi dev görüyo. Dev diyo ki: — Hööyt! Ben seni yiycem diyo. — Sen beni nasıl yiycen, ben bi sıhışta taşın suyunu çıharırım diyo. Elinde bi parça peyniri varımış. Sıhıyo peynirin suyunu çıharıyo. Galanını da aazına atıyo, yiyo. Öyle yapınca dev bundan gorhuyo. — Gel, ben sırtına biniyim de götür diyo. Orda da guş yumurtaları varımış. Dev görmeden guş yumurtalarını alıyo, cebine goyuyo. Ondan soona gidiyo gidiyoo, deve diyo ki: — Garnın acıhtı mı? diyo. Acıhtı diyo. Öyleyse sen git, şoordan bi tane goyun dut yi. Ben de cebimde bi daş varıdı onu yiyim diyo. Guş yumurtasını alıyo, aazına sohuyo. Onu yiyo gibi yapıyo. Goyunun eti pişince de, — Eti de pek mis gohtu. Bi parça da bana vir diyo Bi parça alıyo yiyo. Ondan soona, dev bunu götürüyo bi köye. Köyde de bi tane dağ camızı varımış. Bu dağ camızını kimse zabdetemezmiş.* Bütün dağcılar, çobanlar bundan aciz olmuşlar. Diyo ki: — Ben bunu öldürürüm. — Aaman Aamet gardaş! Sen nasıl öldürecen? diyolar. — Benim adım Aamet Gardaş, bi vuruşta gırh cana gıyarım diyo. — Pekâlâ diyolar. — Yalınız siz bana dört tane çarşaf verin diyo. Dört tane beyaz çarşaf veriyolar, gidiyo: — Nerde? diyo. — Şu gayanın başında. Gayanın duluğuna* sahlanıyo. Beyaz çarşafı doluyo doluyoo, gafası gövdesinden büyük görünüyo. Camız bunun kohusunu alıyo, tıhııır tıhır gelince, — Gafamı galdırıyım da bahıyım diyo. Gafasını galdırınca camız ürküyo. Depesi tahla gayadan aşşaa düşüyo. Gayadan aşşaa düşünce hemen varıyo bu, camızın boynunu kesiyo: — Aaman diyolar, Aamet gardeş camızı öldürdü, kesti. Gelin götürün diyolar. Gayri gırh gağnı getiriyolar, bu camızı üstüne yüklüyolaaar. Camızın hemi etini yiyolar hemi de şenlik yapıyolar: — Aaman Aamet gardaş! Sen bizi bundan gurtardın diye buna bi heybe dolusu altın veriyolar. Altını alınca, devler diyolar ki: — Biz bunu napalım? Öldürelim, altını da alalım. Değelse bu bizim başımıza iş açar diyolar. Topal deve diyolar ki: — Sen bunun hizmetçisi ol. O da, — Olur diyo. Bi de ırmah geçiceklermiş. Aamet, topal deve diyo ki: — Benim ayahlarım ıslanmasın, gel bahıyım senin omzuna binecem diyo. Omuzuna biniyo gidiyo. Tam ırmaan orta tarafına varınca, dev Aamet’i ırmaan ortasına atmah istiyo. Devin ensesine bi tane çuvaldız* batırıyo. Dev, — Amaan aman diyince, — O ne, sinek mi ıstırdı diyo. — Yoh, sinek ısırmadı diyo. Irmaa geçip evlerine varıyolar: — Aaman, misafir odasına yatırmayalım! Tandır damına* yatıralım, üstünden değirmen daşı atalım diyolar. Bu da dinlerimiş: — Hıımm! diyo. Gidiyo tandırın küllesine* giriyo, sahlanıyo. O zamana gadar dev geliyo: — Aamet gardeş, Aamet gardeş diye sesleniyo. Bu da, — Hıııı, ben uyuyom beni niye irahatsız ediyonuz diyo. — Aaman, uyuyo diyolar. Tandırın damının üstünü açıyolar. Devler gocaa gum değirmeninin daşını getirip, atıyollar. Atınca bu külleden çıhıyo, geri yataan gıyısına giriyo. Sabahleyin gelseler bahsalar ki, — Yaa, benim üstüme fareler daş attı, uyuyamadım. Gidin şunu galdırın diyo. — Bah anaa! Bunlan da ölmemiş bu diyolar. Ne yapalııım, ne yapalım? Aamet gardaş diyollar. Bi kese altın da biz virelim, sen en iyisi git şu memleketini ziyaret et. Çoluğuna çocuğuna git diyolar. — Pekâlâ diyo. Çağırıyo, devin sırtına biniyo. İki kese altını da alıyo evine geliyo. Diyo ki deve: — Sen şurda bi dur da, ben bi işeyim geliyim diyo. — Pekâlâ diyo. Eve varıyo, yavaşça diyo ki gadına, — Ben bi devlen gelicem buraya. Gelince şu ortadaki diree dırmanırım. Dev sana aaman napıyo bu dirse, orda bi dev demiri var onu alacah da seni baalıycah di, diyo. Soona da devin yanına gidiyo. Devi de arhasına alıp eve geliyo. Hemen ordan baarıyo: — Ocağı yahtın mııı? diyo gadına. — Aaman bey, yahtım diyo. — Otur, otur diyo deve. Dev oturuyo. Hemen bu dırmanıyo, orta diree çıhmaya, — Aaman Aamet gardeş! Ne yapıyon? diyo dev. Gadın hemen haberli ya, — Arha tarafta bi dev demiri var da, seni ona bağlıycah, gaç gardaşım sen gaç diyo. Ben bunu dutuyum da diyo. Hemen dev ordan gaçıyo. Bi daha o semtlere uğramıyo. Bunlar da o paralarla zengin oluyolar. Yiyolar, içiyolar muratlarına geçiyolar. Aamet gardaş da gurtuluyo avradının elinden, dilinden.   * çiş: İdrar * gırıhlıh / gırıhlık: Evlilik dışı ilişki * gayrı / gayrı / gayri: Artık, bundan sonra, artık * çalı: Dal dibinden çatallanan sapları odunsu bitki * sataşmak: Kavga etmek maksadıyla biriyle uğraşmak * zabdetmek: Baş etmek, üstesinden gelmek * duluh: 1. Duvarın dibi 2. Şakağın üstüne verilen ad * çuvaldız: Büyük iğne * tandır damı: Genellikle ekmek pişirmek için yere çukur kazmak suretiyle yapılan ocağın bulunduğu oda, ev. * külle: Tandırda ateşin yanmasını sağlayan hava deliği
Padişahın Kızı
Ege Bölgesi
Afyonkarahisar
PADİŞAHIN KIZI   Bir varmış, bir yokmuş... Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde. Develer tellal iken, pireler berber iken, ben ninemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken... Ülkelerden birinin bir padişahı varmış. Allah, buna yedi tane kız çocuğu vermiş. Hiç oğlu olmamış. Padişah da tahtını bırakacak bir oğlum yok diye çok üzülürmüş. Karısı da sekizinci çocuğa hamile imiş. Av meraklısı olan padişah ava giderken karısına şöyle der: — Eğer bu çocuk da kız olursa seni de kızını da öldürürüm. Ben ava gidiyorum. Eğer kız olursa kara bayrak, oğlan olursa al bayrak asın. Nihayet doğum günü gelir ve kadın yine kız doğurur. Fakat korkusundan, oğlan oldu diye saraya al bayrak astırır. Bunu gören padişah çok sevinir. Hanımına çeşitli hediyeler alır, kırk gün kırk gece halkına ziyafet çeker. Gün doğar, gün batar; yıl olur yıllar biter. Oğlan gibi büyüttükleri kız yedi yaşına basar. Padişah bir gün karısını çağırır. Kadın olacaklardan habersiz kocasının karşısına çıkar. Padişah neşe içinde: — Oğlanın sünnet zamanı geldi. Büyük bir tören yapalım deyiverir. Kadının ise o anda dünyası kararır. Yıllardır korku içinde beklediği an gelmiştir. Canını ve kızını kurtarmak için kara kara düşünürken çocuğu ülkeden uzaklaştırmaktan başka çare bulamaz. Olanları kızına anlatır. Annesini çok seven kız oğlan da: — Ölmektense başka yerde yaşamak daha iyidir diyerek annesini teselli eder. Annesi ile helallaşarak gizlice memleketi terk eder. Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Dönmüş bakmış ki bir arpa boyu yol gitmiş... Derken yolu bir ormana düşer. Ormanda arslanların parçalamak üzere olduğu bir çocuğu kurtararak yanına alır. Çocuk da ülkenin padişahının çocuğu imiş. Kız oğlan çocuğu alıp babasına teslim eder. Oğluna kavuşan padişah çok sevinir. Çocuk kaçırılalı kırk gün olmuş. Sarayda kırk gündür yas tutuluyormuş. Padişah oğlunu kurtaran oğlanı da yanına alır, oğlan ile birlikte büyütür. Yıllar akar gider, kız oğlan serpilir gelişir, yakışıklı bir delikanlı olur. Artık buradan ayrılma zamanı gelmiştir. Annesini babasını göresi gelir. Yanında yetiştiği padişahtan izin ister: — Padişahım benim de annem babam var. Ben onları görmeye gideceğim der. Padişah kalması için ne kadar ısrar etti ise de başaramaz, delikanlıya yol verir. Giderken delikanlıya kendi yetiştirdiği Ağzı Kara adlı atı verir. At da cins bir atmış. Padişah atı verirken şöyle der: — Oğlum bu at öyle bir attır ki, kim ona binerse bütün musibetler ondan gider, ona ölüm yaklaşamaz. Haydi yolun açık olsun. Delikanlı herkesle helâlleşerek ülkeden ayrılır. Tepelerden yel gibi, derelerden sel gibi aşarak gider. Bir dere kenarında büyük bir kalabalık görünce merak ederek durur. Oradakilere sorar: — Bu kalabalık neyin nesidir, burada bu kadar insan niçin toplandı? Kalabalıktan birisi cevap verir: — Burada bir yarış var. şu gördüğün hendeği atıyla birlikte atlayana, padişah kızını verecek. Oğlan, kız olduğunu unutarak bu yarışmaya katılmaya karar verir. Ağzı Kara'nın eyerini bağlar, tımarını yapar, hendeğin başına geçer: — Haydi oğlum benim yüzümü kara çıkarma! diye seslenir. Ağzı Kara şahlanır, kişneyerek hendeğin öbür tarafına geçer, oradan tekrar bu tarafa geçer. Bunu gören halk hayretler içinde kalır. Padişah delikanlıyı alarak sarayına götürür. Delikanlı da çok yakışıklı imiş. Padişahın kızı, bunu görünce çok sevinir. Hemen düğün hazırlıkları başlar. Kırk gün kırk gece düğün yapılır. Kız oğlan "Ben ne yaptım, şimdi bu işin içinden nasıl çıkacağım." diye kara kara düşünürken gerdek gecesi gelir çatar. O gece beklediğini bulamayan padişahın kızı sabah olunca kocasını babasına şikayet eder. Çok öfkelenen padişah damadından kurtulmak için, ondan yapamayacağı işleri istemeye başlar: — Bana kırk deve yükü cevahir taşı getirirsen hayatın kurtulur. Getiremezsen kelleni uçmuş bil! Kız oğlan can korkusuyla düşünüp dururken atı yanına yaklaşarak dile gelir: — Yiğidim sen sırtıma bin, dediklerimi yap gerisine karışma  der. Cevahir de devlerin ülkesinde bulunurmuş. At da orayı biliyormuş. Kız oğlanı sırtına aldığı gibi doğru devler ülkesinin yolunu tutar. Oraya varınca kız oğlan atın dediklerini yapar. Atın önüne otu, itin önüne eti atar. Kapalı kapıyı açıp, açık kapıyı kapatır. Kırk deve yükü cevahiri alıp yola çıkar. Tam o sırada uyuyan devler uyanırlar. Devler sultanı insanoğlunun kaçmakta olduğunu görünce kapılara emir verir: — Yakalayın şu haini! Kapalı kapı konuşur: — Ben bu yiğidi yakalamam. Kırk yıldır kapalı duruyordum. Beni ilk defa o açtı. — Açık kapı sen yakala! — Ben de kırk yıldır açık idim. Bu yiğit kapattı. Bir işe yaradığımı anladım. Ben de yakalamam. İte seslenir: — Yakala şu insanoğlunu! Benim önümde kırk yıldır ot duruyordu. Bu yiğit bana et verdi. Karnım doydu. Ben de yakalamam. At da, delikanlının kendisine ot verdiğini söyleyerek yakalamaz ve Kız oğlan oradan kurtulur. Kırk deve yükü cevahiri padişaha teslim eder. Cevahirlere çok sevinen padişah damadını tekrar gerdeğe koyar. Fakat yine bir şey olmayınca, kız babasına kocasını yine şikayet eder. Padişah bu defa 'yanar taş' ister. Yanar taş da devler ülkesinde imiş. Delikanlı yine atına binerek devler ülkesinin yolunu tutar. Yine atının yardımı ile daha önce yaptıklarını tekrarlayarak yanar taşı kaçırır. Devler padişahı yanar taşı kaçırmakta olan insanoğlunu görünce çok öfkelenir. İkinci defa aldatılmayı hazmedemez ve "Kızsan oğlan, oğlansan kız ol" diye beddua eder. O anda atın üstündeki kız oğlan, oğlan olur. Rüzgar gibi uçarak saraya gelir, yanar taşı padişaha teslim eder. Tekrar gerdeğe girerek vazifesini yapar. Padişahtan izin alarak karısı ile birlikte babasının ülkesine döner. Dün yanlarından geldim, saadet ve bolluk içinde yaşıyorlar. Darısı dileyenlerin başına...
Köpekle Evlenen Kız
Ege Bölgesi
Afyonkarahisar
KÖPEKLE EVLENEN KIZ Bir varmış bir yokmuş... Köyün birinde hâli vakti yerinde bir karı koca yaşarmış. Fakat bunların çocuğu olmazmış. Kadın dua eder: — Ey koca kudret, bana bir kız evladı ver. Köpek istesin köpeğe; kedi istesin kediye vereceğim. Allah kadının duasını kabul eder. Buna bir tane değil arka arkaya üç tane kız evladı verir. Kadın çok sevinir, kızlarını varlık içinde büyütür. Vakti gelince büyük kızlarını bey oğulları ile evlendirir. Küçük kızının da evlenme yaşı gelir. Bir gün kapıya bir köpek gelir. Hizmetçiler ne kadar uğraştılarsa da köpeği kovamazlar. Kadın gürültüyü duyunca hizmetçilerine sorar: — Nedir bu gürültü, gelen kim? — Efendim kapıya bir köpek geldi. Öyle kapıyı tırmalıyor. Bir türlü kovamadık. — Bırakın gelsin. Köpek kadının huzuruna varır: — Allah'ın emri, kızınıza isteyici geldim. Senin dutmeç* keseri, benim palta kesere istiyon. Kadın da duasını hatırlar, kızı verir. Köpeğe de tembih eder: — Siz şehrin başına kadar gelin, biz kızı oraya getiririz. Oradan alır gidersiniz. Bir hafta sonra köpek boynuna taktığı bir araba ile gelini alır gider. Gel olmuş git olmuş... Kız hamile kalır. Fakat kocasının kim olduğunu bilmiyor. Akşamdan uyku ilacı verirlermiş. Kız uyur kalırmış. Sabah uyanınca da kocasını yanında bulamazmış. Bir gün kayınbabasına giderek: — Ben memleketime git­mek istiyorum, der. Kayınbabası olan köpek de: — Kızım günün yaklaştı, doğumdan sonra git, falan dedi ise de kız dinlemez: — Ben memleketime gideceğim. Köpek bir tek araba ile gelinini babasının evine bırakır. Yolda da: — İç hâlini kimseye bildirme, diye tembih eder. Kız, anası evine gelince, ablaları onu görmek için ana evine gelirler. Ablaları sorar: — Kardeşim nasılsın, rahatın iyi mi? — Rahatım çok iyi elimi hiçbir işe vurmuyorum. Elimi yıkarken hizmetçiler su döküyor. — Peki kocanla aran nasıl? Kız söylemek istemez, fakat ablaları ısrar edince her şeyi anlatır. Ablaları kıza akıl verirler: — Eve varınca uyku ilacını içiyormuş gibi yapıp yere dök. Sonra da her zamanki gibi uyu. Kocanın kimliğini öğrenirsin. Kız evine varınca ablalarının dediğini yapar, ilacı içmez. Yatağın içinde kocasını beklerken bir köpek gelir. Kürkünü soyunuverince ayın on dördü gibi bir delikanlı ortaya çıkar. Oğlan uyuyunca, kalkar. Oğlanın kulağının arkasında bir anahtar varmış. Göbeğinde de kilidi varmış. Anahtarı alır kilidi açıp içine girer. Orada çalışanlar varmış: — İş olsun usta! Ne yapıyorsun? — Ağamızın karısı hamile de, yorgan dikiyoruz. Başka bir tarafa geçip oradaki çalışanlara sorar: — Siz ne iş yapıyorsunuz? — Ağamın karısı hamile de, ona elbise dikiyoruz. Kız oradan çıkıp adamın karnını kilitleyip anahtarı kulağının arkasına koyar. Fakat anahtarı ters takar. Oğlan sabah uyanınca karnının açıldığını anlar. Kendi kendine konuşur. — Keşke bunu yapmasaydın. Doğumundan sonra kendimi sana gösterecektim. Yazık ettin bize. Hemen babasını çağırır: — Bunu nereden getirdiysen oraya götür. Benim iç hâlimi öğrendi. At gel bunu. Baba köpek, gelinini bu hâlde baba evine göndermek istemez. Kızının evine götürür. Gelinin de günü yakınmış. Üç gün sonra babasına benzer kulağı anahtarlı, karnı kilitli güzel bir çocuk doğurur. Oğlan da her gün insan kılığında ablasının evine su içmeye gelirmiş. Bir gün ablası, çok işi olduğu için geline: — Suyu sen götürüver, suyu verip hemen dön, der. Gelin de suyu götürüp oğlana vereceği sırada bardağı düşürüp kırar. Oğlan bunun kim olduğunu anlamak için eve girince, karısını orada görür. Ablası da çocuğu getirip oğlana gösterir. Oğlan bakar ki, kendisi gibi kulağı anahtarlı, karnı kilitli güzel bir çocuk... Çocuğu görünce: — Eyvah ben kendime etmişim, diyerek karısını ve çocuğunu alıp memleketine götürür. Yeniden kırk gün kırk gece düğün edip kızla evlenir. Yemiş içmiş muradına ermiş... * dutmeç: Tutacak.
Yılan Adam
Ege Bölgesi
Afyonkarahisar
YILAN ADAM   Bir varmış, bir yokmuş... Evvel zaman içinde kalbur saman içinde. Develer tellal iken, pireler berber iken. Bir ülkede fakir bir adam ile kızı varmış. Adamın karısı öldüğü için kızıyla birlikte yaşıyormuş. Ev işle­rine yetişemeyen kız, bir gün babasının yanına gelmiş. "Babacığım seni yeniden evlendireyim" diyerek babasını ikna eder. Komşuların yardımı ile babasını evlendirir. Üvey anne eve geldikten sonra kızı kıskanmaya başlar. Babası evden ayrılınca, kıza etmedik eziyeti bırakmaz. Kızı evden kaçırmak için elinden gelen her şeyi yapar. Ülkenin padişahının da çocuğu olmuyormuş. Ava gittiği bir gün devrilen bir taşın altından yılan yavruları çıkınca padişahın aklına çocuğunun olmadığı gelir ve Allah'a dua eder: — Allah'ım bana bir evlat ver de istersen yılan olsun! O an da duaları kabul olduğu bir anmış. Kısa süre sonra padişahın hanımı hamile kalır. Dokuz ay sonra sultan hanım sancılar içinde kıvranmaya başlar. Ebeler gelir gider. Hiç birisi doğumu yaptıramaz. Ebeler de cellat ettirilir. Bu durumu duyan ebeler ülkeyi terk etmeye başlarlar. Padişahın adamları köy köy, kapı kapı ebe aramaya çıkarlar. Gide gide yolları fakir adamın evine düşer. Adamın karısı padişahın adamlarını görünce, onlara sorar: — Nereye gidiyorsunuz, ne istiyorsunuz? — Sultan hanım doğum yapacak. Ona yardım edecek bir ebe arıyoruz. Kızdan kurtulmak için fırsat kollayan kadın: — Hay aklınıza şaşayım. Aradığınız ebe bizim evde der. Kadın hemen kızın yanına gider: — Sultan hanıma doğum yaptırmaya gideceksin. — Ama ben doğum yaptırmasını nereden bileyim? — Babanı evermesini biliyorsun ya! Bu işi de bilirsin? Kadın zorla kızı padişahın vezirlerine teslim eder. Kız ağlayarak adamlarla birlikte yola düşer. Yolda aklına annesi gelir. Mezarlığa gelince padişahın adamlarına seslenir: — Şurada annem yatıyor. Ben onu ziyaret etmeden gidersem işim rast gitmez. Müsaade edin annemi ziyaret edeyim. Adamlar çaresiz kabul ederler. Kız annesinin mezarı başına varır. Toprağına kapanıp ağlar: — Anam anam güzel anam, Üvey anam canıma kast etti. Annesi mezardan cevap verir: — Üzülme kızım, bu işte senin için selamet vardır. O çocuk değil bir yılandır. Oraya varınca bir kazan süt iste, sütü kaynat. Yılan sütün kokusuna akar gelir. Sakın korkma, sana bir zarar vermez. Kız, padişahın huzuruna çıkar: — Efendim bana bir kazan süt lâzım. Hemen bir kazan süt hazırlanır. Kız sütü hanım sultanın odasına götürerek orada kaynatır. Az sonra yılan sütün kokusuna akar gelir. Herkes çok korkar, hemen padişaha haber verirler. Padişah yılan bir çocuğunun olduğunu öğrenince duası aklına gelir, kaderine razı olur. Yılanı bir kavanozda büyütür. Kızı da çeşitli hediyeler vererek köyüne yollar. Yılan kısa sürede büyür gelişir. Padişahın huzuruna çıkar: — Babacığım ben okumak istiyorum! Padişah çok sevinir. Hemen ülkenin en iyi hocalarını getirttirir. Fakat yılan hepsini sokarak öldürür. Ülkenin hocaları kaçmaya, ülkeyi terk etmeye başlarlar. Padişah bu duruma bir çare bulmak için vezirlerini toplar: — Vezirlerim atsan atılmaz, satsan satılmaz. Bu yılan benim oğlum. Bu çocuğu okutacak hoca kalmadı. Vezirlerden birisinin aklına kız gelir. — Padişahım, bu çocuğun doğumunu kim yaptırdı ise hocası da ondan başkası olamaz der. Padişah adamlarına emir verir: — Derhal o kızı getirin! Vezirler hemen yola koyulurlar. Kızın köyüne varıp kapısını çalarlar. — Padişahımız seni istiyor, şehzadeyi okutacaksın! Kızı apar topar saraya getirirler. Kız gelirken yine annesini ziyaret eder. Ondan yardım ister. Annesi de yapması gerekenleri tek tek anlatır. Yılanı okşar, sever. Kısa sürede yılana okuma yaz­mayı öğretir. Tekrar padişahın verdiği mükâfatlarla bir­likte evine döner. Yıllar geçer yılan şehzade büyür. Yine babasının huzuruna çıkar: — Babacığım ben evlenmek istiyorum. Padişah ülkenin dört bir yanına elçiler gönderir. Anlı şanlı düğünler yapar. Fakat gelinlikle gerdeğe giren kızlar ertesi günü kefenle çıkar. Yılan hepsini boğar öldürür. Padişah vezirlerini toplar. Yine çare ararlarken, vezirlerden birinin aklına yine kız gelir. — Efendim, bu çocuğu dünyaya getiren, okutan kim ise eşi de o olacaktır. Bu işin başka çaresi yoktur der. Hemen adamlar kızın kapısını çalarlar. — Padişahımız seni istiyor, oğlu ile evlendirecek. Üvey anne artık kızdan kurtulacağına inanarak, kızı hazırlar ve padişahın adamlarına teslim eder. Kız mezarlığa gelince yine padişahın adamlarına der: — Ben annemi ziyaret etmezsen, işim rast gitmez. Müsaade edin, ziyaretimi yapayım! Kız annesinin mezarına kapanıp ağlar: — Anam anam güzel anam, benim senden başka kimsem yok. Padişahın sözünün üstüne söz olmaz. Ben ne yapacağım, bana yardım et. Annesi mezardan seslenir: — Hiç korkma kızım. Bu işte senin için saadet var. Sen padişahtan dikenli bir elbise iste. Gerdek gecesi yılan senden soyunmanı isteyince, sen de onun soyunmasını iste. Kız saraya varır, düğün dernek kurulur. Gerdek gecesi kız padişahtan dikenli bir elbise ister. Bu elbise ile gerdek odasına girer. Yılanı da bir kalbur içinde odaya koyarlar. Yılan kalburdan çıkar, süzülerek kızın yanına gelir: — Sultanım elbiselerini çıkar, yatalım! — Sen soyunmadan benim soyunmam imkansız Yılan ne kadar ısrar ederse, kız da o kadar ısrar edince yılan soyunur. Silkinince derinin içinden yakışıklı mı yakışıklı ayın on dördü gibi bir delikanlı çıkar. şavkıyla odalar parlar. Kız hemen yılan derisini ateşe atarak yakar. O gece ikisi de muradına erer. Biz gelelim, padişah ve karısına. Onlar merak içinde sabahı beklerler. Sabah imamla birlikte cenaze almak için odanın kapısını açınca gördükleri karşısında şaşırırlar. Kızın yanında dünya güzeli bir delikanlı yatıyor. Padişah oğlunu bağrına basar. Kırk gün kırk gece eğlenceler tertip eder oğlunu halkına tanıtır. Oğlan babasına her işinde yardım etmeye başlayınca, karısına tembih eder: — Odamızdan dışarı çıkmayacaksın. Hizmetçiler ve benden başka kimseye kapımızı açmayacaksın. Üç gün böyle, beş gün böyle... Kız ile oğlan mutlu bir şekilde yaşarken, padişahın oğlunun yılan değil güzel bir delikanlı olduğunu öğrenen üvey anne kızı öldürmeye karar verir. Saraya gelir, içeri girer. Herkes kadının, gelinin üvey annesi olduğunu bilirlermiş. Kadın doğruca kızın odasına gelir, kapıyı çalar. — Kim o? — Benim kızım, üvey annen. Aç kapıyı seni göresim geldi. — Anne ben, beyimin izni olmadan kapıyı açamam. — Madem ki, kapıyı açmayacaksın, parmağını uzat da babanın gönderdiği yüzüğü takayım. Kız parmağını uzatınca, kadın zehirli yüzüğü kızın parmağına takar, oradan uzaklaşır. Akşam şehzade gelip kapıyı çalar, kapı açılmayınca şüphelenir. Kapıyı kırıp içeri girince karısını baygın bir vaziyette bulur. Gece boyunca karısının başında ağlar. Sabah olunca sarayın bahçesine çıkar. Çiçekler arasında çaresiz dolaşırken havuz başına konan üç güvercinin konuşmalarını dinler. — Şu insanoğlu dilimizden anlasa, karısının parmağındaki yüzüğü çıkarsa bizden düşen bir tüyü karısının vücuduna sürse kız iyi olacak. Oğlan konuşmaları anlar. Hemen kuşların dediklerini yapar. Beş dakika sonra karısı canlanır. Üvey annesinin yaptıklarını tek tek anlatır. Şehzade adamlarına emir verir: — Derhal o kadını yakalayıp getirin. Adamlar yaka paça kadını getirirler. — Kırk katır mı, kırk satır mı? Kadın cevap verir: — Kırk satır düşman başına. Kırk katır verin de köyüme gideyim. Kadını kırk katıra bağlayarak, katırları dağlara sürerler. Onlar ermiş muradına. Biz çıkalım dam başına...  
Kayaoğlan
Ege Bölgesi
Afyonkarahisar
KAYAOĞLAN   Bir varmış, bir yokmuş... Bir karı koca varmış. Bunların yedi tane oğlandan sonra bir de kızları olmuş. Oğlan kardeşler kız kardeşleri dünyaya gelmeden nasiplerini aramak üzere evi terk ederler. Yedi kardeş, yedi kız kardeş aramak için diyar diyar dolaşırlar. Sonun­da Yeşildağ'da yerleşirler. Oğlanlar Yeşildağ'da yaşarken biz gelelim kız kardeşlerine. Kız büyüyüp genç kız olunca annesine sorar: — Anne, benim hiç ağabeyim yok mu? — Ah yavrum, senin bir değil yedi tane ağabeyin vardı. Burayı terk ettiler. Yedi dağ arkasındaki Yeşildağ'da yaşıyorlarmış. Eşkıya olmuş, geleni gideni soyarlarmış. — Anne ben onları bulacağım! — Peki, kızım ille de gideceksen ben sana yardım edeyim. şu külden eşeğe bin, hep "dah dah" de. Hiç "çüş" deme. Eğer dersen kül olur. Kız annesinin verdiği kül eşeğe biner. Yolu gide gide bir denize varır. Eşek denizin içinden giderken, su eşeğin boynuna gelince, kız korkusundan "çüş" der. Eşek kül olur. Kız denizin içinde çırpınmaya başlar. — İleri gitsem deniz çok büyük, en iyisi geri gideyim, diyerek karaya çıkar. Yeşildağ'ın eteklerine varınca yorgunluktan kendinden geçerek bir kayanın altında uyuyakalır. Uzun müddet uyuduktan sonra kalkar kardeşlerinin sarayını bulur. Oğlanlar da küçük kardeşlerini evde bırakır, kendileri ava giderlermiş. Kız küçük ağabeyine varır. — Ağabey, ben sizin kardeşinizim. Küçük oğlan düşünür. "Biz ayrılırken annemiz gebeydi. Belki, bir kız kardeşimiz olmuştur." Kıza sorar: — İspat edecek bir delilin var mı? — Var. Kız annesinin kendisine verdiği babasının fotoğrafını gösterir. Küçük ağabeyi babasını tanır. Kardeşini eve alır. Kız akşama kadar evleri temizler, bulaşıkları yıkar, yemekleri yapar. Akşam olunca küçük ağabeyi kızı saklar. Ağabeylerine sorar: — Ağabeylerim bizim bir küçük kız kardeşimiz olsaydı da ev işlerini görseydi ne iyi olurdu değil mi? — Kardeşim iyi diyorsun ama yok. Biz gelirken annem gebe idi kız mı oldu, oğlan mı oldu onu da bilmiyoruz. — Peki, kız olsaydı da buraya gelse idi ne yapardınız? — Kardeşe el mi kalkar, başımızın üstünde tutardık. Küçük oğlan hemen kızı sakladığı yerden çıkarır. — İşte kız kardeşimiz. Ağabeyler çok sevinirler. Sarmaş dolaş olup birlikte yaşamaya devam ederler. Derken, kızın karnı büyümeye başlar. Büyük ağabeyler küçük oğlana derler ki: — Kardeşimizin başına yolda bir şey mi geldi? Sen onunla bir konuş. Küçük oğlan, ağabeyleri ava gidince kıza sorar: — Bacım senin bu halin nedir, yolda falan başına bir iş mi geldi, kiminle geldin, kiminle konuştun? Kız külden eşeğin denizde kaldığını, kayanın gölgesinde uyuduğunu anlatır. — Hiç kimse ile karşılaşmadın mı? —Hayır,  diyor kız. Akşam yemekten sonra kız odasına gelince ağabeyleri küçük oğlana sorarlar: — Konuştun mu? — Evet! — Ne dedi? — Külden eşeğe binmiş, denize girmiş, bir de kayanın gölgesinde uyumuş. O zaman büyük ağabey şöyle der: — Sudan oldu ise on bir ayda, kayadan oldu ise dokuz ayda balık gibi bir çocuk olur ve ağzından doğar. Altı ay sonra kız geğirmeye başlar. Dedikleri gibi ağzından balık gibi bir oğlan dünyaya gelir. Adını da kayadan aldığı için Kayaoğlan koyarlar. Kayaoğlan altı aylık olunca on sekiz yaşında gibi gelişmiş. Ev işlerinde annesine yardım edermiş. Dayıları da onu çok severlermiş. Bir sabah çay pişirecekleri zaman kibritlerinin bittiğini fark ederler. Oğlan dayılarını uyatıp kibrit istemeye korkar. Dışarı çıkınca uzakta bir ışık görür. "Şu ışıktan alayım geleyim" diyerek yola çıkar. Fakat o ışık da üç aylık yolda imiş. Sabah olmadan kibritin bulunması lazım. Yolda bir dedeye rastlar. Dede de siyah iplikleri sararken gece, beyaz iplikleri sararken gündüz olurmuş. Kayaoğlan, dedenin elini ayağını bağlayıp siyah ipi uzatınca gece uzuyor. Oğlan ateş yanan yere varınca baksa ki, devler kazanları kurmuşlar askerleri kesmişler, kaynatıyorlar. Sessizce bir kürek ateş alıp dönerken devlerin padişahının sesi duyuluyor: — Şu askerler daha pişmedi mi? Getirin yiyelim. Daha sonra padişahla karısını da yiyelim. Oğlan bunları duyunca padişahı kurtarmaya karar veriyor. Sağa bakıyor girecek yer yok, sola bakıyor girecek bir yer yok. Karnındaki sihirli sikkeyi çıkarıp onu duvara yapıştıra yapıştıra çıkıp pencereden içeri girer. Ocağın bir tarafında padişah, bir tarafında kızları ortada devler gelip bizi yiyecek diye bekliyorlarmış. Oğlan bakar ki, rafta kibrit var. Onu cebine alır, dışarı çıkar. Aralık bir yerde bir kılıç görür. Hemen kılıcı alıp merdiven başına dikilir. Gelen devin başını uçurur, gelen devin başını uçurur. Bir de dokuz başlı bir dev varmış. Onun başlarını da keser kulaklarını kesip cebine koyar. Kılıcı da "Bunu benden başka kimse çıkaramasın" diyerek bir direğe saplar. Padişah karısı ve kızı kurtulur. Kayaoğlan evine doğru yolu tutar. Vara vara dedenin yanına varır: — Dede ne yapıyorsun? — Ne yapayım yavrum şimdiye kadar çoktan sabah olacaktı ama elimi ayağımı bağladın gittin. Oğlan dedenin elini ayağını çözer, sabah olmadan eve varır. Haberi padişahtan verelim. Hayatı kurtulan padişah tellal bağırtır. — Dün gece benim sarayıma kim geldi ise ortaya çık­sın. "Bu işi kim yapar, kim yapar" derken "Bu işi yapsa yapsa Yeşildağ'daki Yedi kardeşler yapar" diye onlara ha­berci gönderir. Yedi kardeşler her şeyden habersiz, "Acaba bir suç mu işledik" korkusu ile saraya doğru yola çıkar­lar. Kayaoğlan: — Ben de gitmek istiyorum, diyerek küçük dayısı ile birlikte yola düşer. Yolu bildiği için dayıla­rından önde gider. Saraya vardıklarında padişahın huzuruna çıkarlar. Padişah sorar: — Falan gün falan saatte benim sarayıma kim geldi gördünüz mü? — Hayır biz görmedik. — Sizin uçan kuştan haberiniz olurmuş Hemen Kayaoğlan atılır: — O gün o saatte oraya gelen bendim, der. Anlatmaya başlar: — Kibrit bulmak için ışık yanan yere geldim. Burası sizin sarayınızmış. Devler burayı basmışlar. Sizi yiyeceklerini söylediler. Ben de karnımdaki sihirli sikke ile duvarları çıktım. Pencereden içeri girdim. Orada kılıç varmış. Onu aldım merdiven başında devleri öldürdüm. Birinin kulakları da işte. Kılıcı da "Benden başka kimse alamasın" diyerek direğe sapladım. Padişah bütün bunları duyunca, kendisini kurtaranın o olduğunu anlar: — Oğlum seni yerime padişah ilan ediyorum. Kızımı da sana veriyorum, der. Hemen dayıları itiraz eder: — O daha altı aylık bir çocuk padişahlık yapamaz. Padişah kimseyi dinlemez. Kayaoğlan’ı padişah yapar. Kızını da ona verir. Dayıları da birer kız bulurlar. Kırk gün kırk gece düğün yaparlar. Dün yanlarından geldim hala orada yaşı
Çöpçatan
Ege Bölgesi
Afyonkarahisar
ÇÖPÇATAN   Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde... Bir varmış, bir yokmuş... Allah'ın kulu çokmuş. Hem melekler, hem insanlar, hasılı, her şey onun elindeymiş.Bir gün kadının birisi, çocuklarını coşkun akan bir derede karşıdan karşıya geçirinken Allah, Azrail'e emir verir: — Git şu kadına. Canını o derede al. Azrail hemen dereye gider. Kadının kucağında iki de çocuk görünce kadını öldürmek istemez, fakat Allah tarafından tekrar emir gelir: — O kadının canını orada alacaksın! Azrail kadının canını aldıktan sonra çocukları alıp kenara çıkarır. Yolda kız kardeşi, çocuğuna arkadaş isteyen zengin bir tüccara, oğlanı da fakir bir çiftçiye verir.Çiftçi oğlanı alıp evine götürür. Üç beş sene bakar büyütür. Zar zor geçinip giderler. Ülkenin vezirlerinden birisi, bir gün ıssız bir yol kenarında kumları toplayıp toplayıp birbirine karıştıran bir dervişle karşılaşır. Yaptığı işi merak ederek dervişe sorar: — Derviş baba! Kumları avuç avuç yığıp sonra birbirlerine karıştırıyorsun. Bunu niçin yapıyorsun? — Sultanım, ben çöpçatanım. Evlenme vakti gelen gençleri birleştiriyorum. — Peki benim de bir kızım var. Onu kime yazdın? Derviş kumları biraz karıştırdıktan sonra: — Senin kızını falan yerdeki fakirin oğluna yazdım der. Vezir çok öfkelenir: — Benim kızımı nasıl olur da fakir birine yazarsın diye üzerine doğru yürüyünce derviş o anda yok olur. Vezir öfke ile dervişin tarif ettiği köye gider. Fakir adamı bulup oğlanı bir kese altın karşılığında satın alır. Çiftçi de vezire karşı gelemez. Vezir oğlanı atının arkasına alıp bir dağ başına götürür. Orada karnına bir hançer saplayıp attan aşağı atar. Allah'ın işi, olacak ya... Orada bir keçi sürüsü varmış. Keçilerden birisi oğlanı emzirir. Akşam olunca çoban sürüyü ağıla getirir. Ablası, keçileri sağarken o keçinin sütünün olmadığını görünce çobanı sıkıştırır: — Bu keçinin sütü neden yok? Tabii çobanın hiç bir şeyden haberi yok. Ablasının emri ile ertesi gün keçiyi takip eder. Bir de baksa ki, keçi yaralı bir çocuğu emziriyor. Hemen çocuğu omzuna alıp ablasının yanına götürür. Olanları da anlatır. Kadın, nur yüzlü güzel çocuğu tedavi ederek kendine evlat edinir. Çobanının yanına verir.Gel zaman git zaman çocuk büyür, güzel bir delikanlı olur.Vezir bir gün çoban aramak için bu köye gelir. Köyün delikanlıları içinde bu çocuğu beğenir, alıp sarayına götürür. Delikanlı vezirinin sürüsüne çobanlık yaparken, iyi huyu ve yiğitliği de her tarafa yayılır. Vezirin kızı da oğlan hakkında söylenenleri duydukça, oğlana ilgi duymaya başlar. Bir de oğlanın kendisini görünce ona âşık olur. Babasının hışmından korktuğu için aşkını kimselere açamaz. Sararıp solar yataklara düşer. Ülkenin en iyi doktorları kızın derdine bir çare bulamazlar.Bir gün vezir kızının yanına gelir. — Kızım derdini söyle ki, dermanını bulayım. Kız babasının çok üzgün olduğunu görünce biraz cesaretlenir. — Babacığım derdimin çaresi ne ise onu yapacak mısın? — Derdinin çaresi bu dünyada ise söyle! Derhal buldurayım. O zaman kız, çobana âşık olduğunu söyler. Vezir çaresiz çobanı çağırır: — Oğlum seni severim, kızımın derdinin çaresi sensin. Fakat kimsin? Aslın, neslin kimdir? Çoban, küçükken babasının fakirliği yüzünden zengin bir adama satıldığını, onun da kendisini bıçaklayıp kaçtığını, bir keçi tarafından emzirilirken çoban tarafından bulunup o köye getirildiğini anlatınca, vezirin aklı başına gelir. Bu delikanlının ormanda bıçakladığı çocuk olduğunu anlar. Binlerce tövbe edip Allah'tan af diler. Kırk gün kırk gece düğün yapıp kızını bu gence nikahlar. Allah muratlarını versin...
Yazı Bozulmazmış
Ege Bölgesi
Afyonkarahisar
YAZI BOZULMAZMIŞ   Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, sinekler berber iken. Ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, bir ülkenin hükümdarı ile veziri varmış. İkisi de mutlu yaşarlarmış. Hükümdarın ve vezirinin tek eksiklikleri birer çocuklarının olmayışıymış. Hükümdar ve vezirinin hanımları hasbahçede gezerler, otururlar, konuşurlar. Oğul uşaktan yana olan talihsizliklerine yanar, üzülürlermiş. Mutluluklarını gölgeleyen bu durumdan dolayı gece gündüz ağlarlarmış. Yine bir gün bahçede gezerlerken, bir elma ağacının altında ak sakallı bir yaşlının oturduğunu görünce, selam verip yanına otururlar. Yaşlı adamla söyleşmeye başlarlar. Nereden gelip nereye gittiğini sorarlar. O arada çocuklarının olmadığını da söylerler. Yaşlı adam ayağa kalkarak, daldan kopardığı bir elmayı, yarıya bölüp yarım elmaların birini hükümdarın, ötekini de vezirin karısına verir: — Alın bu elmaları, yiyin. İnşallah Tanrı size birer çocuk verir. Birinizin oğlu, birinizin kızı olur. Onları evlendirirsiniz der. Kadınlar elmaları alıp yerler. Ak sakallı adam da kadınlardan izin isteyip oradan ayrılır. Kadınlar umutlu ve sevinçli olarak saraylarına dönerler. Kadınların neşesi erkeklerin de hoşuna gidince, neşe gün boyu sürer. Gel zaman, git zaman kadınlar hamile kalmışlar. Günü gelince de birer bebek doğurmuşlar. Vezirin oğlu, hükümdarın kızı olmuş. Ancak oğlan kara tenli imiş. Buna rağmen sevinmişler, mutluluk yemekleri vermişler, yoksulları doyurmuşlar. Evlerinin mutluluğu tamamlanmış. Çocuklar büyüdükçe hükümdarın karısını bir düşüncedir alır. Sarı saçlı, mavi gözlü suna gibi bir kız bir yanda, kara tenli oğlan bir yanda. Ak sakallı yaşlının sözü yüreğine oturmuş. Sonunda durumu hükümdara açmaya karar verir. Hükümdara yaşlının sözünü duyurur, bu çocukların birbirlerinin kısmeti olduğunu, evleneceklerini söyler. Hükümdarın içi kararır, kaşları çatılır, öfkelenir: — Olmaz öyle şey. Ben hükümdarım. Benim kızım bir hükümdar oğluna yakışır. Ayrıca oğlan kara tenli, kara donlu, böyle balmumu gibi bir kız o oğlana verilir mi diye kükrer. Karısı daha anlayışlıymış: — Hükümdarım günaha girme, ikisini de Tanrı yarattı. Derisinin kara olması onun suçu değil. Sen hata ediyorsun der. Ama hükümdar söz dinlemez. Olmaz deyip diretir. O arada çocuklar büyümüşler, delikanlı olmuşlar. Birlikte geziyor, birlikte ata biniyor, birlikte eğleniyorlarmış. Ne kızda derisi kara olduğu için oğlanı küçümseme varmış, ne de oğlanda bu hükümdar kızı diye ondan uzak durma varmış. İki arkadaş olarak günleri geçip gidermiş. Analar çocuklarının nice dünyaya geldiklerini bildiklerinden onlar kadar mutlu değillermiş. Son zamanlarda kız ,oğlandan kaçar olmuş. Oğlan bu duruma bir anlam verememiş. Bahçede yalnız dolaşırmış. Kız da onu pencereden izlermiş. Aslında oğlanın derisi karaymış ama çok yakışıklıymış, cesurmuş, sağlıklıymış. Kızın gönlünde bazı filizlenmeler doğmaya başlamış. Ne etsin neylesin ki hükümdar kızlarının gönül oyunu oynamaları sevdiklerine gelin gitmeleri yasakmış. Kızın yazgısını baba yazarmış. Hükümdarın niyetini anlayan vezir oğlunu bu işten caydırmaya çalışır, fakat başarılı olamaz. O arada iki aile arasına gizli, görünmez bir soğukluk girer. Eski dostlukları kalmaz. Hükümdar vezirini çok sever ve beğenirmiş. Onun daha fazla kalbini kırmamak için bu soruna bir çözüm aramağa başlar. Günlerce düşünür, taşınır. Sonunda bir çare bulur. Çare oğlanı buradan uzaklaştırmaktır. Bir gün bir mektup yazarak zarflar, mühürler, oğlanı huzuruna çağırır. Ona der ki: — Bak oğlum, hükümdarlar zor işlerini Tanrı'ya danışırlar. Ben de zor bir işin içindeyim. Tanrı'ya danışmak gereğini duydum, bu mektubu yazdım. Mektubu Tanrı'ya götür, cevabını al, getir. Oğlan güler içinden, ama belli etmez. Mektubu alır, koynuna sokar, izin isteyerek hükümdarın huzurundan ayrılır. Eve varır, anasına babasına durumu anlatır. Onlar da oğlanın buradan uzaklaştırılmak istendiğini anlarlar, ama bir şey de demezler. Öperler, kucaklarlar, "Yolun açık olsun oğul" diyerek uğurlarlar oğullarını. Karaoğlan yola düşmüş. Az gitmiş, uz gitmiş, altı ay bir güz gitmiş. Bir vahaya varmış. Orada bir ağacın altında bir adam oturuyormuş. Ona selâm vererek yanına oturur. Adam orada ibadet edermiş. Her yemek zamanı Tanrı tarafından bir salkım üzüm gönderilir, onu yer, ibadetini sürdürürmüş. Konuğu var diye o öğün zamanı iki salkım üzüm gönderilmiş. Adam bir salkımı saklar, bir salkımını birlikte yerler. Suyunu da içtikten sonra, yola çıkmak istediğini söyleyince, adam sorar: — Nereye gidiyorsun? — Tanrı'yı bulmağa. — Bulunca soruver. Ben kırk yıldır işte gördüğün gibi ibadet ederim. Cennetlik miyim, cehennemlik mi? — Olur, der Karaoğlan. Yeniden yola düşer. Yine uzun zaman yol giderek bir meyve bahçesinin yanına varır. Bahçe sahibi Karaoğlan'ı misafir eder. Yedirip içirdikten sonra, sorar: — Nereye gidiyorsun? — Tanrı'yı bulmağa gidiyorum. — Öyleyse soruver Tanrı'ma. Bu elmaları bana veriyor, dallar kaldıramaz bollukta. Ama hepsi de kurtlanıyor. İnsan kursağına nasip olmuyor. Nedeni nedir? — Olur diyerek yine düşer yollara. Bir süre yolculuktan sonra, deniz kıyısına varır. Denizi nasıl geçeceğini düşünürken o arada derinden bir "of" çeker. Kocaman bir balık fırlar su yüzüne: — Buyur insanoğlu, derdine derman olayım. — Sen nereden çıktın? — Benim adım Of'tur. Çağırdın geldim. — Beni karşıya geçirir misin? — Bin sırtıma der balık. — Nereye gidiyorsun? — Tanrı'yı bulmaya. — İyi, Tanrı'ma soruver. Başımda bir ağrı var. Gece gündüz geçmiyor. Üzüntü içindeyim. Nedeni nedir? Karşı kıyıya çıktıklarında teşekkür eder, Karaoğlan. "Derdini Tanrı'ya soracağım" diyerek oradan ayrılır. Çölde bir süre yol aldıktan sonra karşısına elinde su kabı kollarını sıvamakta olan bir yaşlı çıkarak, sorar: — Nereye gidiyorsun oğul? — Tanrıyı bulmaya gidiyorum. — Sen Tanrı'yı görsen tanır mısın? — Elbette tanırım. — Nasıl? — Şu suyu benim vücuduma döktüğünde derim beyazlaşırsa o Tanrı'dır. — Soyun, öyleyse. Yalnız kemerini çıplak beline sıkıca bağla, o kısma su değmesin. Karaoğlan "olur" diyerek soyunur ve kemeri beline bağlar. Yaşlı adam ibrikteki suyu tepesinden aşağı döküverince, Karaoğlan bembeyaz olur. Sevinçle bağrır: "Tanrı sensin." Ellerine, ayaklarına sarılır, sonra da ayağa kalkarak giyinir. "Hoşçakal" diyerek ayrılmak isteyince Tanrı sorar: — Sende emanetler var, onların yanıtlarını almadan nereye gidiyorsun? Karaoğlan, cebindeki mektubu verir, Tanrı da bir cevap yazarak geri verir. — Balığın derdinin çaresi nedir? —Beyninde büyük bir inci var. Onu çıkar al. Balığın baş ağrısı dinecek. — Bahçıvana ne diyeceğim? — Çardağının önündeki iki elmanın arasında bir hazine gömülü. Onları çıkarsın sana versin. Ağaçları kurtlanmayacak. — Ya o namaz ve ibadet içinde olana ne diyeceğim? — O kırk yıl değil, kırk bin yıl daha ibadet etse cehenneme gidecek. Konuğu var diye iki salkım üzüm gönderdim, birisini sakladı. Tanrı'nın yanından ayrılan genç, deniz kıyısına geldiğinde "of" diye seslenince balık gelir. 'na Tanrı'nın dediğini söyler. Balık, başındaki inciyi çıkarınca baş ağrısı geçer. İnciyi de Karaoğlan'a verir. Teşekkür ederek sulara dalar gider. Bahçıvana gelerek, Tanrı'nın dediklerini anlatır. Söylenen yer kazılınca beş küp altın çıkar. Bahçıvan da bu hazineyi oğlana verir. Yoluna devam eden Karaoğlan ibadet eden adamın yanına varır. Ona: — Sen cehennemlikmişsin. Sana bir konuk gelmiş. Onun için Tanrı'nın gönderdiği bir salkım üzümü saklamışsın der ve oradan ayrılır. Az gitmiş, uz gitmiş, altı ay bir güz gitmiş. Ülkesine varınca Padişah'ın sarayının karşısına Padişahınkinden de gösterişli bir saray yaptırarak oturmaya başlar. Komşu saraydan gelen ışıklar Padişahın sarayını bile aydınlatıyormuş. Hükümdar merak eder, kim bu adam diye. Vezirini gönderir: — Öğren şu adamın kim olduğunu. Neyin nesi, kimin fesidir anlayalım. Saraya da davet et der. Vezir dayanır kapıya. Kapıyı beyaz, yakışıklı bir genç adam açar. Vezir oğlunu tanıyamaz. Tanıyamaz elbet. Giden oğlu karaydı. Bu ise ak. Nereden gelip nereye gittiğini ve kim olduğunu sorar. Genç adam, tüccar olduğunu, burayı sevdiğini, buraya yerleşmek amacını açıklar. O arada Hükümdar'ın davet buyruğuna da olumlu cevap verir. Hükümdar'a hayır denilmez ya. Vezir oradan ayrılarak saraya döner. Hükümdara duy­duklarını,gördüklerini anlatır. Hükümdar ailesi genç adamın geleceği günü dört gözle bekler olmuş. Amaçları belli ama daha gençle görüşmeden isteklerini açığa vurmak istememişler. Günlerden bir gün, genç adam Hükümdar'ın kapısında görünüverir. Çok güzel giyinmiş, çeşitli takılar takmış. Büyük bir varlıklı insan kılığıyla, görünümüyle... Yakışıklı, zengin ve genç bir adam. Bundan iyi damat mı olur? Hükümdar'ın saray adamları genci içeri almışlar. Konuk odasında Hükümdar tarafından karşılanır. Otururlar, konuşurlar, söyleşirler. O arada gencin bekâr olduğunu da öğrenirler. Ana ve kız da kafes arkasından gözlemişler izlemişler genci. Hükümdar'ın kızı: — Rengi ak olmasa, vezirin oğlu diyeceğim. Gözü kaşı, boyu posu ona çok benziyor. Duruşları davranışları bile der. Karaoğlan ile hükümdar'ın birbirlerini ziyaretleri sıklaşmış, dostlukları ilerlemiş. Günlerden bir gün Hükümdar der ki: — Bak oğul varlıklısın, sağlıklısın, yakışıklısın, ama bunları süsleyecek, sana söyleyecek, dünyanı cennet yapacak bir huriye gerek var. — Kısmet olursa bir gün bizim evi de bir kadın süsler Hükümdar'ım. Öylesi bir güzele rastlamış değilim. Vakti saati gelince o da olur. Bir süre söyleştikten sonra Karaoğlan saraydan ayrılır. Evine varır, kendi kendine gülmeye başlar. "Hey insanoğlu, rağbet güzel ile zengine sözünü boşuna söylememişler. Hükümdarlar ikisini birlikte istiyorlar, hem güzeli, hem de zengin olacak." diye içinden geçirir. Ailesinin eğilimini kavrayan kız sık sık bahçeye çıkıyor, oğlana uzaktan kur yapıyormuş. Başına güller takıyor, en alımlı giysileri ile oğlanın gönlüne girmeye çalışıyormuş. Oğlan oyunu daha fazla uzatmamak için Veziri ve karısını köşküne çağırtır. Onlara hükümdarın kızıyla evlenmek istediğini, geleneğe göre, kendisi adına kızı ailesinden istemelerini söyler. Bu yardımı karşılıksız bırakmayacağını da sözlerine ekler. Vezir ve karısı bu öneriyi seve seve kabullenirler. Artık kendi oğulları olmadığına göre kızın evlenmesinde bir sakınca görmezler. Hükümdarın kapısına dayanırlar. Biraz söyleştikten sonra geliş nedenini anlatırlar. Hükümdar'a vezir: — Allah'ın emri, peygamberin kavli ile kızınızı komşumuz adına istiyoruz. der. Hükümdar ve hanımı hemen kabul edince düğün dernek yapılır, evlenirler. Adam gerdek gecesinde karısı ile kendi arasına bir kılıç koyar. Eli eline, dili diline, teni tenine değmez günlerce. Kız bu duruma bir anlam veremez ama kimseye de söylemez. Aradan günler aylar geçer. Bir gün kız ailesini ziyarete gider. Anası sorar: — Nasılsın kızım? — İyiyim anne. Ama bir garip durum var. Ben buradan gittiğim gibiyim. Daha eti etime değmedi kocamın. Yatakta bir kılıç koyuyor aramıza, dokunamıyoruz birbirimize. Bilsen ana ne kötü oluyorum. Yanıbaşımda bir er yatıyor, güçlü, genç, yakışıklı ve ben onu doyasıya, kanasıya kucaklayamıyorum. Çılgına dönüyorum. — Bir sor kızım nedenini. Kadınlar daha ateşli olurlar işin zor. Kız annesinin ısrarı üzerine kocasına sorar: — Neden böyle yapıyorsun? — Babanın bir emaneti var bende. Onu almadı da ondan der Karaoğlan. Kız ikinci ziyaretinde anasına durumu anlatır. Hükümdar damadını saraya çağırır ve sorar: — Sende bir emanetim varmış. Nedir o? Kızımın yanına yaklaşmıyormuşsun. Mektubu çıkarıp Hükümdar’a verir. Hükümdar şaşırır: — Ama o karaydı, sen aksın! Nasıl olur bu inanamıyorum. Delikanlı başından geçenleri anlatır. Hükümdar inanmaz. O zaman delikanlı soyunur, kemerinin altında kalan kısmı gösterir. Orası kapkaraymış. Hükümdar o zaman inanır ama aklı da başından gider. Yerlere kapanır: — Tanrım beni bağışla. Ben hata ettim diye yalvarır. Hemen Veziri çağırttırarak olanları anlatır. Damadının oğulları olduğunu söyler. Vezir ve karısı ilk önce inanmazlar. Fakat nişanı görünce onlar da inanırlar. İki aile de mutlu olurlar. Kız ile oğlan da gerdeğe girerler. Hasretlerini giderirler. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine. Gökten üç elma düşmüş, biri anlatanın
Ne İdim Ne Oldum Ne Olacağım
Ege Bölgesi
Afyonkarahisar
Bir varmış, bir yokmuş... Zamanın birinde, bir padişah ile kızı yaşarmış. Her şeyi bol bol veren Allah, kıza da çaresiz bir hastalık vermiş. Kızın her tarafı yara imiş. Padişah, kızını göstermedik hekim, okutmadık hoca bırakmaz. Kendi ülkesindeki hekimler ve hocalar bir yana dünyadaki bütün hekimleri ve hocaları davet ederek, kızı­nın derdine bir çare arar. Fakat hiçbir hekim, hiçbir hoca bu derdin çaresini bulamaz. Üzüntüden kahrolan baba, kızının gözleri önünde eriyip gitmesine dayanamaz. Bir gün vezirlerini çağırarak emir verir: — Kızımı benim ulaşamayacağım bir dağın başına bırakın, bari gözüm görmesin. Vezirler kızı alarak bir dağ başına atarlar. Dağ başında tek başına kalan kız aç, susuz ve acılı günlerden sonra bir gün, sarı bir yılanın iki kaya arasından çıkan bir sudan içtiğini görür. Önce yılanın içtiği yerden içmek istemez; fakat susuzluktan çatlayan dudaklarının acısına dayanamaz. — Nasıl olsa öleceğim, ölürsem yılanın içtiği sudan içerek öleyim, diyerek oraya gider sudan içer. Biraz sonra vücudunda bir rahatlama, yaralarda tatlı tatlı kaşınma başlar. Gider o sudan tekrar içer, vücudunun her tarafına sürer. Uzatmayalım, o yılanı Allah göndermiş, o su da şifalıymış. Kız üç beş gün içinde tamamen iyileşir, eskisinden daha güzel bir kız olur. Tabi, bir dağ başında, nereden geldiğini bilmiyor. O dağ başında tek başına yaşarken, bir gün bir sığır çobanı kızı görür: — İn misin, cin misin, tek başına bu dağ başında ne işin var, diye sorar. Aylardan beri ilk defa bir insanla karşılaşan kız çok sevinir: — Ne inim ne cinim, senin gibi bir insanım, diye cevap verir. Çoban da kızın yanına varır. Baksa ki, dünya güzeli bir kız...Kız başlar başından geçenleri anlatmaya: — Ben falan ülkenin padişahının kızıyım. Vücudumu dermansız bir illet sardı. Padişah babam ülkenin bütün hekimlerini getirtti, fakat hiçbirisi derdimin dermanını bulamadı. Babam de beni çok severdi. "Gözden ırak olan gönülden de ırak olur", diyerek beni bu dağ başına attırdı. Ben bu dağ başında acılar içinde kıvranırken, bir sarı yılanın kayaların arasından çıkan sudan içtiğini gördüm. O sudan ben de içtim. O zaman bütün yaralarım iyi oldu. Gidecek bir yerim de yok. Çaresiz burada yaşıyorum. Kızın hikayesini duyan çoban çok üzülür, fakat güzelliğine vurulduğu kızın kimsesinin olmadığına da sevinir. Kızı alarak köyüne götürür. Allah'ın emri, peygamberin kavli üzerine nikah kıyar ve kızla evlenir. Padişah kızı da kaderine razı olur. Çobana iyi bakar. Dokuz ay sonra bir oğulları olunca kız kocasına şöyle der: — Müsaade edersen bu çocuğun adını ben koymak istiyorum. Çoban da: — Senin istediğin olsun. Yeter ki sen mutlu ol, diyerek karısını kırmaz. — Ne koyarsan koy, der. Kız, bu çocuğa "Ne İdim" adını verir. Bir zaman sonra ikinci çocukları olur, ona da "Ne Oldum" adını verir. Bir yıl sonra üçüncü çocukları dünyaya gelir ona da "Ne Olacağım" adını verir. Bunlar üç çocukla mutlu bir şekilde yaşayadursunlar biz gelelim padişaha. Kızını çok seven padişah, aradan yıllar geçmesine rağmen unutamaz, hasreti her gün biraz daha büyür. Sonunda dayanamayarak kızını bulmaya karar verir. Ölüsünü dirisini ne bulursa ondan geriye kalanı bulmaya; gözüyle görmeye, böylece kızının akıbetini öğrenmeye karar verir. Demir çarık, demir asa düşer yollara... Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş... Uçan kuştan, esen yelden, kurttan, kuştan haber sormuş... Demir çarık delininceye kadar gitmiş. Demir çarığın delindiği yerde bir köye rastlar ve o köye girer. Köylülere sorar. Köylüler de: — Bunu bilse bilse bizim çoban bilir, diyerek onu çağırırlar. Çünkü dağı taşı en çok gezen çobandır. Uzatmayalım, çoban padişahı evine misafir eder. Tabii ki babası kızını tanıyamaz. Kız da kendini bildirmez. Yemek yerken, kız oğullarına isimleri ile seslenince, padişah merak eder: — Ne İdim, Ne Oldum, Ne Olacağım, sonunda kıza sorar: — Kızım çocuklarına neden bu isimleri koydun? Bunların bir anlamı olması lâzım. O zaman kız, babasının yaptıklarından pişman olduğunu anlar ve başından geçenleri anlatır: — Ben bir padişah kızıydım. Önce dağa atıldım. Bir yılanın yol göstermesiyle derdimden kurtuldum ve bir çobanla evlendim. İşte sana "Ne İdim, Ne oldum". Yarın ne olacağımızı da Allah bilir. Bu yüzden üçüncü çocuğumun adını da "Ne Olacağım" koydum. Kızını dinlerken göz yaşlarına boğulan padişah kalkar kızını kucaklar, bağrına basar. Baba kız yeniden kavuşmanın mutluluğu ile sarmaş dolaş olurlar. Padişah kızını, damadını ve torunlarını alarak ülkesine döner. Onlar ermiş muradına...    
Yiğit Çoban
Ege Bölgesi
Afyonkarahisar
Bir varmış, bir yokmuş... Çok eski zamanlarda akıllı mı akıllı, bilgili mi bilgili bir çoban yaşarmış. Bilmediği anlamadığı iş yokmuş. Kurdun kuşun dilini bilirmiş. O kaval çalmaya başlayınca kurt, kuş dinlermiş. Koyunları ile dağ taş dolaşır, ağanın verdiği üç beş kuruşla geçinir gidermiş. Bir gün koyunları bir ağaç gölgesine yatırıp kendisi de başka bir ağaç gölgesinde kaval çalarken, biri ak biri kara iki güvercin oturduğu ağacın dalına konarak konuşmaya başlarlar: — Padişahın oğlu gerdeğe girdiği gece batıdan bir yılan gelip sokacak, doğudan bir ejderha gelip onu yiyecek. Kuzeyden bir kurt gelip parçalayacak, güneyden bir dev gelip ezecek. Haydi tez olup akşam olmadan saraya ulaşalım, şehzadeyi kurtarmaya çalışalım. Bu sırrı duyan, bir kimseye açarsa çatır çatır taş olur. Çoban bunları duyunca, kavalını da alarak durup dinlenmeden dağları tepeleri aşarak saraya varır. O gün de şehzadenin düğününün son günüymüş. Davullar dövülüyor, halaylar çekiliyormuş. Çoban bir kenara çekilip kaval çalmaya başlayınca, herkes susarak yanık kaval sesini dinlemeye başlar. Çok memnun olan padişah çobanı huzuruna çağırarak armağanlar verir. Şehzade gerdeğe girince, çoban da bahçede beklemeye başlar. Padişahın adamları çobanı oradan atınca, çoban hemen padişaha çıkıp: — Padişahım bu bahçede bekleyip, size hayırlı bir torun vermesi için Allah'a dua edeyim, diye yalvarır. Padişah izin verince tekrar bahçeye giderek beklemeye başlar. Gece yarısından sonra batıdan bir yılanın geldiğini görür. Kılıcını indirdiği gibi yılanın başını koparıp cebine koyar. Biraz sonra doğudan bir ejderhanın geldiğini görerek hemen üzerine saldırır. Kılıç darbeleri ile ejderhayı öldürerek kulağını kesip cebine koyar. Az sonra kurt gelir. Onu da öldürüp bir dişini cebine koyar. Sabaha karşı gelen devi de öldürüp gözlerini cebine koyar. Sabah olunca, güvercinler pencereye vurarak şehzadeyi uyarırlar. Gece gürültülerden rahatsız olan şehzade çobanı babasına şikâyet eder. Padişah, çobanı huzuruna çağırıp: — Şehzadeyi rahatsız ettiğin için seni aslanlarıma yem yapacağım, der. — Padişahım, madem ki, beni öldüreceksiniz. Müsaade ederseniz son arzum olarak kentin meydanında kaval çalıp bir türkü söyleyeyim, deyince padişah buna izin verir. Çoban yüksekçe bir yere çıkarak başından geçenleri anlatmaya başlar. Kuşların söylediklerini anlattıktan sonra cebinden delilleri çıkarıp ortaya atar. Bu ejderhanın kulağıdır, der demez dizlerine kadar taş kesilir. Bu yılanın kafası deyince, beline kadar; bu kurdun dişi, deyince göğsüne kadar, bu da devin dişleridir, deyince tamamen taş kesilir. Gerçeği öğrenen padişah yiğit çobanın taştan heykelini sarayın bahçesine diktirir. Bir yandan da çobanın durumuna çareler arıyormuş. Kurtarmak ister; olmaz, ezdirmek ister; olmaz. Çobanı bu hâlinden kurtaracak olana mükafatlar vaad eder. Bir çaresini bulamaz. Bir gün nereden geldiği bilinmeyen bir dilenci: — Ben bunun çaresini biliyorum, demez mi? Hemen dilenciyi padişahın huzuruna çıkarırlar. Dilenci başlar anlatmaya: — Dört boynuzlu bir koç bulup kanını bu taşa sürün. Taş şıpır şıpır erir. Çoban da kurtulur. Dört bir yana haberler salınır. Aranan koç bir çobanın sürüsünde bulunur. Koçu satın almak için teklif edilen paraları kabul etmeyen çoban bir şartla vereceğini söyler. — Nedir bu şartın? — Padişahımız büyük kızını bana verirse koçu size veririm. Yoksa yayladan aşağı indiremezsiniz. Durum padişaha iletilince padişah, oğlunu ölümden kurtaran yiğit delikanlının kurtulması için çobanın tekli­fini kabul eder. Koçu getirip keserler. Kanını taşa sürün­ce, taş şıpır şıpır erimeye başlar. Yiğit çoban kurtulur. Padişah onu üç tuğlu vezir yapar. Küçük kızını da ona vererek, kırk gün kırk gece düğün yapar. Ülkeyi birlikte dirlik düzenlik içinde idare ederler.  
Arslan Ali
Ege Bölgesi
Afyonkarahisar
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde... Akılsızların padişah olduğu devirlerde, zalim bir padişah yaşarmış. Bu padişah kendisinden başka hiç kimseyi yerine layık görmediğinden ülkesindeki tüm erkek çocukları tek tek öldürtüyormuş. Bu ülkenin ıssız bir bölgesinde "Koca Ana" derler, bir kadın yaşarmış. Daha yaşını bile doldurmamış oğlunu, padişahın adamlarından kurtarmak için götürüp ormanın kuytu bir yerine bırakır. — Tanrı'ya emanet ol, deyip evine döner. Akşam üzeri oradan geçmekte olan bir dişi arslan çocuğu bulup inine götürür. Kendi yavruları ile birlikte büyütür. Zaman su gibi akıp giderken, çocuk da arslan yavruları ile birlikte büyür. Ama alt tarafı arslan üstü tarafı insana benzeyen garip bir yaratık olur. Oğlan aklı erdikçe bir kendine bakar, bir diğer kardeşlerine bakar. Kendisinin onlardan ayrı olduğunu anlar. Bir fırsatını bulup kaçmayı düşünürken, anne arslan onu ormandaki arslanlar toplantısına götürür. Diğer arslanlar bu çocuğu görünce, garip garip bakarlar. Bu toplantıda yapılacak güreşlerde hepsini yenen ormanların kralı olacakmış. Oğlan bütün arslanları yenerek, gücünü ispatlar. Fakat onun krallığını diğer arslanlar kabul etmezler. Bunun üzerine oğlan başını alır gider. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş...Derelerden sel gibi, tepelerden yel gibi aşmış. Altı ay güz, altı ay yaz gitmiş... Gide gide yorulmuş. Bir su başı bulup oturur. Biraz su içip serinledikten sonra uykuya dalar. Oradan geçmekte olan bir köylü onu görünce korkar. Varıp padişaha haber verir. Padişahın adamları oğlanı uyatmadan zincire vururlar. Fakat oğlan uyanınca, zincirleri çatır çatır kırarak kaçar. Padişahın adamları kovalaya kovalaya yeniden yakalayarak kırk katlı zincirle bağlarlar. Kırk odalı sarayın bir odasına hapsederler. Halk da alay alay gelip onu seyredermiş. Bu arada annesi de gelip onu sarayda görünce anlının ortasındaki beninden kendi oğlu olduğunu anlar. İçinden: — Bu oğlan benim Ali'mden başkası olamaz, ama aslana benzemiş, diye içinden geçirir. Ona sarılmamak için kendini zor tutar: —  O benim oğlumdur. Onu ben ormana bıraktım, dese padişah onu öldürür. — Bakalım bu işin sonu nereye varacak, diye uzaktan uzağa olayları takip etmeye başlar. Oğlanın adı da Arslan Ali diye dilden dile dolaşır. Oğlan bir gece düşünde ihtiyar bir kadın görür. O kadın ona konuşmasını öğretir. Sabahleyin uyanınca hem kendisi konuşur hem de konuşulanları anlar. Dili çorap söküğü gibi çözülür, bülbül gibi şakımaya başlar. Padişahın kötülüklerini ve erkek çocukları öldürttüğünü öğrenen Arslan Ali kadınların yardımıyla zincirlerinden kurtulup saraydan kaçmayı başarır. Ormanlardaki hayvanlardan bir ordu kurarak saraya saldırır. Padişahın askerlerini ve adamlarını öldürtüp padişahı zindana attırır. Halk onu bu kahramanlığından dolayı padişah ilan eder. Padişah olunca verdiği ilk emir, erkek çocukların öldürülmesinin yasaklanması olur. Halk yeni padişahlarını kırk gün kırk gece eğlenerek kutlarlar. Padişah annesini de yanına alarak ülkeyi dirlik düzenlik içinde idare eder. Tüm halkı mutlu etmek için elinden gelen her şeyi yapar. Susuzlara su, ekmeksizlere ekmek yalın ayaklara çarık verir. Arslan Ali adı ve adaleti tüm dünyaya yayılır. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine... Gökten üç elma düştü. Kimin ne muradı varsa onun başına...  
İnsan Yiyen Kız
Ege Bölgesi
Afyonkarahisar
Bir varmış bir yokmuş... Çok eski zamanlarda bir karı koca ile üç tane oğul yaşarmış. Fakat bunlar ille de bir kız evladı isterlermiş: Dua ederlerken: — Allah'ım bize bir kız ver, diye dua ederlermiş. Yaptıkları dualar neticesinde bir de kızları dünyaya gelir. Hikmetinden sual olunmaz. Çok sevinirler, 'el bebek, gül bebek' bakar büyütürler. Bir gün baba ahıra girince atın bir bacağının olmadığını görür. Çok şaşırırlar. Ahır muntazam kapalı bir hayvanın girmesine imkan yok. Düşünürler, taşınırlar "Bunu kim yapmış olabilir", diye. Bir türlü bulamazlar. Ertesi gün bakarlar atın bir bacağı daha yok... Sonunda oğlanlar sıra ile ahırı beklemeye başlarlar. Önce büyük oğlan bekler. Gece yarısı olunca uykuya dalar. Sabah bakarlar ki, atın kuyruğu gitmiş. Ertesi gün ortanca oğlan bekler. Fakat O da uyur. Gelenin ne olduğunu öğrenemez. Üçüncü gün küçük oğlan iner ahıra. Gece yarısı uykusu iyice gelince, sırça parmağını keserek yarasına tuz basar. Acıdan uyuyamaz. Sabaha karşı ahırın kapısı açılınca uyuyormuş gibi yapar. Gelen içeri girince bakar ki, kız kardeşi. Gözlerine inanamaz. Kız atın kafasını yemeye başlar. Oğlan gizlice parmağının kanını kardeşinin koluna siler. Kız karnını doyurunca eve girer, hiç bir şey olmamış gibi yatar uyur. Sabah olunca annesi, babası ahıra koşarlar: — Ne oldu oğlum gördün mü, atı bu hâle getireni? — Gördüm, anne. — Kimmiş, yavrum, neymiş, çabuk söyle — Kız kardeşim! — Olmaz! Mümkün değil, benim güzel kızım böyle şeyler yapmaz. — İnanmazsanız koluna bakın. Parmağımın kanını koluna sürdüm. Kundağını açın bakın. Gider bakarlar ki, kız hâlâ uyuyor. Hemen kolunu açıp bakarlar. Kolunda kan izleri var. Oğlan:  — Ya o gider, ya ben giderim, der. Annesi: — Kızım giderse ben de giderim, der. Sonunda küçük oğlanla babası evden ayrılarak başka şehre giderler. Onun bunun işinde çalışıp geçimlerini sağlarlar. Biz gelelim kıza... Kız büyüdükçe evde konu komşuda canlı hayvan bırakmaz. Annesi ile kardeşleri korkudan kimseye bir şey diyemezler. Sonunda annesi ile kardeşlerini de yer. Evde sadece topal bir horoz kalmış. O da damdan dama atladığı için onu bir türlü yakalayamaz. Bir gün oğlanın aklına annesi ile kardeşleri düşer. Babasından izin alarak onları görmeye gider. Babası da tembih eder: — Aman oğlum dikkatli ol! — Peki babacığım. Oğlan yolda giderken, sakallı bir dervişe rastlar. Derviş abdestini alıp namazını kıldıktan sonra oğlana sorar: — Nereye gidiyorsun? Böyle böyle... Başından geçenleri anlatır. Derviş de üç tane zeytin çekirdeği vererek: — Başına bir hâl gelirse bu çekirdekleri yere at. Onlardan zeytin ağacı meydana gelir. Onlar seni tehlikelerden korur, der. Oğlan çekirdekleri cebine koyarak yoluna devam eder. İki dağ arası bir yere geldiğinde bir ses duyar ki, gürültüden dağ dağa kavuşacak. Etrafına bakınırken ayağına diken batmış bir arslanı görür. Yanına yaklaşsa yavruları var. "Ne yapayım", diye düşünürken uzaktan bir ok atar, arslanın ayağındaki dikeni düşürür. Ağrısı dinen arslan dile gelir: — Ey insanoğlu dile benden ne dilersen. — Ben senden ne dileyeyim? Canının sağlığını dilerim. — Sen bana iyilik yaptın. Ben de sana yapayım. şu tüylerimi al, başın sıkışırsa bunları yak. Biz anında emrine hazır oluruz. Oğlan tüyleri de alarak düşer yola. Dağlardan yel gibi ovalardan sel gibi geçerek köyüne varır. Bakar ki, köylerinde kimse kalmamış. Hemen evlerine gelir. Topal horoz önde kız arkada kovalaşıp duruyorlar. Kız kardeşini buyur eder, ikram izzet gösterir. Kardeşinin eline bir def vererek odadan ayrılır. Oğlan zıngır zıngır defi çalarken bir sıçan dile gelir: — Kardeşin dişini bilemeye gitti. Ben defi çalarken sen kaç git! Oğlan defi sıçana vererek evden uzaklaşır. Sıçan kuyruğu ile defi çalarken kız gelir. Sıçan, deliğine girer. Kız, oğlanın peşinden gider. İyice yaklaşınca oğlanın aklına dervişin verdiği zeytin çekirdekleri gelir. Birisini atar. Kocaman zeytin ağacı olur. Onun tepesine çıkar. Kız ne yaptı ise kardeşini ağaçtan indiremez. Ağacı kemirmeye başlar. Oğlan ikinci çekirdeği atar. O da kocaman bir ağaç olur, ona atlar. Kardeşi onu da kemirmeye başlayınca, üçüncüsünü atar. Onun tepesine çıkar. Kardeşi onu da kemirmeye başlayınca, kıza yalvarmaya başlar. — Senden kurtuluş yok, beni de yiyeceksin. Yalnız, müsaade et bir sigara içeyim. Aşağıya öyle ineyim, iki rekat namazımı kılayım. Ondan sonra, ne yaparsan yap. — Nasıl olsa elimden kurtulamaz, diye düşünen kız, kardeşine müsaade eder. Oğlan cebinden kibritle birlikte arslanın verdiği kılları da çıkarıp yakınca, bir anda arslan ve yavruları ortaya çıkıverir: — Emret! Yakalım, yıkalım. — Parçalayın şu cadıyı. Arslanlar kızı parça parça ederler. Oğlan da diğer insanlar da böyle bir beladan kurtulur. Bütün bu belalar bunların başına dua ederken: — Allah'ım bize hayırlısıyla, ömürlüsüyle bir kız ver, değil de bir kız ver dedikleri için gelmiş. Yemiş içmiş muradına ermiş...
Kıldan Kız
Karadeniz Bölgesi
Samsun
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde pireler berber iken eski hamam içinde, zamanın birinde yaşlı bir kadın yaşıyomuş. Bu kadının da bir gızı varmış ve beraber yaşıyalarmış. Gızın zayıf mı zayıf, cılız mı cılız bir gorüntüsü varımış. Erkeği olmayan ocakların hepsinde olduğu gibi bu gadın gızına hem ana hem de baba oluyomuş. Hane raisliğini sırtlayıp evin tüm işleriyle bu gadın ilgileniyomuş. Gızı çelimsiz, gara guru bir yapıda olduğu için onu tanıyan gomşu ve akrabaları ona "Gıldan Gız" diyomuşlar. Ana gız gendi başlarının çaresine bakarlar, gendi yağlarıyla gavruluyomuşlar. Bungların bir inekleri varmış. Geçimlerini sağlamada bu ineğin peg böyük bi yeri varımış. Bunu teg başına salıyomuşlar. İneg otlağa gider, yayılır, garnı doyunca evin yolunu tutuyomuş. Bu iş düzengli bir şekilde devam iderken bi gün ahşam vakti ineg eve gelmeyvermiş. Anayla gızı ne olduğunu çok merag itmişler. Anası Gıldan Gız'a: _ Yavrum inek gelmiyecek herhalde. Başına bir iş mi geldi acab? Hadi, şuna bag da gel hele, demiş. Ne yapsın anası? Gidecek gücü gendinde bulamadığından gızını gondermiş. Yohsa gozü alsaydı tek başına gonderir miydi gızını hiç? Gız anasının sözünü dingledikten sonra yola düşmüş. Evin etrafını, gidilebilecek her yeri aramış, fakat inegi bulamıyomuş. İnegi arıyorum dirkene gız farkında olmadan evden iyice uzahlaşmış. Yolu ormanlık bi alana çıkmış. İneğin bu ormanda olabileceği ahlına gelmiş. Orman da böyük mü böyük, gür mü gürmüş. Buraya dalıvermiş. Epeyceme ilerleyince içerde yolunu gaybetmiş, şaşırmış. Gız ansızın bir ayıyla garşılaşmış. Gozleri dehşetle açılmış. Korhmuş, tir tir titiremeye başlamış. Ayı, gızı gaptığı gibi ormanın derinliklerinde gaybolmuş. Gızın ise gözleri hayretten açılıvermiş, kocaman kocaman oluvermiş.  Bu arada gızının da geç galması üzerine anası akrabalarına gitmiş ve durumu anlatmış. Hep birlikte gıldan gızı aramaya çıhmışlar. Fagat bi türlü bulamuyomuşlar. Anası artık gızdan ümidini kesmiş. Aradan bi sene geçmiş. Gıldan Gız, bi gün gucağında bi çocukla anasının gapısına çıkagelmiş. Yanında da gocası olan ve gendisini ormanda gaçıran ayı varmış.  Çocuğun bi yanı babasına bengzediği için gıllıymış. Diğer yanı da anasına bengzediği için tüysüzümüş.  Gız akrabalarına, gocasına asla dokunmamalarını tembih etmiş. Akrabaları gafalarını sallamışlar. Bi gün enişteleri olan ayıyı da yanlarına alarak buğday yığını yığmaya gitmişler. Gız da hiç sesini çıkarmamış. Ayı buğday destelerini zevkle ve şevkle daşıyomuş. Gızın akrabaları en sonunda eniştelerine: _ Seng yığının üstüne çık da biz atalım. Sen de istif et, demişler. Saf ve masum ayı onların bu fikirlerinde bir art niyet goremediğinden gabul etmiş ve yığına çıkmış. Tam çalışma esnasında akrabalarından biri yığını alttan tutuşlamış. Ayı oradan kurtulamamış. Höpleye höpleye, bağıra çağıra, acı içinde kıvrana kıvrana yanmış. Akşam olunca eve dönmüşler. Gıldan Gız: _ Eniştengiz nerede? diye sormuş. Onlar da: _ Yakarak öldürdük. diye cevap vermişler. Gız da bu acıya dayanamamış ve başlamış iri iri, boncuk boncuk gözyaşı dökmeye. En songunda: _ Ayı ayı ayısı da Abdulla'mın babası, diye uzun uzun ağıt yakmış. Bu masal da burada bitmiş. 
Carcur ile Curcur
Marmara Bölgesi
Edirne
Bir varmış bir yokmuş. Evel zaman içinde kalbur zaman içinde.  Bi tane kendi halcezlernde insancıklar varmış. Adları Carcur, Curcur. Bi tane kızcazları varmış. Kız büyümüş etmiş, gitmiş. Kocaya gitmiş. Vermişler. Demişler biz bunu başka köye. Nabalım, ne edelim? Şunu, bunu almışlar, hazırlanmışlar her bi şeyler. Kızına hediye getircekler bilmem ne. Şimdi hadi demiş o zaman. Biz demişler, yemeklernide yapmışlar. O gün bi kuzu pişirmişler. Kızına da basmalar almışlar, şekerler almışlar. Bir sürü hediyeler getircekler kızına da. Adam demiş; — Adam demiş. Çok özledik kızımızı be demiş. Biz şimdi demiş gidelim O’ nu görelim, bi ziyaret edelim Carcur demiş. — Gidelim be Curcur demiş. Hadi kalk. Pişiriyiler, ediyiler. Kuzuyu da pişirmişler, kapamışlar. Kapak altına. Anahtarlarnı da koymuşlar taşın altına. Kızanlar da orda oynarmışlar bir sürü. — Biz bu kızanlara tembihleyelim demiş. Onlar gördüyse demiş anahtarı kapıyı açmasınlar, kuzuyu yemesinler. — Eeyy çocuklar. — Noldu be! — Biz gidiyiz bak kızımıza. Biz bi kuzuyu pişirdik, kapak altına kapadık, taşın altına da anahtarı koyduk. Sakın bizim eve girmeyin, kuzuyu da yemeyin. — Tamam demişler. Ondan sonra bakıyılar bunlar gitti kaybeldi. — Yörüyün yiyelim biz o eti. Taş altında anahtar kızan herifler. Bunlar kaybelir kaybelmez. Bunlar giriyi bi doyurmuşlar karınlarnı. Bırakmışlar siniyi, kemikleri orayı tamam. Kapamışlar koymuşlar taşın altına anahtarı. Bunlarda bi gidermişler. Eyvahh ekinler de büle rüzgar varmış. Ekinler de büle dalgalanırmış o yanı bu yanı. Ağaçlarında yaprakları büle yellenirmiş hepsiciği rüzgardan. — Evaa Carcur demiş. — Noldu be Curcur demiş. — Evaaa biz kızımıza gidiyiz diye demiş baksana bi kere ekinler de ne çok seviniyiler demiş. Bize selama duruyular demiş. Ne çok seviniyiler. Gelsene biz bu şekerleri onlara atalım. Ekinlere saçmışlar şekerleri. Acık daha gitmişler. — Evaa be Carcur. — Ne var be Curcur. Evaaaa ağaçlar bize baksana demiş bütün yapraklarnı sallıyı selama duruyu. Ne çok seviniyiler biz kızımıza gidiyiz diye. — Ee nabalım? — Gel bu basmaları demiş yırtalım onları da biz de sevindirelim onlara asalım onları. Biz kızımıza gidiyiz, seviniyiz. Gitmişler, asmışlar. Gitmişler, yapmışlar. Ne varsa ellerinde hediyeler hepsiciği dağalmış sağa sola. Kızlarna gitmişler. Gidiyiler, görüşüler kızlarınla. Ooo  çok güzel. — Evaa be kızım demiş. Biz demiş sana gelirke neler getiriyidik ama demiş hep hediyermizi, ekinler savruluyular demiş bi o yanı bi bu yanı bi o yanı bi bu yanı demiş bize selam alıyılar. Biz de şekerleri saçtık onlara. Daha da beriye geldik bütün ağaçlar selama duruyu demiş. Yapraklar bi sallanıyı demiş. Onlara da bağladık demiş kırmızı basmaları yırttık demiş her şeyleri onları da sevindirdik demiş. Biz sana geliyiz diye. — Eyvah be ana demiş naptınız üle siz demiş kızcağız. — Ee nabalım be kızım demiş biz de demiş sevindirdik onları demiş. Onlar bizi sevindirdi. Biz de onları sevindirdik demiş. Ondan sonra; — İyi be anne demiş kızan. Ne desin. Onları en güzel odaya bi yatırmışlar. Kız en çiyizli odasına yatırmış onları. — Aaa demiş be Carcur. — Noldu be Curcur demiş. Eva biz bu kızı evlendirdik, bi de gebeyse demiş. Kızanı da olcak demiş. Bize sülemiyu o demiş. O gebedir, gebedir. Gelsene de demiş biz Onun çeyizinden kızana hediyeler yapalım demiş. O gece hiç uyumamışlar. Kesmişler, biçmişler, kesmişler, biçmişler, kesmişler. Nerde ne varsa odayı halletmişler. Sabah olmuş kız gelmiş kapıya vurmuş. Tık tık tık tık. — Aa noldu demiş be kızına. — Hadi gelin demiş yemek yecez be anne demiş. Bak saat kaç oldu demiş. — Eyvah be kızım biz bu gece hiç uyumadık ki demiş. — Ee neden demiş be anne noldu demiş. — Eyvah be kzıım sen gene bize hiç bi şe sülemiyin demiş. Bereket biz babanla demiş senin beben olcak anladık demiş. Bizden saklıyısın ha demiş. Biz baksana neler kestik biçtik, kestik, biçtik hiç uyumadık. — Evee be anne demiş napmışınız. Yok be anne öle bi şe. Biliyiz, biliyiz sen bizden saklıyısın demiş utanıyın sülemiyin. Kız da bi utanmış kaynanalarından gitmiş kocasına demiş; — E be demiş annemle babam demiş napmışlar demiş. Benim çiyizler mi odayı kesmişler, biçmişler hiç uyumamışlar bu gece demiş. — Hiç ses etme demiş bu gece onları ortanca odaya yatır demiş. Daha az eşya olan yere demiş. Iyi oraya yatırmışlar. O gece de orda ne varsaydı onları da halletmişler. Minder, kaplama ne varsa onlarıda. Bu gece de hiç uyku yok. — Carcur demiş. — Ne var Curcur. — E be kızın mürüveti olcak, mevlidi olcak. Kaplamalar bilmem neler ne varlarsa onları da kesip biçmişler, bitirmişler ne varsaydı o odayı da. Geliyi kızı vuruyu kapıyı tak tak tak tak.Ondan sonra; — Hadiyin be anne. Yemek yeme saat kaç oldu. — Eva be kızım biz hiç uyumadık bu gece. — Ne yaptınız be anne neden uyumuyunuz siz. — Eva be kızım hiçte insan demez mi anasına babasına demiş. Bir sürü şeyler lazım olcak oraya kaplamadır bilmem ne düzenler hiçte sülemiyisin. İnsan, biz babanla demiş nasıl düşündük demiş bu gece yaptık olan işleri demiş. — E be anne yok öle bi şi siz nabıyınız dermiş kız.  Gidiyi gene kocasına sülüyü; — Ses etme ses etme demiş. Sen onları da bu gece kalkıyılar, ediyiler demiş. Çıplak odaya yatır demiş bu gece zarar yapmasınlar. Iyi yatırıyılar gene öbür odaya onları. Ondan sonra o gece de inanların kümesleri yakınmış, o odanın yanındaymış. Ördekler vak vak vak vak. Horozlar kukiri kukiri kukiri. Öbürleri gır gır bağrışımış. Hepsici bi şeyler. Ördedir, tavudur, pilicidir onları. — Ee be adam bu bizim kız da hiç akıl yok demiş Carcur demiş. — Ne var Curcur. — Kalksana demiş biz avlu önüne yakalım kazanı demiş. Isıtalım demiş bi kazan su demiş. Onları demiş bi kere biz haşlayalım da demiş. Bitler ölsün. — Tamam Carcur demiş. Kalkıyılar yakıyılar. Deste deste onları sokup çıkarmışlar dizmişler temiz. Sokup çıkarmışlar dizmişler temiz. Sokup çıkarmışlar sabah olmuş. Ne ses kalmış ne seda. Geliyi kız gene kapıya. — Eyva be kızım demiş. Siz hiç bi şeyden anlamıyınız. — Neden? — Yazık günah be kızım demiş. Bit içinde kalmış o sizin tavuklanız, ördekleniz demiş. Hiç hayvanlar bu gece durmadılar demiş. Cagur cugur, cagur cugur, cagur cugur demiş ama bak bi tane ses kaldı mı? — Neden demiş. — Aaa biz onları haşladık be kızım ne bit kaldı ne pire kaldı demiş. Bak demiş ama mışıl mışıl uyuyular demiş. Hiç ses seda kalmadı. Ay bir kız gidiyi orayı hepsi ölmüş. Kocasına demiş; — Gene bu gece napmışlar demiş. Bizim orda tavuk, ördek, piliç bi şi kalmamış. — Ne demiş kocası. Ne yapmışlar demiş. Sabah olmuş. — Biz demiş çok şeyttik, artıkınık gidelim demiş. O kuzu da noldu evde demiş. Carcur gidelim onu yiyelim. — Gidelim Curcur demiş. Yeter gördük kızımızı da O’ na da demiş ne yardımlar yaptık hepsini demiş. Yaptık işlermizi demiş, onları da yaptık demiş. Evi de hazırladık demiş. Tavukları da ilaçladık demiş. Kıza da çok faydamız oldu bizim hadi gidelim. Iyi ki geldik demiş. Kalkıyılar, gidiyiler eve. Eve de bi gitmişler. Ondan sonra bi geliyiler eve. Eyvah kemikler kalmış. — Eyvah demişler bak anahtar da kızanlar da, ne iyi çocuk bunlar demişler. Hiç eve de girmemişler, hiç anahtarı da ellememişler Carcur demiş. — Ellemezler be Curcur. Iyi olmuş demiş. Hadi biz yiyelim etimizi. Aman bi giriyiler içeri kemikler kalmış. — Carcur demiş. — Ne var Curcur. — Eee bunları demiş sinekler yemiş, kızancıklar yememişte bak sinekler yemiş. — Ee nabıcaz biz onları şimdi demiş. — Hadi biz demiş katran küpüne girelim de demiş. Sinekler bize koncak demiş. Bana bi geleni sen vurcam, bana geleni sen vurcan demiş. Anaam girmişler orayı da yapış yapış. O, O’ na vurumuş küt, O, O’na vurumuş küt, pat, off,offf offf. Kendi kendilerni düvmüşler. Masal da burda bitmiş.
Sıçan ile Kara Böcek
Marmara Bölgesi
Edirne
Eval zaman içinde, kalbur zaman içinde. Bir bok böceğe varmış, bir de sıçan varmış. Demişler artık sıçana: — Senin günün geldi, everelim seni. Ondan sona: — Tamam, demiş. — Yola çıkalım kim önümüze çıkarsa kısmetin onu alcaz sana. Çıkıyılar yola bi bok böceğe karşı geliyi. Ondan sonra sıçana demişler: — Büle, büle. — Tamam, demiş. O benim kısmetimmiş, demiş. Alıyılar bi düğün bi dömbelek yapıyılar. Bok böceğinlen evleniyi sıçan. Ondan sonra aylar geçiyı, yıllar geçiyı. Düğün varmış, şehir içinde. Sıçan diyı bok böceğine. Bok böceği diyi ki: — Ben bugün çamaşır yıkacam, diyi — Ay, yalnız yıkama, diyi. Çıkamazsın düşersin bi yere, ben evdeyken yıka, diyi. — Hayır, ben seni dinlemem, yıkacam, diyi. Sıçan gidiyi düğüne, düğün varmış. Büyük zenginin düğünü varmış. Kap yalamağa gidiyi sıçan. Ondan sonra sıçan kap yalamağa gidiyi, O da yükleniyi bakırları bok böceği suya gidiyi çamaşır yıkacak. Gidiyi her nese atlılar, eşekliler, atlılar, develiler geçermiş, düğüne gidermişler. Hep evel zamandan araba yoktu ki. Ondan sonra doldurmuş bakırları bok böceğe, yüklenmiş yerde de ıslakmış. Bir hayvan izine bi düşüyü bakırlarınla beraber çıkamıyı. Cabalıyı, cabalıyı çıkamıyı. Bu sefer başlıyı bağarma, başlıyı haykırma yani: — Atlılar, atlılar düğün evine giderseniz orda süleyin sıçan kardeş, bok böceğe suya düşmüş, altın parmaklı gelin suya düşmüş, diyesiniz diye ağlarmış. Gene bağırırmış gene: — Atlılar, atlılar süleyin altın parmaklı gelin, bok böceğe suya düşmüş diyesiniz, diye. Aah, sahanları yalarkene sıçan duyuyu. — Aaa, benim karıdır bu, diyi sıçan. Ordan hemen insanların düğününün arasından sıçan geliyi bi de çeşmenin yanlanda arıyı onu. Bi de baksa bi hayvan izine düşmüş, bu kadar bi böcek zaten. Düşmüş çıkamazmış. Ondan sonra: — Ben sana demedim mi, demiş. Gelme ben evdeken gel suya çamaşırını yap, lazım değil bana. — Ver elini çekeleş, dermiş sıçan bok böceğine. Ver elini çekeleç. — Ben sana küseleç. — Ver elini çekeleç. — Ben sana küseleç, (gelin naz yaparmış.) — Be, ver elini çekeleç. — Ben sana küseleç. — Ben de sana küseleç, diyi sıçan. Bi çiğniyi onu ordan masalda bitiyi.
Kuzucuklar
Marmara Bölgesi
Edirne
 Evvel zaman içinde kalbur zaman içinde. Bir koyuncuk varmış. Koyunun iki tane yavrusu varmış, kuzusu varmış. Büle her gün gidermiş onlara otlar otlar, gelirmiş eve; — Kuzucuklarım, kuzucuklarım. Ot yedim otladım, süt yedim sütlendim. Benim kuzularım diye severmiş onları. Ondan sonra her gün üle gidermiş. —  Kuzucuğum ot yedim otlandım, sütlendim. Sütleri emin, diye onlara sülermiş.  Bir kurt görüyü gözü kalıyi kuzularda. —  Ben size sorucam, diyi bakalım. Bir gün geliyi açamıyı kapıyı, iki gün geliyi kurt açamıyı kapıları, kuzuları yimeğe geliyi. Ondan sonra bir gün gözetiyi koyun gidiyi otlama. Bi de geliyi yani gidiyi otlama akşam oluyu geliyü. Bi de gelse, ah kapı açık. — Ben dedim ya bunlara açmayın, diye. Kırıyı kurt kapıyı giriyi içeri. Bi dalıyı kuzunun birinin yakalıyı. Birinin yakalayınca biri kaçıyı saklanıyı, saklanıyı, çıkmıyı meydana. Kurt bi tez yiyi, güzelcecik yiyi onu doyuruyu karnını. Ondan sonra alıp başını çıkıyı ötekini bulamıyu. Akşam oluyu annesi geliyi. — Kuzuklarım, ot yedim otladım, size süt getirdim. Ot yedim otlandım süt getirdim, size kuzucuklarım, diye üj defa bağırıyı. Ah bi de baksa kapı açık. Bi de giriyi içeri, kapıya yimiş kuzuyu kemikleri dayamış kapıya. Ondan sonra başlıyı ağlama. O ağlarkene öteki yetişiyi; — Anacığım, ben burdayım. Annecim ben burdayım. Ben burdayım, anneciğim, diye. Oturuyu koyun başlıyı ağlama; — Meleme koyunum gel geç kuzumdan      Ben nasıl ayrılayım körpe kuzumdan (Ezgiyle) (Gene üç defa.) — Meleme koyunum (kurt yemiş ya) gel geç kuzumdan      Ben nasıl ayrılayım körpe yavrumdan   —  Meleme koyunum, gel geç kuzumdan      Ben nasıl ayrılayım körpe yavrumdan Masal da bitiyi burda.
Şemadin Dede
Marmara Bölgesi
Edirne
 Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur zaman içinde. Bi insanlar varmış zenginmişler işte, hacılılığa niyetlenmişler karı koca. Tek bi kızları varmış. Ondan sonra kızları da; — Baba demiş siz hacılığa giderseniz demiş bana kırk tane kız toplayın demiş. Kırk birincisi de bu Fatme’ e demiş, komşu Fatme. O da delişmenmiş. Onlara dükkandan bir şey taşırmış, marketten işte nerdense o zaman. Bakkaldan bir şey getirirmiş Bunlar da yesin içsin diye, O sularnı getirirmiş, üle gezinti işlerne bakarmış.  Kırk haramilerde varmış. Kırk haramilerin gene en başı, hacılığa gidenlerin kızını istermiş. Arkadaşları da öbür kızları istermiş. Bu da dermiş; — Ben de dermiş Şemadin Baba’ ya. Şemadin Baba da o Kırk Haramilerin yemekçisiymiş,aşçısıymış, aşçıları. Bu da gidermiş gezermiş getirirmiş onları. Gidermiş O’ nun yanına. O da O’ nu beslermiş yemekler hazır oldu mu O da bulmuş yolunu gidip orda yermiş Şemadin Baba da doyururmuş karnını. Bi gün yemekler hazırlanmamış erken gelmiş Fatme. Muzipmiş kız da gel zaman yemiş içmiş mesela ne kadan olduysa. Sonra; — A be kız demiş. Geldin ama demiş bugün seni doyuramacam demiş. Du be sana demiş çıkayım yukardan da demiş yumurta alayım demiş. — İyi demiş, çık. Makara ile büle önceden makara varmış. Merdiven gibi yukarı çıkarmışlar üle. — Sen çevir bu makarayı demiş ben çıkayım demiş alayım yumurtaları demiş. Pişireyim de ye demiş. — Tamam demiş Fatme. Dalga geçiyi herifle. Çevirmiş, çevirmiş, çevirmiş adam almış yumurtaları incek aşa. Daha çok çevirimiş. — A be kız üle değil be Fatme dermiş. Büle yapsana da ineyim dermiş. O üle yapcana, büle daha çok öte çevirimiş. — A be Fatme büle çevir de ineyim dermiş. — A yapamıyım be Şemadin Babacım dermiş, yapamıyım. Nabayım ben yapamıyım. ( Büle daha çok büle büle, üle üle ) Ay kaldı yukarda adam dermiş, ay kaldı yukarda. — A be büle yap be kız. A a indirememiş. Basmış gitmiş ordan kaçmış. Bi geliyiler insanlar. Kırk Haramiler geziyi nerde nerde bi geliyiler eve. Bi bakıyılar yemekler yok. — Eyvah nerde bu Şemadin Baba, yok. Noldu buna yok. Ee yok demişler yabıcaz, yok bulamıyılar. —  Bari ne yicez demişler, yapçaz. Gidelim demişler alalım yumurta da pişirelim. Biri gidiyi makaraya bi bakmış yukarda Şemadin Baba duruyu. — A be Şemadin Baba ne arıyısın orda sen. Hani yemek yapmamışın? — Sorma be oğlum demiş. Ihtiyarlık değil mi demiş ayağım takıldı ona bindim demiş. Inemedim aşa demiş. Ee iyi demişler adamlar ne desin. Kırıyılar yumurtaları mımırtaları ne var, Allah ne verdiyse, pekmez çıkarıyılar, bişiler doyuruyular karınlarnı. Sonra bu gidiyi, ertesi gün gene geliyi. — Aaa e beni demiş bıraktın yukarı kaçtın. — Ayy ben bu gece hiç uyumadım demiş be Şemadin Babacım, nası kaldın üle iç anlamadım oncada uğraştım hiç bişi yapamadım hep aklım sen de durdu ben hiç uyumadım, geldim gene. — Aaaa be kız demiş ben sana diyim dinlemiyin beni. Yapamadım, yapamadım edemedim diyip düvünmüş. — Eyvah demiş, ben, seni demiş bugün de yetişmedi yemekler demiş. Ben napayım demiş. Dur acık demiş sana pekmez falan çıkarayım demiş. — Aa pekmez mi çıkarcan demiş. O da gitmiş arkasından. Adam tam iyilmiş küpe, pekmez alsın O’ na çıkarsın. Lup kakmış aşa Şemadin Baba’ yı. Haydi pekmezin içinde kalmış. — Eyvah nasıl düştün oraya be Şemadin Baba. Nası gene yaptın, nası ayan kaydı hiç anlamadık gene gittin. O bırakmış adamı gene gelmiş. Ondan sona bi geliyiler gene. — Aaaa noldu bu Şemadin Baba’ ya, yok.  Kırk haramiler aranırmış, taranırmış yok. — Noluyu bu adama büle be demişler, noldu büle.  Aaa demiş birisi, yumurta kırmışlar, bilmem ne aramışlar yok orda. Hadi demişler pekmez de alalım. Tası bi daldırıyı, Şemadin Baba’ nın kafaya trakkadan. Ondan sonra; — Durun be demiş. Bi kafam kaldı onu da kırdınız demiş adam da. — Yürüyün be Şemadin Baba burda. Çıkarıyılar O’ nu bi yıkıyılar mıkıyılar. Gene söylemezmiş Fatme’ yi. — Noldu büle sana be Şemadin Baba, noldu büle. Sen hiç büle yapmadın noldu. — İhtiyarlık be ayam kaydı hiç anlamadım. Sülemezmiş gene Fatme’ yi meydana. Üçüncü gün gene gidiyi Fatme, geliyi o sabaleyin. — Noldu büle be Şemadin Baba nası kaydı senin ayan, ben bu gece hiç uyumadım hep, ben seni düşündüm. Bi heyecan be bilmem ne! Kandırıyo ortalığı karıştırıyı. — Hadi be kız demiş. Sen beni kaktın, ay ben seni kakar mıyım? Senin ayan takıldı, çarptın, ettin, gittin. Kandırmış adamı. Ondan sonra üçüncü günde tuvalete mi ne gitmiş adam. Arkasından gene kakmış. Gene yok, geliyiler Şemadin Baba yok, geliyiler. Kırk Haramılerin başı da demiş; — Bu bize demiş sülemiyi ne yaptığını ama demiş var bunda bi iş noluyu bu Şemadin Baba’ ya. Orda Şemadin Baba yok burda gene yemekler yetişmemiş. Gene bişiler yapmışlar. Ay yemekleri yapmış o zaman. — Hadi demişler biz tuvalete gidip yatalım artık. Hepsi gitmiş işeme başlamış. — Durun be demiş. Beni demiş maf ettiniz ıslattınız. Buram da kaldıydı, şuram da kaldıydı adam başlamış yandırma. — Yürüyün be Şemadin Baba gene tuvalete düşmüş. Ondan sonra demişler; — Şemadin Baba demiş. Hiç saklama demiş sen de var bi iş demiş Kırk Haramilerin başı. — Yok be demiş nolcak ben de demiş ayam kaydı düştüm demiş. Gene sülemezmiş. — Ben demiş bugün bulcam buna noluyu diye. Sülemezmiş hiç. Ben buraya demiş saklanayım da demiş bakam buna görcem demiş. Saklanıyı, bi geliyi. — Ay be Şemadin Babacım hiç uyumadım, ay ben büle yaptım, şüle yaptım, büle yaptım, şüle yaptım. Kırk Haramilerin başı bi çıkıyı; — Sen mi hep yapıyın O’ na onları demiş. A bakalım şimdi nabıcan demiş. Bi gözüküyü O’ na. — Aaaa demiş ondan kolayı ne var. Bana bi şey dedin mi demiş ben de senin aranı bozarım demiş. Şimdi gidip sülerim demiş evde demiş istemez demiş. (O hacılan kızı baş kızı) İstemez seni. — Eee neden? — Ee sen bana fenalık yaparsan, ben de demiş bozarım aranızı istemem. — Ben sana hiç bişi yapmam ama demiş. Sen de bize bi yemek düzenlesene madem demiş görüşelim demiş.  — Ayarlarım ben işinizi demiş. — O zaman iyi demiş hadi ben bişi yapmıcam. Topla bi gece yemeğe toplaşalım demiş biz de hepimiz. Öbürleri hacılıkta ya hepsici analar babalar. — Tamam demiş. Gidiyi eve; — Kızlar demiş. Bak demiş büle büle söz verdim demiş. Elbiselerinize demiş ben birer sünger diktircez hepimize demiş. Onlar içki içicekler demiş. Biz gene demiş gösümüze dökçez, onlar içerke usulludan dökün içermiş gibi yapın, dökün onları demiş. Onları hepsini bayıltçaz demiş, ondan sonra biz onları becercez. Ben Şemadin Baba’ yı en önce halledirim demiş. (bakalım benimle baş mı etçek onlar, bak deli Fatme ama nabıyı) Ondan sonra gidiyiler yemeğe, kızlara bi gözükürmüş. — Öyle olmaz demiş hacının kızı ben gidemem, yapamam. — Gidemezsen demiş, gider alırsın yemeklerini banane ben bırakırım sizi. Bilmem ne! Kandırmış kızları. Tamam demişler kızanlar. Ondan sonra gençlik değil mi? Gitmişler. — Bi gece kim duycak bizi demiş. Hadiyin gidelim. Ondan sonra hepsi dökmüş etmiş. O da onları büle bi halletmiş. Şemadin Baba’ nın işi bitmiş cabucak. Kiminin bıyığını kesmişler, kiminin kaşını kesmişler, kiminin saçını kesmişler. Sabahleyin bakan ne oldu sana, ne oldu bana. Hepsini halletmişler. Onlar uyuya kalmış sızmışlar. Kızlar gidiyi evlerine. Sabahleyin bi kalkan, kalkana. Noldu bana dermiş, noldu bana. O nolmuş sana, o nolmuş bana. — Eyvah demiş kırk haramilerin başı. Bununla baş edilmez demiş Şemadin baba geri duralım. Çok fena demiş. Bıkmış adam. — Geri mi durcaz, geri mi durcaz demiş. Artık yetti bunun bize yaptıkları demiş. Ben de O’ na bi oyun yapayım bakayım demiş. — Yapamasın tanır O seni demişler. — Hiç tanımaz demiş. Ben olcam karı kılığında demiş. Bi de boçacı olcam demiş. Bakalım demiş ben de onlara demiş gideyim boça satma ben de O’ na bi oyun yapayım demiş. — Aaa demiş tanır. — Tanımaz. Gideyim mahalede boçacı geldi, boçacı. Daha karşıdan tanımış. — Aaa demiş sen bize gel boçalarnı satmaya demiş. Biz de kızlar dolu, kızlar alır senin boçanı demiş. (Ondan sonra) Kızlar, kızlar! Yürü koşun bakın demiş boçacı geliyi demiş. Her şey var bunda demiş, gelin alcaz size de bize de her şeyini demiş. Ben bunu bulunca buldum demiş bu benim anam yarısı tizecim demiş. Ben O’ nu nerde buldum, nerde buldum demiş yörüyün. Aaa anladığını anlamış adam.  — Aa demiş tamam demiş ben gidicem be kız demiş senin dediğin gibi. — Aaa demiş olmaz. Şimdi bizim hacılar gelcek temizlık yapçaz bulunca buldum. Anam yarısı tizecim ben seni bulunca buldum. Ondan sonra; — Bugün demiş suvalarımızı yapçaz demiş. Hacılar gelcek ya temizlik oluyu. Ikinci gün yapıyılar ama ölmüş, bayılmış adam suvalar olmuş. Ikinci gün eee şeyleri yapıyılar, çamaşırları yıkamış. Çamaşırları yıkatmış. Suvalar olmuş. Her işler bitmiş. — Ben gideyim be kız dermiş. — A hiç olur mu dermiş. O kadar sen bize yaptın işleri, bize hizmetlendin de demiş. Anam yarısı tizecimi demiş ben bi kere yıkamadan yollar mıyım?  Valla hiç olmaz dermiş. Kızlar ben O’ nu yıkamadan hiç yollar mıyım, aa olmaz dermiş. Adam anlamış yıkancak. — Ay olmaz ben kaçayım, gideyim. — Aa hiç olur mu be anam yarısı tizecim valla salmam kızlar ben görünce gördüm O’ nu. Adamı.. — Koyun kazan orayı, kaynadın suları ben yıkacam O’ nu. Sular olmuş ki her şey, vururmuş dizlerine bulunca buldum O’ nu ben. Leğene koymuş O’ nu. Soymuş O’ nu, yıkamış. — Eyvah kızlar dermiş gelin gelin bakın. Bi köpüklermiş adamın her yerini. Adam önünü arkasını tutarmış. — Dur dermiş her yerini yıkacam. Baksananız kızlar dermiş, benim anam yarısı tizeciğimin yaban yumurtacıkları da var dermiş. — Yapma be kız, yapma be kız. — Aaa valla var. Iki kere, üç kere bi sabunluyu O’ nu. Bi sabunlu fıydırıyı atıyı. Adamı çırılçıplak, eşyalar kalmış orda. Sokağa atıyı. Adam önü arkasını tutmuş. Adam bi kaçarmış ama kızanlar da bi taklaşmış arkasına yörüyün, yörüyün, Deli Fatme’ nin evinden dermişler, deli çıktı. Deli çıktı deli dermişler. —Susun bağarmayın ba dermiş, ben deli değilim be, bağırmayın be ben deli değilim be.  Oraya gitmiş. — Noldu demiş kırk haramilerin başı, gidiyi evine. Niçin gidiyin be Şemadin Baba O’ nunla baş olur mu demiş. Hepimizi yaptı etti de demiş seni tanımaz mı? — Tanıdı be karşıdan. Bana işleri yaptırdı demiş. En sonunda da köpekledi soka attı. Ben bunu elime geçireyim dermiş valla bunun pekmezini içicem, adam, artıkınık. Aa ondan sonra hacılar gelmiş, gel zaman git zaman, geçmiş zaman. Hacılar gelmiş Kırk Haramilerin başı da dünüre yollamış. Ee hacıların işi bitinceye kadar kızı istermiş O. Ondan sonra kırkına da öbür kızlar. — Siz dermiş kırkına da, ben de Şemadin Baba’ nınım. Siz hepiniz hepsine gitçeniz ben de Şemadin Baba’ nın O’ nu vermem kimseye. Aa Şemadin Baba; — Ben O’ nu istemem demiş haramilerin başına. Ben O’ nu almam demiş. Yemin ettim pekmezlerni iççem demiş. — Yapma demiş öle yapılır mı sen işi bozma mı çalışıyısın Şemadin Baba. Biz, yok bi şey artıkınık, olcak bitçek. Kandırıyılar adamı. Tamam hepsinin düğünleri olmuş. Bu da duymuş her yerde sülermiş adam; — Ben bu Fatme’ yi bulayım dermiş pekmezlerni iççem O’ nun dermiş. Üç yudum pekmezini içicem O’ nun dermiş. Ben O’ nu istemem dermiş. — Sakın üle bişi yapma dermiş Kırk Haramilerin başı. Neyse işte düğün olmuş bitmiş. Herkes gerdek odasına gircek. Bu önceden giriyi dolaba, gelinliği giydiriyi öle bi manken gibi, bi de testi koymuş başına orayı, geçirmiş. Önceden peçeli gelinliğin duva örtülü, güvey açacak ya gerdeğe giriyi, o da örtülüymüş. Herkes girmiş gerde, herifler de orda, mesela başları maşları, onlarda girmiş. O da dolabın arkasında gözetirmiş orda usullacık. — Sen bana dermiş ne oyunlar yaptın haaa! O da çekermiş ipi kafayı sallarmış. Yaptım dermiş. — Sen beni dermiş orda, şey de bıraktın ha dermiş yumurta alırke, makarayı sardın haa! Sardım dermiş hep kafayı sallarmış iple. Ipi çekermiş kafa sallanırmış. — Haydi beni oraya attın haa! Pekmeze kaktın beni sen haa! O sallarmış. — Ne zamansa üç yudum pekmezini içicem dermiş. Orda dolapta dinlermiş. Hı yaparmış iççen sen ha! Bu da, hiç dalga geçermiş onunla. — Bi de demiş tuvalete attın, bi de demiş yıkadın, işleri yaptırdın, yaptırdın demiş, bi de beni soka attın kızanlar arkamdan deli, deli diye bağardı demiş. Ben demiş yemin ettim demiş senin üç yudum pekmezini içmeden ben seni sağ mı bırakçam sandın, geldin. Bi vuruyu şeyi trak, pekmezi dökülüyü. Testiye, kafa ayrılıyı. Bi pekmez dökülüyü yere, pekmezi iççek ya hemen büle yapmış adam, üç yudum içmiş. — Eeh be demiş bu demiş pekmezi bu kadar tatlıymış da demiş, kendisi kim neymiş demiş. Ondan sonra bi duyuyu Kırk Haramilerin başı. Vurdu, kırdı diye. Bi geliyi Şemadin Baba’ ya; — Naptın be Şemadin Baba, noldu şimdi demiş karıştırdın işi nolcak şimdi, bizim işlermiz demiş. Başlamış bağarmaya, söylenmeye. — Nabayım be oğlum ben yemin ettim demiş dediğimi yerine getircem diye demiş. O da bi açıyı dolabı; — Bağarmayın demiş Şemadin Baba’ ya demiş. Ben demiş O yemin etti O’ nun yeminini yerine getirdim. O benim demiş. Gene O’nlar da birleşmişler. Masal da burda bitmiş. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.
TÜLÜ KIZ
Karadeniz Bölgesi
Kastamonu
TÜLÜ KIZ Bir varmış, bir yokmuş. Bi adam varımış. Çok zenginimiş. Bi gızı, bi kendüsü varımış. O adamın günün birinde garısı hastalanmış. Karısı hastalanıncak nettiyse, nereye eğittiyse* garısını iyilendürememiş. İyilendüremeyince barmağındaki yüzüğü vemiş. Barmağındaki yüzüğü verince: — Bak, demiş. Bu yüzük kime gelirse sakınan onunan evlen, demiş. Ben gayrı ölüyan, demiş. Ölmüş. Adam garısı öldükten sonra biraz zaman geçmiş. Yüzüğü cebine [koymuş], gayrı köy köy, kent kent dolaşmış. Yüzük hiç kimselere gelmemiş. Hiç kimselere gelmeyince adam gelmiş gara gara düşünmüş, düşünmüş. — Gızım ben bu yüzüğü kimsenin barmağına götüremedim, demiş. Şu yüzüğü de bi kere de sen barmağına dak, demiş. Gız barmağına dakıya. Kız barmağına dakınca yüzük iyi geliya. — Annemin yüzüğü, deya kız. Annemin yüzüğü deyincek kızın kalbi, gönlü sağ. — Tamam kızım, deya. Annen bana vasiyet etti. Vasiyeti yarıda kalmasın, deya. Ben seninen evlenmek isteyan, deya. (Tövbe esteğfurullah.) Öyle deyincek, kız: — Baba bana, deya, iğne batmaduk, makas kesmedük elbise alacan, deya. Gidiya iğne batmaduk, makas kesmedük elbise alıya. — Bana, deya, kırk bilesük etcen, deya. Kırk bilesük edeya. — Bana, deya, sen dutacan altun ayakkabı alacan, deya. Altun ayakkabu da alıya. Kız ne derse ediya gayrı. Neyse düğüne koyuluyola. Akşam oluya. Kız deya: — Nasıl edin, yarabbi beni kurtar, deya. Babam benim, deya. (Öyle deyince bu kız) ben, tuvalete gidecin, deya [babasına]. — Hadi git, deya. Emme kızın beline bi guşak bağlaya adam, kaçar diye. Hemen gız tuvalete gidiya. Guşağıynan gelinliyiynen. Orda belindeki guşağı çözüya, (tuvaletle eskiden ahşap binala,) direğe bağlaya, gız tuvaletün dölüğünden aşağ atlaya. Adam asılıya, asılıya daha tuvalette sanıya. Gız atlaya gidiya, kaçıya. Gide, gide, gide (aman Allah’ım). Az gidiya uz gidiya, dere depe düz gidiya. Sabaha garşu oluya, tutuya bir koyun sürüsüne rast geliye. Koyun sürüsüne rast gelincek çobana: — Heeey, deya. Çoban dayı, deya. Bana şurdan üç koyun ver, deya. —  Ben, deya [çoban], filan padişahın sürüsü, deya. Ben, deya, sürüyü eksik edemen, deya. — N’olursun, deya. Kurt yedi deyiverüsün, deya. Sen bana üç koyun ver, deya. Eti, deya, senin olsun, derisi benim olsun, deya. Öyle deyincek hemen çoban dutuya, üç koyun veeya, çabuk kesiveeya. Çobana bu bilesük veeya. Biraz bilesük verincek gayrı… Hemen gız çufalduz yapıya, goyunların tüylerinden eynine* bi elbise dikiya. Arayala bunu bulamayala. Vaaya vaaya bu kız bi köye vaaya. — Aman ağam, deya, paşam, deya. Siz bilüsünüz. Tavuğunuznan yem yerin, köpeğiniznen yal yerin, deya. Beni, deya, kapınıza çoban tutun, deya. Kızı dövüyala aman. — Git defol, deyala, Gız gidiya. Tekrar bi tene bi köye daha varıya. — Tavuğunuzunan yem yerin, köpeğinizinen yal yerin. Ah kadınım beni, deya, çoban tutun, deya. O kapıdan da govuyola. Bu gidiya bi padişahın gapısına vaaya. Gaz sürüsü, gayrı at sürüsü, goyun sürüsü… O padişah da elbise diktükleri koyunun sürüsünün sahibiymiş. Vaaya gapıya gayri. — Ah hanımım, bi tek* hanımım! Tavuğunuzunan yem yerin, köpeğinizinen yal yerin. Beni çoban tutun, deya. Oradan da govuyala. Gız gitmeya, ağlaya boyuna. — N’olusunuz beni çoban tutun, deya. Çıkıya ordan hemen hanımın birisi: — Aman, deya. Gazların, deya, çobanı yoğumuş, deya. Şu tülü gızı gazlara çoban tutuvaralım, deya. — Ben, deya, gazlarınan falan yatarın, deya. Amanısanız, deya. — Eh, deya. Gız gazların yanında yatıya. Her gün gazları güdüya, guyuya. Orda yatıya. Günün birinde bu hanımlar ekmek ediya. Padişahın hanımları: — Çabuk çabuk çabuk olalım. Falan yerde düğün va. Düğüne gidelim, deyala. Tülü Gız da: — Ah hanımım, bi tek hanımım, deya. Bi ekmek te ben edin, deya. Hemen öle diyesiya bunun gafaya oklacı indürüyala. İndürünce bu gız ağlaya. Gücüne gidiya. Gazları çıkartıya gidiya. Hanımla çabuk ekmeği ediyala. Hazırlanıyala, derleniyala, toplaniyala: — Arabayı çek, deyala. (O arabayı çekenlerin adını falan biliyodum. Seyis mi ne ise işte.) Arabaya bineyala, gidiyala düğüne. Hemen bu Tülü Gız onla gider gitmez gazları guyuya kümese. Arkalarından koşa koşa koşa soyunuya dökünüya, gidiya düğüne. Varıya. Çiftliğin o yanından gapıdan giriya. Onla da, oğlanları varımış bekâr, gız aramaya gidiyala padişahın hanımları. Bu gız hemen gapıdan giriya. Dosdoğru padişahın hanımlarının garşusuna oturuya. Şimdi hanumla: —  Şu gız şöyle, bu gız böyle, deyala. Şu kiminki, şu gız bek gözel, deyala. Şu gız bek gözel, diyesiye hemen oradan Tülü Gız hemen, onlara gözüktü ya, çıkıya hemen. Yarışa* yarışa geliye. Tülü elbiselerini giyiya. Gazları salıvaya. Gazları güdüya. Hemen onla da düğünden geliye. Gazlarınan beraber geliya gayri. — Ah hanımım, deya, düğününüz nasıldı? — Aman gız, Tülü Gız, iyiydi işte, deyala. — Gız buldunuz mu beki, deya. — Bi gız varıdı emme, deyala, ne yana gittüğünü bilemedük, deyala. Aradan bi iki üç hafta, bi iki üç ay geçiya. — Bu, deyala, oğlana biz bi gız daha bulmalı, deyala. O gızı kaybettük, deyala. Filan köyde düğün olacak, deyala. Oraya gidelim, deyala. Emme, deyala, ekmeğimizi edelim de gidelim, deyala. Yine ekmek ediyala. Ekmek ederken bu Tülü Gız yanlarına geliya. — Ah hanımım, bi tek hanımım, deya. Bi tek ekmek te ben edeyin, deya. Hemen bu kez de bişleci* vuruyala gafasına. Tülü Gız yine ağlayarak gazları çıkardıya. Gidiya, hemen onla gide gitmez. — Bu kez oğlanı da eledelim, deyala. Hiç olmazsa oğlan beğenirse aluruz, deyala. Oğlan da deya ki: —  O gızı kaybetmişsiniz, deya. Benim altın topumu da eğidin ben, deya. Gızın gucağına atarın, deya. — Eh, deyala. Hepisi gideyala düğüne. Oğlan varasıya evin üstüne çıkıya. Padişahın hanımları diziliya. Böyle hemen Tülü Gız gazları guyuya. Yine gidiya düğüne. Gapıdan içeri giriya emme gayri ne deyin sana? Padişahın hanımları: —  Buyurun buyurun, yanımıza oturun. Buyurun buyurun. Gıza gayrı lutuf ediyala. (Gafalarına, gözlerine vuruyalarıdı ya!) Şimdi gız böyle otureyken otureyken gucağına pıt deya bi şey. Hemen gız şöyle dutuya. Hanımla iki yanından bakmaya başlıyala. Usulca: —  Ben tuvalete gideyan, deya, dışarı gideyan, deya. Oradan gaçıya. Tekrar geri geliya. Tülü elbiselerini giyiya. Salıveriya gazları. Oğlan da gaybediyo gızı. Padişahın hanımları da gaybediya. Ne yana gittüğünü bilemeyola. Yine arabaynan geliyala. Tülü Gız da aşağıdan yukarı gazları evin altı yanına yukarı götürüya gayrı. — Ah hanımım, düğününüz nasıldı, deya? — Gız, Tülü Gız, git şudan, deyala. Gafamız bek bozuk, deyala. Geçen düğüne gelen gız yine geldiydi, deyala. Bu kez yine kaybettük, deyala. Git, söyleme bize, defol, deyala. Tülü Gız içinden gülüya. Gidiya gazları goyuya. Onların yanına yatıya. Ertesi gün oluya. Oğlan: — Bana çokça azık hazırlan, deya. Ben altın topumu aramaya gitcin, deya. Öyle deyince bunla gayrı hamur yoğuruyola. — Fıruna atalım, deyala. Oğlana azık koyuverelim, deyala. Hamur yoğuruyala, fıruna atacakla. Pözülemeye* başlayala. Tülü Gız yine gazları güdüya. — Ah hanımım, bi tek hanımım, bi tek şey de ben ediyin, deya. — Aman gız, Tülü Gız, gayri bize yettin sen, deyala. — Bunun tüyü falan çıka, somununu ayrı ediverelim. Bi tek şey bari, deyala. Padişahın hanımı: — Özeniya madem etsin şu gız, deya. Hemen Tülü Gız hamuru orda böle böle pözüleken altın topu içine koya ekmeğin. — Tülü Gız’ın somununu ayrı kon sakın, deyala. Oldu, deyala. Çöreği bişirüyola, çıkartıyola. Tülü Gız’ın somununu ayrı koyoz diye yanlış koyala. Tülü Gız’ın somunu oğlanın ağzına gideya. Ertesi gün oluya. Oğlan atını hazırlaya, heybelere dolduruya somunu. Köy köy altın top aramaya gidiya. Gayrı o köyden o köye, o köyden o köye, o köyden o köye… Gayrı bi tek somunu kalıya. — Şu köyü de dolaşın, deya. O köyü de dolaşıya. Yok. — Şu somunu, deya, şu pınarın başında yiyin, deya. Oodan köyümeden gidin, deya. Galan orda azığını usulca açıya, bıçağı şöyle bi çalıya, içinden altın top çıkıya. Orda galan ekmek yer mi oğlan gayri? Gövencinden* dağıdıya potçayı* motçayı, hoplaya zıplaya. Atına biniya hemen geliya. Geleyken: — Bizim evde yabancı kim va? deya. Bu, deya, ekmeği, deya, annem, yengem, ablam, gardaşım neyse onlar yaptı, deya. Burada, deya, yabancı kim va? deya. Yabancı, deya, bi Tülü Gız va. Başka kimse yok, deya. Oğlan gafaya goya, şakır şakır şakır atınan geliya. Akşam oluya. Gayri akşam da Tülü Gız evin altı yanına doğru gazları götüyomuş. — Anne buldum, anne buldum. Oğlan bağırıya. —  Ne buldun oğlum? — Altın top buldum, altın top buldum. Herkes iniya, böle evin önünde oğlana gavuşuyola. Oğlan geldi gayrı. Hemen gılıcını çekiya. Tülü Gız da böle dikiliya. Tülü Gız’ın ayağının ucundan dakınca böyle boydan boya hırttan yırtıya. Bi açıya, içinde bi de ne görsün? Dünyalar güzeli gız. Bilesük kolunda, altın ayakkabı ayağında, iğne batmayan, makas kesmeyen elbise eyninde. Hemen açıya. — İşte, deya, istedüğümü buldum, araduğumu buldum. Ah anam, padişahın hanımları falan hayret ediya. — Gız, Tülü Gız sen miydin o? deya. Ondan sonra kırk gün kırk gece düğün ediyala. Onlar ermiş muradına siz çıkın tahtına.   * egitmek: Götürmek. * eyin-eğin: Üst-baş. * bi tek: Çok kıymetli anlamında. * yarışmak: Koşmak. yarışa yarışa: Koşa koşa. * bişlec: Saçta yufka ekmeği çevirmeye yarayan tahta aygıt. * pözü: Hamur topağı, beze. pözüleme: Hamuru beze haline getirme. * gövenc: Sevinmek. * potça: Bohça.
Yağ Tuluğu
İç Anadolu Bölgesi
Ankara
Bir varmış, bir yokmuş. Bir köy varmış. Bu köyde yaşlı bir kadın yaşarmış. Yaşlı kadının birçok malı melalı varmış. Yaşlı kadın bu malların etinden, sütünden yararlanarak geçimini sağlarmış. Sütle pendir, yağ, yoğurt yaparmış. Yaptığı yağları da yağ tuluğuna basarmış. Bigün gene yağı yağ tuluğuna basmış, evinin yazlığına asmış.  Yaşlı kadının evinin önünden geçen canavar, kopek, ayı ve tilki yazlıkta asılı duran yağ tuluğunu gormüşler. Gece herkes uyhudayken bu yağ tuluğunu çalmaya karar vermişler. Hava kararınca kimse görmeden yaşlı kadının yazlığına çıkıp yağ tuluğunu aşırmışlar. Canavar, kopek, ayı ve tilki yağ tuluğunda basılı olan yağı sabah yemek için sözleşmişler. Yatıp uyumuşlar. Sabah ola, hayrola. Sabah olmuş, yaşlı kadın uyanmış. Görseki yağ tuluğu yerinde yok. Ağlamış, sızlamış, feryat figan etmiş. Ama giden gitmiş. Canavar, kopek, ayı ve tilki yağ tuluğundaki yağı yemek için uyanmışlar. Birde ne gorsünler.Yağ tuluğu boşalmış, içindeki yağ bitmiş. Canavar demiş: -Ben yemedim. Kopek demiş: -Ben yemedim. Ayı demiş: -Ben uyhudaydım, ben yemedim. Tilki demiş: -Bende yemedim. Düşünmüşler, taşınmışlar yağın nereye gittiğini bi türlü bulamamışlar. Tilkinin ahlına bi fikir gelmiş demiş ki: -Şu karşıdaki tepeyi gordünüz mü? Gelin oraya varalım. Güneş doğunca yatalım. Yağ kimden aharsa suçlu odur.  Tepeye çıkmışlar. Güneş doğunca hepsi uzunca yatmışlar, uyumuşlar. Tilki, onlar uyhudayken uyanmış. Baksa görse ki yağ altına ılgıt ılgıt ahmaya başlamış. Altından ahan bu yağı canavarın, kopeğin, ayının altına sürmüş. Sona geri yatmış, uyumuş. Canavar, kopek, ayı, tilki uyanmış. Tilki hariç hepsinin altına yağ ahmış. Tilki: -Bunu bana nasıl yaparsınız? Benden gizli nasıl yağı yersiniz?  diye ağlayıp sızlanmaya başlamış. Burada da gostermiş gene kurnazlığını.  
Dilruba ile Yusuf
İç Anadolu Bölgesi
Kırşehir
DİLRUBA İLE YUSUF Bir varmış bir yohmuş. Evel zaman içinde, galbur saman içinde, deve tellal iken, pire berber iken, ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, dedem düştü beşikten, ebem düştü eşikten, anam gaptı maşayı, babam gaptı köşeyi, dolandılar dört bir köşeyi. Zamanın birinde, bir padişah varımış. Şehirlerden de İstanbul şehriymiş. Bu padişahın hiç çocuğu olmazımış. Padişah çok üzülürmüş, tebdil gezermiş.* Tebdil gezerken bir dervişe rast gelmiş. Demiş ki: — Padişahım, neden böyle üzgünsün? Padişah, — Sen benim padişah olduğumu nerden biliyosun, demiş. — Eh, kulunuza malum oldu, demiş. — Öyleyse benim derdimi de bil, demiş. — Senin derdini bilmez olur muyum? Senin çocuğun yoh. Allah-ı Teâla sana bi çocuh verecek amma bir şartla, gızın olursa, bugünden yarına yiyecek ekmeği olmayan bi fakirin oğluna vericen. Oğlun olursa, bugünden yarına yiyecek ekmeği olmayan bi fakirin gızını alıcan, demiş. — Pekâlâ, demiş. Gel zaman git zaman, padişahın gızı dünyaya gelmiş. Padişah, verdiği sözü unutmuş. Prenses büyümüş hanım olmuş, deliganlı gız olmuş. Padişahın rüyasına derviş gelmiş: — Ey padişah, padişah! Sen işlerini de verdiğin söz gibi yapıyosan, hiç yapma daha iyi, demiş. Padişah hemen uyanmış: — Hanım, hanım, dimiş, gah! Böyle böyle, gızını giydir, guşat. Ben onu seyahate gönderecem. — Aman bey itme! Sultanım yalınız gidemez bir yere, bir yer görmedi, demiş. — Yoh, olmaz, demiş. Hanımına da olanları söylememiş. Hemen adamlarını İstanbul’un dört bi tarafına göndermiş. Adamlar, gapısına keçe dutmuş, keçeden başga bi şeyi olmayan gadının gapısını çalmışlar. — Nene, nene, demişler. Biz acız, bize verecek yiyecek bi şeyin var mı? — Yavrum, dimiş, benim torunum oğlah güder, guzu güder. Bize bi azzıh* getirir, o azzığnan yirik. Alla’amıza şükrederik. Bugünden yarına heç bi şeyimiz olmaz, demiş. Öyle diyincek: — Sana bi misafir getirsek kabul eder misin, demişler. — Neden etmeyim, Tanrı misafirinin başımın üstünde yeri var, buyrun, demiş. Bunlar: — Bi gaç yere daha sorak da, günah bizden gitsin diye ordan gidiyolar. Bi ev demiş altı aylık yiyeceğim var, bi ev üç günlük, bi ev beş günlük. Neyse onlar da: — Haaa, en fakiri bu demişler. Getirmişler prensesi, gapının önüne goymuşlar. Prensese de babası bir post vermiş, bir de mühür başlı yüzzüğünden* vermiş: — Gızım, başın dara girdiği zaman bunlan gel, beni bul, demiş. — Peki baba, demiş gız. Prenses gapıyı çalmış, içeriye girmiş: — Nenarı*, nenarı beni misafir alın mı, demiş. — Ooo, buyur gızım, başımın üstünde yerin var. Sen bizim hanemizi hoş gördükten sonra, demiş. Gız hemen bahıyo ki evde heç bi şey yoh. Bi guru* yer. Ocahta da tezzek* yanarmış. Postunu çıharmış, ocağın bi kenarına oturmuş. İçine sinmemiş, hemen bi altın çıharmış cebinden. Ordaki gelen adamlarından birine demiş ki: — Git, yatah, yorgan, minder, yastıh [artıh her neyse] bunlardan birer tane al gel, demiş. Onları getirmişler. Sonra para vermiş: — Gah nenarı, sen de git de, yiyecek bir şeyler getir, demiş. Para vermiş. Gitmiş, yiyecekleri alıp gelmiş. Amma parayı da yanlış, nohsan* vermişler. Gız demiş ki: — Sen şu yüzzüğü götür. Bunun sahibi gönderdi beni de. Eğer ki parayı tamam vermezseniz yüzzüğün sahibi gazaba gelir de, demiş. — Peki, yavrum, demiş. O yüzzüğü almış, götürmüş: — Şu yüzzüğün sahibi gönderdiydi o parayı. Parayı nohsan vermişsiniz. Sizden hesap soracağmış, demiş. — Aman nenarı, demişler. Sen hiç merak etme, diye fazlasıyla vermişler parayı. Parayı almış eve gelmiş. Gız, demiş ki: — Nenarı nenarı, oğluna söyle, oğlah guzu gütmeynen adam madam olunmaz. — Peki yavrum, ne yapsın demiş. — Ne yapacah, eline bi ip alsın, çıhsın sokaklarda bağarsın. Ben hambalım, ben hambalım diye, demiş. Öyle deyincek damın başına çıhmış. Oğlu bunu görmüş, yanına gelmiş: — O ne ana, ne oldu, demiş. — Böyle böyle Yusuf’um. Bize bi misafir geldi. Oğluna söyle, oğlah guzu gütmesin dedi, demiş. — Peki, ana nolcah, yaparım, demiş. Hemen çıhmış damın başına: — Heeey, gonu gomşu, köylü, duyun, demiş. Oğlağınızı, guzunuzu ben gütmüyom, yarın ne yaparsanız yapın, demiş. — Aman Yusuf, etme guzum, yapma yavrum, demişler. Gız ordan: — Pekâlâ, yarın da gitsin de birgüne* gitmesin. Herkes de yarın adamını bulsun, demiş. Ertesi gün olmuş, Yusuf sultanın verdiği parayla bi ip almış, dolaşmaya başlamış: — Ben hambalım*, ben hambalım, ben hambalım diye üç guruş, neyse beş guruş gazanıp eve getirmiş. Nene, misafirimize ver bunu, demiş. — Peki yavrum demiş. Al bunu, oğlum Yusuf getirdi, demiş kadın. — Peki, demiş gız. Oğlan bi hafta hamballıh etmiş. Bi hafta soona gız, zabahleyin* kalkmış: — Nenarı, nenarı oğluna söyle, oğlah guzu gütmeynen, hamballıh etmeynen, adam madam olmaz. Şu parayı alsın, gitsin, cıncıh boncuh* alsın, onu satsın. El, beşe veriyosa bu, üçe versin, demiş. — Peki, demiş. Oğlan gitmiş, bi hafta da cıncıh boncuh satmış. Bi hafta soona: — Nenarı, nenarı, oğluna söyle, oğlah guzu gütmeynen, hamballıh etmeynen, cıncıh boncuh satmaynan, adam madam olmaz. Filan çayıra bezirgâncı gelir, oraya gitsin, eline bi güğümle* bi tas*alsın, su satsın, demiş. Yusuf da pek yakışıklı pek akıllı bi çocuhmuş. Gitmiş, bi hafta bezirgânlara su satmış. Suyu satınca, bezirgânların çoh zengin bi beyi varımış. Onun da bi kızı varımış: — İlle*, ben seni Hindistan’a götürüyüm, orda seni ohuduyum, adam idiyim, demiş. — Ben misafirimize bi danışıyım, soona size söylerim, demiş. — Oolum misafir ne garışır? — Yoh, ben misafirimize sormayınca bi şey diyemem, demiş. Eve gelmiş: — Ana, Hint bezirgân beyi, bana seni Hint’e götürüyüm, orda ohuduyum, orda adam idiyim dedi. Bi misafirimize sor bahıyım, gidiyim mi, demiş. O zamana gadar gız: — Nene, duydum. Gitsin amma senesi doldu muydu geri dönsün, gelsin. Sakın orda galmasın. Oğlah guzu gütmeynen, hamballıh etmeynen, cıncıh boncuh satmaynan, su satmaynan, adam madam olmaz. Gitsin, bi de Hindistan’ı gezsin görsün. Kimseye saygısızlık etmesin öğrenebildiği gadar öğrensin. Mutlaka geri gelsin, demiş. Oğlan: — Peki, demiş, gitmiş. Yolda gurah bi çöl varımış. Orda da bi tek guyu varmış. Guyuya inen çıhmazımış. Bezirgânlar: — Ne yapalım, kimi indirelim, demişler. Kimse çıhmıyo, — Dur, şu Yusuf garip, kimsesi yoh, şunu indirelim, demişler. Hemen Yusuf’un beline ipi bağlayıp indirmişler guyuya. Onlar da bi taraftan şahır şahır su çekmişler. Yusuf guyuya inincek* bi kapı açılmış guyuda. Orda yiğit, dev gibi bi adam çıkmış: — Gel oğlum buraya, demiş Yusuf’a. Bunu bi odaya götürmüş. Odanın dört köşesinin bir tarafına Gürcü güzeli oturtrmuş, bir tarafına Arap güzeli. Bir köşesine keklik goymuş, bir köşesine şahin goymuş: — Oğlum, bunun hangisi güzel, demiş. — Göğnüyün sevdiği güzel emmi, ben ne bilirim? Ben Gürcü güzel desem, sen Arap’ı seviyosan yalan söylemiş olurum. Sen Arap’ı değil de Gürcü güzelini seviyosan, Arap güzel desem, gene yalan söylemiş olurum. Göğnüyün sevdiği güzel, demiş. — Peki, keklik mi güzel şahin mi, demiş. — Sen hangisini seviyosan o güzel, demiş gene. — Allah Allah, demiş adam buna. Hadi deliganlı, sen gazandın. Gel, bah bahçeye. Ben dohsan dohuz kelle kestim. Yüz kelle kesip tövbe edecektim. Şimdiden soona tövbeler tövbesi olsun. Yalınız, sana beş tane nar veriyom. Sakın bunu evine varmayınca kesme demiş: — Pekâlâ, demiş oğlan. Bi de, ipi atın, guyudan çekin deyince, herkes şaşırmış. Bunu çıharmışlar guyudan: — Ben, bu narları misafirimize vermeden gitmem, demiş. — Oğlum, yavrum, etme, gitme! Yoooh, misafirimize vermeden gitmem! — Pekâlâ demiş, bezirgân beyi. Ordan bi deliganlı bulmuş: — Al bunu, Yusuf’un misafirine götür. Ordan da bi imzalı kağat al, getir buna. Bize yetiş yolda. Söz, seni geri gönderirim, demiş. Oğlan da narı almış, eve getirmiş. Gız, — Narın bi tanesini keselim de yiyelim nenarı, demiş. Gadın narın ne olduğunu bilmiyo. Kesse, bahsa ki içinden bütün elmas, mercan dökülüyo. Dökülünce hemen toplamış: — Bunu soona yiyelim nene, demiş, alıp rafa goymuş. Eline bi altın tabak almış, içine bir pıçah, bir de öbür narı goymuş, demiş ki: — Nene nene, padişah hastaymış, git onu bi ziyaret et gel. Beni misafirimiz yolladı dersen seni saraydan içeri sohallar. Şu yüzzüğü de al eline, demiş. Yüzzüğü da barmağana dahmış, varmış: — Padişah efendi hastaymış da, ben onu yohlamaya* geldim, demiş. — Git nene işine, demişler. — Beni şu yüzzüğün sahibi gönderdi, misafirimiz gönderdi demiş. — Buyur buyur, demişler. Çıhıyo padişahın huzuruna, bi tek narla. Padişah narı görünce, — Allah Allaa! Bi tek nar için mi gelmiş? Benim gızım deli mi de bunu salmış, demiş. Neyse, nene çıhıp eve gelmiş. Gelincek, gız nardan çıhan elmaslarlan, mercanlarlan padişahın sarayından güzel bir saray yaptırmış. Bu arada, adam orda Yusuf’u okutmuş, efendi itmiş, bütün incelikleri, efendilikleri öğretmiş. Amacı Yusuf’u gızına almakmış: — Yoooh, misafirimin rızası olmadıhtan soona, töbe ben evlenmem, burda da galmam, demiş Yusuf. — Pekâlâ, demişler. Senesi dolunca bezirgânlar Yusuf’u geri getirmiş. Yusuf, eve Yusuf Bey olarak dönmüş. Eve gelmiş, gulübeye bahsa ki kimse yoh. O zamanaça* gız: — Nenarı, nenarı, bugünlerde oğlun gelir. Sen git de, o eski evin avlusunda otur. Oğlun gelincek buraya getir, olur mu, demiş. — Olur yavrum, demiş, gitmiş. Evin bahçesinde, oğlan atının geminden* dutmuş ağlarmış: — Demek ki nenem öldü, misafirimiz gitti, ben şimdi yalınız galdım, demiş. — Aman Yusuf’um, sen niye ağlıyon? — Aman anam, sen öldün diye ağlıyodum, demiş. — Yoh ölmedim. Pek iyiyim, pek ıraatım, demiş. — Misafirimiz gitti mi? — Yooh, gitmedi. — İyi misin, rahat mısın? — Pek rahatım, pek iyiyim Yusuf’um ya, bi tek zorluğum var, demiş. — Neymiş o zorluğun? — Her gün halayıhlar* beni gırh basamah merdivenden çıharıyollar, gırh basamah merdivenden geri indiriyollar. Oğlan incelikleri, medeniyeti öğrenmiş ya, hoşuna gitmiş: — Peki ana, demiş. Oğlan varmış eve. Eve gelincik gırh halayıh, — Bey geldi, bey geldi, diye dizilmişler. Bey içeri girmiş. Sabahleyin gahmış gız, hemen banyolar hazırlanmış, çeşit çeşit elbiseler hazırlanmış: — Nenarı, nenarı, gah oğlunu uyandır. Oğlah guzu gütmeynen, hamballıh etmeynen, cıncıh boncuh satmaynan, su satmaynan, Hint’e gidip gelmeynen, adam madam olmaz. Oğlun azcıh* adamlık öğrensin, demiş. — Ne yapsın yavrum, demiş. — Bugün gitsin, filan lohantayı dutsun. Millete bütün bedava yemek yedirsin. Adın ne, diyen de oldu muydu, Yusuf Bey desin. Hintliyim, Hint’den geldim desin. — Peki, demiş. Oğlan gahmış, yanında yaverleriyle gitmiş, lohantaları dutmuş. Soran oldu muydu da, — Bugün Yusuf Bey Hint’ten gelmiş, bugün bedava yemek dağıtıyo halka, demişler. Ertesi gün olmuş, bu sefer de gız, — Bugün gitsin, filan gıraathaneleri dutsun. Bedava bi şeyler ısmarlasın. Ertesi gün hamamları dutsun, gene bedava olsun, demiş. Padişah gazaba gelmiş: — Nasıl olur, nasıl olur? Ben padişahken bi Hintli Yusuf gelip de halka benim yerime bedava nasıl iş yapar. Bunu bi sınayım da onda soona kellesini vurdururum, demiş. Yusuf’a haber göndermiş: — Beraber ava gidelim, demiş. Yusuf eve varmış: — Ana, padişah haber göndermiş, beraber ava gidelim, demiş. Ne idiyim, nasıl idiyim? Anası geliyo misafire: — Padişah ava gidelim, demiş. — Gitsin, amma ne önde gitsin, ne arhada gitsin. Vezirinen padişahın arhasında gitsin. Padişah önde gider, vezir hemen onun arhasında gider. Bu da onun arhasında gitsin, başgalarının arhasında gitmesin. Dönüşte de, padişahım buyrun, bi fugara gahvesi için desin, demiş. — Peki, demiş. Gidip oğluna söylemiş. Oğlan ava gitmiş, bi de orda avlanırken bi tazı, davşanı yahalayacakmış: — Ay ay, demiş. — Ne oldu Yusuf Bey, demişler. — Üzüldüm de, demiş. — İyi bunda ziyan yoh, deyip gitmişler. Dönüşte: — Aman padişahım, buyrun bi fugara gahvesi için, demiş. Padişah gabul etmiş, eve gelmişler. Hemen halayıhlar goşup gelmişler, atlarını almışlar. Padişahı, sarayın en güzel odasına almışlar. Padişaha gahveler pişirip, ikramlar etmişler. Padişah, — Ben bi padişahım, bu bi Hintli zengin. Bu düzen, saltanat benim sarayımda yoh. Nasıl olur da, benden üstün olur bu böyle? Herkes ona rağbet eder. Vurun boynunu, demiş. Oğlan gahıp gelmiş: — Nenee, padişah benim boynumu vurduracahmış, demiş. Hemen gız gelmiş: — Padişahıma selam söyleyin. Bi insanı söyletirler mi vururlar, yohsa söyletme de mi vururlar, demiş. — Tabi söyletirler, demiş padişah. Hemen postunu omzuna almış, mühürlü daşlı yüzzüğü de barmağana dahmış. Ensesinde de bi tane beni varımış: Padişahım, şu gapından çıharken verdiğin postun, şu da mühür daşlı yüzzüğün. Yusuf Bey de bugünden yarına yiycek ekmeği olmayan, gapısı keçeli gadının oğlu. Ben de senin gızınım. Sana layık bi damat yetiştiriyim diye çalıştım. Daha eli elime değmedi, yüzü yüzümü görmedi. Sen nasıl olur da, gızını arayıp sormazsın? Nasıl olur da, söyletmeden bi genci öldürürsün? Eğer babaysan cellat çağıracağına hoca çağar da nikâhımızı gıysın, demiş. Öyle deyince padişah çoh üzülmüş. Gızına gavuştuğuna da sevinmiş: — Çağrın hocaları, gurulsun düğünler, demiş. Gırh gün, gırh gece düğün çalınmış. Padişah Yusuf’u vezir yapmış. Yeyip içmişler, muratlarına geçmişler amma nenarının gözü, o keçe halıda galmış.   * tebdil gezmek: Kılık değiştirerek gezmek * azzıh: yolda, kırda veya işte yemek için alınan yiyecek, azık * yüzzüg: Yüksük * nenarı: Nene karı, nene, yaşlı kadın * guru: 1. Kuru, 2. Boş, 3. Yavan * tezzek: Tezek, yakıt olarak kullanılan kurutulmuş sığır dışkısı * nohsan: Noksan, eksik * birgüne: Ertesi gün, yarın * hambal: Hamal, taşıyıcı * zabahleyin: Sabah vakti * cıncıh boncuh: Cam, cam kırığı, boncuk * güğüm: Genellikle bakır ya da emayeden yapılan boyu uzun su kabı * tas: Genellikle içine sulu şeyler konulan metal vb. nesnelerden yapılmış kap * ille: Mutlaka, illa ki * inincek: İndiği zaman * yoklamak: Uğramak, ziyaret etmek * o zamanaça: O zamana kadar * gem: Atı yönlendirmek için ağzına takılan demir araç * halayık: Kadın köle, cariye * azcıh: Çok az
Keloğlan İle Arap
İç Anadolu Bölgesi
Kırşehir
4. KELOĞLAN İLE ARAP Bir varmııış bir yohmuş. Tım dimesi hiiç yohmuş. Bazıları masal anlatırmış bazıları usluuu* uslu, efendice dinlerimiş. Bir Keloğlan varımış. Anasına, —Ana bayram geldi, herkes harçlıh* veriyo, sen bana vermiyon. Ana bayram geldi haçlıh veriyolar sen bana vermiyon” dirmiş. Bi de köyde panayır gurulmuş. Keloğlan, —Anam anam diyo, bana da ver para diyo. —Dutuyo anası on para veriyo. On para verince gidiyo, bi avuç leblebi alıyo. Yiye yiye gidiyo, bi guyunun başına geliyo. Bi de orda yirken leblebisinin bi tansei düşüyo. Ondan soona* başlıyo baarmaya, —Bi leblelebiiim, bi leblebim. İlle* de gırıh leblelebim. Öyle diyincek, bi Arap çıhıyo kuyudan, —Ne aalıyon?* diyo. —Ne aalıcam, ben leblebimi istiyom diyo. —Biz sana onu nasıl virelim, ağaların, beylerin sofrasına meze oldu o diyo. Sana bi sofra veriyim. Sen gurul sofram gurul deyince yemekler gurulur, toplan sofram toplan deyince yemekler toplanır diyo. —Pekâlâ diyo. —Sofrayı alıyo eve varıyo. —Anaa, ana! Ben ne getirdim bah diyo. Gurul sofram guruuul, deyince envayi çeşit yemek guruluyo. Anayla oolan yiyolar içiyolar. Diyo ki: —Anaaa, yimek yimeyen çoh gomşularımız var. Gel, bi de onlara ziyafet verelim diyo. —Pekâlâ oolum, amma elimizden alırlar. Biz gine aç galırıh diyo. —Yoh ana ossun diyo. Ondan soona bir iki ziyafet veriyollar. Sofra gayboluyo. Çalıyollar sofrayı. Sofrayı çalıncak,* varıyo guyunun başına. —Leblebiiim, bi leblebim. Gırıh ta leblebim, ben leblebimi isterim diyo baarıyo. Ondan soona yine geliyo Arap, —Ne aalıyon Keloolan burda, gine niye geldin diyo. —Sorma diyo, sofrayı çaldılar diyo. —Vay Keloolan, etme diyo. Ben sana bi değirmen veriyim, saa* çevirdiin zaman altın ahar, sola çevirdiğin zaman gümüş ahar diyo. —Peki diyo. Ondan soona değirmeni eve getiriyo. Anasına, —Aman anaa, ben bu sefer çoh para gazandım diyo. Saa çeviriyo altın ahıyo, sola çeviriyo gümüş ahıyoo. Ondan soona gonuya gomşuya para ikram ediyo. O değirmeni de çaldırıyollar. Bu oolan yine varıyo, yine aalıyo guyunun başında, —Bi leblebiiim, bi leblebim, ille de gırıh leblebim. Ben leblebimi isterim diyo. Arap çıhıyo, —Eee Keloolan, sen de çoh oldun amma! diyo. —Napıyım, değirmenimi de çaldılar diyo. —Pekâlâ, ben sana bi tane tohmah vereyim, sen gomşularını çaar,* vur tohmaam* vur di. Öyle deyince sofranı da alırsın, değirmenini de diyo. Tohmaa alıyo, eve gidiyo. —Aman gomşular çoh güzel şeyler aldım, bir çuval çerez aldım, gelin de yiyelim diyo. Gomşular geliyollar. Bi çuval çerezi getiriyo, ortaya döküyo. Tohmaa da yanına goyuyo. Sofrayla değirmeni çalan gomşular, —Her gün çerez çepen* yirsek biz daha iyi olur diyolar. Keloolan da diyo ki: —Gomşular, benim soframla değirmenimi çaldınız. Hanginiz çaldıysa dooruyu söylesin, virsin diyo. Diyolar ki: —Çaldıh ne olcah? Sana mı virceek diyolar. Öyle deyince, —Gah tohmaam yerinden, vur şunların gafasına, beline,vur tohmaam vur! diyo. Tohmah gahıyo, bunları bi dövüyo, bi dövüyo. —Aaaman Keoolan! Tek sofranı da verelim, değirmenini de verelim. Şu tohmaana dur di diyolar. —Dur tohmaam dur! diyo, duruyo. Ondan soona, —Getirin bahıyım sofrayı, getirin bahıyım değirmeni! Getirmezseniz tohmaana evinizi yıhtırırım valla diyo. Getiriyolar veriyolar. Keloolan, tohmaa da alıyo, sofrayı da alıyo, değirmeni de. Götürüyo guyuya diyo ki: —En güzeli emeklen* gazanmakmış. Bunları tohmaana aldım düşman gazandım. Siz bana bi iş verin, ben kendi paramı, emeğimi yiyim diyo. —Hah, şimdi sen dooruyu buldun Keloolan diyo Arap. Al sana bi kese altın. Bu bi kese altınla sen git bi öküz al. Tarlanı sür, kendi ekmeeni çıhart. Hadi Keloolan, güle güle diyolar. Keloolan da geliyo anasına anlatıyo. Yiyolaaar, içiyolaaar, murada geçiyolar. Bunlar ermiş muradına, biz çıhalım kerevetine.   * uslu: 1. uysal, yaramazlık yapmayan 2. yumuşak huylu, 3. yavaş, sessiz * haçlıh / harçlıh / haçlık / haşlıh: bir kişiye başka bir kişi tarafından verilen ya da hediye edilen para. * soona: sonra * ille: mutlaka, illa ki * aalıyon: ağlıyorsun * çalıncak: çaldığı zaman * saa: sağ taraf * çaar: çağır * tohmaam: tokmağım * çerez çepen: leblebi, fıstık, üzüm vb. çerezlerin karışımı * emeklen: emek ile
Keloğlan
İç Anadolu Bölgesi
Kırşehir
KELOĞLAN Bir varmış bi yohmuş, tım dimesi hiç yohmuş. Dinleyenleri pek çohmuş. Eski zamanın birindee, bi Keloolan varımış. Bu Keloolan çooh tembelmiş. Anası da bi tek oolum diye çoh severmiş: — Keoolum, keleş oolum, sen neden bu gadar tembelsin? dermiş. — Amaaan ana dermiş. — Keoolum, keleş oolum, sen niye heç çalışmıyon? dermiş. — Amaan ana dermiş. — Oolum dimiş. Git de, hiç olmazsa bir okka* tuzunan bir okka kil* al da gel, çamaşır yıhıycam dimiş. Çıhmış, gitmiş. Sarayın önünde sağa sola baha baha geçiyomuş. Padişah da yüzzüünü düşürmüş. Bi de bahsa ki bi tane gaz, padişaan yüzzüünü yutuyo. Bunu da Keloolan görüyo. Padişah her tarafa, — Yüzzüümü bulana şöyle mükâfat var, böyle mükâfat var diyi adamlar salıyo. Keloolan geliyo: — Ben bulurum yüzzüü diyo. — Nasıl bulacan sen Keloolan? diyollar. — Bana diyo, padişah şu gırh gazı versin. Gırh gün de müsaade versin. Ben yiyim içiyim bu gazları, gırh birinci günü yüzzüğü eline vermezsem o zaman ne yaparsa yapsın bana diyo. Gazları Keloğlan’a veriyollar. Keloğlan’da her gün birini ikisini kesiyo, sonunda birinin gursaandan* yüzzüg çıhıyo. Hemen onu alıyo goynuna goyuyo. Diyo ki: — Vazgeçtim ben anamı görmek istiyom. Bana üç gün müsaade edin. Ben gidiyim geliyim de onda soona bulurum diyo. — Pekâlâ diyolar. Gidiyo bi okka duzunan bi okka kil alıp eve geliyo: — Ana diyo. Böyle böyle oldu. Sen ne diyon, ne istiyon? diyo. — Git oolum, padişaan yüzzüünü ver. Madem ne istersen veririm dimiş, beş on guruş da para versin unumuzu bulgurumuzu alalım yavrum diyo. — Aman anaaa boşver, diyo. — Oolum olmaz diyo. — Yoh ana, olur diyo. Geliyo, diyo ki padişaa: — Ben yüzzüü bulacam amma padişah bana gızını verirse diyo. — Keloolan sen delirmişsin diyolar. — Yoh diyo, veririse bulucaam, yohsa bulmam diyo. — Ben ona gızımı bi şartla veririm diyo padişah. O yüzzüü bana versin. Bi de ben onu imtihan edeyim, o imtihandan geçincek veririm gızı diyo. — Pekâlâ diyo Keloolan. Ama öööyle, padişaa gözetliyomuş ne yapacah ne edecek diye. Padişah eline bi çekirge alıyo, diyo ki: — Sen bu gadar ahıllısın da, niye hiç iş dutmuyon? diyo. — İşveren yok ki diyo. — Pekâlâ, sen niye başga bi şey dilemedin de benim gızımı diledin? diyo. — Eee, o da öyle diyo. — Gızımı sana viririm ama sen şu avcumdaanı bil diyo, elini galdırıyo. Diyo ki: — Çekirge bir hoplan, iki hoplan, üçüncüsünde padişaan avcuna düşen diyo. — Hangi avcumda? diyo. Öyle deyincek, — Saa avcunda diyo. — Keloolan bildin, verdim sana gızı diyo. Keloolan gızı alıyo, gırh gün gırh gece düün ediyolar. Keloolan gızı alsa da padişaan içine sinmiyo.* Padişah, — Aceba nasıl itsem de Keoolan’ı öldürsem? diyo. Bi de vezir diyo ki: — Padişaam ondan kolay ne var. Ben onu öldürürüm. Hadi gel sarayın malını, malzemesini almaya gidelim derim onu götürürüm, o da bi hata yapar ben onu öldürürüm diyo. — Pekâlâ diyo padişah. Keloolan da dinlerimiş gapıda. Diyo ki: — Keloolan diyo, sana gızımı verdim vermeye de heç olmazsa git şu vezirinen sarayın ihtiyaçları, var onları alın da gelin diyo. — Peki padişahım diyo gidiyo. Yarı yere varıncah, — Anam diyo, bu senin atta bi hastalıh mı var? Yüzünde de bi şeyler var, bi şeyler oluyo sana diyo. Adam, — Nasıl oldu, ne oldu?” derken bu eğeliyo yerden bi avuç garıncayı alıyo, adamın sırtına goyuyo. Adam başlıyo gaşınmaya, — Aman diyo, göle goş, göle. Bit mi geldi, pire mi geldi, garınca mı geldi? Suya girince gaşıntın gider diyo. Göl de batahlıhmış, Keloolan da bunu biliyomuş. Vezir girince batıyoo, booluyo. Vezirin paralarınıı, atını alıyo, dönüyo geliyo. — O ne Keloolan, vezir hani? diyo padişah. — Valla padişaam, yolda giderkene bana bi gızdı bi baardıı bi çaardı, ben senlen gideceeme, gider gendimi göle atarım dedi gitti gendini göle attı diyo. -Nasıl olur Keloolan? diyo. İkinci vezirini çaarıyo: — Bunu nasıl idersen öldür diyo. Şimdi ben cellat çaarsam, gafasını vurdursam gızım üzülür diyo. Bunlar vezirne gene yola gidiyollar. Yolda gidekene Keoolan, — Ben pek susaştım, ne olur şu guyudan bi su içelim diyo. — İyi, çek suyu iç diyo vezir. — Ben bilemem, padişaan damadıyım. Sen çek de ben içiyim diyo. Vezir guyudan su çekerken, hemen ayahlarından dutuyo atıveriyo veziri guyuya. Geri dönüyo saraya geliyo. Padişah, — O ney Keloolan noldu? diyo. Nolacaa var mı padişaam? Sen beni bi adamlan göndermiyon gidiyon vezirleri vüzeraları gönderiyon. Gittik, susadım dedi. Ben de ben su çekemem benim gücüm yetmez dedim. Sana minnet edeceeme gendimi guyuya atarım dedi, guyuya atladı diyo. Padişah diyo ki: — Haaa, Keloolan, senden gurtuluş yoh. Senin derdin ne? diyo. — Beni vezir yap padişaam, senin gızına da o yakışır diyo. Padişah bakıyo ki Keloolan çoh ahıllı, çoh becerikli, — Pekâlâ, sen gazandın Keloolan diyo. Bunu vezir yapıyo. Keloolan, — Amma anam orda yalınız diyo. — Anan da gelsin diyo. Anasını da getiriyo. Bunu giydirip guşatıyo, yuyup yıhatıyo, vezir tacını da tahtırıp tahta oturtuyo. Yidik içtik, muradına geçtik. Erenler eriyo muradına, eremeyenler oturuyo kerevetine. Bu masal da burda sona eriyo.     * okka: 1 kg’lık ağırlık ölçü birimi * kil: Islandığı zaman kolayca biçimlendirilebilen yumuşak ve yağlı toprak * gursak: Kursak, mide * içine sinmemek: Bir durumun istenildiği gibi olmama durumu
Hasandır Hasan
İç Anadolu Bölgesi
Kırşehir
HASANDIR HASAN Bir köyde bir adam varmış evde karısıyla uğraşmış ve karısına demiş ki: — Kılıcımı ver, ben çörek toplamaya gidiyorum deyip evi terk eder. Dışarıda kar yağıyormuş. Uzun yaylalara gidip bir ağanın otlağına gidip uzanır. Ağanın yanında çalışanlar bu adamı görüp, — Bu kim? Kimse bu otlağa gelip konaklayamaz derler. Hasan’ın kılıcının üstündeki yazıyı okuyunca şaşırırlar. Kılıcın üstünde, — Hasandır Hasan, kırk altısını birden kesen yazar. Ağanın adamları Hasan’ı öldürmek için plan kurmaya başlarlar: — Bu adamı ne yapalım? derken içlerinden biri, — Bunu, ambara atalım der. Hasan’ı ambara atarlar ve üstüne uyurken su dökerler. Sabah olup uyanınca, — Hasan, bugün iyi uyudun mu? derler. Hasan da, — Bugün pirelerden uyuyamadım der. Ağanın adamları ikinci planı uygulamaya başlarlar. Hasan’ı denize atmaya karar verirler. Ağanın adamları ata binip gezmek isterler. Hasan’a da uyuz bir at verirler: — Denize doğru gidelim, derler. Denize gidecekleri yer uzak olunca Hasan’ın idrarı gelir. Atın üstüne idrarını yapar. At da uyuz olduğu için yaraları kaşınır. At ağanın adamlarını geçer ve ağanın adamlarının hepsi denize dökülür. Hasan böylece ağanın adamlarından kurtulur. Hasan, uyuz atın üstünden inip başka bir köye gider ve o köydeki bir kümese girer. Sabah olunca köylü tavuklarını yaymak için kümesin kapısını açar ve Hasan’ı görüp şaşırır: — Sen kimsin, burda ne işin var? diye sorar. Hasan da başından geçen olayları anlatır. Köylü Hasan’ın karnını doyurur, kümesten bir tavuk verip Hasan’ı yolcu eder. Hasan o köyden uzaklaşıp bir başka köye gider. Orda da kapısı açık bir ahır görür, içeri girer. Hasan daha ahıra girmeden köylünün keçisi ölür. Ahırın sahibi Hasan’a, — Keçimi sen öldürdün, keçimi öde der. Hasan, — Benim param yok, der ama diğer köyde aldığı tavuğu verir. Ahırın sahibi, — Al bu ölü keçiyi, götür der. Hasan keçiyi sırtına alıp başka bir köye doğru yol alır. O köyde bir eve gider ve köylünün kapısını çalar. Bir köylü kapıyı açar: — Buyrun ne istediniz? der. Hasan da, — Uzun yoldan geliyorum, sizin burda sabahlayıp uyuyabilir miyim? der. Akşam yemeğini yedikten sonra Hasan’ın yatağını dışardaki ahıra yaparlar. Hasan orda sabahlar. Hasan’ın diğer köyden aldığı keçiyi hırsız alıp gider. Hasan keçiyi göremeyince ev sahiblerinden keçiyi sorar. Ev sahipleri keçiden haberlerinin olmadıklarını söylerler. Hasan’ın kılıcının üstündeki yazıyı okurlar: — Senin keçinin yerine bir inek verelim derler. Hasan ineği alarak yola koyulur. Uzun yol gittikten sonra başka bir köye uğrar. Orda bir muhtarın evinde kalır. Hasan yanındaki ineği ahıra bağlayıp muhtarın evinde sabahlar. O köyde de talihsizlik Hasan’ı bulur. Aldığı ineği hırsızlar götürür. Hasan sabah ahıra girince ineğini bulamaz. Ahırda muhtarın yanına gidip, — Muhtar, benim ineğim nerde? der. Muhtar da, — Benim haberim yok, akşam yatarken yem verdim duruyordu der. Hasan, — Ben ineğimi isterim diye muhtara kılıcını çeker. Kılıçdaki yazıyı okuyunca muhtar, — Tamam, dur kılıcını vurma, sana kızımı vereyim de öldürme beni der. Hasan bir gün düşünmek için müsaade ister. Ertesi gün, — Kızını getir de bir göreyim der. Hasan güzel kızı görünce âşık olur. Ertesi hafta düğünleri olur. Hasan da muhtarın eniştesi olup o köye yerleşir. Mutlu mesut yaşamını sürdürür.    
[YEDİ KARDEŞ]
Karadeniz Bölgesi
Kastamonu
  [YEDİ KARDEŞ] Bir varmış, bir yokmuş. Bir köyün içinde çok zengin bir adam varımış. Yedi tane oğlu varımış. Hanımı gene hamile kalmış. Ama adamın köyün içinde sevdüğü bir bayan varımış.  Oğlanla annesine, -  Anne ne olusun bize bi gız doğuruve, demişle. - Oğlum, demiş, Allah’ın vedüğü ne olusa. Gadun bi gün sancılanmış, gayri doğum yapacak. - Ölüyon oğlum, demiş. Ben sancılandum, doğum yapıyon. Bubanıza çığırın, demiş. Oğlanla bubalarına çığırmışlar, bubaları da o gadunun yanındaymış. - Biz gidiyoz anne, ama oğlan olusa cama yeşil bayrak, gız olusa cama gırmızı bayrağı as. Gız doğurmazsan biz gayri eve gelmeyiz, demişler. Oğlanlar bırakmış gitmiş. Adam gelmiş. O köyün içindeki sevdüğü gadun da gelmiş. Gadun kocası da gelince doğum yapmış. Gız olmuş. O gız olunca Ayşe, Fatma adı neyse, - Ne olusun, demiş, cama gırmızı bayrak asıve. Oğlanlarum böyle böyle dediydi, demiş. Bu gadun oğlanlar gelmesün, ben adamla daha iyi görüşeyim diye cama yeşil bayrak asmış. Yeşil bayrağı asınca oğlanla bakmış, camda yeşil bayrak, yine oğlan oldu diye gelmemişler. Gelmeyince bu gadun böyle gelmiş gitmiş, bu gız büyümüş. Aklı gayri sarınca,* bubasının o gaduna gittiğini sezince, - Ana, demiş, bubam böyle bi gaduna gidiyo. O gadun da bunu sezmiş. O köyün içindeki gadun bunu sezince hastalanmış. - Ne olusun bana gız ciğeri deyele, demiş. Bana bir gız ciğeri bul, demiş. İlle de senin gızın ciğerini yiyecen, iyileneceğin, demiş. Öyle deyince adam düşünmüş taşınmış iki üç gün böyle. Bi gün böyle gız gapının önünde daş oynayomuş. Gızına, - Gız seninle dağa oduna gidelim, demiş. Gızı eşeğine alıp dağa gitmişler. Oduna gideyken gız cebine daşları doldumuş. Bi tek bi tek, oraya oraya ata ata gitmiş. Dağa varınca adam bu kez gıza gıyamamış, azıcuk çukur kazmış, mukur kazmış. Eşeğe odun etmiş. Gızı çukurun içine koyunca gızı orda bırakmış gelmiş, yarın keserin diye. Gız arkasına bıraktığı daşlara baka baka gelmiş. Gelince babasına gız, - Buba beni niye bıraktın, demiş. Bubası, - Gızım unutmuşum seni, demiş. Öbür yarisi gün** olmuş. Gadun boyuna bağırıyomuş, ille de ciğer, ille de ciğer diye.  Anası da, - Ne oluyo, demiş. Niye egidiyon*** oduna boyuna, demiş. Yarisi gün yine, - Hadi oduna gidelim seninle, demiş. Gız evcük oynayomuş çöplerinen. Böyle evcük oynayken gine cebine doldumuş çöpleri. Tekrar yine yola goyulmuşlar, bubasıyla gitmişler. Adam varınaca gene gıyamamış, bırakmış gelmiş. Gız çöpleri ata ata gitmişimiş, çöplere baka baka tekrar yine gelmiş. - Buba bi daha seninen gitmem, demiş. Beni bırakıp dağda geliyon, demiş. - Oldu gızım, demiş. Öbür yarisi gün olmuş gine. Gadun bire ciğer diye bağırıyomuş. Öbür yarisi gün gız elinde serme**** ekmek yiyomuş. - Hadi gızım, demiş, seni ben bugün gine egidiyon. Bu kez geri götürün, demiş. Garri gızı kesecek emme. Gız ekmekleri ata ata gitmiş. Ormana varınca çukur kazmış bubası, her varışta kazmış. Bubası gelmiş, dönmüş.  Gız ekmekleri bulamamış, ekmekleri kuşlar yemiş. Yine bırakmış gelmiş gızı. Tekrar yine gitmiş, adam varmış bakmış. Gız, gazdığı çukurun içine oturup ağlaya. - A gızım, demiş, bak beni geldim, niye ağlayon? - Sen beni niye bıraktın da gittin buba? - Bi daha seni hiç bırakmayacağın gızım, demiş. Seninen ben duracağın burada, demiş. Seninen göz yummaca oynayalım mı gızım, demiş. - Oynayalım buba, demiş. Ama buba elindeki satır ne, demiş. - Gızım onunla ben odun edeceğin, demiş. A gızım senin gözlerini neyinen bağlayın, demiş. - Bilmeyon ki, demiş gız. Gızın içinde göynek***** içi varmış, göyneği çıkarmış. Gızın gözlerini bağlamış. Öte koşmuşlar, beri koşmuşlar. Bu kez de, - Buba demiş, iyi gayri senin gözlerini bağlayalım. Adam, - Ben, demiş, a gızım seni bulamayon. Sen beni iyi bulursun, hadi senin gözünü bağlayalım, demiş. Gızı kesmeye gıyamıyomuş. Gızın gayri gözlerini bağlamış bubası, satırı eline almış. Gızı şöyle çukurun içine yan yatırmış, satırı kaldırmış, vurayken satır bir yana dönüvemiş. Tekrar yine bi daha vurayken elinden çıkmış satır. Gayri gızı kesecek. Üçüncü kez satırı sallamış. Gızın kelleyi bi yana yatumuş. Yukardan saturu kaldumuş, tam keseyken kolundan bir şey gapmış. Böyle adamın kolundan gapacak, adam şöyle dönmüş, bakmış. - Sen, demiş, insanoğlu bu gızdan ne arayon, demiş. - Benim, demiş, garum çok hasta. Ciğerini ona yedireceğin, iyilenecek, demiş. Onun için kesmem icab etti, demiş. - Benim, demiş, dokuz köpeğim var, birini sana kesivereyim, demiş. Bu kızı bana ver, demiş. Bu da bi dev garısıymış. - Olu mu? - Olu, demiş. Almış gitmiş adamın gızını. Ordan köpeğin birini kesmiş, ciğerini eline vermiş adamın. Adam almış gelmiş o garıya yidümüş. Gayri ay geçmiş, gün geçmiş. Bu, gızı bakmış, büyütmüş gelinlik etmiş. - Gızım evden dışarı çıkma, gızım sakın hiçbir yere gitme [diyomuş]. Akşamadan geziyomuş, gızı da evden dışarı çıkarmıyomuş. Çıkartmayınca bi gün gayri gece, akşam oturuyken, - Gızım, demiş. Dee karşıki gulübedeki ışığı görüyon mu? - Görüyon ana, demiş.  - Seni, demiş, yarın oraya egideceğin, demiş. - Beni, demiş, niye egidecen oraya, demiş. - Gidince görürsün bak gızım,  demiş.  Gız sabaha dek uyuyamamış. Sabahleyin olmuş. - Hadi gızım hazırlan. Seni, demiş, o karşıki gulübeye egideceğin bak, demiş. - Beni niye egidiyon ana sen, demiş. - Senin orada yedi erkek gadeşin var, demiş. Seni ben oraya onların yanına egidiyon, demiş. Gız güvenmiş.****** İkisi de gitmişler. Dev garısı gapuları açmış, (neyle******* ettiyse kitli gapuları açmış). - Gızım, demiş, seni ben burada bırakacayın, senin burada yedi tane oğlan gardaşın var, demiş. Sen burda onların yanında duracan, onların yemeğini, bulaşığını, çamaşırını yıkacan. Sen, demiş, elini yüzünü yıkacan, dolaba girecen, bu dolapta seni hiç kimse görmez, demiş. Gadun bırakmış gelmiş. Gız gayri bir gün, iki gün, beş gün … Abeyleri geliyolarımış, bakıyorlarımış her yer gümüş gibi, yemekler hazır. Niye böyle oluya, her gün böyle oluya birbirlerine soruyalarımış. Büyük abeysi demiş ki, - Ben bugün gözetleyin bakayın. Kim geliyo, kim gidiyo? Büyük abeysi gözetleya. Uyuyuveya. Kardeşleri akşam gelince, - Hadi demişler, bugün yine yemek yapılmış, demişler. - Ben hiçbir şey görmedim, akşama kadar evdeydim, demiş büyük abey. O uyunca çıkıyomuş gız, hazırlıyomuş, tekrar yine giriyomuş. Ortanca abeysi, o abeysi, bu abeysi derken hepsi de gözetlemiş, hepsi de uyuyala. Küçük abeysi, - Bugün de ben gözetleyin, demiş. - Biz bulamadık sen nerden bulacaksın, demişler. Bu güççük abeyi pantolonun içine girmiş, (eskiden zıpka giyerlerdi), zıpkanın içine girmiş, ağzına bi de sakız almış. Gayri zıpkanın neresi delük ise delüğünden gözetlemiş. Hemen bi gız gelmiş bakmış, ocak başlarında yemekleri falan hazırlamış, silmiş, süpürmüş, ağızlarını gapatmış. Gız gayri gideceği zaman, zıpkanın içinden çıkmış, kolunu gapmış. - Sen kimsin, demiş. Nerden geldin, nereye gidiyon, demiş. - Benim, demiş, bu evde yedi tane oğlan gardaşım varımış. Ben onların gız gardaşıyım. Böyle oldu, böyle oldu, demiş. Benim başıma bu geldi. Beni bu dev garısı götüdü buraya, demiş. Size emanet etti, demiş. Sizin yemeğinizi yapıverecem, bulaşığınızı yıkayıverecen, demiş. Öyle deyince gayri sarmaş dolaş olmuşlar. - Bizi oğlan oldu diye kandudula, demiş. Akşam olmuş öteki gardaşları da gelmiş, gene sarmaş dolaş olmuşlar. Otumuşlar, eğlenmişler. - Gardaşım, demişle, biz her gün ava çıkarız, sen hiç evden dışarı çıkma, bura tehlikeli yer demişle. Nen biterse bize söyle, demişle. Gız yemek yaparken bakmış kibriti bulamamış. Dönmüş dönmüş, abeylerim şimdi aç gelile diye karşıdaki gulübeye varmış. Gulübeye kibrite gitmiş gız. Gulübeye varınca orda bi dev garısı varımış gene. - Ah anam, demiş, gine bi insan kokusu alıyon, demiş. Evdekiler hemen gapı çalasıya birisi çıkmış, - Sen niye geldin, içerde hasta devimiz var, seni yer demişler. Öyle deyince, - Ben kibrite geldiydim, hemen gideyim, demiş. Bi kibrit atıvemişle, almış kız gitmiş. Gızın kokusundan bi gün sonra mı, iki gün sonra mı o dev gapıya gelmiş. - A gızım seni pek sevdim, bana gapıyı aç, demiş. Kız, ben açamam gapıyı, demiş. Gızım ben sana geldim dese de gız kapıyı açmamış. Açmayınca bu dev garısı cama uzanmış. - Bak gızım seni çok sevdim, beğendim. Sana bi yüzük götüdüm, demiş. Sen bu yüzüğü al demiş. Yüzüğü almış gız parmağına dakmış. Parmağına dakasıya oraya aşmış,******** ölmüş. Gardaşları gelmiş, bakmışlar gız gardaşları ölmüş. Yas, matem tutmuşlar, hocaya götümüşler. Yıkayacakları zaman yüzüğü barmağından çıkartınca hoca, - Gayri, demiş, barmakta olmaz, öte dünyaya yüzükle gidilmez. Yüzük tılsımlıymış, yüzüğü çığardınca gız galkmış otumuş. Oturasıya hoca garı da ordan aşmış, ölmüş. Hoca ölünce gıza gazdıkları mezara hocayı gömmüşler. Gız sağlığına gavuşunca oğlanlar güvencinden ne diye bu hatayı yaptık diye muratlarına ermişler. Onlar ermiş muradına siz çıkın tahtına.       *aklı sarınmak: olup biteni anlamaya başlamak, aklı ermek **yarisi gün: yarın ***egitmek: götürmek **** serme: sac ekmeği, yufka *****göynek: iç giysisi, fanila. ******güvenmek: sevinmek. *******neyle: nasıl ********aşmak: sırt üstü düşmek, yıkılmak.
Dev ve Çocuklar
Ege Bölgesi
Uşak
                                                                                        DEV VE ÇOCUKLAR  Bir varmış, bir yokmuş. Bir devin karısı varmış, iki tane yetim çocuk varmış. Onun da yetim çocukları dev almış evine götürmüş ama yemek için götürmüş. Onu da yime için götürünce e çocukları da canlı olunca yiyemeyince akşam beklemiş uyumalarını. İki gardeş açlıktan uyuyamamışla. ''Kim uyuur, kim uyanır''derimiş büyük gardeşi güççüğe. Güççükte '' medeg uyuur, medeg uyanır'' derimiş. E dev de demiş ki siz demiş hani neden uyumuyonuz demiş. Beklemiş beklemiş geç zaman olmuş. O da öyle deyince bizim annemiz demiş bize demiş hani yemek getirirdi biz onu yir öyle uyurduk demiş. Dev nerden bulduysa yemeyi bulmuş, çocukla yemişler yine uyumamışlar. Aradan biraz daha zaman geçmiş yine çocukla büyük çocuk derimiş ki '' kim uyuur, kim uyanır'' derimiş. Yine küçükte '' midag uyuur, midag uyanır'' demiş. O da öyle deyince siz demiş hani dev garısı niden uyumuyonuz demiş. Biz susadık demiş bizim annemiz su getirir. Dev garısı da suyu getirecek bişey bulamamış ama çocuklar da bunu yiyeceni anlamış. Bizim annemiz demiş galburın demiş gözeneklerni tıkardı demiş denizden su getirirdi demiş. O zaman da öyle deyince o da bakmış ona uyumucak galbura başlamış orları tıkamaya gözlerini. O ordan göz tıkayasıya kadar çocuklar da gaçmış. Evlerini bulmak için yola düşmüşler, ormana düşmüşler, köpek avlayan bii köye varmış. O köye gidince ee çocuklar demiş ki hani bi yere varınca biz demişler böyle böyle  dev hanımı bizi yiyecekti biz buraya geldik deye öylelikle kurtulmuşla.
Kemyoncu Kızı
Güneydoğu Anadolu Bölgesi
Kilis
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde develer dellal iken pireler berber iken ben nenemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken bir ülkenin bir kralı varmış. Bu kralın bir tane oğlu olmuş. Bu kral oğluna çok değer veriyormuş. Çok şımartıyormuş ama sarayından da dışına da hiç çıkarmıyormuş. Sarayın içinde büyüyen kralın oğlu artık etrafı merak etmeye başlamış. Sarayda gezerken sarayın duvarının kenarında yürümeye başlamış. Duvarın kenarında yürürken bir tane güzeller güzeli bir kız görmüş. Kıza laf atmış: -Hey güzel kız demiş. Sen ne geziyorsun burda: -Seni hiç ilgilendirmez burası benim evim demiş. Küçük bir evde yaşıyormuş bu güzel kız. Babası kimyon satarak geçiniyormuş. Kimyonları yıkarlarmış, kurutur, döver ve satarlarmış. Duvarının kenarında kralın oğlu seslenmiş. Kız çocuğun kralın oğlu olduğunu bilmiyormuş.   -Hey kemyoncu kızı, kemyoncu kızı napon demiş:  -Sanane kemyonumun kekliği demiş. Sen benimle konuşamazsın. Sen kimsin de benimle konuşuyorsun demiş: -Sen bana niye böyle diyorsun kemyoncu kızı demiş. Ben seni tutarım hem de yakalar öperim demiş: -Olmaz demiş. Sen ne beni tutarsın ne yanıma gelebilirsin ne de beni öpebilirsin demiş. Ondan sonra kralın oğlu yaşlı adam kılığına girmiş. Yaşlı adam kılığında gelmiş kemyoncu kızının kapısını çalmış: -Evladım, çok susadım bana bir bardak su verir misin demiş. Kemyoncu Kız çok güzel olduğu kadar çokta iyi ve merhametli bir kızmış: -Olur amca hemen getirim demiş. Gitmiş suyu getirmiş. Tam suyu uzatırken kralın oğlu kızı öpmüş kaçmış: -Bak demiş ben sana seni öperim demedim mi? Öptüm işte demiş. Kız buna çok hiddetlenmiş: -Sen kimsin de beni öpüyorsun demiş: - Heyyy demiş ben kim olacağım ben bu ülkenin kralının oğluyum demiş. Kralın oğlu olduğunu duyunca bir kat daha hiddetlenmiş kemyoncu kızı: -Ben yoksulum diye kendisi bana böyle yapıyor. Beni sevdiğinden değil de, beni güzel bulduğundan değil de benimle alay etmek için beni öpmüş demiş. Ne yapsam ne yapsam diye düşünmüş: -Bende kemyoncu kızıysam bu öpücüğün intikamını senden alırım demiş. Kız düşünmüş düşünmüş. Kralın oğlu da aslında kemyoncu kızına aşık olmuş. Kemyoncu kızı hem çok güzelmiş hem akıllıymış. Ne yapim diye düşünen bu kız en sonunda bulmuş: -Saraya hizmetçi olarak gireyim de ben bunun odasına gideyim demiş. Saraya hizmetçi olarak gitmiş. Sarayda prensin odasını aramış. Prensin odasını bulmuş. O sırada prenste uyuyormuş. Girmiş uyuyan prensin yüzünü gözünü boyamış. Ondan sonra uyanınca kızı karşısında gören prens: -Sen burda ne geziyorsun demiş. Kız da kaçmış odadan. Kız kaçarken odadan prenste arkasından kaçmaz mı? Yüzü gözü boyalı çıkmış kolidorlarda gezerken hep ordaki çalışanlar, saray ahalisi prense bakmış gülmeye başlamış: -Ohh demiş kemyoncu kızı sen beni öptüysen ben de seni bu ülkeye madara ettim demiş: -Olmaz demiş ben bu ülkenin kralının oğluyum demiş. Sen bana bunu nasıl yaparsın. Bu olanlar kralın kulağına gitmiş. Kral duyunca ilk önce hiddetlenmiş. Sonrada demiş ki: -Kimse benim oğluma bunu yapamaz nasıl yaptı demiş. Çağırmış kemyoncu kızını yanına: Neden benim oğluma bunu yaptın diye sormuş: -Senin oğlun benden bir bardak su istedi geldi beni öptü demiş. Onun için ben de ona bunu yaptım demiş: -Sana bunları yaptıysa benim oğlum hak etmiş o zaman demiş kral: -Ben de seni oğluma alacam demiş: -Yok demiş kralım ben evlenmem, istemem yok demiş. -Sen benim gelinim olacaksın böyle akıllı bir kız benim gelinim olmalı demiş. Prensin haberi yokken kral prense: -Ben seni evlendireceğim sende hiç sesini çıkarmayacaksın bunun bir cezası olması gerek demiş: -Aman demiş prens ben tanımadığım bilmediğim biriyle nasıl evlenirim demiş: -Kral ben ne dersem o olacak demiş. En sonunda kral düğünü kurdurmuş: - Ben sana uzak diyarlardan bir prenses getiriyorum bugün de düğünün demiş. Oğlan çok üzgünmüş. Kemyoncu kızının evine gidiyormuş kemyoncu kızı damda yok, duvarlarda yok. Ama aşık olmuş kemyoncu kızından ayrılmak istemiyormuş. Ne yapacağını bilmiyormuş. Babasının sözünden de çıkamıyormuş. En sonda akşam olmuş. Yemekler yenmiş. Gelin odaya gelmiş. Çok üzgünmüş ama babasının dediğinden de çıkamıyormuş. Odasına girmiş. Odasında yüzü kapalı bir gelin. Sesi de çıkmıyormuş. Prens: -Benim bir sevdiğim var. Ben sana dokunamam. Ben kemyoncu kızını seviyorum. Ben ona aşık oldum. Sana koca olamam demiş. Kız da o zaman yüzünü açmış göstermiş: - Bende seni seviyorum prensim demiş. Evlenmişler mutlu olmuşlar.
Keloğlan
Güneydoğu Anadolu Bölgesi
Kilis
Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalpur saman içinde develer dellal iken pireler berber iken ben Betül’ün beşiğini tıngır mıngır sallar iken bir tane Keloğlan varmış. Keloğlan gezdiği bir yerde bir nohut bulmuş. Nohudu almış komşusuna götürmüş: -Komsu demiş şu nohut sizde kalsın ben bugün şehre iniyorum yarın gelir alırım demiş: -Olur Keloğlan demiş komşusu. Şu duvarın kenarına bırak. Duvarın kenarına bırakmış gitmiş Keloğlan. Bahçedeki horoz gelmiş Keloğlan'ın nohudunu yemiş. Onlar aramışlar bakmışlar yok nohut: -Aman demişler Keloğlan'ın nohudunu bizim horoz yedi. Ne yapalım ne yapalım diye düşünmüşler. Neyse demişler gelsin de Keloğlana söyleyelim demişler. Keloğlan gelmiş kapıyı çalmış: -Komşu komşu demiş benim nohudumu verin ben akşam oldu eve geldim demiş: -Aman Keloğlan canım Keloğlan senin nohudunu bizim horoz kekmiş ne yapalım demişler: -Olmaz demiş Keloğlan ben nohudumu isterim demiş: -Nasıl olacak Keloğlan nohudunu horoz kekti demişler: -Olmaz ben nohudumu isterim. Başlamış Keloğlan çalmaya: -Düt düüt düt dütü düt düt ya nohudu verirsin, ya horozu verirsin düt dütü düt düt. En sonda komşu dayanamamış: -Al horozu da git Keloğlan demiş. Keloğlan horozu almış yolda gitmeye devam etmiş. Değirmene de un öğütmeye gitmesi gerekiyormuş.  Demiş ki: -Şu horozu şurdaki komşuya bırakayım da bari o komşu horozuma bakar bir şey olmaz horozuma demiş. Komşusuna bırakmış:  -Komşusu bırak Keloğlan bahçede otlansın, akşam gelir alırsın demiş. Bırakmış gitmiş Keloğlan. Aksilik bu ya Keloğlanın horozu bahçedeki tandıra düşmüş yanmış. Akşam olmuş Keloğlana ne diyeceğiz diye düşünürlerken Keloğlan kapıyı çalmış: -Komşu komşu ben geldim artık verin benim horozumu demiş: -Aman Keloğlan canım Keloğlan senin horozun tandıra düştü yandı. Ne yapalım biz şimdi: -Olmaz ben size emanet ettim siz benim emanetime hıyanet etmeyeceksiniz verin benim horozumu demiş: -Napalım horozun yandı nasıl verelim sana horozunu: -Ben anlamam o zaman tandıra düştüyse tandırı verin bana demiş: -Aman Keloğlan bir horoza bir tandır olur mu biz ne yaparız: -Olmaz demiş siz emanetinize hıyanet etmeyecektiniz vereceksiniz bana tandırı yoksa ben bu kapıdan gitmem demiş: -Aman Keloğlan olmaz demişler. Çalmış söylemeye başlamış Keloğlan: -Düt dütü düt düt düt düt ya tandırı verirsin ya horozu verirsin düt dütü düt düt. En sonunda dayanamamış komşusu: Alda git tandırı napalım demiş. Keloğlan tandırı almış. Tam gidiyormuş, çok ağır gelmiş. Yandaki komşuya demiş ki: Komşu şu tandır sizde kalsın ben anama bir bakim de gelim demiş: -Tamam Keloğlan şuraya ahırın yanına bırak demişler. Orda da bir tane inek varmış. İnek gelmiş Keloğlanın tandıra bir depik çalmış. Keloğlanın tandırı kırılmaz mı? Anasına yemeğini verdikten sonra Keloğlan gelmiş:  -Hani benim tandırım ben tandırımı almaya geldim demiş komşusuna. Komşusu da:  -Aman Keloğlan hiç sorma bizim sarı inek tandıra bir depik vurdu. Tandırın kırıldı demiş: -Olmaz ben size emanet ettim. Bakacaktınız benim tandırıma demiş. Başlamış çalmaya gene Keloğlan: -Ya tandırı verirsin ya ineği verirsin düt dütü düt düt düt. En sonunda dayanamamış komşusu: -Al da git şu ineği Keloğlan gözüm görmesin seni demiş. Keloğlan ineği almış çeke çeke götürüyormuş. Bir bakmış yolda bir düğün var: -Şu düğün olan komşunun kapısına bağlayım de ben girim bir düğüne bakim demiş. İneği kapıya bağlamış ve içeriye girmiş. Düğünü izlemiş. Düğünü izlerken akşam olmuş. Gelmiş bakmış inek yok. Allah Allah inek nereye gidecek. Aramış aramış gitmiş komşusuna söylemiş: -Burası düğün eviydi sen buraya koy dedin ineği koydum inek yok: -Aman Keloğlan hiç sorma. Bizim aşçılar yanılmışlar senin ineği kesmişler. Geline yemek yapmışlar demiş: -Olmaz demiş Keloğlan ben ineğimi isterim. Al sana iki tane inek verelim sen inadından vazgeç demişler: -Olmaz demiş ben illede ineğimi isterim: -Ne yapacağız Keloğlan sana ne vereceğiz demişler: -O zaman bana gelini vereceksiniz. Ya gelini verirsiniz ya ineği verirsiniz: -Aman Keloğlan gelin verilir mi? Yok ben anlamam size emanet ettim ya ineğimi vereceksiniz, ya gelini vereceksiniz. Artık dayanamamışlar Keloğlan her dakka söylemiş. Düt dütü düt düt düt dütü düt düt ya gelini verirsin ya ineği verirsin ya gelini verisin ya ineği verirsin. En sonunda dayanamamışlar gelini Keloğlana vermişler. Keloğlan gelini almış. Bindirmiş eşeğine. Yola koyulmuş. Başlamış söylemeye: -Düt dütü düt düt düt dütü düt nohudu da verdim horozu da aldım düt dütü düt düt horozu da verdim tandırı aldım düt dütü düt düt tandırı da verdim ineği aldım düt dütü düt düt ineği de verdim gelini de aldım demiş.   
Çoban ve Yaban Keçisi
Akdeniz Bölgesi
Adana
ÇOBAN VE YABAN KEÇİSİ Bir gün çoban keçilerini otlağa götürmüş. Birde bakmış ki keçilerinin arasına bir sürü yaban keçisi karışmış. Sesini çıkarmamış onları da gocundurmamış hepsini ağır ağır ahıra sürmüş. Birkaç gün hava bozuk olmuş. Hava bozuk olduğunda yaban keçilerine kendini alıştırırım diye yaban keçilerine daha çok yem vermiş ot vermiş. Kendi keçilerini ayrı tutmuş. Onlara ölmeyecek kadar vermiş. Yaban keçilerine bol bol yem vermiş su vermiş. Hava güzelleşipte tekrar otlağa çıktığında yaban keçileri hepsi bir arada kaçmışlar. Çoban arkalarından bağırıyormuş: -La ben size o kadar baktım niye böyle nankörlük yapıyonuz demiş. Onlarda demiş ki: -Sen eski malının kıymetini bilmedin onlara bakmadın bizde ahırda eskisek bize de öyle yapacaktın demiş. Arkalarına bakmadan kaçmışlar.
Sen Yedin
Güneydoğu Anadolu Bölgesi
Kilis
Bir varmış bir yokmuş bir gün bir kadına kocası gitmiş ciğer almış gelmiş. Ciğeri yemiş yatmışlar. Gece yarısı kapı çalmış. Tak tak tak: - Kim o demiş. -Aç demiş bir ses. Kadın kapıyı açmış. Kapıyı açmış ki ne görsün. Bir tene iskelet: -Saçlarına noldu demiş: -Toprak yedi: -Gözlerine ne oldu demiş: -Toprak yedi: -Ellerine ne oldu demiş: -Toprak yedi: -Dişlerine ne oldu demiş:  -Toprak yedi: - Kalbine ne oldu demiş: -Toprak yedi: -Ciğerine ne oldu demiş: -Sen yidin demiş.
Bitle Pire
Güneydoğu Anadolu Bölgesi
Kilis
Bir varmış bir yokmuş bir bitle pire varmış. Bit ile pire bir gün damı loğlamaya çıkmışlar. Damı loğlarken bit loğun altında kalmış. Pire başına külleri savrılmış. Ordan sinek geçormuş. Sinek sızlayı kalmış. Ordan arı geçormuş. Arı vızlayı kalmış. Ordan bunu su görmüş. Su bulanık akmış. Ordan bahçe cülüpmüş. Bahçeyi süpürmeye başlamış. Ordan bunu annesi görmüş. Üzüntüden suya gidormuş satırları kulağına küpe etmiş. Ordan hepsi vızlamaya başlamış. Bit gibi babayiğit loğun altında kaldı. Pire başına külleri savırdı. Sinek sızlayı kaldı. Arı vızlayı kaldı. Su bulanık aktı. Bahçacı bahçayı süpürdü demiş. Bir bitten pirenin damı loğlamasının sebebinden bunlar doğmuş. Bu da böyle olmuş.
Uzun Duvar
Güneydoğu Anadolu Bölgesi
Kilis
-Uzun duvar uzun duvar niye uzarsın? -Uzarım ama uzarım ama yılan da beni deler ha demiş: -Yılan niye delersin?  -Delerim ama delerim ama farede beni yir demiş. -Fare niye yirsin? -Yerim ama yerim ama kedide beni yer demiş. -Kedi niye yersin? - Yerim ama yerim ama deynekte beni çarpar ha demiş. -Deynek niye çarparsın? -Çarparım ama çarparım ama ateşte beni yakar ha demiş. -Ateş niye yakarsın? - Yakarım ama yakarım ama suda beni söndürür ha demiş. Su niye söndürürsün? - Söndürürüm ama söndürürüm ama inekte beni içer ha demiş. -İnek niye içersin? -İçerim ama içerim ama bende dağa kaçarım demiş inekte dağa kaçmış.
Keloğlan
Akdeniz Bölgesi
Adana
Keloğlan Zamanlan bir padişah varmış kızı çok hastalanmış. Kızını padişahın yaveri istiyormuş. Kızda istememiş. Kız sevdiği için hastalanmış. Kara sevdaya tutulmuş. Yataklara düşmüş. Babası bütün köylere nam salmış: - Benim kızıma bir çare kim iyi ederse ben kızımı ona verecem demiş. Zaman gelmiş geçmiş Keloğlan’a rastlamışlar. Keloğlan demiş ki: -Ben iyi ederim. Padişah: Sen nasıl benim kızımı iyi edecen demiş: - Ben iyi edersem bana verecek misiniz demiş: -Tamam verecem demiş. Getirmişler Keloğlanı kızın yanına buna ilaçlar yapmış. Kız uyanmış iyi olmuş. Hadi demişler : -40 gün 40 gece düğün kurulacak sarayda düğün olacak. Padişahın kızı Keloğlan’ı alacak. Evlenmişler mutlu son olmuş.
Keloğlan
Akdeniz Bölgesi
ADANA
Bir zamanlar bir Keloğlan varmış. Keloğlanın annesi: -Hadi oğlum git bana bir tuz al gel demiş: -Ne alacam anne demiş: -Tuz demiş annesi: -Tamam demiş. Parayı da almış avcuna tuz tuz tuz diye gide gide gide bir kuyunun başına gitmiş. Böyle bakmış bakmış: -Aman ne istediydi annem unuttum demiş. Hele gidim bakkala diyerek bakkala gidiyor. Ne alacam ne alacam diye düşünüyor. Şu leblebiden alim yiyim diyor. Leblebiyi alıyor kuyunun başına yiye yiye geliyor. Leblebinin birisi kuyunun içine düşüyor: -Leblebim de leblebim leblebimde leblebim derken bir Arap çıkıyor: -Ne ağlıyon Keloğlan diyor: -Leblebim düştü diyor. Ordan leblebinin yerine Keloğlan’a bir sofra veriyor: -Hadi git bu sofrayı aç diyor. Açıl susam açıl de ondan sonra o sofran 40 kişiyi doyurur diyor. Keloğlan alıyor geliyor annesi: -Hani tuz oğlum diyor: -Tuzdan daha önemli şey getirdim sana anne diyor Keloğlan: -Ne getirdin oğlum diyor. Gösteriyor bununda demek ki şeyleri varmış. Sofrayı açıyor yemekler yeniliyor o geliyor bu geliyor herkes duyuyor bunu. Orda bir düşmanlık yapanlar oluyor. Keloğlan hepsiyle baş ediyor ve mutlulukla son buluyor.
Padişah ve Tuz
Akdeniz Bölgesi
ADANA
Padişah ve Tuz Bir varmış bir yokmuş padişahın üç kızı varmış. Padişah gelirmiş kızlarına dermiş ki: -Beni ne kadar seviyorsunuz. Büyük olan demiş ki:  -Şu kadar seviyorum. Ortanca dermiş ki: -Bu kadar seviyorum. En küçük olan kızına da demiş ki: -Kızım beni sen ne kadar seviyon? -Seni tuz kadar seviyorum babacığım demiş: -Nasıl tuz kadar seviyorsun ben sevilmeyecek bir adam mıyım demiş. Yanındaki adamlarına: -Götürün bunu boynunu vurun, kanlı gömleğini de getirin diyor. Adam da öldürmeye kıymıyor götürüyor bir yere bırakıyorlar kıza: -Kızım başının çaresine bak diyor. Bir kuş buluyor kanlı gömleği getiriyor padişaha ve padişah inanıyor kızının öldüğüne. Bu arada yıllar geçiyor. Bu kızı bir padişahın oğlu görüyor olacak o ya. Padişahın oğlu diyor ki: -Ben senin aileni tanımak istiyorum diyor: -Benim ailem yok diyor kız. Ben tek başımayım diyor. Ben padişah kızıyım diyemiyor. Ondan sonra bu kız bu padişahın oğluyla evleniyor. Bu padişahın oğlu o kadar zengin o kadar zenginmiş ki 40 odalı evi varmış. Bir gün padişah iç geçiriyor: -Keşke öldürmeseydim kızımı diyor. Padişahın bu dediğini kızını öldürmesini söylediği adam duyuyor. Adam kızı arıyor ve buluyor. Kıza: -Kızım baban çok üzgün diyor. Bu arada kızın gönlü olmuyor: -Yok kabul etmiyorum diyor. Beni öldürttüren bir babayı neden isteyeyim diyor. -Kızım çok pişman oldu baban diyor adam. Kız ise: -Tamam ben babamın evine gitmem ama sen benim evime getir babamı getir ama kıza gideceğiz diye getirme diyor. Adam padişaha: -Hadi padişahım seninle bir yere gezmeye gidelim diyor. Kız elvan çeşit yemekler yapıyor ediyor hiç birine tuz komuyor. Bu arada padişah geliyor oturuyor yemeğe o yemeğe bakıyor bu yemeğe bakıyor hepsi tuzsuz: -Niye tuzsuz bu yemekler diyince: -O kişi tuzu sevmezdi, bir zaman tuzu sevmediğini söyledi diyorlar. Padişah: -Allah Allah ben kızıma dedim tuz gibi seviyorum diyince ben kızımı azarladım, öldürttürdüm bunların nerden haberi olmuş diyor. Neyse o zamana kadar yemek işi falan bitince kızı çıkıyor geliyor. Bakıyor ki kızı sağ iyiki öldürmemişsin diyor adama. Kızıyla barışıyorlar ve mutlu mesut yaşıyorlar.
Ayu
Karadeniz Bölgesi
Kastamonu
  Bir varımış, bir yokmuş. Bir köyde bir adamın bir garısı varımış. Akşama kadar adam evde durarımış, çalışmaya giderimiş. Gadın da hayvan gütmeye giderimiş. Gadun hayvanda canum sıkılıyo diye mengeresiynen* ip eğirürmüş. gün böyle, iki gün böyle… Bi ayı gadunun peşine düşmüş, vire* gadunu gözetleyomuş. Günün birinde böyle ayu inini örmüş; belli olmayasıya, ayı ini deyecek yer kalmayasıya ev gibi yapmış. Gadunu, gelmiş bi gün omzuna atmış, almış gitmiş. Gadun elindeki mengerenin ipinin yumağını neyle ettiyse fırlatmış, atmış, ipin de ucunu salıvememiş. [Ayı] almış gitmiş ine sokmuş gadını. Akşam olmuş sığırlar gelmiş, gadun yok. Adam dönmüş dönmüş, köyün etrafında garısını bulamamış. Köylüyü toplamış, sabahlara gadar, akşamlara gadar aramış garısını, gene bulamamış. Gadun gitti, yok. Nettiyse, n’eylediyse bulamamış. Ağlayamuş adam. Ayu oraya gadunu soktuktan sonra gidiyomuş bal götürüyomuş, un götürüyomuş, yağ götürüyomuş. Garıyı orda besleyemuş. Ay geçmiş, gün geçmiş, zaman geçmiş gadun orda. Gadunun ayudan bir çocuğu olmuş. Yarısı ayu, yarısı insan. Kocası da belli boyuna arayomuş emme. Ormanda arayaken bir ip bulmuş. Bu ipi yumaklaya yumaklaya yumaklaya gelmiş bakmış, ip bi delikten aşağı gidiyo. Delüğü uğraşa uğraşa açıyo bakıyo ki orda garısı Fatma. —  Fatma’m sen burada mıydın, diye bağırıyo. Garı da bağırıya ona: —  Osman, ben buradayım. —  Fatma’m seni kurtaracayın, Fatma’m seni kurtaracayın. Hemen adam gidiyo; köyden kazma getiriyo, kürek getiriyo. Orayı yıkıyo, garıyı çıkartıyo. Ayu da her gün öteberi götürüyomuş ona, gine öteberi götümeye gitmiş. Anam, ayu geliyo bakıyo ki garu yok. Uşak ağlaya, patım patım çatlaya, hamur hamurlamış mayası gelmiş, taşmış oralara. Ayu şaşırıyo. Kokulaya kokulaya bakıyo garı köyüne gitmiş. Garının izi sıra gidiyo gayri. Köyün üst yanına varıyo. —  Hamur fış fış etti Oğlan çiş çiş etti Benim avradı yollayın, diye ayu bağırıyo. Ayu bağırdıysa da n’ettiyse de garu boyuna gocasına gidiyin deye. Gocası yollamaya. Yarisi gün* oluyo, ayı dönüyo gayri yuvasına. Sabahadan uşağıylan duruyo. Öbür yarisi gün* oluyo. Gene: —  Hamur fış fış etti Oğlan çiş çiş etti Benim avradı yollayın, diye boyuna bağırıyo. Gene yollamaya. Varıyo bu gez de çatmaya* çıkıyo. (Eskiden, şimdi gene va köy yerlerinde çatma. Ağaçtan yapılıyo çatma ev.) Çatmaya, yukarı çıkıyo: —  Hamur fış fış etti Oğlan çiş çiş etti Benim avradı yollayın, diye bağırıyo. Fatma’m nerdesin? Adam hemen öfkelenesiye ordan tüfeği alıyo, ayuyu orda öldürüyo. Ayuyu öldürünce garı bağırmaya başlaya: —  Benim uşağım varıdı, benim uşağımın babasıydı. Sen niye onu öldüdün, diye. Garı varıyo, uşağını alıyo geliyo. Yani ayı yavrusu, insan olan yavrusunu yuvasına götürüyo orda büyütüyo onu. Bu da burada bitiyo.     * mengere: İp eğirmek için kullanılan kirmen. * vire: Devamlı, sürekli, hiç durmadan, habire. * yarisi gün: Yarın. * öbür yarisi gün: Öbür gün. * çatma: Duvarları ağaç gövdesinden birbirine takılarak ve çivisiz olarak yapılan yayla evi, yığma ev.
MIZIKACILAR
Karadeniz Bölgesi
Kastamonu
MIZIKACILAR Bir varmış, bir yokmuş. Bir çiftçi varmış. Eşeğinen agşama gadar odun taşırmış, odun taşırmış. Artık eşek yaşlanmış, odun falan getiremez olmuş. —  Ben bunu n’ediyim, n’ediyim, demiş. Ben bunu en iyisi defleyim, demiş. Eşeği koymamış dama. Eşek dışta. Bir gün dışta, iki gün dışta. Yola koyulmuş. Yol sıra,* yol sıra gideyken bir köpeğe rast gelmiş. Köpeğe rast gelince, köpeğinen ikisi birbirine sormuşlar. Köpek sormuş eşeğe: —  Sen nereye gidiyosun, deye. Eşek: —  Gayri beni sahibim yaşlandı diye kapı dışarı koydu, eve koymayo. Ben, demiş, yola düştüm, gideyom. —  Aynısı benim de, demiş. Gayri kulakların duymuyo, geleni gideni görmüyo diye sahibim kapı dışarı etti beni, demiş. İkisi arkadaş olmuşlar. Yol sıra, yol sıra ikisi gideyken yolda bir kedi bulmuşlar. Kediyi görüncek: —  Sen nereye gidiyosun? —  Ben, demiş, çok yaşlandım. Fareleri falan tutamıyom. Evimin sahibi beni kapı dışarı attı, demiş. Onun için gidiyon, demiş. Gayri üç arkadaş olmuşlar, gitmişler gitmişler. Az gitmişler, uz gitmişler. Bir ağacın dibine oturmuşlar. Dibinde oturuyken bir horuz ötmeye başlamış. —  Sen burada ne ediyosun horuz gardeş, demişler. —  Beni sahibim kovdu, sabah olduğunu duymuyosun, ötmüyosun, diye. Ben de, demiş, geldim ağaçların dalına gondum. Şimdi n’ediyin diye düşünüyorum, demiş. Öyle değince: —  Aşağı in, bizi de sahibimiz kovdu, demişler. O da aşağı inince yol sıra, yol sıra gideyken, bir gulübede bir ışık görmüşler. Akşam olmuş gayri, karanlık olmuş. Bir gulübede ışık görmüşler. O ışığa doğru çekmiş gitmiş hepsi. Oraya varınca bakmışlar içerde ses yıkılıyo. Eşek demiş ki: —  Ben bir kere ayaklarımı koyun da bakıyın, demiş. İçeride bir ses va, demiş. Eşek ayaklarını cama koymuş, bir de ne görsün? Hep yemekler hazırlanmış, yiyele. Hepsinin de garnı açımış. Eşek ayaklarını indirmiş, —  Burada hep yemek, her şey dolu, demiş. İçeride hem çığırıyala hem çalıyala hem de yiyele, demiş. Biz de bakalım, demiş. Amma hepimiz birden bağırırsak n’ederle, demiş. Ayaklarını komuş eşek cama. Onun üstüne köpek, onun üstüne kedi, onun üstüne horuz. İçeride yemekleri görünce dayanamamış, hepsi birden bağırmaya başlamış. Hepsi birden bağırınca içerdeki adamlar kaçmış. Onla kaçınca, haydutlar kaçınca içeri girmişler. Yemekleri yemişler. —  Bi daha bunlar gelirse ne yapalım, demişler. —  Ben kapının ağzına yatayım, demiş horuz. Köpek demiş: —  Ben kapının üstüne çıkayım. Eşek demiş: —  Ben sobanın arkasına yatayım. Kedi demiş: —  Ben köşeye yatıyın. Gelüler ise biz bunlara günün gösterelim demişle. Adamla sine sine gelmişler. Kapıyı açmışla. Kapıyı açasıya eşek nallarıyla tepmiş, kedi yüzlerini tırmalamış. Onlar da kaçmışla, gitmişle. Adamlar kaçınca kış bitene gada bunların dördü gayri burada durmuşla. İşte bu kadar kalmış aklımda. Bu da burda bitti.   * yol sıra: Yol boyunca.
Keloğlan, Tavşan ve Tilki
Karadeniz Bölgesi
Kastamonu
[KELOĞLAN, TAVŞAN, TİLKİ] Bi Keloğlan varımış. Bubası değirmene gitmiş. — Bana, demiş, oğlum sakın ekmek götü, demiş. Annesi de, — Oldu, demiş, ben sana ekmek yollarım. Bi sepet gözleme edivemiş, bi bakrac* soğukluk* edivemiş. Keloğlan’ın koluna dakmış gözleme sepetini, eline de bakracı vemiş. — Bubana, demiş, ekmeği bırak ta, gel. — Oldu, demiş. Oğlan gideyken gideyken mis gibi ekmeğin kokusu etrafa yayılmış. Bi tavşan kokuyu çekince, Keloğlan’ın önüne atlamış. Önünden doğru çalının dibine pısıkmış.* Çalının dibine pısıyınca, — Ay, demiş, Keloğlan, tavşan buldum. Ben de bu tavşanı da babama agidiyin,* demiş. Öyle deyince Keloğlan ekmeği yere komuş, kompostosunu komuş, çalının içine girmiş; tavşanı tutacayın diye. Çalının içinde uğraşıyaken tavşan ekmek sepetini goluna dakmış, gaçmış. Keloğlan dönsün dönsün dursun ooda. Tavşanı da bulamamış, ekmeği de bulamamış. Tavşan gitmiş gitmiş bir tilkiye rast gelmiş. Tilki demiş ki, — Kolundaki sepette ne var? Mis gibi kokuya, demiş. — Ekmek va, demiş. Gel senlen karnımızı doyuralım demiş. O da, — Benim de karnım acıktıydı, demiş. İkisi bi gölün kenarına gitmişle. Kurnaz tavşan demiş ki, (Tilki kurnaz olur ama tavşan daha da kurnazımış.) — Ya, demiş, şu sıcacık ekmeğin yanına bi de balık tutsak çok iyi olur, demiş. Hemen tavşan suya dönmüş. — Ah, benim kuyruğum erişmeyo tilki gardeş, demiş. Senin kuyruğun uzun, demiş. Sen sok kuyruğunu suya, demiş. Tutarsan beraber yeriz, demiş, ekmeğinen. Hemen tilki kuyruğunu sokmuş suyun içine, tavşan oralarda geze kosun. Tilkinin kuyruğu orada suyun içinde dura dura donmuş. Tilki suya yapışmış. Tavşan gayri bağırıyomuş, ekmekleri önüne almış: — Gelive tilki gardaş, seninen ekmek yiilim, diye. O da, — Dur, demiş, balıkla kuyruğuma yapışıyo gayrı. Halbuse ki kuyruğu suya yapışıyo. Tavşan ooda ekmekleri yiyeyken, tilki gayri kuyruğuna asılmaya başlamış. Asılmış koparamamış. Tavşan gayrı karnını doyumuş. Başlamış iki yana hoplamaya zıplamaya. Bakmış avcı geleya, tavşan ooda hopladığıylan kaçmış gitmiş. Tilki kalmış ooda avcılara hedef olmuş. Bu da burada bitti.   * bakraç: Su kovası. * soğukluk: Komposto. * pısıkmak: Sinmek, saklanmak. * agitmek: İletmek, götürmek.
Sedef ile Kahraman Çoban
Karadeniz Bölgesi
Ordu
Sedef ile Kahraman Çoban Masal masal matadar. Ağlasın dağlar taşlar. Hep beraber otururken anlatalım masallar. Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde. Eski zamanların birinde bir köy varmış. Bu köyde güzeller güzeli bir kız yaşarmış. Bu kızın adı Sedef imiş. Sedef sırma saçlı, uzun boylu, boncuk gözlü imiş. Annesi onu sürekli "sırma saçlım, boncuk gözlüm" diye severmiş. Gelinlik çağına gelen Sedef’i, babası çok sever bu yüzden gelen talipleri eve  buyur bile etmeden isteklerinden vazgeçirir, evlerine yollarmış. Sedef birgün köyde dolanırken çoban sürüsüne çatmış ve orada çobanı görünce ona âşık olmuş. Çoban da tabii Sedef’e âşık olmuş. Sedef çobanın nerede yaşadığını öğrenmek için onu takip etmiş. Çobanın evi yayla taraflarına yakın bir yerdeymiş. Sedef’in evine de çok uzak değilmiş. Sedef her gün yayla taraflarına gizliden gizliye çobanı izlemeye gidiyormuş. Çoban her gün kaval çalarmış. Kavalın sesi öyle güzelmiş ki Sedef’in eve hiç gidesi gelmiyormuş. Sanki sesi büyülüymüş de ona bir şeyler söylüyormuş gibiymiş. Derken birgün Sedef yine bizim çobanı izlerken çoban fark etmiş ve Sedef’in yanına gitmiş. Ona neden kendisini izlediğini sormuş. Sedef’te hemen anlatıvermiş. İki âşık her gün çobanın koyunlarını otlattığı yerde buluşuyorlarmış. Çobanın kavalı gerçekten büyülüymüş ve kimi düşünerek çalarsan ona söylemek istediklerini o kişiye tatlı bir melodiyle anlatırmış. Çoban bu kavalı çalmayı Sedef’e de öğretmiş. Çoban gitgide Sedef’e daha çok âşık olmuş ve onu sürekli korumak istiyormuş. Bunun için kavalı Sedef’e hediye etmiş ve başı derde girerse kavalı çalarak onu çağırmasını istemiş. Ama Sedef’e tek âşık olan çoban değilmiş. Köyü sürekli haydutlar basıyormuş ve bu haydutların başı da Sedef’e âşıkmış. Sedef’e ulaşamadıkça sürekli adamlarını gönderip köyü yağmalattırıyormuş. Birgün bu kötü haydut, Sedef’i kaçırma planı yapmış. Köyü basmışlar. Her yeri yağmalamışlar. Sedef’i yakalamışlar ve yağmalama işinin bitmesini bekliyorlarmış. Herkes korkudan evine saklandığı için kimse Sedef’i kurtarmaya çalışmamış. Bu esnada Sedef ,kavalı çıkarıp çalmaya başlamış. Haydutlar ona anlamsızca gülmüşler, fakat başlarına geleceklerden habersizlermiş. Sedef’in kavalından gelen sesle olanları öğrenen çoban hemen tüfeğini alarak köye inmiş. Kavalın bir özelliği de etraftakilere çalan kişilerin gözükmesini istediği şeyleri gösterirmiş. Çoban hemen Sedef’ten kavalı almış ve haydutlara olmayan yaratıkların gözükmesini sağlamış. Haydutlar hemen oradan kaçmış ve bir daha gelmemişler. Çoban köyde kahraman kabul edilmiş. Sedef’in babası da çok sevdiği biricik kızının evlenmesine razı gelmiş. Çobanla Sedef evlenmişler ve ömürleri boyunca mutlu mesut yaşamışlar.
Sabır Taşı
Karadeniz Bölgesi
Ordu
Sabır Taşı Zamanın birinde bir ana ve kızı varmış. Kız hergün çeşmeye su doldurmaya gidermiş. Kız yoldayken kuş: — Ey kız, ey kız! demiş. Kız cevap vermeden yoluna devam etmiş. Kuş üç gün üst üste aynı şeyi tekrarlayınca kız annesine söylemiş. Annesi, kuş yine “ Ey kız, ey kız!” diye seslenirse: — Ey dağların, taşların alaca kuşu ne istersin sen benden? diyerek cevap vermesini öğütlemiş. Kuş yine “Ey kız ey kız!” diye seslenince kız: — Ey dağların, taşların alaca kuşu sen benden ne istiyorsun? demiş. Kuş: — Yedi sene kaz güdeceksin, yedi sene de yiğit (hasta) bekleyeceksin, demiş. Bir zaman sonra annesiyle kızı ormanda az gitmişler uz gitmişler yolun ağzında önlerine bir ev çıkmış. Evin önünde içleri su dolu olan, kırmızı su testileri varmış. Kız eve yaklaşınca: — Ben susadım ay ana, demiş Annesi: — Şu kapıyı aç da içeri girip iç kızım, demiş. Kız eve girince kapı kapanıp kilitlenmiş. Evin odasının birinde delikanlı bir oğlan hasta yatıyormuş, diğer bir odada bir sürü kaz varmış.  Kız yedi yıl boyunca hem hasta gence hem de kazlara bakmış. Yedi seneden sonra hasta delikanlı iyi olmuş. Kendisine bakan kızdan haberi olmayan delikanlı bir Arap kızla evlenmeye karar vermiş. Delikanlının Arap kızla evleneceğini öğrenen kız çarşıya gidip ustura ve sabır taşı satın alıp eve gidip  ağıt yakmaya başlamış. Kız, “Dinle ey sabır taşım, yedi sene kaz güttüm, yedi sene yiğit bekledim o şimdi bir Arap kızıyla evleniyor” diye ağıt yakıp boynuna usturayı vuracağı vakit delikanlı kızın bu sözlerini kapıdan işitmiş. Delikanlı: — Bana neden bu gerçekleri ve durumu anlatmadın? demiş. Delikanlı, durumdan haberdar olmadığını ve çok pişman olduğunu kıza söyleyip affetmesini istemiş. Kız, delikanlıyı affetmiş ve evlenip bir ömür mutlu yaşamışlar.
Keloğlan ile Dev
Ege Bölgesi
Afyonkarahisar
KELOĞLAN İLE DEV   Bir varmış bir yokmuş... Evvel zaman içinde kalbur saman içinde... Develer tellal iken, pireler berber iken... Ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken... Az gittim, uz gittim. Dere tepe düz gittim. Döndüm baktım ki bir arpa boyu yol gittim... Köyün birinde fakir mi fakir bir aile ile üç oğulları varmış. Oğlanların en küçüğünün başında saç olmadığı için herkes ona Keloğlan dermiş. Yaşlı anne ve babaları ölünce, kimsesiz kalan üç kardeş artık köyde duramayacaklarını anlayınca, köyü terk etmeye karar verirler. Azıklarını hazırlayıp yola çıkarlar. Gide gide büyük bir tarlaya varırlar. Azıkları da bittiği için, o tarladaki ekini biçmeye başlarlar. "Sahibi gelince para vermese bile karnımızı doyursa yeter" diye konuşurlar. Az sonra tarlanın sahibi gelir. Tarla da o köyde oturan bir devin imiş. Dev bunları görünce "Yemlerim yine ayağıma geldi", diye sevinerek, yanlarına varır: — Ben bu tarlanın sahibiyim. Siz benim ekinimi niçin biçiyorsunuz? Çocuklar başlar konuşmaya: — Dev amca biz tarla sahibine yardım ediyoruz. Karşılığında karnımızı doyursun yeter. O zaman dev sorar: — İçinizde okuma yazma bilen var mı? Üçü de bildikleri halde, Keloğlan söze karışır. — Amca bizim babamız çok fakirdi. Biz okula gidemedik, der. Dev, Keloğlan'ın eline bir pusula verir: — Bunu köyde yengene ver, diye tembih eder. Keloğlan pusulayı alıp köyün yolunu tutar. Yolda pusulayı okur: — Akşama ziyafet var. Üç tane av buldum. Bir kazan su kaynat. Keloğlan hemen yazıyı değiştirir: — Akşama üç tane misafirim var. Ahırdaki danayı kes, bir kazan kavurma yap. Keloğlan devin evini bularak, yazıyı devin karısına verip tekrar tarlaya döner. Akşama kadar ekinleri biçerler. Akşam olunca devin evine gelirler. Dev, karısına sorar: — Hanım suları kaynattın mı? — Ne suyu bey? Gönderdiğin pusulada ahırdaki danayı kes, misafirim var diye yazıyordu. Ben de danayı kesip bir kazan kavurma yaptım. Dev, Keloğlan'ın yazıyı değiştirdiğini anlar. Çok kızar, fakat belli etmez. Birlikte kavurmayı afiyetle yerler. Yatma zamanı gelince dev, karısına der ki: — Çocukları salona yatır, Keloğlan'ı ortaya yatır. Bu gece onu yiyeceğim. Keloğlan da konuşmaları dinlermiş. Gece yarısı yatağından kalkarak devin kızının odasına gider. "Orada uyuyamadım, seninle yer değiştirelim" diye kızı kandırarak, onu kendi yatağına yatırır. Kendisi de kızın yatağına yatar. Dev, dişlerini bileyerek, çocukların yattığı odaya gelir. — Kim uyur, kim uyanık? Odadan hiç ses gelmeyince, ortada yatan kızını yer. Sabah olunca Keloğlan'ı ağabeylerinin yanında görünce, şaşkın şaşkın sorar: — Keloğlan sen nerede yattın? — Gece ağabeylerim horlayınca, uyuyamadım. Kızınızla yer değiştirdik. Dev, gece yediğinin kızı olduğunu anlar. Öfkeyle Keloğlan'ı yakalayarak zincire bağlar. Hanımına tembih eder: — Ben tarlaya gidiyorum. Keloğlan'ı kes, odunları yar. Akşama pişirip bir güzel yiyelim. Dev gidince karısı odunları yarmaya başlar. Baltayı bir sallar, iki sallar odunları parçalayamaz. Kadın odunları kıramayınca, Keloğlan kadına der ki: — Yenge sen benim ellerimi çöz, ayaklarım bağlı kalsın. Ben odunları kırayım. — Yok, Keloğlan sen kaçarsan, dev beni öldürür." — Ayaklarım bağlı nasıl kaçarım. Hem akşama beni pişirmezsen kocan sana yine kızar. Kadının bu işe aklı yatar. Keloğlan'ın ellerini çözer. Keloğlan üç beş odun kırdıktan sonra "Yenge şu odunları alıver" der. Kadın odunları almak için eğilince, baltayı kadının beynine indirir, kadın ölür. Keloğlan kadını güzelce pişirerek sofrayı hazırlar. Kendisi de bir ağaca çıkar. Karnı da iyice acıkmış olan dev, sofrayı hazır bulunca çok sevinir, oturup yemeye başlar. Karnı doymaya başlayınca homurdanarak: — Keloğlan'ın eti de pek lezzetli imiş, der. Bunu duyan Keloğlan da: — Oooh! Hanımın eti ne lezzetliymiş, der. Dev, sesin geldiği tarafa doğru bakınca, bir de ne görsün, Keloğlan ağaçta... Ağzından köpükler saçarak konuşur: — Ulan Keloğlan, artık elimden kurtulamazsın. Kızımı ve karımı bana yedirttin, şimdi sıra sende. İn aşağıya seni yiyeceğim. — Benim yiyebilmen için yanıma kadar çıkman lâzım. — Ben ağaca çıkamam, sen buraya geleceksin. — Benim diyeceklerimi yaparsan bu ağaca çıkarsın. Beni de afiyetle yersin. — Sen nasıl çıktın oraya? — Ben ağacın altında büyük bir ateş yakarak içinde kocaman bir demiri kızarttım. Üzerine oturunca, demir yay vazifesi gördü. Beni buraya fırlattı. Ahmak dev Keloğlan'a kandığı yetmiyormuş gibi, bu dediklerine de inanıverir. Ağacın altına kocaman bir ateş yakıp bir demir parçasını iyice kızartır. Üzerine oturunca kızgın demir devin ciğerine saplanır. Dev son nefesini verirken Keloğlan sırıtarak aşağı iner: — Dev arkadaş nasılsın? Pek iyi görünmüyorsun. Şu elimdeki kağıtları imzalarsan, seni oradan kurtarırım, der. Düştüğü tuzaklara doymayan dev, can havliyle kağıtları da imzalar. Biraz sonra da yanarak ölür. Kağıtta da bütün malını mülkünü Keloğlan'a hibe ettiği yazıyormuş. Devin mallarına konan Keloğlan, kardeşlerini de bularak devin konağına yerleşirler. Köyün en zengin adamları olurlar. Eden bulur, etmeyen erer muradına. Biz çıkalım kerevetine. Gökten üç elma düştü. Başkalarının alnına kara sürmeyenlerin başına...
Mustan
Ege Bölgesi
Afyonkarahisar
MUSTAN   Bir varmış, bir yokmuş... Bir dul kadınla oğlu varmış. Komşuları toplanmışlar, kırk arabayla oduna gidiyorlarmış. Dul kadın komşularına : — Benim Mustan'ımı da götürün Allah ile size emanet, der. Komşuları da dul kadına acıdıkları için oğlunu da götürürler. Yolda giderken, Mustan'ın urganı düşer. — İn oğlum urganını al. — Hayır almam. Annem beni size emanet etti. Komşulardan birisi iner, alır. Kırk araba üç günlük yola gidiyormuş. Biraz ilerleyince, bir bayırda Mustan'ın baltası düşer. — Mustan in de baltanı al. — Almam. Annem beni size emanet etti. Yine komşulardan birisi iner baltayı alır. Odun dağına vardıklarında herkes baltasını alır, odun kesmeye başlar. — Oğlum sen de odun kes. Arabana biz yükleyiverelim. — Ben odun kesemem. Annem beni size emanet etti. Ben öküzleri yaymaya gidiyorum. Mustan kırk çift öküzü önüne katar, dere boyu yaymaya gider. Öküzler yayılırken su başında uyuyakalır. Uyandığında akşam olmuş, arabalar yüklenmiş. Mustan da öküzleri getirir. Yola düşerler. Karanlık çöküp yıldızlar çıkınca, bir yol ayrımına gelirler: — Işık yanan yere mi gidelim, köpek üren yere mi? — Köpek üren yerde ne yapacağız. Köpekler bizi kapar. Işık yanan yere gidelim. Işık yanan yere vardıklarında ne görsünler. Kocaman bir inde bir dev anası elinde *kirman ocak başında oturuyor. Dev anası bunları görünce, içinden “Tüysüz bir av geldi" diyerek ayağa kalkar. Bunları buyur eder. Yedirir içirir. Yataklarını yapar, yatırır. Dev anası herkes uyuyunca, dişlerini biler, bunları yiyecek. Kim uyuyor, kim uyanık diye bakar. Herkes uyuyor, Mustan uyanık. — Len oğlum Mustan annen seni ne ile uyuturdu.? — Annem bana deve *çulu bir katmer yapardı. Ben onu yedikten sonra uyurdum. Dev anası hemen kalkar, kırk kişiye yetecek kadar katmer yapar. — Kalkın arkadaşlar, katmer yiyelim; sonra tekrar yatarsınız. Komşularını uyandırır. Katmerleri yedikten sonra tekrar uyurlar. Dev anası tekrar yoklar: — Kim uyuyor, kim uyanık. Herkes uyumuş, Mustan uyanık. — Len oğlum Mustan annen seni ne ile uyuturdu? — Annem bana bir kazan kara helva yapardı. Ben onu yedikten sonra uyurdum. Dev anası hemen kalkar, kırk kişiye yetecek kadar helva yapar. — Kalkın arkadaşlar! Helvayı da yiyelim, sonra uyursunuz. Komşuları kalkar, helvayı yerler, tekrar yatarlar. Dev anası "Artık bunları yiyebilirim" diye aklından geçirir. Uyuyup uyumadıklarını kontrol eder: — Kim uyur, kim uyanık? Herkes derin uykuda Mustan uyanık. — Len oğlum Mustan, annen seni ne ile uyuturdu? — Annem bana dereden *gözerle su getirirdi. Onu içtikten sonra uyurdum. Dev anasının sabrı iyice taşar, fakat evine kadar gelmiş hazır kırk tane av... Eline bir gözer alıp dereye su getirmeye gider. Mustan onun gittiğini görünce, arkadaşlarını uyatır: — Dev anası hepimizi yiyecek. Ben onu dereye gönderdim,hemen kaçalım. Köylüler toparlanıp yola düşerler. Fakat telaşla Mustan'ın bıçağı Dev anasının evinde kalmış. Komşuları "Mustan gitme. Seni yalnız yakalarsa yer" dedilerse de Mustan onları dinlemez. Bıçağını almak üzere dev anasının inine gider. Dev anası bunu görünce, öfkeyle üzerine sal­dırır: — Len Mustan senin bana yaptıkların yetti artık. Mustan'ı bir çuvala koyup, ağzını sıkıca bağlayarak ocağa dayamış. Bereket versin Mustan bıçağını almışımış. Çuvalı delip dışarı çıkar. Ocak başında da Dev anasının alaca bir danası varmış. Onu çuvala kapatıp ocağa dayayıp kaçar. Dev anası, bacadan kocaman taşları çuvala atarmış. İçindeki dana böğürünce, "Mustan işte alaca dana gibi bağırtırım ben adamı" dermiş. Aşağı inip çuvalı açınca, kendi ala danası olduğunu anlar. Hemen peşlerine düşer. Mustan bir dereden geçerken topal bir karıncanın boğulmakta olduğunu görür. Bir çöp uzatarak karıncayı kurtarır. Karınca dile gelir: — Mustan kardeş çeşmenin ardında sabun, tarak ve *boduç var. Onları al başın sıkışınca kullanırsın. Dev anası bunları görüp üzerlerine doğru gelirken yedi adım kala Mustan elindeki sabunu atar, her taraf sabun köpüğü olur. Dev anası kayar onlara yetişemez. Biraz gittikten sonra Dev anası bunlara yine yetişir. Mustan bu defa tarağı yere atar, her taraf iğne olur. Dev anası ağır vücuduyla iğnelerin içinden bata çıka zorla çıkar. Mustan Dev anasının bundan da kurtulduğunu görünce, yine kendilerine yedi adım kala elindeki boduçu yere atar, ortalık göl olur. Dev anası karşıda kalır: — Mustan burdan nasıl geçeceğim yavrum? — Biz belimize değirmen taşı bağlayarak geçtik. Sen de öyle geçebilirsin. Dev anası beline iki tane kocaman değirmen taşı bağlayıp göle girince taşların ağırlığı ile gölün dibine batar. Orada boğulur ölür. Oduna giden köylüler Mustan sayesinde sağ salim köylerine dönerler. Onlar ermiş muradına...   *kirman: Kirman, elde yün eğirmeye ve sarmaya yarayan, ağaçtan yapılmış araç. *çul: Kıldan veya yünden yapılmış hayvan örtüsü. *gözer: Buğday, toprak vb.nin elendiği iri gözlü kalbur. *boduç: Ağaç veya topraktan yapılmış küçük su kabı.
Yedi Kardeşin Bacısı
Ege Bölgesi
Afyonkarahisar
YEDİ KARDEŞİN BACISI   Bir varmış, bir yokmuş. Allah'ın günü darıdan çokmuş... Zamanın birinde bir köyde bir karı koca varmış. Bunların da yedi tane oğulları varmış. Bu yedi kardeş de uzak dağlara ava giderlermiş. Bazen bir iki ay eve gelmezlermiş. Kadın tekrar hamileymiş. Oğlanlar ille de bir kız kardeşleri olsun istiyorlarmış. Ava giderken demişler ki: — Kız kardeşimiz olursa al bayrak, oğlan olursa kara bayrak takın, biz karşı dağdan bayrağı görürüz. Oğlanlar gider, annelerinin günü yeter, bir kız çocuğu doğurur. Fakat dama yine kara bayrak asar. Uzaktan kara bayrağı gören oğlanlar köye dönmezler. Memleketi terk edip giderler. Kız büyüyüp sokakta oynamaya başlayınca bir gün bunu döğerler. Tenha bir köşede ağlarken yanına bir nine yaklaşır: — Kızım niye ağlıyorsun? — Ah nineciğim şu çocuklar beni döğdü. Bir ağabeyim olsaydı, hiç beni döğebilirler miydi? — Ah yavrum sendeki oğlan kardeş kimde var? Senin yedi tane oğlan kardeşin var. Sen doğunca annen seni onlara oğlan olarak bildirdi. Onlar da kız kardeş istedikleri için küsüp gittiler. — Nineciğim, ben kardeşlerimi bulmak istiyorum. Ne olur bana yardım et diye neneye yalvarır. Nene de kızın haline acıyarak ona yardım eder. Külden bir eşek yaparak: —Sakın yolda çüş deme, diyerek kıza verir. Kız eşeğe biner, annesinden babasından izin alıp yola çıkar. Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, bir pınarın başına varınca suya doğru giden eşeği engellemeye çalışırken "çüş" deyivermiş. O anda eşek dağılır kül olur. Kız pınarın başında beklerken akşam olur. Tepede bir ışık görünce oradan geçen yaşlı birisine sorar: — O tepedeki kulübede kim yaşıyor? — O tepedeki kulübede yedi kardeşler yaşıyor. Kız ağabeylerinin orada yaşadığını öğrenince hemen oraya gider. Sabah olup ağabeyleri ava gidince eve girer. Ortalığı temizler, türlü türlü yemekler yapar. Akşam olup ağabeyleri gelince de bir dolaba saklanır. Akşam eve gelen yedi kardeşler evin halini görünce şaşırırlar "Acaba kim geldi, evimizi kim düzeltti?", diye. Yemekleri de belki zehirlidir diye yemek istemezler. En küçük kardeş: — Ölürsem ben öleyim bu yemeklerden yiyeceğim diyerek her yemekten bir kaşık alır. Ona bir şey olmadığını gören diğer kardeşler de otururlar ve kızın yaptığı yemekleri afiyetle yerler. Yemekleri yerler ama bu işleri yapanı da çok merak ederler. Ertesi gün küçük kardeş evde bir dolaba saklanır. Kız ağabeylerinin gittiğini görünce saklandığı yerden çıkıp ev işlerini görmeye başlar. Küçük oğlan da ortaya çıkıp kızın bileğinden yapışır. — İn misin cin misin? — Ne inim ne cinim. Selçuk kadın doğanıyım, size yarar bir kulum. Oğlan Selçuk kadın ismini duyunca kıza sorar: — Selçuk kadın kimdir? Kız: — Sizin de benim de annemdir. Ben sizin kardeşinizim. Annem ben doğunca kara bayrak asmış. Ben sizin varlığınızı öğrenince sizi bulmak için annemden ayrıldı, diyerek başından geçenleri anlatır. Akşam olup ağabeyler gelince küçük kardeş her şeyi onlara anlatır. Sarmaş dolaş olurlar, çok sevinirler. Bundan böyle birlikte yaşamaya başlarlar. Oğlanlar ava gider, kız ev işlerini görür. Bir gün kardeşlerden birisi kızınca ateşe işer ve ateşi söndürür. Tabii dağ başında başka ateş yok. Ateş bulmak için yola düşen kız uzak bir yerde bir ışık görür. Bir yerde de köpekler havlarmış. — Işık yanan yere mi gitsem, köpek üren yere mi gitsem? Sonunda "Işık yanan yere gideyim." diyerek yoluna devam eder. Oraya vardığında bir de ne görsün, bir cadı karısı ve gelinleri oturuyor. Biraz bekler. Cadı karısı gidince gelinlerinin yanına varır. Gelinler bir insanoğlu görünce şaşırırlar: — Bacım sen buraya niye geldin? Şimdi kaynanamız seni görürse öldürür. — Ateş istemeye geldim. Kızın haline acıyarak biraz ateş verirler. Bir de ip yumağı vererek: — Yumağı çöze çöze evine git. Kim gelirse gelsin kapıyı da kimseye açma, diye tembih ederler. Kız gidip cadı karısı gelince: — Bu evde insan kokusu var, kim geldi?, diyerek gelinlerini sıkıştırır. Onlar da her şeyi anlatırlar. Cadı karısı kızın çözdüğü ipi sara sara kızın evini bulur. — Tak tak tak! — Kim o? — Yavuklundan yüzük getirdim, aç kapıyı. Kız cadı gelinlerinin söylediklerini hatırlayarak kapıyı açmaz. Cadı karısı kapıyı açtıramayınca başka bir yola başvurur. — Kapıyı açmıyorsan parmağını anahtar deliğinden uzat, yüzüğü parmağına takıp gideyim. Kız kapının deliğinden parmağını uzatınca Cadı karısı parmağı yakalar, eme eme kızın bütün kanını çeker. Kız kapının arkasında ölür. Kardeşleri akşam eve gelince kapıyı çalarlar, açan yok. Seslenirler, ses yok. Kapıyı zorla açınca ne görsünler, kız kardeşleri cansız yatıyor. Kardeşlerini çok sevdikleri için toprağa vermeye kıyamayan ağabeyler, topal bir devenin sırtına sararlar. Ava giderken de her gün yanlarında taşırlar. Yine ava gittikleri bir gün atlı üç kişiyle karşılaşırlar. Bunlardan biri bir Beyoğlu öbürleri de adamlarıdır. Beyoğlu der ki: — Devenin üstündeki can ise benim, mal ise sizin olsun. Hemen devenin yanına yaklaşır. Bakar ki çok güzel bir kız. Beyoğlu’nda da bir 'can elması' varmış. Elmayı kızın dudağına sürdüğüyle kız canlanır. Beyoğlu kızı ağabeylerinden ister. Onlar da kardeşlerini canlandıran Beyoğlu'na onu verirler. Yedi gün yedi gece düğün yapmışlar. Beyoğlu ile kız evlenmiş hep beraber mutlu yaşamışlar.  
Habibe
Ege Bölgesi
Afyonkarahisar
HABİBE   Bir varmış bir yokmuş... Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde... Fakir bir oduncu ile güzel mi güzel Habibe adlı bir kızı varmış. Adam karısı ölünce yeniden evlenir. Kadın üvey kızını kıskanmaya başlar. Zor işleri ona gördürür. Her zaman bir bahane bulup kızı döğer. Kız da korkusundan babasına bir şey söylemez. Kadın kızı evden kaçırmak için elinden ne gelirse yapar. Fakat bunu başaramaz. Sonunda kocasının karşısına çıkar: "Bu evden ya bu kız gider, ya ben!" Adam şaşırır: "Bugüne kadar geçindiniz. O da benin kızım. Kimimiz kimsemiz yok. Onu kime bırakırım, nereye gönderirim?" "Ben onu bunu bilmem. Daha fazla dayanamayacağım." Adam karısından kurtulamayacağını anlayınca kızını yanına alarak oduna gider. Orada kızına der: "Kızım sen şurada bekle. Ben falan yerde odun keseceğim. Akşam olunca gelir seni alırım." Odun keseceği yere varınca ağacın birisine bir tosbağa bağlar. Tosbağa kurtulmak için çabaladıkça tak tak ses çıkarır. Kız da sesleri duydukça babasının odun kestiğini zanneder. Adam kızını oralarda bırakarak eve döner. Karısı adamı yalnız görünce, sorar: "Ne ettin kızına?" "Öldürdüm."   Kadın bunu duyunca çok sevinir. Kendisi de çok güzelmiş. Habibe büyüyüp serpildikçe bu kız "Benden güzel olacak." diye onu ortadan kaldırtmayı başarır. Bunlar karı koca yaşaya dursunlar, biz gelelim Habibe'ye... Akşam olunca bakar ki, babası gelmiyor. Sesin geldiği tarafa doğru giderek babasını bulmaya çalışır. Varıp baksa ki, ağaçta bir tosbağa sallanıp duruyor. Babası da ortalarda yok. O zaman babasının kendisini terk ettiğini anlar. Ortalığı karanlık basınca korkmaya başlar. "Işık yanan yere mi gitsem, köpek üren yere mi?" Köpek üren yere gitseymiş bir eve varacakmış. Fakat köpekten korktuğu için ışık yanan yere gitmeye karar verir. Kız yürür yol uzar, kız yürür yol bitmez... Sonunda ışık yanan kulübeye yorgun argın varır. Orası da dev anasının evi imiş. Kapıyı çalınca devin kızları açarlar. Baksalar ki, bir insanoğlu: "Sen buraya nasıl geldin? Bizim annemiz seni görürse yer. Biz seni nasıl saklayalım?" Devin kızları, kızın güzelliğini görünce, buna yardım ederler. "Annemizin memeleri dizine kadar iner. O içeri girince hemen koş memelerine yapış. O zaman seni bizden üstün tutar." Dev anası kapıdan içeri girince, kız hemen denenleri yapar, dev anası da kıza bir zarar vermez. Kız da orada yaşamaya başlar. Üvey annesi giyinir, kuşanır, saçlarını tarar. "Ay dede! Sen mi güzel, ben mi?" "Ne sen güzel, ne ben güzel. Devlerin yanındaki Habibe güzel!" Kadın bu cevabı alınca, çılgına döner. Hemen eve gelerek, kocasına çıkışır. "Hani sen kızı öldürdüydün?" "Karıcığım hiç insan kendi kızını öldürebilir mi? Dağlarda bıraktım, geldim. Buraya gelip bizi bulamaz. Sen de onu bir daha görmezsin." Kadın "Bu kızdan kurtulmam lazım" diye düşünerek planlar yapar. Dilenci kılığında devlerin kapısını çalar. Kapıyı Habibe açar. Kız üvey annesini bu kılığı ile tanıyamaz. Deve bir şeyler verirken, kadın kızın ağzına zehir koyar, kız bayılır düşer. Dev anası ve kızları kızı öldü diye gömmek isterler, fakat toprağa vermeye kıyamazlar. Bir sala koyup nehre bırakırlar. Sal gide gide Beyoğlu’nun sarayına varır. Beyoğlu salı görünce "Cansa da malsa da bana getirin" diye adamlarına emir verir. Sal gelince açsa baksalar ki, dünya güzeli bir kız. Teneşire koyup yıkarlarken nasıl olmuşsa zehir kızın ağzından düşüverir, kız canlanmaya başlar. Beyoğlu çok sevinir. Kızı alıp sarayına götürür. Kızı öldüren üvey anne yine süslenir püslenir, aya sorar: "Ay dede, ay dede sen mi güzel ben mi?"   Git hey kötü karı, ne sen güzel ne ben güzel; bey evindeki Habibe güzel!" Kadın bunu duyunca, yine kızın peşine düşer. Bu defa satıcı kılığına girerek, Beyoğlu’nun sarayına gider. Kıza çeyizleri gösterirken yüzü açılınca, kız onu tanır: "Kurtarın beni. Bu kadın benim üvey annem. Beni bayıltan da budur!" Hemen Beyoğlu’nun adamları kadını yakalarlar. O cezasını çekedursun, Beyoğlu kırk gün kırk gece düğün yaparak kızı alır. Onlar ermiş muradına...
Çocuk İsteyen Kadın
Ege Bölgesi
Afyonkarahisar
ÇOCUK İSTEYEN KADIN   Bir varmış bir yokmuş... Ülkelerden bir ülkede zengin bir adam yaşarmış. Her şeyi veren Tanrı bir çocuğu ona çok görmüş. Çok iyi yaşıyormuş. Gününü gün ediyormuş. Fakat malını mülkünü bırakacağı bir çocuğu olmadığı için çok üzülüyormuş. Muhakkak bir çocuk sahibi olmak isteyin adam, ikinci defa evlenir. Ama vermeyen Tanrı o kadına da bir çocuk vermez. Üzerine kuma gelmesine üzülen, adamın ilk karısı her gün mezarlığa giderek kendisine bir çocuk vermesi için Tanrı'ya dua eder. Yine bir gün mezarlıkta dua ederken, bir yılan gelerek şöyle der: — Senin bir çocuğun olacak, fakat çocuk kırk günlük olunca sen öleceksin. — Ben her şeye razıyım. Yeter ki bir çocuğum olsun. Aradan günler, aylar geçer. Kadının bir kızı olur. Kadın ve kocası çok sevinirler. Kocasının yanında değeri her gün biraz daha artmaktadır. Kuması da bu kadını çok kıskanır. Çocuk kırk günlük olunca kadın ölür. Adamın ikinci karısı çocuğu alıp bir mahzene saklar. O gece de fırtınalar kopar. Bardaktan boşanır gibi yağmur yağar. Kadın çocuğu bir ekmek teknesine koyup sel sularına bırakır. Kendisi de evi terk edip büyücülüğe başlar. Tekne derelerden, çaylardan geçerek, büyük bir ırmağa ulaşır. Bir köyün kenarından geçerken derede balık tutmakta olan yoksul bir balıkça tekneyi görerek kenara çıkarır. İçindeki çocuğu alarak evine götürür. — Tanrı bize bir çocuk daha verdi, diyerek çocuğu karısına gösterir. Karısı: — Dokuz çocuk bize yetmiyor mu? Bize çocuk değil ekmek lazım, diyerek çocuğu kabul etmek istemez. Adam da: — Bunu bize Tanrı gönderdi. Bunda da bir hikmet vardır, diyerek karısını ikna eder. Adam balık tutmaya gidince, kadın çocuğu ahıra bırakır. Çocuk bir müddet ağladıktan sonra ses kesilince kadın "Acaba ne oldu?", diye merak edip ahıra inince, ineğin çocuğu emzirdiğini görür. "Bu çocukta bir keramet var", diyerek kendi çocuklarının yanına götürür. Onların yediklerinden yedirir. Onların giydiklerinden giydirir. Aradan yıllar geçer, kız on beş yaşına gelir. Bir gün üvey kardeşleri ile inekleri gütmeye gittiği derede yıkanırken, bir yanda da türkü söylermiş. O sırada da ülkenin genç ve yakışıklı padişahı oradan geçiyormuş. Kızın sesini duyarak ona âşık olur. Balıkçının kızı olduğunu öğrenip kızı balıkçıdan ister. Balıkçı, başlarına konan bu devlet kuşunu kaçırmamak için kızı öve öve bitiremez. Nereden geldiğini, onu nasıl büyüttüğünü uzun uzun anlatır. Padişah balıkçının niyetini anlayıp ona kese kese altın vererek, kızı alır gider. Kırk gün kırk gece düğün yaparak evlenirler. Bir yıla varmadan da bir oğulları olur. Padişah kızın babasını da buldurarak onu kendisine başvezir yapar. Bunlar mutluluk içinde yaşaya dursunlar. Biz gelelim kızın üvey annesine. Bütün bunları öğrenen üvey annenin büyücülüğü dilden dile dolaşır olmuş. Fakat yavaş yavaş korkmaya da başlamış. Dünyada bütün olup bitenleri söyleyen bir kuşu varmış. Bir gün kuşuna sorar: — Şu anda dünyanın en güzel kadını kim? — Şu anda dünyanın en güzel kadını padişahın karısıdır. Kadın bu cevabı alınca çok sinirlenir. Üvey kızına bir oyun oynamaya karar verir. Dilenci kılığına girerek saraya gider. Kapıdaki askerlere: — Bana biraz sadaka verin. İsterseniz falınıza bakayım. İsterseniz ilaç içirip kuvvetinizi artırayım der. Askerler de kadına inanarak, güçlerini artırmasını isterler. — Şu tozu yutarsanız hepiniz arslan gibi kuvvetli, kaplan gibi yırtıcı olursunuz, diyerek askerlere biraz toz verir. Tozu yutan askerler kuvvetlenmek şöyle dursun, parmak boyunda birer cüce olurlar. Onlar "Bize ne oldu?", diye telaşlanırken, kadın saraya girer: — Padişahın karısına bir diyeceğim var, diyerek sultanın yanına girer. Yanına iyice yaklaşınca elindeki tozları üfleyince, sultan kara bir köpek olur. Büyücü köpeğin boğazına bir ip takarak kaşla göz arasında saraydan çıkar, konağına gelir. Sultanı tekrar insan haline getirerek, bir zindana hapseder. Karısının kaybolduğunu öğrenen padişah çok üzülür. Ülkenin her yanına haber salar, adamlar gönderir. Fakat karısının ne izine, ne sözüne rastlayan olur. Son defa büyücünün kaçırmış olabileceğini düşünerek, askerlerine büyücünün konağını bastırır. Kuş, büyücüye padişahın ordusu ile birlikte konağa geldiğini haber verince, büyücü sultanı zindandan çıkararak: — Ya hizmetçim olursun ya da gelenlerin hepsini taş ederim, der. Sultan büyücünün bunu başaramayacağını düşünerek kabul etmeyince, büyücü padişahı ve adamlarını büyülü tozu üzerlerine üfleyerek taş haline getirir. Sultanı da tekrar zindana atar. Aradan yıllar geçer. şehzade yakışıklı mı yakışıklı, yiğit mi yiğit bir delikanlı olur. Annesini ve babasını bulmak için yollara düşer. Derelerden sel gibi, tepelerden yel gibi geçerek ülke ülke dolaşırken, bir gün yolu büyücünün konağına düşer. Büyücüye misafir olur. Tatlı dili ile büyücüyü kandırarak konağı gezmeye başlar. Demir parmaklıklar arkasında güzel mi güzel bir kadın görünce şüphelenir. Kadına kim olduğunu sorar. Şehzade kadının anlattıklarından onun annesi olduğunu anlar. Kendini tanıtıp sarmaş dolaş olduktan sonra annesini buradan nasıl kurtaracağını düşünmeye başlar. Konağın bir tek çıkış kapısı olduğu için çıkmaları mümkün değilmiş. Hiçbir şey olmamış gibi büyücüye gider. Tatlı tatlı sohbet ederlerken büyücüye sorar: — Sen ölümlü müsün, ölümsüz müsün? — Bunu bana niçin soruyorsun? — Hiç! Merak ettim. Büyücü çok sevdiği bu delikanlıya cevap verir: — Ben hem ölümlü sayılırım, hem de ölümsüz. Dokuz dağın arkasındaki Perili Köşk'te benimkine benzer mavi bir kuş vardır. O kuş ne zaman kafesten uçar. Ben o zaman ölürüm. Oğlan, demir çarık demir asa düşer yollara. Gece demez, gündüz demez aşılmaz dağlardan, geçilmez sulardan geçerek dokuz dağın arkasındaki perili köşke varır. Periler oğlanı görünce bayılırlar. Ona sahip olmak için misafir ederler. Ninni söyleyip uyutmak isterler. Fakat oğlan parmağını ısırarak uyumaz. Böylece büyü bozulur. Perili Köşk yıkılır. Mavi kuşun olduğu kafesi alıp konağa doğru yola çıkar. Yolda filler ordusu ile karşılaşır. Derdini anlatınca, filler ordusunun beyi oğlana yardım eder. Birlikte büyücünün konağına varırlar. Kuş büyücüye bunların geldiğini haber verir. Büyücü kapıları kilitleyerek saklanır. Filler kapıları kırarak içeri girerler. Büyücü büyülü tozları bunların üzerine serpeceği sırada, oğlan kafesteki kuşu salıverir. Büyücü de oraya cansız yığılır kalır. Büyü bozulunca taş olan padişah ve askerleri de tekrar eski hallerine dönerler. Anne baba ve oğul sarmaş dolaş olurlar. Saraya dönünce yedi gün yedi gece ziyafet düzenleyerek sevinçlerini ülke insanları ile paylaşırlar. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım dam başına... Gökten üç elma düştü. Biri de bizim başımıza...  
Keloğlan ile Hamamcı
Ege Bölgesi
Afyonkarahisar
KELOĞLAN İLE HAMAMCI   Bir varmış bir yokmuş... Dul bir kadınla kel bir oğlu varmış. Başı kabak olduğu için adı da Keloğlan'mış. Tarlalarını eker biçer geçinip giderlermiş. Bir gün kaldırdıklarını yıkayıp çimenliğe sererler. Annesi başını beklerken, dört karga gelir, serginin dört başından tutar gökyüzüne kaldırırlar. Keloğlan gelince, sorar: — Ana buğdayları nereye koydun? — Ah yavrum nereye koyayım. Dört karga geldi serginin dört başından tutup alıp götürdüler. Keloğlan 'Yazık olmuş aç kalacağız',  derken bir çare düşünür. Uzun bir sırığın ucuna demirden bir çengel taktırarak doğru kargaların yuvasına varır. — Kargalar kargalar! Ya buğdayımı verirsiniz, ya yuvanızı bozarım! — Aman Keloğlan yuvamızı bozma biz sana bir eşek verelim. Yalnız 'İşe eşeğim işe' demeyeceksin. — Peki, der. Keloğlan eşeği alır yola çıkar. Yolda merak eder, 'İşe eşeğim işe', der. Eşek yolun ortasını altınla doldurur. Keloğlan sevinçle eve gelir: — Ana! Kargalar bir tane eşek verdiler. Sakın 'İşe eşeğim işe' deme! — Olur yavrum demem. Keloğlan gidince kadın merak eder. 'İşe eşeğim işe', der. Eşek altınları doldurur. Sonraki günler eşeğe çok iyi bakarlar, yedirir içirir işetirler. Çok zengin olurlar. Bir gün Keloğlan arkadaşları ile hamama eşekle gitmek ister. Anası: — Oğlum eşeği götürme elinden aldırırsın, dedi ise de dinlemez. Biner eşeğe hamama varır. — Hamamcı dayı aman benim eşeğe iyi bak, sakın 'İşe eşeğim işe deme', diye tembih eder. Keloğlan hamamda yıkana dursun, Hamamcı merak eder. 'Bu eşekte bir hâl var' diye düşünür. Dayanamayıp 'İşe eşeğim işe', der. Altınlar dökülmeye başlar. Hamamcı da kurnaz biriymiş... Hemen eşeği evin dördüncü katına çıkarır, yerine ona benzer boz bir eşek bırakır. Keloğlan hamamdan çıkar, eşeğe biner, evine gider. Yolda 'İşe eşeğim işe' der. Eşek işemez. Eşeğin değiştirildiğini anlar. — Ana! — Ey! — Eşeği değiştirmişler — Ah oğlum ben sana demedim mi! O hamamcı ayyer adamdır. Keloğlan çengelli sırığı alır. Kargaların yuvasına varır: — Ya buğdaylarımı verin, ya yuvanızı bozarım. — Aman Keloğlan yapma. Biz sana bir sofra verelim, sakın 'Açıl sofram açıl, türlü türlü yemekler saçıl ' deme. Keloğlan oradan ayrılıp beş on dönüm uzaklaşınca 'Açıl sofram açıl, türlü türlü yemekler saçıl', deyince sofra açılır, kırk kap yemek... Her birinden biraz yer karnını doyurur. 'Kapan sofram kapan' der, sofra kapanır. Evine gelir. Anası: — Ne yaptın Keloğlan? — Ah, ana buğdaylarımızı alamadım. Yalnız bana bir sofra verdiler. Sakın 'Açıl sofram açıl, türlü türlü yemekler saçıl' deme. — Olur yavrum demem. Kadın, Keloğlan gidince, merak edip, 'Açıl sofram açıl, türlü türlü yemekler saçıl', deyince sofra açılır. Kırk kap yemek... Her birinden biraz yiyip 'Kapan sofram kapan' der sofra kapanır, yerine koyar. Keloğlan'ın hayta, kopuk arkadaşları yine gelirler. — Keloğlan haydi hamama gidelim. Keloğlan hemen sofrayı alarak kasala kasala hamama varır. Bir odaya girerler. — Açıl sofram açıl, türlü türlü yemekler saçıl, der sofra açılır, türlü türlü yemekler... Arkadaşları ile yer içerler. Hamamcı da bunları gözlermiş. Bunlar hamama girince, sofrayı değiştirir. Keloğlan eve varınca sofranın değiştirildiğini anlar. Hemen hamamcıya gelir. — Hamamcı dayı, hamamcı dayı soframı ver! Hamamcı da kendisini kafesten yok dedirtmiş. Çaresiz eve gelir. — Ana! — Ey! — Sofrayı kaybettim. — Demedim mi oğlum ben sana hamamcı ayyerdir. Keloğlan tekrar kargaların yuvasına gelir: — Ya yuvanızı yıkacağım, ya buğdaylarımı verin! — Aman Keloğlan yuvamızı yıkma. Biz sana bir tokmak verelim. Sakın "Vur tokmağım vur" deme! — Peki demem. Tokmağı alır yola düşer. Beş on dönüm uzaklaşınca merakını yenemez, 'Vur tokmağım vur' der. Tokmak Keloğlan'a vurmaya başlar. — Dur tokmağım dur. Vur dediysek bu kadar da olmaz ya! Keloğlan anasının yanına varmadan hamamcının yanına varır. — Hamamcı dayı ben geldim. — Hoş geldin, iyi geldin derdimin dermanı Keloğlan! Niye geldin? — Tokmak getirdim. Benim bir işim var. Gelinceye kadar tokmağı sakla. Sakın "Vur tokmağım vur" deme. — Demem yeğenim. Keloğlan gidince hamamcı merak edip "Vur tokmağım vur." deyince tokmak başlar vurmaya. Canı yanan hamamcı bağırmaya başlar: — Şu tokmağın sahibini çağırın! Keloğlan'a giderler. 'Böyle böyle!' — Vallahi ne varırım, ne de durdururum. Eşeği ve sofrayı getirirseniz o zaman düşünürüm. Hamamcı kaçar, tokmak kovalar, halk da seyreder­miş. Hamamcı çaresiz, 'Beşinci katta sofra var, dördüncü katta eşek var getirin', deyince, halk da, dördüncü katta eşek mi olur, diye gülermiş. Sofra ile eşeği Keloğlan'a getirirler. 'Açıl sofram açıl!', der sofra açılır. — Ha! Bu sofra benim. 'İşe eşeğim işe!' Eşek altın dökmeye başlar. — Ha! Bu eşek de benim. 'Dur tokmağım dur', deyip tokmağı durdurur. Eşeği, sofrayı ve tokmağı alan Keloğlan eve gelir. — Anacığım eşeği de sofrayı da getirdim. Kargalar bir de tokmak verdiler, sakın 'vur tokmağım vur' deme der. Annesi Keloğlan gidince 'vur tokmağım vur' deyince, tokmak başlar vurmaya, Konu komşu gider Keloğlan'ı bulurlar. — Dur tokmağım dur! Tokmak durunca — Ana ben sana demedim mi? Yapma dediğim işi yapmamayı ne zaman öğreneceksin, der. Onlar ermiş muradına. Sabahtan çıkalım kağnının başına...  
Sabır Taşı
Ege Bölgesi
Afyonkarahisar
SABIR TAŞI   Bir varmış, bir yokmuş... Bir karı koca varmış. Yıllarca çocukları olmamış. Sonradan Allah vermiş, bir kızları olmuş. Kız koşup oynamaya başladığı zamanlarda bir kuş penceresine gelir, "Baban seni ölü diriye verecek" dermiş. Bunu duyan anne baba "Bu nasıl iştir. Bir tek kızımız var. Biz onu ölü diriye nasıl veririz" diye telaşlanırlar. Bundan sonra kızı hiç yanlarından ayırmazlar. Annesi, okula, oynamaya hep kızıyla beraber gider. Ne de olsa biricik kızları. Bir gün uzak bir yere giderlerken kız "Ben susadım" diyerek su içmek için bir kapıdan içeri girer. O anda kapı kapanır ve kız içeride kalır. O kapıya koşar kapalı, bu kapıya koşar kapalı. Annesi babası da ne kadar uğraştılarsa da kızlarını bulamazlar. Ev de kırk odalı bir evmiş. Kız "Ne yapayım tecellim, kaderim böyleymiş" diyerek, bütün kapıları tek tek açar. Kırkıncı kapıyı açınca kefen içindi bir ölüye rastlar. Aklına hemen kuşun dedikleri gelir. "Baban seni ölü diriye verecek." Bir Kur'anı Kerim alıp ölünün başında okumaya başlar. Tam kırk gün ölünün başında okur. Bir Arap kızı da bunu takip edermiş. Kırkıncı gün kızın dışarı çıktığı bir zamanda Arap kızı ölünün yanına girer. O sırada da ölü canlanır, güzel bir delikanlı olur. Başında Arap kızını görünce, beni bekleyen, dirilten bu, diye onunla evlenir. Kız da onlara hizmetçi olur. Adam hali vakti yerinde zengin birisi imiş. Hacca gitmek üzere yola çıkarken karısının, komşularının istediklerini sorar, onlarla helalleşir. Kapıdan çıkarken de kızla karşılaşır. "Senin de istediğin bir şey var mı?" "Var!" "Ne istiyorsun?" "Ben sabır taşı istiyorum. Onu getirmezsen yollar kör duman olsun buraya geleme!" Adam, "Sabır taşı da ne ki" diyerek gider. Hacdan dönerken herkesin istediğini alır, kızın istediği sabır taşını almadan yola çıkar. Çıkar amma bir kör duman, bir kör duman. Hemen kızın dedikleri aklına gelir. "Getirmezsen yollar kör duman olsun da geleme." Geri dönüp sokaktan kara bir taş alıp, köyüne sağ salim döner. Herkesin hediyelerini verince, bu kız bu kara taşı ne yapacak diye onu takip eder. Kapının arkasına sinlenir. Bakar ki, kız taşı bağrına basmış ağlıyor, bir yandan da bir şeyler söylüyor. "Bir ananın babanın bir kızı ola Memleketi de terk edip gelir mi ola? Kırk gün okur da kırkıncı gün Kocasını Arap kızı alır mı ola?" Kız bunları söyleyince, sabır taşı çatlar, parçalanır. Taşın parçalandığını gören kız: "Sen taş iken dayanamadın. Ben insanoğlu olarak artık bu derde daha fazla dayanamayacağım" diyerek elindeki bıçağı göğsüne saplayıp kendini öldürmek ister. Olup bitenleri seyretmekte olan oğlan yetişerek kızın elinden bıçağı alır. Kız başından geçenleri anlatır. Hemen eve gelirler. Oğlan sahtekâr Arap kızını kovar. Kırk gün kırk gece anlı şanlı düğün yaparak kızla evlenir.  
Nar Tanesi
Ege Bölgesi
Afyonkarahisar
NAR TANESİ   Bir varmış, bir yokmuş... Evvel zaman içinde kalbur saman içinde... Bir padişahın çok güzel bir kızı varmış. Bir gün sarayın balkonunda nar yerken oradan geçmek­te olan başka bir padişahın oğlunun üzerine bir nar tanesi atar. Oğlan da eğilip o nar tanesini yerden alıp yer. Kız da:  — Koca bir padişahın oğlu ol, bir nar tanesine düşesin, diye alay eder. Buna içerleyen oğlan: — Ben de bir gün bunun intikamını almazsam... Diyerek oradan uzaklaşır. Ertesi gün baltacı kılığına girerek sarayın önünden geçerken: — Baltacı, baltacı, diye bağırır. Bunu duyan kız balkona çıkarak baltacıyı çağırır: — Baltacı! — Ne var, ne istiyorsun? — Birkaç günlük iş var. Sarayın odunları kırılacak, yapar mısın? — Niçin yapmayayım. Benim işim bu. Oğlan sevinerek saraya girer, odunları kırmaya başlar. Kız da yakışıklı ve güçlü delikanlıya âşık olur. Her gün delikanlının yanına gelir. Onunla konuşur, eğlenir. Delikanlı işi bitince, saraydan ayrılır. Kız da peşine düşer: — Niye peşimden geliyorsun? — Sana âşık oldum, seninle gitmek istiyorum. — Nasıl olur? Sen bir padişah kızısın ben ise bir oduncuyum. Yerim yurdum yok. Sen benimle yapamazsın. — Ben sana âşık oldum. Sen nasıl yaşarsan, ben de öyle yaşarım. Seninle kaçmaya karar verdim. Kız bohçasını hazırlar, beraber yola düşerler. Oğlan yolda bulduğu kırık bir tarak, kırık bir tas ile yırtık bir peştamalı kıza hediye eder. Vara vara büyük bir şehirde bir kümesin önünde dururlar. Oğlan konuşmaya başlar: — İşte benim evim. Ben burada kalıyorum. Razı olursan sen de burada kalırsın. Ben üç beş kuruş kazanır, yiyecek içecek alırım. Birlikte yaşarız. — Seninle olduktan sonra, burada da yaşamaya razıyım. — Peki öyleyse, gir bakalım evimize. Oğlan, kızı orada bırakıp babasının sarayına gider. En güzel yemeklerden yer içer, kıza da kuru ekmekle biraz peynir götürür: — Bugün bunları kazandım. Kız kalkar, sofrayı hazırlar, birlikte yerler. Üç gün, beş gün böyle yaşayıp giderken oğlan kıza der ki: — Falan evde düğün var. Kadınlar pirinç ayıklamaya gidiyorlar. Sen de git. Kimse görmeden cebine de biraz pirinç sakla, ağzımızın tadı değişsin. Peynir ekmek, kuru soğan yemekten bıktık. Tabii, oğlan bunları mahsustan söylüyor. Düğün evini de ayarlamış, kızı rezil edecek. Kız düğün evine gider. Çuvallarla pirinçler ortaya dökülür. Geç saatlere kadar pirinç ayıklarlar. Kız da oğlanın dediğini yapar, cebine bir avuç pirinç koyar. Gidecekleri sırada ev sahibi: — Kimse çıkmasın yoklama yapacağım, der. Kız telaşlanır, kızarır, bozarır. Cebindeki pirinçleri bir yere saklayamadan ev sahibi kadın buna doğru gelir. Üstünü başını aramaya başlar. Kadın herkesin önünde kızın cebindeki pirinçleri bulur. Kız oradan kaçarak evine gelir. Olanları oğlana anlatır. Oğlan da: — Üzülme, olur böyle şeyler, diye geçiştirir. Ertesi hafta kızı başka bir düğüne gönderir. Kıza giderken de tembih eder: — Bugün o düğünde elbise kesilecek. Top top kumaştan bir metre saklasan kim fark edecek. Sana elbise diktiririz. Beğendiğin bir kumaştan bir parça çal. Kız düğüne gider. Oğlanın dediği gibi bir parça kumaş saklar. Oğlan da düğün sahiplerini ayarlamış. Kız çıkarken yine üstü aranır. Üzerinde kumaş çıkınca, utancından yerin dibine geçer. Derin bir ah çeker. Bir kral kızı iken düştüğü hâlleri düşünür. Ağlaya ağlaya eve gelir. Olanları oğlana anlatır. Ertesi gün de gelin hamamı varmış. Oğlan hamamı da ayarlayarak eve gelir: — Bugün gelin hamamı var. Epeydir yıkanamadın. Orada bir güzel yıkan gel. — Benim hamam bohçam mı var ki, hamama gideyim. — Hiç şikâyet etme. Ben sana her şeyi söyledim. Bu hayatı sen kabul ettin. Sana hediye ettiğim tarağı, tası ve peştamalı alır gidersin. Kız hamama gider. Bir köşede yıkanmaya başlar. Hamamdaki kadınlar, kızlar onu görünce gülüşürler. Kız iyice utanır. Az sonra dışarıdan bir haber gelir: — Padişahın oğlu hamamdan çıkanlara bir soru soracak. Cevabını kim bilirse onunla evlenecek! Oğlan hamamın kapısına gelir. Bir tasa altın, bir tasa gümüş ve bir tasa toprak doldurarak hamamın kapısına koyar. Yanlarına da bir nar tanesi koyar. Hamamdan çıkan herkese sorarlar: — Bunların manası nedir? Tabii ki, kimse bilemez. Oğlan hamamcıya sorar: — Hamamda kimse kaldı mı? — Üstü başı yırtık, delik tas, kırık tarak ile yıkanmaya çalışan bir kız kaldı. Başka kimse yok. — Onu da çağırın. Belki o bilir. — Nasıl olur efendim. O kız size layık bir kız mıdır ki? Ona da soru soracaksınız? — Siz çağırın gelsin. Bu sırrı çözerse, onunla evleneceğim! Hamamcı, kızı çağırır. Kız da süklüm büklüm eskilere sarılarak gelir. Bir de ne görsün, hamamın kapısında üç tas var. Birinde altın, birinde gümüş, birinde toprak var. Yanlarında da bir nar tanesi... O zaman kızın aklı başına gelir. Bütün bu işlerin nar tanesi yüzünden başına geldiğini anlar ve şöyle der: — Altın idim gümüş oldum. Gümüş idim toprak oldum Bir nar tanesi yüzünden Beyoğlu’na yâr olamadım! Oğlan saklandığı yerden konuşur: — Tamam bu kız cevabı bildi. Ben onunla evleneceğim. O sırada perdeyi açar. Kızın karşısına çıkar. Sarmaş dolaş olurlar. Oğlan babasına haber gönderir. Kırk gün kırk gece düğün yaparlar, yeniden evlenirler. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine...
Darı
Ege Bölgesi
Denizli
Bi varmış bi yokmuş. İki arkıdeş varmış. Bi gün birbirlerine: - Harman yerine gidelim hu tavuklara accık darı sarıverip gelelim demişle. Hilesi gün hayvanları almışla, boş çuvalları almışla, yola çıkmışla. Harman yerine vamışla, olan darıdan çuvallara basmışla, hayvanlara yüklemişle, gere dönüyolamış. Epe yörmüşle, adam: - Ilı arkıdeş bi tilki gördüm demiş. Çiftesini dorultmuş, ateşlemiş. Tilki yanlamış. Adam: - Ilı vurdum ülen öldürdüm demiş. Dutmuş ayaklarından çiğnine ardmış. Tekra yollarına goyulmuşla. Meğersem tilki ölmemiş. Arpı boyu gada yol gitmişle, tilki ellerinle adamın gıcını tıpıldatmana başlamış. Adam ardını dönmüş, arkıdeşine: - Yav gıcımı ne vurupbatın? - Ülen arkıdeş ben vurmeyon. - Senden başka kim va burda yaşına bakmıdan bi de yalan söleyon. Bu münakışa devam edeken iki arkıdeş biraz da yol yörümüşle. Deken, tilki gine adamın gıcını tıpıldatmana başlamış. Aynı gavga başlamış. Zaten birbirlerine gızıp durulamış. - Yav ne istiyonı benden? - Ülen ben sene bişe etmeyon. - Yalan söleme, ben dönüp kendi kendime vurcek değlin a. Bölece gavgı eycene şiddetlenmiş. İkisi birbirlerinden gam alıp vemene başlamışla. Döğüşüleken adam sırtınde dilki hayvanın üsdüne atıvemiş. Onla döğüşe dursun. Tilki darı çuvallarının üsdünde adlarla barba köye gelmiş. Ta kümesin önüne varınca darı çuvallarının ağızlarını açaçıvermiş. Kümesin kapısını da açmış. Darıları gören o tavukla “ıhura" dışarı goşmuşla. Tilki, kimini yemiş, kimine öldürmüş, avını da ağzına almış gitmiş. Gelelim döğşen iki adam "yurdundu, vııı inadındı" derken yenişememişle, birbirlerinden hıçlarını, sinirlerini almışla, döğüşmişle, sövüşmüşle ta sonunda edimemişle bi de barışmışla, köye gelmişle, Bi bakmışlamı darıla yerle de saçılıpbörü, tavukla kefeni boylamış. Akılları başlarına gemiş. Bütün çavırlığın tilkiden gaynaklandını anlamışla emme iş işden geçmiş. Tavığın tilkinin garnında bişmiş. Bu masal da burda bitmiş.
Tilki İle Saksağan
Ege Bölgesi
Denizli
Eveli vamış yoğumuş. Bi tilki ile garga vamış. Dağlada gezeken garga üç yavru çıkarmış. Bi gün tilki gelmiş garge: — Yavrunun birini vecesin demiş. Garga: — Vemecen demiş. Tilki: — Vemezsen seni çapela tarela keserin, demiş. Ozimance gada garga yavrusunun birini vemiş. Ertesi gün tilki gine gelmiş garge: — Yavrunun birini verisen verisin. Yok, vemezsen seni çapela tareİa keserin yerin demiş. N'etsin garga yavrının birini da vemiş. O gün aşam garganın yanına saksağan oturma gelmiş. Hoş beşden sona garge: — Ülen arkıdeş senin bi yavrun mu va demiş. Garga: — Üç denedi emme tilki geldi. Yavrunun birini verişen verisin vemezsen çapela tarela seni keserin yerin dedi, vedim. Hilesi gün gine geldi, gine vedim. Hu bi galdı gari, demiş. Saksağan: — Haha sersem guş, ilana senin taran çapan nerde diye bi yo sorsan ya demiş. Sabala tilki gine gelmiş: — Yavrunu ver, yoğusam seni tarele çapele keserin, yerin demiş. Garga da: — Hani senin taran çapan nerde? deyesi gada tilki: — Seni bu aklı kim örgetti, demiş. O da: — Saksağan örgetti, demiş. Buna duyası gada tilki gitmiş, çayın içine yatı yatıvemiş, yatı yatıvemiş. Ondan kereni çıkmış bi de guma yatmış belenmiş. Saksığan gelmiş. tilki üç yo ditmiş. Tilki de saksığan'ı yakılamış. Bunun üsdüne saksığan: — Beni yardan at, parça parça et de öle ye, demiş. Tilki bi yarın başına çıkmış. Saksığanı aşa goyvemiş. Saksığan da uçmuş gitmiş. Tilki de ben bu saksağanı dutcen diye kendini yardan atmış emme ölmüş gitmiş. E cadlarımız, boşa sölümemiş ava giden avlanımış. Bu da burda bitmiş.
Göz Perdesi
Ege Bölgesi
Denizli
Bi vamış bi yokmuş. Bi hanenin çocuğu olamamış. Adam iki mezelek* arasından bağı baçe gelip geçeken bi gız çocu perdah oluyomuş. Mezer duvarının üstüne çıkamış giremiş. Adam bi yo geçmiş görmüş, üç yo geçmiş görmüş. Dördüncü gün vamış gasına*: — Bi çoval ve, demiş. Mezer duvarının ardına sinmiş. Ordan çocuk çıkası bi örtmüş*, guçakladığından boçaya gatmış, gapdınlan, gaçmış gelmiş. Evde onu bakakan büyüdüken üç yıl sona Allah onlara bi oğlan çocu vemiş. Ge zaman git zaman bu çocu büyümüş. Birbirine alıvecek olmuşla. Gız: — Ben sizin oğlana vacen emme şartlarımı gabul etceseniz, demiş. — Edelim neymiş şartların ya? — Benim güldüğüme, ağladığıma, yaptığıma garışmacesiniz, demiş. — Tamam, deyola oğlanlarına alıveriyola. Gız sufre oturmeden yedi sunam aş, yedi sunam ekmek ayırıp:  — Hu sağ gonşunun hakkı, şu sol gonşunun hakkı, dep hayata goyyomuş. Ordan sağdan soldan kedile, köpekle, guşla gelip yeyolamış. Her gün böle ekmek yiyimden yiyime gomuş. Bi gün gayınnasıyla bi hastanın yanına ziyarete gitmişle. Bu garı çok kötü birisiymiş. Herkes:  — İyi oldu Allah’ından buldu, diye kıs kıs gülüyolamış. Gayınnası da öbür gala* gibi bıyık altından gülüyomuş. Gelin orda ağlıma başlamış. Eve gelince gada ağlamış. Gayınnası geline gızmış emme bişe dememiş. Aradan epe bi zaman geçmiş. Gelinine:  — Ge bi cenaze evine gidelim, demiş. O öle gadın da çok iyi birisimişmiş. Herkes feryad figan ağlep batımışmiş. Gelin gitmiş gazel yakanların yanına oturmuş. Gülmene başlamış. Eve gelince gada gülmüş. Gayınnası: — Bu ne demek olyoru, diye sinirlenmiş. Gan beynine sıçramış. Aşam oğlu gelince böle böle diye anladıvemiş oğluna, deyvemiş. Gocası: — Neden böle yaptın, deyince: — Hana şartımız vadı; yaptımı garışmecediniz, demiş. Herif sesini çıkaramamış. Arıdan epe zaman geçdikden sona gayınnası ölün döşeni düşmüş. Herkes garınca gibi başına toplanmış. Herkes dibine dibine yanaşıken gelini bi günlük yola gaçmış. Hanay* altındaki merdivene oturmuş. Cenaze yıkamışla mezele götürüp batlamış. Gelin de pencere çıkmış ardlarından gülmene başlamış. Gocası da bunu görmüş: — Garım anam öldü diye seviniyo, gibicesine düşünmüş. Gızmış, sinirlenmiş. Anasına gömüp geldinden kere garısına sorguya çekmiş. — Hastanın yanında ağlımak, ölünün yanında gülmek, ne oluyo, ne demek olyo, demiş. Garı: — Hana bi şartımız vadı; bene garışmecedin, demiş. Ozmance gada adam garısına kırk katırlık dayak atmış. — İlla sölecesin, demiş. Garı da: — Dur ölesen ben bi abdest alen gelen, deyo. Gocası: — Filan hastanın yanında ne ağladın deyo. Garı da: — Azap melakesi garının başına gelmiş, azap çekdiriyodu, gördüm dayanamadım ağladım, demiş. Ondan sonra gocası: — Feşmancının ölüsüne ne güldün, deye soruyo. — O ölen garı pekiyi birisimiş. Yattı yer bi cennet baçası olmuş, horile gezdirip, yedirip, içirip, durudu. Ondan güldüm, demiş. — Peki garı, anam ölünce ondan ne gaçdın, demiş. — Tam gaçdım sırada can alıcı geldidin. Gılıcını anamın boğazına çaldı, fışkıran ganla üstüme gelmesin diye gaçdım, demiş. — E ardından niden güldün? — Biliyon anan hiç hayır etmezdi emme bigün ekmek edip batıdık. Bi işdenci* geldidin. Onu bi sokum ekmelen bi topan yağ vedidin. — Eee! — İşte anan yaptı o tek hayır Allah tarafından gabul olmuş. Siz salı götürürken bişirgecinle ekmek, ondan ekmek yağ salın, önüne geçmek için yarışıyoladı. Siz meyidi çabuk götürmek için hazırlandıkça, gayret ettikçe ekmeklen yağda sizin önünüze geçmek için, yarış yapıyodu, size ulaşmak mezere anandan önce girmek için uçuyoladı, demiş. Adam bunları öğrendikten sona garısının gözünde perde olmadığına anlamış. — Eyvah ben ne etdim, nişliyen, nerlere giden, diye övünmüş. Evden çıkmış gitmiş. Gün salınıp adam eve döndünde bi de bakmış ki garısı yok. Çocuklara: — Hanı ananız nerde, demiş. Çocuklar da: — Gökyüzüne bi merdiven guruldu, anamız ordan melaikelerle çıktı gitti, demişle. Bu sırrı açıkladıklarından garim çocukla da anaları gibi merdivenden uçup gitmişle. Adam tek başına evde galıvemiş. Bu masal da bu da bitmiş. *mezelek:mezarlık *gasına:karısına *çocuk çıkası bi örtmüş:çocuğu görünce üzerine bir örtü örtmüş *öbür gala:öteki kadınlar *hanay:evin hayat adı verilen bölümü *işdenci: dilenci
Yörük Kızı
Ege Bölgesi
Denizli
Eveli çadırlarda yaşayan bir yörük beyi varmış. Bu beyin gel zaman git zaman bir gızı olmuş. Çok sevinmiş çok mutlu olmuş, üçüncü gün adam geçileri yayına gitdikten sonra çadıra bir gara guş gelmiş. Garısına: - Çocun canını mı alem yoğusam senin canına mı alem, demiş. Garı da: - Ben çocuğumu sana verimiyim o benim can ciğerim, benim canımı al, demiş. Demiş emme bu arıda da hürkmüş. Bu hürkmeylen deli pınte dutulmuş*; garı hasdelenip ölmüş. Garı ölünce üç günlük çocuk beyin başına galıvemiş. Bey n’etcene çocu nacap bakcana şaşırmış. - Neden n’işleyen buna bi bakıcı bulen, demiş. Götürmüş köye birisine bırakmış gari. O arıda yörük tekra evlenme garar vemiş. Köyden bi goca gız bulmuş evlenmiş. Hergün geçi yayma gedeken çocuna süt ayırmış. Gasına: - Huna bakıca ve ge, çocuk işsin, dep, bırakıp gidermiş. Öve ana süde köye götürüvemediği gibi kedilerin, köpeklerin yalaklarına döküverirmiş. - Onu içcene hunla içsin, demiş. Ondan sonam ösüz bebek bi halasının yanında bi dayılarının derken üç, dört yanına gelmiş. Bubası buna öve ananın yanına getirmiş. Öve ana kendi çocuklarına ıscak aş, e’mek yedirimiş. Ösüz çocun önüne bise guru e’mek gomuş: - Sen bunları yecesin, demiş. Gece herkez uyukana dışardan toprak kesengi getirip çocun suratına atamış. Uykusunun içinde aklı sıçrasın diye gari. Ösüz uyanı bakamış öve anasının yaptığını anlep: - Allah’ından bul, dep, yatamış. Böle böle vakitde geçip gidemiş. Bi gün geçilerin yavruladığı bi zamanda oğlakları ayırmak için guzluk yapıyolamış. Guzluk yaparken gari öve ana, ösüz gıza: - Gel hu sövene dut, ben çakem, demiş. Bi yo vumuş iki yo vumuş, üçüncüsünde nacan yön yüzünü çeviriverip çocun gafasına yarmış atıvemiş. Çocuk dağlarda toktur yok, hekim yok gocagarı ilaçları yapaken kafasını iyileşdimiş. Bu arada öve ana ösüzü yok etmek için elinden gelen kötülü yapmana devam ediyomuş. Bi gün gene demiş ki ölü ya çobancılık buraya gırık bi geçi vamış yatıyomuş. Garı hamır teknesinin içine su gatmış: - Aya gırık geçi sula ge, demiş. Çocuk beş yaşında ne vamış ne yokmuş. Boş tekne götüremecemiş dekim dolusunu götürsün, emme çocuk “gitmecem” diyememiş. Tekne galdıren deye hücum etmiş. Tekneden suyunlan oldu yere yuvarlanmış. Ee övey ana: - Vay sen min onu götürümüyen, dep, çocu almış eline bi de tar’almış, guş uçmaz kervan geçmez, ıs yok cıs yok, Allahın bol olduğu insanın gıt olduğu bi yere götürmüş bi daşın üsdüne çocu yatımış. Tare boynuna çalmış. Çocun feryadı dağı daşı çınlatma başlamış. Olcek bu ya köylünün biri de öküzlerlen ordan geçiyormuş. Uzaktan görmüş öve ananın yanına cesaret edememiş uzaktan ünlemiş: - Abıla abıla önkü, çocu sene sorala! Bu sözü duyunca gada öve ana hemen çocu kesmekten vazgeçip galdımış, çamlardan bi kısım akme toplep çocun boynunde kesdiği yeri doldurup sarmış. Bu arıda çocu: - Aşam buban geldiği zaman boynun ne oldu deye sorasan, gezeken yedin gazının üstüne düştüm, boynumu yardı decesin, yalan sölecesin, demiş. Doru sölesen sene şöyle yaprın böyle çatarın, diye çocu korkutmuş. Çocuk doru sölebilir mi gari, sabah oldumu bubası geçi yaymaya gitçek, çocuk gene öve ananın eline galcek. Neysen aşam olmuş, bubası gelmiş: - Gızım boynun n’oldu, demiş. Da çocuktan eveli öve ana atılmış: - N’olcek kör gibi vamış ta yedin gazının üstüne düşmüş, demiş. Buba çocun boğazını açmış bakmış, durumu hıyallemiş* emme gasına bişe dememiş. Ge zaman git zaman gızcaz evlenme çeğına gelmiş. Köylüden biri talip olmuş, düğün etme kalkışmışla, Sareköy’e heyet muayenesine gitmişle toktur gızın boynuna bakınca: - Bu ne, demiş. Gaynata hemen atılmış: - Efendim bunla yörük yemen, dağlada geziyola çocuken kösdüdek çobanı çıkmış, tedavi edilmedinden böle galmış. Tokdur hiddetlenmiş küplere binmiş: - Sen ne deyon be adam bene tokdurluk mu öğretecen bu çocun boynu bıçak izi, demiş, parlamış. Gaynata bakmış tokdur durumu hıyalladı. Tokdur Bey bele bele olmuş deye gerçe anlatmış. Sen bu üç beş guruşu al, bizim işmiz gere galmasın, elinden geleni yapı ve gari, demiş. Öve ana cezalandırılmış, gızcaza kırk gün kırk gece düğün ediverip kırk dene geçi kesilmiş. Onla ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.   Öve ana över beni Tokuculan döver beni Guru ekmekle besler beni Yalın ayak yürer beni.   Öve anadır adı Yokdur hiç duzu dadı Güvenilmez gi gününe Dost musun sen düşman mı?   Öve ana öve ana Yaptıkların galmaz yana Allah bigün sora sana Öve ana öve ana.   deli pınte dutulmuş: dili tutulup aklı şaşmış hıyallemiş: anlamış
Padişahın Kızı
Ege Bölgesi
Denizli
Bi vamış bi yokmuş. Bi padişah vamışmış. Onun da ay yüzlü bi gızı vamış. Evlenme çeğına gelmiş. Alcek olan oğlan istetme varıyo. Gızın bubası: — Kesin onun ayağını deyo. Öte yandan biri da çıkıyo istetme varıyo : — Onun ellerini kes deyo. Biri da gelyo istetme : — Onun gözlerini oy deyo. Bu böle sürüp gidiyo. Ondan kere* Allah bi kasırga veyo gızın oldu yere*. Rüzgar gızı alıyı bi dağın başına uçuruyo, bi ağacın başına goyoru. Gız Allah'ın bol olduğu insanın gıt olduğu bi yere gelmiş. Onu da bu ağacın altında bi çoban oğlu vamış. Oğlan ağaca bi bakmış tepesinde nur yüzlü bi gız oturuyo : — En deyo, enmeyo. En deyo, enmeyo. En deyo, enmeyo. Alcem ben sene deyo, zorlan endiryo. Gız yörük oğlanla evlenyo gari. Çocukları olyo. Birinci çocu “neydim”, ikinci çocu “n’oldum”, üçüncü çocu da “n’olcem” deye adlar goymuş. Onla öle yaşagosunla. Beri yanda gızın bubasının iki gözleri kör olmuş. Perişan bi hale düşmüş. Bi lokma ekme muhtaç* olmuş. İstenmeye başlamış*. Vara vara istenmene ta gızının evine vamış. Aşam da orda misafir olmuş. Ekmek yeleken çocuklarına: — Neydim onu a ge, N’oldum hunu a ge*, N’olcen honu hore go* deye ünnemiş. Bu adla* padişahın tuhafına gitmiş. Gızım ben sene bi şeyle decen emme aklına bi şe gelmesin demiş. O da: — Sor amca demiş. — Bu Neydim, N’oldum, n’olcem ne demek olyo, çocuklarına niye böle isimle goydun? demiş. Ozmançe gada gız: — Amca ben bi padişah gızıdım, bubam bene isdime* gelenlerin ellerini, ayaklarını kestirdi, gözlerini oydurdu. Onu da Allah bi kasırga vedi. Bene bi dağ başına, meşe ağacının tepesine uçurdu. Ore bi çoban geldi. “ille ben senle evlencen” dedi. Bubası bizi everiverdi. Ben bi padişah gızıdım ne oldum ne olcen diye bu adları vedim demiş. Bubası garşıdenin* gızı oldunu hıyallamış*, boynuna sarılmış: — Affet gızım bene heç bilmeyodum böle olcemize demiş. Sarıl sarmaş olmuşla. Ondan kerem* gız da buvasının* gözlerini nefeslevemiş, barnanı sürüvemiş, açılmış. Bu gada. *ondan kere: Ondan sonra *oldu yere: Olduğu yere *ekme muhtaç: Ekmeğe muhtaç *istenmeye başlamış: Dilenmeye başlamış *hunu a ge: Şunu al gel *honu hore go: Şunu oraya koy *adla: Adlar *bene isdime: Beni istemeye *garşıdenin: Karşısındakinin *hıyallamış: Anlamış *ondan kerem: Ondan sonracığım *buvasının: babasının
Öksüz Kız
Ege Bölgesi
Denizli
Bir adamın karısı ölmüş, bir kızı varmış. Bir kızı olan bir kadınla evlenmiş. Kadın çok kötü niyetliymiş. Üvey kızına çok kötü davranırmış. Adamın kızı bir gün yollara düşmüş, yolda bir tilkiye rastlamış, tilkinin ayağına diken batmış, tilki kıza: — Ayağımdaki dikeni çıkarırsan sana dönüşte tavuk yedireyim demiş. Az gittikten sonra bir öküz görmüş: — Öküz tüylerimi temizlersen, dönüşte iki boynuzum altın verecem demiş. Ondan sonra çeşmeyi görmüş: — Çeşme benim içimi temizlersen sana soğuk su içiririm deyo. Sonra armut ağacına rastleyo:  — Armut ağacı çöğürümü oklayıverisen* sana dönüşte armut yedirecem demiş. Kız bunların hepsini yapmış. Sonra da bir devin önüne gelmiş. Dev de kıza: — Evimi temizle sana bir sandık altın sana vereyim. Gız temizleyo dev de altın veriyo. Gız eve dönüyo. Üvey annesi kendi gızını göndermek isteyor. Zengin olsun deye. Akşamdan gızının eline kına yakıyor. Gız yolda tilkiyle karşılaşıyo. Tilki gıza: — Dikenimi çıkarıve deyo. Gız: — Kınalı ellerime, sürmeli gözlerime gurban olsana demiş. Kız öküze armut ağacına ve çeşmeye de aynı şeyleri demiş. Sonra devin evine varmış. Dev: — Evimi temizleyive demiş. Kız: — Kınalı ellerime, sürmeli gözlerime kurban ol demiş. Bana da bir sandık altın ver demiş. Dev çok kızmış. Dev kıza içinde iki tane yılan olan sandık vermiş. İllaki ananla aç demiş. Kız sevinmiş eve gelmiş. Anasınla açmışla yılanla ikisini de sokmuş, ikisi de ölmüşle. Bölece kötüler cezasını bulmuş. *çöğürümü oklayıverisen:dikenlerimi temizleyiverirsen
Çoban Kızı
Ege Bölgesi
Denizli
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, develer tellal iken pireler berber iken ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallarken tarihin birinde bir padişah varmış. Bu padişahın oğlu olmak üzere iken Allah’a dua eder: — Yarabbi benim bu oğlumun nasibi kim ola? Padişah oğlunun nasibini rüyasında görür. Görse baksa bir çoban kızı. Padişah bunu bir türlü kendisine yediremediği için çobanın ailesini kestirir. Bir kuma gömerler. Kadın hamile olduğu için kumun sıcaklığında çocuk meydana gelir. Çobanın hergün bir koyunu gidip bu çocuğu emzirmektedir. Bir süre sonra çoban bunun farkına varır, koyunu takip eder, çocuğu bulur. Kumu biraz eşip bakar ki kendi ailesi. Çoban, kadını defnettikten sonra bu çocuğu alıp büyütür. Bu sırada padişahın oğlu da büyür gelişir. Padişah çocuğu saz çalmaya başlar. Dağ dağ gezerken yörük kızı bizim çobanın kızına rastlar ve çobanın kızına aşık olur. Günler haftalar derken padişah dayanamaz o dağa varır. Ancak kızı o da görür. Çoban kızı dünya güzeli kadar güzeldir. Onun için kızı kabul eder. Padişah der ki: — Bu kızın babası kim ola? Çoban da başından geçenleri bir bir anlatır. Padişah yapmış olduğu hatayı anlar der ki:  — Allah’ın yazmış olduğu yazıyı kimse silemeyecektir. Sen bizi affet. Ne türlü kötülük yapmak istersen bana yapabilirsin diye çobandan özür diler. Bu esnada ikisi birbirine dünür olurlar. Kızla oğlana kırk gün kırk gece düğün yaparlar. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.
Nohut Çocuk
Ege Bölgesi
Denizli
Bir varmış bir yoğumuş. Bir kadınla bir adamın çocuğu yoğumuş. E napalım napalım derken bi çanak nohut ıslatmışlar. O bi çanak nohut bi oğlan olmuş. Babası çifte gitmiş. Anası evde kalmış. O oğlan büyümüş. Annesi ekmek etmiş. Ettiği ekmeği saçtan atmadan oğlam koparımış. Anası babasına ekmek yollayacak olmuş: - Oğlum demiş. Dur biraz da babana kalsın demiş. Bi ekmek katmış çentenin içine çocuğun eline vermis: - Götür bunu babana demiş. Varmış babası tarlada çift sürüyomuş: - Baba - Ey - Sana ekmek getirdim. - İyi getir oğlum. Oğlan: - Kıyılim mi varim ortalayim mi varim demiş. - Gıyıla gel oğlum demiş. Oğlan ekmeğin gıyısını yemiş. Bu yodda: - Gıyilim mi varim ortalayim mi varim demiş. - Ortalan oğlum demiş. Oğlan ekmeğin ortasını yemiş. Adam gelmiş ekmek galmamış: - Hani oğlum ekmek demiş. - Gıyıla gel dedin gıyısını yedim oturdum, ortala gel dedin ortasını yedim oturdum. Ekmek galmadı. Adam oğlana demiş: - Sen burda duragoy. Ben eve gidim garnımı doyurayım demiş. Eve gitmiş. Oğlan galmış öküzlerin yanında. Oğlan gara sabanın gulağına binmiş. Başlamış çifti sürmeye. An başına vardımı höyt dermiş. O buyna sürermiş babasının tarlasını. Gıyıdan geçenler yahu kim sürüyo bu tarlayı. Nohutdan çocuk görünmüyo gari. Varmışlar adamın yanına: - Arkadaş - Ey - Senin tarla sürülüyo, sen burdasın. Niye sürülüya bu tarla. Adam: - Menim orda oğlum va. - E baktık kimse yok. Gele gele gelseler nohutturlar çocuk. Hindi onlar beriden geliyler. Bu yanda nohutdan çocuk etinin içine garişiyi. Etinin içine giriyo. Bir yosun oluyo. Eti guruyo. Bir gocagarı ekmek edimiş. Gelmiş bu yosunları saçının altına atmış. Saçın altından çocuk fırlamış dolaba girmiş. Kadın inek sağar imiş. İnek durmazmış: - Dur eşekoğlu eşek inek, güzel sağcan tepinme. Bu yol gadın dolaba bir şey goyarmış. Onu yirmiş çocuk. Evin içine ne goydumu çocuk yerimiş. Goca garı dışa çıktı mı evi süpürürmüş. Yemek yaparimiş. Gocagarı gelse baksaki ev süpürülmüş yemek yapılmış gocagarının hayretten ağzı açılırmış. Komşulara derimiş: - Hu komşular benim evde bişeyler oluyo. - Ne ola, ne ola. Bi gün singlenmişler saklanmışlar. Görseler baksalar ki nohutdan çocuk. Gari böle yaşayıp gitmişle. Bu kadar.
[Saf Adam]
Ege Bölgesi
Denizli
Ben sana masal anladıverecem şimdi dinle bi yol. Esgilerden tembel bi adam vamış. Bu adam hiç çalışmazmış. Her akşam eve geldiği zaman gocası garısı gızarmış: — Sen hani çalışmadın para getirmedin. Bu gidermiş bi gayaya yaslanır olarda yata uyu bi topal canavar gelmiş ortaya dinelmiş. Gökyüzüne ağzını galdırmış ulumuş, ulumuş, ulumuş, yukarıdan bi ekmek düşmüş yemiş gitmiş onu. Bu: — Allah, demiş. Ben neden iş arayam topal canavar uludu uludu yukarudan Allah bi ekmek atıverdi. Bende bundan sonra çalışmayam, demiş. Bu adam derken orda yerde oturmuş. Öle otları çöpleri elleken bi yerleri dürtegen asılmış, bi otun birine altında bi küp gapağı ha bu küpü bakmış içinde altın dolu: — Allah, demiş. Benim de nasibimi buraya gomuş Cenabı Allah, demiş. Bu şindi o gada tembelmiş ki bu evi bunu götürmeye üşenmiş: — Aman, demiş, topal canavarın nasibini bile yolluyo Allah ben eve gidem nasıl olsa eve gönderir. Cenabı Allah diye gidmiş eve varmış. Eskilerden dam üstlerinde yatılıyomuş böle herkes açıkdaymış. Sıcak yaz günlerde bunlar böle aşağıda bula evin içinde yatada bacadan gomşuları çoğ fesadmış, bunları dinliyolamış: — Hanım, demiş, bugün ben bi küp altın buldum. — İi nerde? — Aman be topal canavar bile uludu ulıdu da Allah da ona ekmek atıverdi. Bana nasıl olsa getiriverce dedim getirmedi. Kadın başlamış telaşlanmaya: — Nerden buldun niye bırakdın geldin sen tembelin tekisin, diye bağırırken, bu: — Şurda buldum, demiş. Gomşuları duymuş bunu gomşuları hemen garı goca gidiyolar bunu galdırıyolar. Gerçekten küp emme küpün içi arı dolu. Vızıl vızıl arıya: — Bu gomşu dinlediğimizi bildi bizi oyun etti. Getirelim şunu bacasından bi dökelim soksun bu arılar bunu, demişler. Alıyolar bunu gari garı goca yükleniyolar geliyolar bunu bacadan bi döküyolar, o altınlar o adam iyi olduğundan altın oluyo arılar.
Neydim Ne Oldum Ne Olacağım
Ege Bölgesi
Denizli
Padişahlarımızdan birinin çok güzel bi gızı varmış. Padişahımız bu gızı kimseynen görüştümez gonuştumazmış. Bi gün berduşun biri bi mektup yazmış, sarayın bahçasına atmış. Bunı bi asker bulıp padişahımıza veri. Padişahımız bi baka mektubu açıp oku mektubun içinde: - Ben senin gızını hööle etdim, bööle etdim yazılıdı. Padişah hemen eskeleni çağırı: - Bu gızı götürün bu gızın bene ganlı gögneni getirin. Tabi namus davası bu. Padişah gızı höle etmiş böle etmiş dedirtimi kendine? Eskerle gızı alıp götürüle. Gızın heç bi şeden haberi yok. Eskerle gızı sora: - Gızım sen nire gidiyon? Esker dayanamaz söle: - Gızım biz sene öldümeye gidiyz. Buban senin ganlı gömleğini istedi de. Gız : - Bubam söledise yapın de. Gızın bu mahsun halına eskerle dayanamaz. Deleki: - Gızım biz seni öldümesek, senin gögnene gan sürüp bubana götüsek sen bi da geri gelmecene bizi söz verimin? dele. Gız: - Verin amca de. Eskerle gızın göğneini alıı ordan garı bi tavuk mu kesdile, goyun mu kesdile, gögneene gan bulaşdırıla. Gız gidi gidi bizin gibi bi yörük çadırı geli. İşte ünle: - Amca, dayı, yenge de. Çadırdan biri çıka: - Ne vaa de. Gız işiti: - Misafir gabul edemisiniz de. - Buyrın dele. Gız geli işte sorala ona: - Gızım sen kimsin, nesin, senin kimsen yok mu, bu dağ başında ne işin va diy sorala. Gız: - Benim adım kimsesiz kimim kimsem de yok de. Akşam olu yatala. Gız sabadan erkenden galgıp işti öteberi düzenle. Sağı solu süpürü. Padişah gızı ya haram yimicek. Sona onlara: - Hakkınızı helal edin de. Yörük garısı: - Etmen de. Gız dona galı. İşti: - Yenge bi lokma ekmeği mi helal etmecen de. Garı: - Etmen de. - Ee nolcek? Yörük garısı: - Benim bi oğlan va, onla evlenisen öle helal ederin de. Gız düşünü. O da de ki,: - Peki evlenirim amma benim de şartlarım va de. Gadın: - Ne o? Gız: - Bizim üç çocuğumuz olcek, adlanı ben gocen bi de benim dedim gibi bi ev yapcesiz. Gadın: - Peki de. Düğünleri olu, bunla üç dene çocuğu olu. Gız bunlan adlanı “neydim, noldum, nolcem” goya. Bi de aynı bubasının sarayı gibi saray yaptırı. Bi gün padişah eskerleni yanına alıp doleşmeye çıka. Ulaa, bide baka kendi sarayı gibi bi saray. Padişah şaşırı, eskerlennen barba sareye varıla: - Misafir gabul ediyomusunuz? dele. Tabi gosgoca padişah gelmiş, hemen içeri alıla. Padişah çeri girince bi baka aynı gendi sarayı. Padişah deki: - Bu saray aynı benim saray gibi. İçi de aynı dışı aynı de. Gız: - Tesadüf de. Akşam olu sofra hazırlanıken gız: - Neydim çana al gel, Noldum su geti, Nolcem gaşık geti diye banırı. Bu eskerin birinin dikkatini çeke. Sofruda padişahın en sevdiği yemekler vadır. Sabalen de aynı padişah: - Bu yemekleri sevdiğimi neden biliyon diye sora. Gız gene: - Tesadüf de. Esker padişaha der ki: - Padişahım hadi bunla tesadüf, benim nazarımı da bu çocukların ismi çekdi de. Padişah gızı sora: - Hadi bunlan hepsi tesadüf, ya bu çocukların isminin anlamı ne de. Gız: - Ben sene bunları anladırın amma sen kimseye zarar vermicene söz ve de. Gız başla anlatmaya: - Neydim bi padişah gızıdım, Noldum, bi yürük garısı oldum, nolcem onu bende bilmiyon de. Padişah hemen gızı olduğunu anla, sarılı, sameşi: - Gızım hadi evimize gidelim de. Gız gabul etmez. Gocasıyla, çocuklarıyla yaşamaya devam eder. Onun gibi oğlum, bizim nolcemizi kim bilyo?
Keloğlan
Ege Bölgesi
Denizli
Bi vamış, bi yomuş. Evvel zaman içinde kalbur zaman içinde bi Keloğlan gidiyomuş. Gideken ayağa diken bamış. Dikene çıkartmak için karşıda emek yapıyolamışmış. Ekmek yapılan yere gitmiş, dikenim çıkarıven diye. Dikeni çıkarıvemişle, sacın altına, ekmek ocanın içine atmışla. Onu atınca bıramış gitmiş, keloğlan geriye. Geriye gidince alı başına gelmiş: - Ah! Benim dikenimi attıla ateşe diyem diye geriye gitmiş. Odan: - Verin demiş dikenimi demiş. - A Keloğlan demişle dikeni çıkadık ekmeg ocana atdık demişle yandı. - Ben dinnimen, isdemen demiş vecesiniz demiş. - Olmaz, gitmez, deken madem demiş odan bi tane ekmek verin ekmek yiyen demiş. - İyi demişle. Bi tane ekmeg vemişle. O ekme almış gideken bi çoban gömüş. Çoban otumuşla yoğurtlu ekmek yiyolamış, yogurd gaşıklıyolamışımış. Egmegsiz yani. Demiş: - Ekme benden olsun demiş. Yogurdu sizden olsun demiş. Beraber egmeg yiyelin demiş. - Olu Keloğlan demişle. Egmegi yemişle, içmişle, geris geri gideken alına gelmiş: - Ah! Benim egmegimi vedim ya! Egmemi geri alem diye. Onda gidmiş: - Verin demiş egmemi .  - Ah! Keloğlan demiş hep beraber yedik. Bizim yogurd, senin egmeen berabe yedik demiş. O da: - Ben demiş isderim egmeme illi verin egmemi demiş. Ondan sonra veme accık zorlanınca ya da goyun sürüleri vamışmış. Onu işabmışla, almışla gidmişle: - Madem egmemi vemeyosunuz goyununuzu alı gideyindeye. Goyununu almışla gidmişle. Goyununu almıl gidmiş. Gideken bi düğün alayını gömüş. Düğün alayında düğün edip durulamış: - A! Hoş geldin Keloğlan, ne o - E ben, böle böle geliyon - Neden geliyon - Sürüden bi dene goyun aldım gelyon - E demiş düğün arası yimeg yinsin, senin goyunu keselim beraber demiş. - Olu demiş. Hep beraber kesmişle. Düğün alayınla yimişle o goyuna. Yiden sona gine aklı başına gelmiş Keloğlan’ın. Geri dönmüş gene. Düğün alayı dağılmışmış. Gene düğün evine gitmiş: - Neyi o Keloğlan demişle. - Ben goyunumu isdeyon demiş. - Ah! Senin goyunu hep beraber yidik. - Hayır demiş. Goyunumu isderin geriye demiş. - Vemeyiz gidmeyiz deken gelini almış gaçmış. Almış gaşmış bi tepeye. Çamın dibini oturuken a bi de saz bulmuş teli gırık. O sazı almış eline: - Dikenilen e’mek denişdim dım dımı dım dım demiş, Ekmegilen goyun denişdim dım dımı dım dım demiş, Goyunulan gelin denişdin dım dımı dım dım demiş, O anda Allah razı gelmemiş gögyüzü bi üsdünü yıkılmış. Yanlarından geldim selamı va.
İhtiyar Kadın ile Oğlu
Ege Bölgesi
Denizli
Eveli varımış, yoğumuş bi anasınnan oğlu varımış, ortakçılık yaparlarmış. Yapmışla yapmışla:  — E, hani biz bu ortakçılıktan bişe edimecez. Ben çalışmaya gidem baya büyüdüm ben gari büyo demiş. Çalışmaya giden ben.  — Ee, gid oğlum demiş. Bi esgi yorgan sarıvemiş. Giderike giderike bi garibe bi adama ıraslamış:  — Oğlum nereye gidiyon demiş.  — Nereye giden a dedem biz anamılan ikimiz galdık. Çalışmeye gidiyon demiş.  — Ulen oğlum bende deruversene sen demiş.  — Çalışcesen madem e düren demiş. Durarıkan:  — Senin demiş işin bu bunardan bu bıçağı yümek*. Bıçağı yücesin aşama gada yadcesin* demiş. Sonura demiş:  — Ondan keri* işin yok senin, gezcesin demiş. Bu öte gezmiş beri gezmiş yedi sene durmuşla:  — E dedecim demiş. Ağa demiş. Benim goce annecim varıdı. Öldü mü galdı mı ben giden gari demiş.  — Gid oğlum emme demiş. Ben sene da çok nasihat verecen öyle salcen demiş.  — E nası edcen e böyün demiş.  — Filan belinde köyde bağ arasında bi ev va. Oraya gidcesin sen demiş. Onla seni müsafür olmaz demiş. Kötüdür almaz seni demiş. Zornan girip yatıcesin demiş. E:  — Nene, nene, nene depiden ünlemiş. O da demiş ki:  — Benim hasdam va yerim yok, yatam yok benim hasdam va ben müsafür alman demiş. Alıman deyesiye zorlan vamış yadmış. Gece gelmiş gari o can alıcıymış. O da bilmeyomuş evveli neyidine. Neyse odan gelmiş o hasdayı kesmiş, bışmış, gidmiş, vamış. Neyse ordan sonara ve gelmiş:  — Böyün oğlum falan yere horeye Akalan’a gidcesin demiş. Oraya gidmiş:  — Misafür alır mısınız dezeciğim? demiş. O:  — Oğlum almamız biz misafir alırız. Geç buyurun, döşeği atmışla altına. Yemek gomuşla önüne türlü türlü. Yatırmışla buz gibi yataın içine. Neyse odan uyumamış gari oğlan böle. Bakarıka bakarıka gelmiş. Höle* goca bıçaklı düz büşünmüş*, goşunmuş*, ışılak elbisele keymiş gelmiş. Höle bi bıçağın ucunu portakalı sokuvemiş. Canını öle kokudvemiş, canını almış o gocagarının. E, anecimiz öldü deyi bi yes kaldırmışla ağleşmişle avunuşmuşla. Sabala oğlan gari evine gelmiş. Oreye ağasının yanına:  — Gördün mü oğlum demiş. İyinin canını nasıl alıyon, kötünün canını nasıl alıyon demiş. Orda gari o da demiş ki:  — Hoca, Ağa ben gidcen. Ben bi goce anacin varıdı. Öldü mü galdı mı be giden demiş. O da demiş ki:  — Aşam yandan geldim oğlum. Taha çok yaşı var, ölmeyecek demiş.  — Ölsün ölmesin Ağa ben giden. Benim yedi sene oldu bu memlekete geleli. Ne olusa olsun ben giden gari. Çok göresin geldi anecimidemiş. Neyse:  — Oğlum gid emme demiş. Al bu gupeye* varasıya evlenmeye kalkma.  — E Ağa ben evlenemdikten keri nolcek benim halim demiş.  — E bilmen öle görünyo demiş. Yoldan gelirke gelirke gelirke bi bunar ıraslamış. Bunardan:  — Kaç yo benim yedi senelik emeğim bi yudum bi sucan içen yedi senelik emeğimden demiş. Bu gupu su gatmış altın olmuş. Bi gupu da gatmış altın olmuş, bi gupu da gatmış altın olmuş. Bi çuval altın etmiş:  — E kaç ben bunu götüremen. Doldurmeyen gari. İşmeyveren suyu demiş. Sarınmış gelmiş. Esgi yorganı atmış. Altını sarınmış gelmiş:  — Gız ana filan padişahın gızına bene söyleyve  — Ay oğlum bizim gibi fakirlere demiş gız mı verile demiş. Filan padişah gızını veri mi?  — Veri veri ana sen hu altına bak bi, sen su çek ben altın döken demiş. Doldurmuşla altını gari bi çok. O su doldurmuş o altın edmiş kayalığa gidmiş anası: — E padişahım, benim oğlana, senin gızı ben Allah’ın emri Peygamberin gavli üzeriyle ben senin oğlundan gızına kayalığa geldim demiş. — Eğer demiş senin oğlan eğer bi altından ev yapıverirse bene, ben gızımı verdim gitti demiş. Neyse eve yapmışla, düzenlemişle, düğün dutmuşla. Evermiş oğluna işeyedmiş, adamla nikâhlamış gidmiş. Nikâhlayıp gidesiye merdimenden bi insan çıkmış gelmiş. Takur tukur. Oğlan başlamış ağlımeye: — Ben ne olcek halim hindi öldürüsen demiş. — Oğlum ben sene evel dedim. Evlenmecesin sene yaremeyo demedim mi? — Ee dedin emme ben durumadın evlencen demiş. — Hadi annenin yaşı pek çok, accını verisen, guşluğu gada bari dur gelinilen demiş. O da demiş gidmiş anasına: — Ana senin guşlugu gada* aynen bene ömrünün accını ver. — Hay oğlum dakgasını bile vermem. Ben nası verin hem ömrümü sene demiş. E, ağlamış gelmiş. O gıza gelini de mayil* olmuş: — E ağa madem büyo benim yaşa bak bakalım, ne gada, ikimizi üleşdirve. Biz ikimiz bi yasdıkda ölelim, geçinelim demiş. Büyo bakmış yüz seksen dene yaşı vamış. İkisini üleşdivemişler. İkisi gari geçinip durula. Hindi ordan geldim selamları va... *yümek: Yıkamak *yadcesin: Yatacaksın *höle: Şöyle *keri: Ondan sonra *büşünmüş: Giyinmiş *goşunmuş: Kuşanmış *gupeye: Küpe *guşlugu gada: Sabaha kadar *mayil: Hevesli, istekli
İki Kardeş
Ege Bölgesi
Denizli
Evveli varımış yoğumuş bi adamcık varımış. Garısı ölmüş. İki dene çocuğu varımış. Sonara durakan durakan durakan evlenmiş. Evlendikden keri gadın dimiş: — İlla bunu dağa at ge. Bi yire go ge. — Gız garı ben bunu nere goyen gelen. İşte sen bak. Evlatımı ben nere goyen. — Hayır. İsdemeyon. İlle bunu at ge, go ge. Nere gor gelisen go ge. O da nişlesin garının elinden gurtulamamış. Durmuş durmuş gine dimiş, gine dimiş. Olmamış, bunun üzerine çocuklarını almış. Hadi bi dağın başına çıkmış gidmiş. Ordan oraya varmış. Bi gabak asmış ağacın tepesine: — Burda oturun dimiş. Bu gabak tan derse ben gelirin, dimiş. O zıman yanınızda olurın, dimiş. Hadi kendi gitmiş. Onları da ora oturtmuş. Aşam olmuş gelmemişle, garanlı olmuş gelmemiş. Eyice garanı olmuş. Gabak tan dirmiş yok tan dirmiş yok tan dirmiş yok. — Hadi gardaşcım dimiş büyük çocuk. Gız mı büyüğüdü oğlan mı büyüğüdü orasını bilmeyon. Çocuğukan duydum ben bunu: — Tan tan kabacığım, bizi goyub da giden bubacığım. Nere galdın, gelsen ya gari. Üşüdük garanı da korkuyoz dirlerimiş. Nere gideceklerini şaşalarımış. Allah’ın bi dene dağında galmışla. Bi yerde höle bakmışla. Bi yerde şavk görmüşle: — Bizim evimizde hora yalım dimişle. Hadi gidelim, hadi gidelim. Biri oğlanımış biri gızmış onunda. Vamışla o şavk yanan yere: — Geçin geçin buyrun dimiş. Bi gız vamış evde büyük yetişgin: — Geçin gardaşım geçin buyrun buyrun buyrun dimiş. Oncazları geçirmiş. Üşütmüşle. — Garınlarınız aç mı? — Aç. Bizi bubamız godu gitti. Gelmedi. Bizde burayı şavk gödük. Kendi evimiz sandık bura geldik dimişle. — Geçin buyrun buyrun buyrun dimişle. Durakan anası gelmiş: — Gızım bunla kim? dimiş. — Müsafir, dimiş. O da dev garısıymış. Gız bunlara dayca yemek hazırlayıvemiş, goyummuş, yidimişle, içimişle, uyguları gelmiş. Niyse dev garısı dimiş: — Ben oğlanla yatcen, dimiş. Oğlan da ufacığımış. Yatmışla bunla. Gice yarıda uyulaken oğlan: — Abılacığım ayaklarımı bişeyle ısırıya, dimiş. — Garıncadır gıcım garınca gardaşını, dirmiş. O da gine: — Garıncadır gıcım garıncadır, dirmiş. Dev garısının gızı şöyle dirmiş: — Boynuna geldi ga yiye yiye anam, dirmiş. Durakan durakan çocuğun sesi kesilmiş çıkmış gitmiş. Duyulmamış gari. Sabele kakmışla anası kakmış: — Gızım dimiş. Bunu gaçırma ben gelesiye bunu durdur. Ben dişlerini dakmaya gidiyon. Bögün gice de bunu yicen, dimiş gızına. — Tamam, tamam dimiş o da gızı. Anası gitdikden keri küçük gızın garnını doyurmuş, yidirmiş, içirmiş. Dev garısının gızı: — Hadi gardaşcım, dimiş üç dene inne vemiş. Bu dimiş anam dimiş. Hindi gelise ben, ben gömeden gitmiş, gaçmış derin. Arkandan irişcek olursa gelyon gelyon didi mi birini at dimiş. Gine gelyon gelyon didi mi birni a,  dimiş. Gine gelyon gelyon didi mi birni da at dimiş gıza öğretmiş. Gız gari bi boy gaçmış gari. Epey gitmiş gaçmış gari. Gelmiş gıza dev garısı: - Hani nerde o dimiş. O da dimiş ki: — Ben dimiş dışa çıkıvedimdi dimiş. O zaman gidmiş, gaşmış, dimiş. — Ben onu bulurun, dimiş dev garısı. Düşüvemiş akasına. Goşakan goşakan goşakan gızın arkasından yetişmiş: — Ha gelyon gelyon gelyon dimiş gıza, o da inneyi atmış. — Bi da gelyon gelyon gelyon, dimiş. Gine atmış. Üçüncüyü de bi da atmış. Her yirle deniz olmuş. Gocagarıyı sel almış gidmiş. Ondan geri gızcaz gari gide gide gide gidmiş gine, bi yire varmış. Ordan varmış durakan durakan bi gocagarının yanna vamış. Gocagarıcık yatyamış: — Ana ya gıscazım neleden gelivedin, hoş geldin, gıscazım, hoş geldin gıscazım dirken: — Ben dimiş, böle böle oldum dimiş. Gaybettim yolumu bilmeyon. Evimizi gaybettim, dimiş. — İyi gızım, dimiş. Ben seni dimiş, bi yere yollayen dimiş. Felen yire git dimiş. Gara bulut çıkasa seslenme, ak bulut çıkasa seslen, dimiş. Ak bulut çıkdığı zaman “ebe” diyivemiş gız, he yirle şangır şangır altın olmuş. Gocagarı o sıra orda bulunıvımış. Gocagarı o gızı suya daldırı daldırıvemiş, he yirleri langır langır altın olmuş. Ordan yola düşmüş bu. Evlerini gari, köylerini aklına gelmiş gari. Yolda gideken horozları varımış. Horoz dirmiş: — Gıy gı gık gık ablam altın olmuş da gelyo dirmiş. Gine dura durarımış bu: — Gıy gı gık gık abılam altın, altın abılam gelyo dimiş. Garı, üvey ana: - Ne diyo bu horoz, diyi dinlemişle. Langır langır altın olmuş da gelmiş eve. Biyada başlamış gari: — İlle benim gızı da go ge dirken, biyada kendi gızını goyutdumuş gelmiş. Kendi gızı da gine o gocagarının yanna vamış. Gocagarı da ona dimiş ki: — Ak bulut geçese seslenme, gar bulut geçese seslen dimiş. O da gara bulut geçeke: — Abla, diyimmiş. Gocagarı hemen orda bulunmuş gene. Gara suya daldırı daldırıvemiş, onu garabuludun suyuna. He yirleri gatran olmuş. Eve biyada gatranlı çıkagelmiş. Horoz biyada başlamış gine: — Gıygı gıygı gatran abalam geliyo, dimiş. Bu gatran ablam neyi diyi bi çıkmışla bakmışla gız gatran olmuş, zift gibi gelyo eve. — Ee senin gızın altın oldu da, benim gızım neden böyle oldu. Senin gızın altın oldu da, benim gızım neden böyle oldu. Senin gızın altın oldu da, benim gızım neden böyle oldu dimiş durmuş üvey ana. Desini böylece almış.
Çarıklık Deri
Ege Bölgesi
Denizli
Bi varmış. Bi yokmuş. Üç gardeşle varmış. Gazanmana gitmişler. Güccük oğlan iyaklı bi iş bulmuş emme ağası: — Hangimiz darılısan onun gafasından bi çarıklık deri yüzcez, demiş. Güccük oğlan bu şartı gabul etmiş. Ağanın yanına çıraklı girmiş. Ertesi gün oğlanı goyun gütme yolleyola orlade yesin diye yanına emek ve teze yoğurt katıveriyola. — Bunu yecesin hilemme yoğurdun gaymeni bozmecesin, e’men gıyısını girmecesin, demişle. O da: — E’men gıyısını girmecen yoğurdun gaymeni bozmacen diye aç galmış. Ağası: — Darıldın mı oğlum, demiş. O da: — Ne darılcen darılmadım, demiş. Darıldım dese gafasından bi çarıklı deri yüzülecek gari ya. Sonurcam aç acına öküzlerlen çift sürmene yollamışla. Öle öle kırk gün geçmiş. Oğlan iğnelen iplik olmuş. Ağası tekra sormuş: — Darıldın mı oğlum, demiş. O da: — Darıldım, demiş. Kafasından bi çarıklık deri yüzülmüş. Anlaşmaları vardı ya garim oğlan geçmiş yörüvemiş. Aynı yere oğlanın böyük gardaşı girmiş. Efesi gardaşının öcünü alma gara vemiş. Ağa goyun sürüsünü oğlanın önüne gatmış. Yecene öyü berisine gatı vemiş emme gine: — Yoğurdun gaymeni bozmecesin e’men gıyısını girmecesin, demişle. Aynı anlaşmayı oğlanın efesi ile de yapmış oğlan goyun gütme gitdi yerde emek yemene oturmuş: — Sen yoğurdum e’men dep durun, demiş. Güze yemiş. Emen gıyısını gırmış, yoğurdun gaymanı bozmuş, garnını doyurmuş. Gün salınmış çiftliğe dönmüş. — Ağa darıldın mı, demiş. Ağa da: — Darılmadım oğlum ne darılcem, demiş. Çift sürmene yollamışla oğlan sürmüş sürmüş. Tepesi atmış sabanı boyunduru kesmiş biçmiş, çekmiş gatırı sarmış da gelmiş. Ondan soracım: — Darıldın mı Ağa, demiş. — Ne darılcen oğlum, demiş. Ne dedisen çırağı tersini etmiş. bakmış olcek gibi değil, garısına: — Bizi bundan gurtuluş yok, iyisini biz bu köyden gaçalım, demiş. Hazırleyola, gece gaççekle garim. Bi sandık un, yağ, duz gatıyola. Gece galkıp sandı sarıp gidiyola. Onu da çırak sandığın içindeki ötü beriyi çıkarıp içine giriyo. Ondan geri sandık çok ağırmış bu deye deye götüyola. Onu da çıran işiyece geliyo, su dökceni goyvemiş. Garısı Ağa’ya: — Endir endir yağla döküldü diye bağırıyo, çırkışıyo. Sandı indirmişle. Kapa açası gada bi baksala kim çırak oturup durumuşmuş. Hep barba yakındaki bi köye gidiyola köydeki suyun başında bi cellet oturuyormuş. Bunu duyan Ağa çıranı hemen o suyun başına göndermiş. Cellet: — Alim min zalim min ben, demiş. Çırak: — Ne alimsin ne zalimsin alemin başına musallatsın demiş. Cellet: — Dünyada güzelden güzele kim var, demiş. Çırak: — Gönün kimim severse güze odur, demiş. Bunun üstüne cellet: — Bu garayı sevyon, bu gürcüyü sevmeyon. Gürcü senin olsun, yalnız bayram namazını, Cuma namazını, cenaze namazını geçirme, demiş. Çırak bi gürcülen eve çıka gelmiş. Ağa: — Biz bundan gurtulamecez demiş. En iyisi biz bunu yakdıralım, diye düşünmüş. Bi tava hazırlatmış, fırıncının yanına götürmüş: — Bu tava kim alıgelisen tavadan eveli alık gelene fırına atcesin, eveli onu yakcesin, demiş. Ondan kerem tave çıran eline vermişle: — Onu fırına al git, demişle. Çırak tave götürürken cami bakmış, bi galabalık va sormuş: — Bu ne, demiş. — Bi cenaze va namazı gılınecek, demişle. Hemen celledin dediği aklına gelmiş. Tave duvarın üstüne goyvermiş, namaza gitmiş. Accık aradan sonra Ağa’nın oğlu aynı yerden geçiyomuş. Tave görmüş: — Bu kimin, demiş. — Sizin çırak aldı geldi, demişle. Ağa’nın oğlu da tutmuş tave kendi fırına götürmüş fırıncı da tave den evvel tutmuş Ağa’nın oğlunu fırına kakdırmış, cayır cayır yakmış. Çırak namazı gılmış. Varen tave alen gelen demiş. Ağa çıra görünce şaşırmış: — Ülen kim aldı gitdi buna? — Senin oğlun almış gitmiş. Ondan kere Ağa başlamış dövünme, gazel okuma, o sırada da bir gargının üstüne eyilerden birisi minmiş dolaşıyomuş hem bağırıyomuş: — Her ne desen kendine desin, her ne edesen kendine edesin. Hindi bırdan geççek.
Tan Tan Gabak (Kabak)
Ege Bölgesi
Denizli
Bi vamış bi yokmuş. Bi adam vamış. İki çocunla bi garısı vamışmış. Garısı ölmüş. Çocukların birisi gızmış biri oğlanmış. Birinin adı Yusufcuk birinin adı Fatmacık’mış. Adam üç gün durmuş beş gün bakmış. Ondan sona: — Gızı atıp gelcesin demiş. Adamın özü baymamış*: — Edip eyleme garı, atmayalım, bakalım demiş. Arıdan* ay geçmiş gün geçmiş, garı bakmış bubalarının çocukları atmaya niyeti yok. — Adam ben hastayım Yusufçulan Fatmacığın ciğeri olusan iyi olcen yoğusan ölcem demiş. Adam bakmış garısı çocukları ya kesecek ya kesdirecek bi çare düşünmeye başlamış. Kesmenin ucuna: — Hadi dağı odun etme gidelim demiş. Gızını almış bi eşşek almış, bi balta almışla, dağa gitmişle. Adam gızını bi ağaca çıkarmış: — Gızım ben hurladan* odun etcem sen benim balta sesimi dinle demiş. Adam gitmiş gaba* bi ağaç dalına bağlamış. Gabak yel esdikçe ağacı vurmuş gari. Yel esdikçe gabak “tak tak” ağaca ildikcem* gız bubasına odun ediyoru sanmış. Meğersem adam ordan sivişoğluna habar vemiş*. Gün dinlenmiş aşam olmuş. Gaban sesi tak tak edip durumuşmuş hilemme* gız korkmaya başlamış: — Buba, Buba, diye ünnemiş. Ses veren yok. Sesin geldiği yere gitmiş. Baksaki bubası yok. Tak tak edip duran ağaca bağlı bi gabakmış. Gız: — Tan tan gabacık gitti gelmez bubacık diye hava çığırmana başlamış. Ondan kerem* etrafına bakınmış. Karşıdaki giden gelmez dağında bi şavk görmüş gari. Gız: — Ora balı* giden demiş. Ora gada gitmiş galan. O şavkın olduğu yerde bi gocagarı oturup durumuş. O gocagarının yanına vamış: — De gızım demiş. Yanına almış: — Vare* benim horda tavuklarım va, bakge biyo*, demiş. Gız gitmiş bakmış, bişe*, tosba kapanıp duru. — Güze mi gızım, demiş. — Güze demiş. — Bi yo başımı da bakıve gızım, demiş. Başında bişe, kene yapışıp durumuş. Tabii o tosbaların kenesi nere gitcek. Onları öldürüvemiş. Ondan gere* gocagarı: — Bu ocan içinde külü alıve, temizleyive demiş. Gız da: — Oldu gocaana demiş. Temizleyivemiş gari. Garı: — Hoda* gızım hu akıp batan çayın gıyısına dikel. Ak çay gelsin geçsin. Kara çay gelsin geçsin. Sarı çay geldi zaman bene ünneyive demiş. Ak çay gelmiş geçmiş, Kara çay gelmiş geçmiş, Sarı çayda gız nine ünnememiş: — Gocana Sarı çay geldi demiş. Garı tutmuş gızı çayın içine yatırmış. Bele belevemiş*. Irlıya ırlıya* vermiş. Gızın her tarafına altın etmiş, atıvemiş. Altınla sevcekle diyo gari. — Hadi gızım git gari enize* demiş. Köylerini gıyısında bi çüplük vamış. O çöplükte eşinip duran bi horoz vamış. O da Fatmaçı bi sürü altınla görüyoru. — Gıygıdı gıygık gıygıdı gıygık, Fatmana bıllam* gek geli*, Sarı altınlara batık geli deyomuş. Onu da gızın sonunda anası duyuruyo. Horoza: — Kişik* tilkiden gidesice kişik deyomuş. O “kişik” dekene bi baksaki Fatmana bılla sarı altınlara batıkgeli. Onu gören sonurdan anası hem: — Hoş geldin gızım deye sarıl sarmeş oluyoru, hem kısım kısım üstünde altınları toplayeromuş. Sonurdan* ana gızın ardından Yusufcu’ğu da dağa godurmuş* gelmişmiş. Hemen aklına o gelyo, “acaba o nasıl gelcek” diye düşünüyo. Öve ana gızın altınlarına toplagosun biz gelelim Yusufcuğa. Onu da bubası: — Odun etcen, sen benim paltanın sesini dinle deye gandırıyo. Ağaca gaba gene asıyoru. Öle “tak tak” sesi gelliken aşam oluyoru. Yusufcuk bubasına bakma gidiyoru. Baksaki bubası yok. Bağırma oturyoru: — Tan tan gabacık, gitdi gelmez bubacık. Ondan geri abılası gibi garşıdaki dağda yanan şavka gidiyoru. Gocagarı evde oturup duruyomuş. — Hoş geldin oğlum demiş. Oturmuş accık sonurcam*. — Vare benim tavuklarıma bakıve ge demiş. — Tamam gocaana demiş vasa baksaki bise tosba kapanıpduru. — Nası oğlum güze mi demiş. O du sesini çıkamamış. Ondan gere: — Gele oğlum başıma bakıve demiş. O du bi bakmış bişe kene: — Iı gocana ben bu kenelere öldüremem, başgabi işden vasa onu ediveren demiş. O da: — Hu* ocaın içinde külü temizleyive demiş. Yusufçuk temizleyivemiş, Garı: — Oğlum hu akıpbatan çayın gıyısına va. Gara çay gesin geçsin, Sarı çay gesin geçsin, Ak çay gelince habar ve demiş. Gara çay gemiş geçmiş, Sarı çay gemiş geçmiş, Ak çay gelince oğlan: — Gocana! Gocana! diye ünnemiş. Nine gemiş oğlana çayı bele belevemiş. Çocuğun her yanı gümüş olmuş. — Hadi garı oğlum enize git demiş. Oğlan gümüşlerinle eve gelyomuş. Köyün gıyısında çöplükde horoz eşinip durumuş. — Gıygıdı gıygık gıygıdı gıygık, Yusuf efem gek geli Ak gümüşlere batıkgeli deye ün etmiş. Onu da öve ana duymuş: — Kişik tilkiden gidesice kişik demiş. O sırada Yusufcuk eve girivemiş. Öve ana baksaki her tarafı pul pul gümüş. — Hoş geldin oğlum deye sarılmış hem gümüşlere aklamış*. Bütün bunla olukan sonurdan garının da bi gızı olmuş. Adını Aşacık gomuş. Yusufcunan Fatmacının nerden altına gümüşe battını örenmiş. Kendi gızını oraya o şavkın oldu yere gomuş, gelmiş. Orede gocagarı: — Bi yo tavukalarıma bakıve demiş. Gız gitmiş bakmış. Ardısıra geri dönmüş garı: — Noldu gızım güze mi demiş. O da: — Nesi güze olcek bise tosba doldumuşsun tavuk diye ben onlara bilen bakmam demiş. — Hada gızım benim başıma bi bakıve demiş. Gız da: — Hadı ordan gır cavur, senin basında bise kına dolupduru elime bile sürmem demiş. — Öle mi gızım demiş. — Öle demiş. — Hiç olmazsa hu küle ocağın içinden al atıve demiş. — Iı, benim elim yana. Ben kül mül ellimem. Sen kendin temizle demiş. — Öle mi gızım demiş. — Öle demiş. — Hadı gızım hu akıp batan çayın gıyısına va. Ak çay gesin geçsin, sarı çay gesin geçsin Gara çayda habar et demiş. Gız çay gıyısına vamış. Sarı çay gemiş geçmiş, Gara çay gemiş geçmiş, gara çay da ünnevemiş: — Gır* domuz Gara çay geldi yörü demiş. Gara gıza durmuş çayın içine bele belevemiş. Gızın her yanı eşşek sidi olmuş. — Hadi gızım git enize demiş. Köyün gıyısında çöplükde horoz gine eşinip durumuşmuş. — Gıygıdı gıygık gıygıdı gıygık, Aşana* bılla gek geli, Eşek sidine batıkgeli deye hava etmiş. Öve ana: — Kişik tilkiden gidesice abılan altına batık gelcek deken gızı garşısına diken gibi düşmüş. Baksaki gız Arap gibi, horozun dedi gibi. Gızı dövmüşle “neden öle ettin” diye biyol Fatmacınan Yusufcu dövmüşle gavgı etmişle. Üçü de üstlerinde allananlarlan sabah burdan geçcekle mi bakalım. * özü baymamış: Gönlü razı olmamış *arıdan: Aradan *hurladan: Şuralardan *gaba: Kabağı *ildikcem: İldikçe, vurdukça *hilemme: Ama, fakat *ondan kerem: Ondan sonra *balı: Bari *vare: Varıver *biyo: Bir yol *bişe: Bir şey *gere: Kere, sonra *hoda: Şurada, orada *bele belevemiş: Belemek, sarmak, sarmalamak. *ırlaya ırlaya: Sarmak sarmalamak *enize: Evinize *gek geli:  Gelip durur *kişik: Kışt *bılla: Abla, hanım *sonurdan: Sonradan *godurmuş: Koydurmuş *sonurcam: Sonracığım, az sonra *hu: Şu *aklamış: Ayıklamış, toplamış *gır: Kır renk *aşana: Ayşe ana, isim. *sivişoğluna haber vermek: Sıvışmak
Nohut Memet
Ege Bölgesi
Denizli
Bi vamış bi yoğmuş. Bi gadının hiç çocu olmazmış. Bi gün bi hoca gelmiş: - Gızım bi çanak nohut al ge demiş. Gadın bi çanak nohut almış gelmiş. Hoca bunları okumuş üflemiş, bunun sonunda nohutladan bi sürü çocuk çıkmış. Daha sonra hoca gitmiş, gadın ekmek bişirme başlamış. Ekmek bişeken çocukla da ha yemiş ha yemiş, sonunda anneleri bi hapaz* vurmuş, çocukla ölmüş. Sacın başında da bi çörek galmış. Gadın: - Ah çocun biri sağ olsa, bunu bubasının çift sürdüğü yere götürüveridi demiş. Çocun biri babucun içine girmişmiş, ordan: - Ana ben burdayın demiş Nohut Memet. Gadın çöreği bi tobanın içine gatıvemiş oluna: - Al olum bu çöre buban çift sürdü yere götürüve demiş. Nohut Memet bubasına: - Buba, talanın otasından mı varayın, gıyısından mı demiş. Bubası da: - Gıyısında gel olum demiş. Nohut Memet çören gıyısından yemiş. Yine bubasına ünnemiş: - Buba gıyısından mı otasından mı varayın demiş. Bubası da: - De olum otasından gel va demiş. Nohut Memet çören otasını da yemiş tüketmiş. Çiftin yanına vamış: - Buba sen git ekmeni ye demiş. Kendisi de gılıcın deline girmiş çift sürme başlamış. Bu arada yoldan hebesi altın dolu bi adam odan geçiyomuş. Adam: - Ule çiftçi, bu öküzle kendi varıp geliyola demiş. Adam da: - Çocuk va benim demiş. Çocuk hemen bubasına: - Buba beni sat, ben hebe deliveren, sen de altınları al demiş. Bubası çocu adama satmış: - Bu çocuk altın hebesinde gider demiş. Çocu altın hebesine gomuşla, çocuk da hebe bıçaklamış. Adam at sürmüş girmiş. Altınla dökülmüş, deken çocuk da hebeden düşmüş. Bubası altınları toplamış. Bu arada inekle yayılıken otla birlikte Nohut Memedi de yemiş. İneğin akşam sağılaca(ğı) vakit geldiğinde İnek Memet ine(ği) cimiri cimirivemiş*. İnek de bir türlü sağdırmazımış. İnek sağdırmayınca: - Keselim demişle. İneği kesmişle, karnını bi kocagarıya vemişle, etini dağıtmışla. Gocagarı gideken bi çeşmenin başına vamış, garını da orda yıkama niyetlenmiş. Garını oraya goymuş, su dökmene başlamış. Nohut Memet: - Ana, ebenin işeysine bakın, çildirtisine* bakın çildirtisine demiş. Gocagarı da garını godu gibi gaçmış. Darını bir canavar yemiş. Nohut Memet de canavarın ganına gitmiş. Canavar gezeken acıkmış. Bir çobanın keçilerinin yanına gelmiş. Tam bir keçiyi yaklaşacağında Nohut Memet: - Ule çoban, canavar keçiyi yiyo diye bağırmış. Canavar ordan gaçıvemiş. Ordan: - Ule çoban canavar koyunu yiyo, şunu yiyo, bunu yiyo deken canavarı yivlemiş, tavlamış*. Canavara: - Sen kendini bir gapızdan* at, o çıkar da dönüverir demişle. Canavar gidip kendini bir gapızdan atmış. Nohut Memet çıkıp bir çıra dipçine girmiş. Bir adam gelmiş, çıra dipçini kescek olur kesemezmiş. Sonunda adamın biri: - Ben keserin demiş gitmiş kesmiş. Çırayı da almış eve getirmiş. Akşam ocak yakmış, çırayı ocan başına goymuş da yatmış. Nohut Memet adamın sakalıyla gadının zülfünü akma* ile yapıştırmış. Ocağa bi horoz gömmüş, odanın ortasına bi sikke çakmış, tavana bi dibek asmış, kapıya bi kedi goymuş, öteki gapıya bi eşek dakmış. Gadın gıpırdevemiş sakal yapışmış, ocak yaken deye oturuvemiş, sikke götüne batmış, doğruluveren demiş dibek kafasına gübüdek ilivemiş. Kapıya gitmiş kedi cırmalamış, öte yana vamış köpek ısırmış, öteki kapıya varen demiş eşek depmiş. Bu da burada bitmiş. *hapaz: Avuç içi. *cimiri cimirivemiş: Çimdiklemiş *çildirti, çildirtisine: Apiş arası *yivlemiş tavlamış: Yağlamış, tavlamış *gapız: Yar, uçurum. *akma: Reçine
Dünya Güzeli
Ege Bölgesi
Denizli
Şindik bir padişahın oğlu bağa gezme gitmiş. Gezme gittiği yerde tesadüf bir çoban çadırına denk gelmiş. Çoban çadırında dünye güzeli bir gız vamış. Gülizar Hanım diye ismi. Buna aşık olmuş. Bi yüssük gız ona vemiş bi yüssük ona vemiş. Bubasına geliyor: —Buba ben, diyo, filan dağda bi yörük kızına aşık oldum. — Olmaz yav, deyoru. Evlenecesin evlenmecesin deken bubası ne gada padişah vezir gızı varsa gülistan baçasına topleyoru. Oğlan hepsine bakeyoru: — Ah kimisi paşa gızı kimisi zevir gızı heçbiri benzemeyo Gülizar Hanıma, deyoru. Eh ondan sona ne yapsın gızlar dağılıyoru. Bubası buna gızdan ediyoru, bi mapushaneye sokuyoru. Eh orada günlerce yatıyoru. Tabi günlerce yatıyoru, bubası öyle ye gapıyı açıvemeyoru. — Ben bunu nedem, deyoru. Onbeş yirmi gün sonra bi ok atıyo gapıya, gapıyı yarıyoru. Biniyoru atı gaçıyo Şah İsmail. Varıyoru; çhöö* ne yörük gızı galmışne bişey galmış, çadır getmiş. Bu dutuyo yola hayvanıla yörüyoru. Bilmem gaç gün gittikden sonra akşam namazında köyün kenerında bi gocagarı nenen evi varmış. Oraya varıyo, tık tık gapıyı vuruyoru: — Nene ben yolcuyun müsafür alımın? — Olum yatcek yeri yok, deyo. Bi kısım sarı lira veriyo: — Buluruz olum buluruz, deyoru. — Eee atı netcez? — Ee benim ahırım yok, deyo. Bi kısım ta veriyoru. — Onu da buluruz olum onu da buluruz, deyoru. Neyse orda aşam yameğini yiyolla, içiyolla. Gulağını bi tıngırtı gidiyoru, davul zurna sesi. — Ula neni bu ne, deyoru. — Oğul bi yörük gızı deye birisi geldi, kırk gün kırk gecedir davul çalınıyo burda. Yarın gülistan baçasında ata bincek gelin olcak, deyoru. — Ee neni bunu görebilcez mi, deyoru. — Oho olum beni merdivenden kaktırıverile, deyoru, görümen, deyoru. — Bu yüsüğü parmağına dak, deyo, çekilin gızla benim bu has evledım, de, yüssüğü göste yalnız, deyoru. Varıyolu: — Gızla çekilin benim bu has evladım, ben bunu kaç aydır hasretin, deyor. O zaman: — Kim ki, deyor ya, Gülizar Hanım bakıyo. Bakınca yüssüğü gösteriyo. O: — Gızla çekilin bu benim sütanam yahut süt nenem, deyo. Neyse alıyoru evin içine. — Ee bi padişah olu Şah İsmail sene aşık olmuş. Bu yüssüğü sen ona vemişsin. O da sene vemiş. Bu senin arkandan devam edo atılan, deyoru. — Nerde bu, deyoru. — Benim evde müsafir, deyoru. — E yarın ben, deyoru, gülistan baçasında ata bincen son gün gelin olcen. Ben hiçkimsenin atını beğenmeyen, o da gelsin oraya onun atını beğenen. Ozman o da benim at eğer bindirmez götüne binese olu, desin. Geliyolla atları beğenmeyoru. Bubasının yeni canı sıkılıyoru. Şindi düğün sabının öle ya bi sürü at var, yabancı birisi gelmiş nedi belirsiz onun atına bincen, deyo. Galdırıyo: — Tamam, deyo. Götüne oturuverisin minerim ben, deyoru. Tabi at da rahvan, eyi at. Bu miniyoru, hadi bakalım alıp yürüyoru. Onları goyup gidiyoru. Yanında arkıdeşi Arap Üzengi va. Arap Üzengi: — Şah İsmail kaç gündür yoruldun dur şurda dinlen bi öğlen. Azcık istirat edin, deyoru. Yatmış uyumuş galmışla. Bu ara tabi arkasından geliyo bi tabır asker. Bu gelene akılen gırmış Arap Üzengi. Gırıyoru onla uyanmayoru. — Şah İsmail'im kalk uyan deriler davşan kellesi doldu, deyoru. Ordan Şah İsmail bi uyansa ki bi tabır asker gırmış. Ondan sonra biniyolla at öle ya yürüyolla babasının sarayına. Babası sarayları bütün kilit vumuş. Bu bi ol vuruyo gene sarayın birine ordan yaruyoru. Gülizar Hanımlan ikisi o evde hala yaşeyo.   çhöö: (Ohoo) Heyhat anlamında ünlem.
İhtiyar Eşek
Ege Bölgesi
Denizli
Eşşek gocamış, çalışa gidiyoru. Ordan, ardından kedi gidiyoru. Bakmamışla kediye. Tabe* keme* tutumuyoru. — Çalışa gidiyon deye çıkmış yola. Gitmiş, gitmiş, gitmiş. Eşşek, denk gelmiş. — Arkıdeş nere gidiyon sen? — Eee, gocadım geri ya bakmıyolla. Ben çalışa gidiyon. İki olmuşla ondan keri köpek denk geliyoru. — Nere gidiyon arkıdeş deyoru. — Eee, gocadım geri ya, canıvar govumuyon ben. Bakmıyolla. Çalışa gidiyon. Deyoru köpek. Ordan üç arkıdeş olmuşla geri. Ordan horaz da ötümemiş geri yavız. Onu da yem atmamışla. Bakmamışla. O da: — Ben çalışa gidiyon deye dönüvemiş yola. Gitmiş, gitmiş. Onla denk gelmiş. Eşek, kedi. — Nere gidiyonuz arkıdeşle? — Çalışı gidiyoz gocadık geri ya. Çalışı gidiyoz biz. — Sen nere gidiyon. — Eee gocadım geri ya ötümüyon. Çalışa gidiyon ben de demiş. Gitmişle, gitmişle. Etlapların* yanına vamışla. Biri dambaşına çıkmış biri. Eşek küllüğe çıkmış. Kedi ocaklen içine, köpek kapı eşe’ne durmuş. Bi havlamış bunla. İnsanla gaçmış geri. Etlapla gaçmış. Ordan, varıyolla, yemeklere yiyolla, yiyolla. Gine yatıyolla işen içine, yataklarına. Ocaklen içine, kapı eşene, dam başa, eşek küllüğe. Eee, geliyolla. Köpek gapıdan tutuyoru. Oceklen içinden kedi bi işe ediyoru, gaçıyoru kediden. Dambaşınde horaz didiyoru. Onla geçmiş geri. Herşe onlara galmış, yemişle. *Tabe: Tabi *Keme:Fare *Etlap: Ev halkı
Azrail
Ege Bölgesi
Denizli
Vamış yokmuş. Evveli bi adam vamış. Gazanmana* gitcen diye yola çıkmış. Vamış bakmış tepenin başında aksakallı bi adam oturup duru. — Selamunaliyküm —  Aleykümselâm. — Gel senle arkıdeş olalım. — Olalım. — Ben gazanmana gidikgiderin*. İstesen sen de ge, barba gidelim. — İyi gidelim. — Hilemme* söz ben de olcek. Gazandıklarımız sende olcek. — Hay hay. Böyle gavilleşmişle yola çıkmışla. Buldukları işde çalışmışla. Gazanmışla, yemişle, içmişle. Tabi darlık günleri de olmuş. Dar günlerinin birinde bi köyde galmışla. Bi eve misafir olmuşla. Gari önlene bi çanak teze yoğurt goyvemiş, üç yufga goyvemiş. Yemişle garınla doyurmuşla. Bu arada aksakallı adam arkıdaşına “Azrail” olduna belirtmiş. Bunla evden çıkdıkdan kere garı bi ses goyvemiş: — Va gidi ninem öldü geliverin deye bağırmış, çağırmış, dövünmüş. Ozmançe* gada* adam Azraile dönmüş: — Ülen arkadaş ne güze yedik içdik, garının canını niden aldın? — Başda nası gavilleşdidik, söz bende olcedi. İşime garışme demiş. Yolda gideken bi duva görmüşle. Yıkılık gidemişmiş. Azrail geçivemiş duvarın altına düzetmiş. Accık önlerinde çocukla oynep durumuş. Çocuğun birinin ayana guş gözü gada bi daş almış ölmüş. Adam Azrail’e bişe dememiş. Başda söz bende olcek dedi ya garim. Adam bunları gördünden kere: — Arkıdeş ben senden ayrılcen. — Niden? — Sen hırlı* bi arkıdeş değilsin de ondan. — İyi ayrılalım bu işden sen gazançlısın. — Nasıl? — Hindi sen şehre en. Hasta olanlara okuyup üfürmene gir. Ben hastanın başucunda oturupdurusam hastanız iyileşecek de. Yok, ayakucunda oturup durusam şifasını Allah verir inşallah de. — Sen de bana ne zaman ölceme habar ve deye gonuşmuşla ayrılmışla. Adam şehre enmiş: — Filanın gızı hasta, nere gittisen şifa bulumadı, ölcek yalım* diye anışıp durulamış*. Adam: — Bi yo bene onun yanına götürsenize demiş. Almışla vamışla. Adam gızın yanına oturmuş bakmış Azrail başucunda çönüpduru, okumuş üfürmüş: — Hastanız iyi olcek demiş. Adam okudukdan sona gız gün gün iyi olma başlamış. Gızın bubası adama ganimetlere boğmuş. Heybesini doldurmuş. Bu şeherde yayılmış: — Falan yerde hoca iyi olce iyi ediyo, ölcek biliyo deye. Adamın heybesi doldukça dolmuş. Adam zengin olmuş evine varmış. Gari bu paraylan bi apartman yapalım sonraki gazandıklarımlan da oğlanı everelim demiş. Tekra şehre enmiş. Epe para gazanmış. Eve gelmiş başına bi arı girmiş. — Garı benim başım arıpbatı*, hure* bi yatak edive, ben yaten, başımın arısı belkim geçe demiş. Yattı yerden bi dorulmuş kakmış. Azrail ayakucunda oturup duru. — Ülen arkıdeş sen neye geldin? Ben sene gelmiden evvel habar et demedim mi? — Ee ben habar etdim. — Nasıl? Ben heç duymadım ya. — Senin saçın beyazlamadı mı? Dizlerinde can azalmadı mı? Gözlerin görmez olmadı mı? İşde bunların hepsi habardı. Filvaki sen anlımadın o başga. Adam garısına: — Yataçevir*, başıma ho yanna getir demiş. Adam yatanı döndürmüş bakmış Azrail gene ayakucunda oturupduru. Gaçış olmadını annamış, gaderine razı olmuş. Bu gada. *gazanmana: Kazanmaya *gidikgiderin: Gidiyorum *hilemme: İyi ama, tamam ama *ozmançe: O zaman  *gada: Kadar *hırlı: İyi, düzgün *arıpbatı: Ağrımak *hure: Şuraya  *hindi: Şimdi *yataçevir: Yatağı döndür *yalım:Herhalde  *anışıp durulamış: Konuşmak, anıp durmak, konuşup durmak
İncili Çavuş
Ege Bölgesi
Denizli
Eveli bi padişah vamış. Bu padişahın İncili Çavış adında bi veziri vamış. Padişah, İncili Çavış’a bi altın vemiş. Padişah, İncili Çavış’a demiş ki: — Bu altını götür bazara, bi goç al. Sora goçu sat. Parasıylan bi halı al, bi kilo da et al. Goçlan barba* geri geti. Olmazsa seni idam etcen. İncili Çavış hiç bişe anlamamış, getmiş. İncili Çavış yolda gideken bi arkadaşı denk gelmiş. Arkadeşiyle yola getmişle. İncili Çavış, arkadeşine demiş ki: — Arkıdeş, şu ormana girelim. Bi girelim iki çıkalım. Biraz ben sene binen, biraz sen bene bin. Arkıdeşi bişe anlamamış. Arkıdeşinin evine vamışla. Arkadeşinin bi gızı vamış. İncili Çavış’ı öteki evine yerleştimiş. Gızının yanına vamış. Ona:  — Gızım, ore bir misafir geldi. Padişah, ona bi altın vemiş, bu altını götü bazara. Bu altınla bir goç al. Sora sat. Parasıyla bi halı, bi kilo da et al. Sora goçulan barba geri geti, demiş. İncili Çavış bunu bene anlattı. Ben bundan bişe anlamadım. Yolda geliken acayip gonuştu bene. Arkıdeş ormana girelim. Bi girem iki çıkam. Biraz sen bene bin, biraz ben sene binen, dedi. Yine bişe anlamadım deye gızına olanı biteni anlatmış. Yatıcek olmuşla. İncili Çavış, arkıdeşine demiş ki: — Bene hiç örtülmedik, gullanılmamış yorgan geti. Arkıdeşi gızının yanına vamış. Ona şöle demiş: — Gızım, İncili Çavış, başkasının üstüne daha önce örtülmemiş yorgan isteyo. Gızı: — Buba goley o. Gızı bubasına bi yorgan bi de boru vemiş. İncili Çavış’ın yanına göndemiş. Arkıdeşi, İncili Çavış’a yorganı atıvemiş. Boruyu da eline vemiş. İncili Çavış: — Bu boru ne olcak, demiş. — Bunu yata sokcasın. Ağzı dışada galcak, ossuduada dışa çıkcak, demiş. — Neden o? — Neden olcak. Bugün sen böle istedin. Başka bi gün başka bi misafir geli de aynı şeyi istese ben ne etcen? — Sene bunu kim tarif etti? — Kendim bildim. — Kendin bilmedin. Arkıdeşi gızının yanına vamış. Gızı: — Buba, beni o adamlan görüştü. Onunla gonuşcan, demiş. Bubası: — Ne gonuşcan. — Buba bak, o, sene ormana bi girelim iki çıkalım, demiş. İncili Çavış bunulan ormandan bi denek kesip ona dayanalım, demek istemiş. Yokuşa gideken biraz ben sene binen, biraz sen bene bin demele de, sen gonuş ben dinleyen, ben gonuşen sen dinle, demek istemiş. — Ya altın? — Onu da ben kendim anlatcan. Arkıdeşi İncili Çavış’ın yanına vamış. Ona: — Ula arkıdeş, senin, bene dedin mesele çözdüm. — Ney'o? — Sen bene ormana bi girelim iki çıkalım demekle, ormana girip bi denek kesip dayanalım, demek istedin. Yokuş çıkaken biraz ben sene binen, biraz sen bene bin demekle, bi ben gonuşen sen dinle, bi sen gonuş ben dinleyen, demek istedin. — Bunu sene kim tarif etti, kim anlattı? — Ben kendim bildim. — Bunu, sen bilmedin. — Benim gız devedi. — Bene gızını göstesen ya. — Gösteren de gonuş. İncili Çavış gızlan buluşmuş. Gız, İncili Çavış’a padişahın demek istedini anlatmaya başlamış: — Padişah, sene bunu demek istedi. Padişah, vedi altınlan bi goç al, goçu sat. Bi halı al, bi kilo da et al. Goçu geri geti dedi mi ? — Dedi. — Bak, sen hindi bu paralan bazadan bi goç al, benim yanıma geti. Goçu, bene göstercesin, ondan sora goçu geri götücesin. İncili Çavış bi goç almış. Gızın yanına getimiş. Gız goçun tüyünü kırpmış. Tüyünden bi halı dokumuş. Ondan sora kasabı getimişle. Kasap, goçun daşşanı çıkamış. Onu da tobeye ga‘mışla. Gız: — Padişaha, bunları ve. İşte halı, işte goç, işte et. Hadi git, demiş. Bu arada padişah, İncili Çavış uzun süre gelmeyince meraklanmış. İncili Çavış, yok gelmez, yok gelmez. Padişah:  — Sakın goç meselesini çözemedi de Arap yörü, demiş. Padişah, dellalın eline bi altın kile vemiş. Dellal, padişan vedi kilele bazada dellal çağımış: — Altın dolu va satılık, altın dolu va satılık, deye bazada bağımış. İncili Çavış, delalcıya denk gemiş. Ona somuş: — Kaç para bu? — İşte şu gadar. — Hindi ben bu doluyu ne yapcan. — İleşber*, mahsıl galkcak da, ölççek de, şu gada mahsılım oldu decek. Gış geçti. Ektin. Bahar geldi. Mayısta yağış olusa bu doluyu alan aldanmaz. Mayısta yağış olmazsa bu altın doluyu kafana çarp, demiş ve geçimiş. Dellal, vamış padişahın yanına: — Bi adam gelip böle böle dedi, demiş. Padişah: — Bulun o adamı. İncili Çavış’tan başka böle decek yok, demiş. Dellal, kilelen dine bazara çıkmış. Dine İncili Çavış denk gelmiş. Dine aynı gonuşma geçmiş. Hemen İncili Çavış’ı dutmuşla doğru padişahın yanına götümüşler. Padişah: — Hanı söylediklerim? — İşte goç, işte halı, işte et. — Sen bunu neden örgendin, kim tarif etti? — Kendim bildim.  — Yo kendin bilmedin. Bunu bana sölecesin. Yosa idam ederin. — Falan köyde bi a va. O da misafir galdım. Onun gızı devedi. — Nede o? Hemen onun yanına gidelim. Bi heyet, padişah, vezir doğru onun yanına gimişle. Padişah: — A, sen bize gızını göstesen ya. — Ne olacak? — Sen bi göster. Acık görüşcez onla. A, gızını göstemiş. Bakmışla dilbe mi dilbe. Padişah, gıza: — Gız sen, bu adama böle böle demişsin. Doğru mu? — Doğru. — A, bu gız bene yaradı. Padişah, gızı atının terkisine almış, gimiş. Gızlan evlenmiş. *barba: Berraber *ileşber: Çiftçi
Aç Kurt
Ege Bölgesi
Denizli
Eskiden köyün alanında bi gurt varmış. Gurt açlıktan son demine gelmiş. Önünden bi goyun çıkmış. Goyunu yakılıyese gada goyun: — Madem sen son demindesin, oyneveren neşeli ye bene, demiş. Tutmuş da oynen derken bi gaçıyoru. Goyunu dutumamış. Gatıra rastlamış. Gatır: — Madem son demindesin, demiş. Kemiklerim serttir birez, demiş. Sene bi satır getiren, onenen kes de ye, demiş. Gatır da gaçmış. At da aldatmış. Onun nası aldatdene bilmiyon. Hep avlarını gaçırmış gurt. Deline girmiş. — Bulmuşsun bi âlâ at, ye etini, sırt üstü yat. Bulmuşsun bi âlâ goyun, neyineydi senin oyun. Bulmuşsun bi âlâ gatır, neyineydi senin satır, deye inile inile ölmüş gocu gurt. İnile inile ölmüş.
Tan Tan Kabacık
Ege Bölgesi
Denizli
Bi vamış bi yoķmuş. Bi cici ana vamış. Gızın anası ömüş. Cici ana vamış. Kendinin de vamış bi gızı. İlla, demiş, gızını at ge. Adam ba’mış omecek. Dağı götürüyo odun kesmeye. Gızını, deyo ki: — Buba uykum gedi, deyo, uyuyo. Bubası odunu kesiyo, alıp geliyo. Bi gabak atıvemiş. Gaba vuramış. — Tan tan kabacık, beni aldatan bubecik. Ölü düşmüş yolları geliyomuş gız. Nineme denk gemiş: — Nene bubamı gödün mü, demiş. — Gömedim gızım, demiş. Git git git, bi nene da gömüş: — Nene bubamı gödün mü? — Gödüm gızım şölü gitdi, demiş. Odununnan gitdi, demiş. Eşşenne odununnan geçdi, demiş. Git git git, bi gız denk gemiş: — Aba bubamı gödün mü? — İki göl va abam, dẹmiş. Bu tarafdaki gölü gir geç. Buban odan geçdi, demiş. Geçiyo altınnar doluyo gıza. Her tarafına altın doluyo. Horaz da ötüyo: — Üürüü altınlı abam geliyo. — Otur yardım etme, deyo cici ana. Biz onu atdık gedik ya, deyo. Bi çıkıyo bakıyo, ooo bi yo da: — Benim gızı da at ge, benim gızı da at ge. Onu da atıp geliyo. O geliken yene neneye denk geliyo. — Nene bubamı gödün mü? — Gömedim. Birin da denk geliyo. Git git git. — Nene bubamı gödün mü? — Şurdan şöle gitdi. Git git git, gene o gıza denk geliyo. — Aba bubamı gödün mü? — Şu gölden geç, deyo. Ordan geçiyo, kenele* doluyo. Pislik, kene yapışıyo. Gine horaz çıkıyo: — Üürüü, kenalı* abam geliyo. Bi çıkıp bakıyo, başlayo gadın alımaya: — Benim gız neden böle oldu, deye. E senin galbin kötü olu da senin gız altınla mı gelcedi? Bu gada.   kenele: Keneler kenalı: Keneli
Üç Buğday
Ege Bölgesi
Denizli
Hindi adamın biri ekinin içini gezi gitmiş olum. Gezenneke dineligomuş ekinin içine. Ekin hölü* davşannanı, davşanna bizim ordu hindi budeyle, davşannadı mı dineligomuş. Üç budey birbirini çarpışme durmuş. — E demiş, üç budey de bi hekmet va demiş. Üç budeyi çapıt balamış, ip balamış. Bıçake, bıçme gemiş ya, bıçme gelince o üç budeyi bıçmış, evin yakasını asmış. Asmış adam. Günne gün geçmiş, bi gocu gar yağmış. Adam, garıcık ne etsin onu muhlevemiş*. Bi ocağa vurmuş bi gazana. Aşam oturupdurumuş, iki dene ekmeci varımış. Tabi bizim bubamız deveridin galan. Hindi iki ekmeci varımış. Aşam bi adam ünne ünne geligomuş müsefir. E gel bakalım, buyurun e’mişle adam gelmiş. Garıcık: — İki ekmecik var emme demiş, bu adamcı atıverelim demiş. Acık da duzlıma va demiş. Acık durakan bi adam da gemiş. Bi adam da. İki omuş. Ev sabı* sormuş. — E arkıdeşle demiş, seni bilimedim, seni bilimedim, siz nerden gelip nere gidiyosunuz demiş. — Ben maşrıfdan* geliyon, bu tarafı maşrıfı doru gitcen demiş, geri. E arkıdeş sen. — Ben de maşrıfdan geliyon, bu tarafı gitcen demiş. — Eyi. Evleri iki gözümüş adamnan. Yatmışla. Sabalı bi gocu gar yağıyo. Bu adamna gayibolmuş olum. Gece gayibolmuş. Duzlımı gazanı durupdurumuş, atıvedikleri. Ev sabı: — O duzlımı gazanını alın gelin bi demiş, yeyelim demiş. Isıdalım dı yeyelim nası osa müsefirle gece gi’miş demiş. Adamna çocukla, çocuklara: — A ge* demişle. Çocukla duzlımı gazanını getirimezimiş. E duzlımı gazanı ordan gopmazımış. Evin bi gözündü bu. — Sen a ge demiş garıya. Garı seyirdmiş bi vamış duzlımı gazanı kapa dı* açılmaz, kendi de. Atıcemiş garı. Adam: — İki reket namaz gılalım demiş adam, ozuman açılcek o açılcek o gazanın kapa demiş. Abdas amışla, gemişle. Bu gerdek gecesi hana iki reket namaz gılıyon ya olum, ordan çıkmış bak. Namazı gılıncı kapa hölü bi galdırmış lap açılmış. İçinden altın parı çıkmış. Sizin hana orlada va mı bilmeyon. İki reket namaz gıldırıla bizim orda, hocula gıldırılla. İşde burladan galmış bu. *hölü: Şöyle *muhlevemiş: Mıhlayıvermiş, vurmuş *sabı: Sahibi *maşrıfdan: Maşrıkdan, şarkdan *A ge: Al gel *kapa dı: Kapağı da
Köylü Kızın Masalı
Ege Bölgesi
Denizli
Hacıy gitmiş birisi eveli. Gızını hocanın birini bırakmış. Erişgin gızı. Gızını bırakmış gitmiş. Hoce : - Ben gelesiye hacıdan gelesiye bu gızı bak demiş. Olan gardeşi de varımış emme. Senin gibi, sözüm, o da mı gitti hacıy o oda mı galdı bilmeyom. Hocu demiş gıza bu böyün duru yanımda, yarın duru yanımda, gızı bakıyon dekene, hocu gıza göz gomuş, biliyon mu? - Ben sene hocu demiş, banyo ettiren öncü dü demiş. Ondan sona da barabar olalım demiş gız. Hocanın kafasına sabını azını yüzünü sabını dayadıvemiş, köpürdüvemiş, bi gaçedivemiş. Gız gaçmış. Gaçasıye demiş ki hoca: - Gızın orosbı oldı, çıkdı gitti dağlara demiş. Yok gızın demiş, mektup yazmış bubasına. Bubası geliyo, oluna deyo ku: - A gid olum bu gızı dağa, kes ge dağda deyo. Olan senin gibi, götüreken: - Gardeşim ben sene gıyıp kesemecen, bi guşu öldüren de deyo, ganlı göynek atletini boyeyen ganına seni öldürdü sannetsin. Sen o çeşmenin başında gal gardeşim deyo. Çeşmenin başına bırakıyoru. Bi guşu vuruyo, ganakıdıyo. Götürüyo bobasına: - Öldürdüm buba deyo. - Eyi olum deyo. Ordu çeşmenin başında durukana bi gene bi beyolu geliyo gene. Bu, gıza: - Nasıl oldu, nasıl oldu? - Bölü böle deyo. Beni bubam azatlatdı bureye deyo. - Ben Allahın emrinne gelen mi deyo. - E gel herif deyo. Dutuyo o gıza alıyo, o adam. Devesi mevesi varımış. Alıyo arap varımış çıra. Üç dörd çocuk, üç çocuklu olandan sonura: - Bi yo demiş gönderen ben sene ananın bubanın yanna git, gör, gel memlẹketine demiş. Arabı yanına ga’mış. Aşam olmuş. Arap aşam olasıya: - Ya çocunun birini keserin, ya beniyile barabar olursun demiş. İlişgi gurarız. O da: - Olmaz demiş. Kesersen kes demiş. Çocun birini kesmiş arap. Ondan sonura etesi gün aşam olmuş gene. - Ya çocunun birini da keserin ya da bölü böle dekene, - Omaz demiş gız. Nası ettiyise bi gaçış gaçmış nasıl gaçtıyısa gaçmış. Galmış devele mevele, o iki çocuk gamış birini kesmiş ya. Ordan develeri çekmiş, o iki çocu almış, gere gi’miş Arap: -Ssenin garın demiş, çocun birini demiş aldı da gaçdı demiş. Yokoldu gitti gaçdı gitti, ben demiş, bulumadın gere gedim demiş. Az durmuş çok durmuş adam. Gız gidi gidi, gidi gidi arkasında gumaş elbise. Bi çoban kelolan goyun güdüyomuş. Kelolan demiş elbiseleni bene veri de benim elbiseleri keyemin demiş. Keyerin demiş. Akasındaki gadife elbiseleri vemiş kelolana. Kelolanın şapkasına amış elbisesini keymiş bi köve vamış. Kendi bubasının kövüne çıraklığa durmuş gayveye. Adam ordu durumepduru iki çocuğula, “nere gitti garı” deye. Bulumamış, bulumamış. Odu bi sene mi durdu iki sene mi, gayvede masal annadırımış bulduna. Herşeyi çok sölerimiş. Araba demiş: - Gidem garıya arımaye köyüne gidelim, bakalım, ora varmışdır diye. Almış Arabı gine yanına, gitmişle, vamışla varı varı vamışla babasıgilin evi çıkı vamışla gızın. Demiş ki: - Burdu hiç kimle demiş bilgi veri, kimle gonuşu, ne va ne yokdur bu köde. - Ülen demiş, gayfıda bi kelolan var emme, bunun dilini kıl mı doleşi demiş. Nele va milletin başından nele geldi geçdiyise hepsini anadır demiş. Haní bu kendi işine annadıverimiş emme, benin demezimiş. - Çağırın gelin kelolana çağırın gelin. Çağırmışla gelmişle, hocu da ordemiş, Arap da ordemiş. - Annadırın emme demiş, şu, şu, şu kişile demiş kapıdan dışarı kimsele çıkmak yok demiş gız. - Yok, osun demişle. Eveli işde şölemiş, tekrar benim dedime demiş gız yeniden. - Arap demiş, çocunun birini kesmiş bu kadının demiş. Öteki ikisini ne yaptı belisiz, birini kesmiş demiş. O kadın gaçmış demiş. Gaçtıkdan keri goyun çobanınnan elbisesini deniştirmiş demiş. Keymiş, ondan sonura gayveye gelmiş, bi gayvada çıraklık yapıyomuş o gız demiş. Gayvada çıraklık yapan, kelolanın elbisesini keyip de kelolan olan benin işde demiş, şapge çıkarıvemiş. Saçla hure gada gemiş. Gocası şaşırmış galmış. Hoca: - Ben tuvaletẹ gitcen deme başlamış. Sıkışmış. Arap da sıkışmış. - Kimsenin çıkce yok demiş. Bi gatıra, bi bacana hocanın, bi bacana arabın dakmışla da dah dah devemişle gatıra. Parça parça gatır sürümüş onnarı dalarda, daşlarda. Adam garısını almış gidmiş. Geçinip gitmişle.
Keloğlan ile İhtiyar
Ege Bölgesi
Denizli
Bir varmış bir yokmuş. Evel zaman içinde galbır saman içinde deye başlarımış. Bi gara sopa deye bi sopa vamış. Adı kara sopaymış. Genelde başlaken bu kara sopa kelolan üsdünde, hikaye üsdünde başlayor. Kelolan da kara sopa yılaniken şöle ervan* varımış, ervan. Kelolan da bunu yardımcı oluyoru. Ervan da kendi deliyini götürmek için erveni götürüyor. Erveni götürürken deyor ki, teslim edmiş babasına, teslim edişinde deyor, karşılını alman ilazım. — Alayım da deyor, ne alayım? — Sen diyor, babamın kirli yalını* alısın. — Neden kirli yalı, çok kirli mi? — O yalık* berketli de ondan demiş. Serdin zaman garnın acıkdı mı seresin kirli yalı böle, nẹ aklına gelise onu diyor, getirir, o bu gada düzenlidir. Kirli yalın marifeti budur diyor. Tabi bubasına o ervanı teslim ettiyinde deyorüki*: — Benden diyor, dile benden ne dilersen. — Ben diyo, seni ne yapdım ki diyo. Sizin diyor, kirli yalınızı isterin diyo. — Ya dime ya diyor. Kirli yalı hiç kimse istimez. Benim yalım kirli, sizi gelmez diyo. — Osun diyor, ne gadar kirliyise benim için söz konusu deyil filen diyor. O du kirli yalığa razı geliyo yani, ervanı getirdiyinden dolayı. Bi de kirli yalığ alıyo. Yolda giderken tabi, garnı aç, garnı acıkınca, tabi ne istese önünü geliyo kirli yalığılan. Onu yerken de, böle uzun bi yolda bi eşşekle iki gatır yüklemiş bir itiyar böle çıkıp geliyo. Diyor ki: — Hayrola Kelolan, sen burda ne işin var. — Ben diyor, bi evreni yerine ulaşdırdım da geliyodum memliketime doru, garnım acıkdı da şurda ağecin altında biraz dinnenem diyor. Bi de garnımı doyuruyom diyor. Heç bi şeyim de yok ama siz diyor, isdeyin ben onnarı getiririn. Oturuyola orda muabbed edeken:  — Benim diyor, bi marifetli bi yalım var, sen ne isdesen, canımız istedinden önümüzü getiriz deyor itiyara. Ne isdese isdesin tabi ki önüne getiriyor. İtiyarın da hoşuna gidiyor yani bu hadise. Alma* istiyo, alma getiriyo, yemek istiy, yemek geliyo, her dürlü yemen çeşidlerini isteyo, et isteyo, tavık isteyo, bunnarı getiriyo. Tabi itiyarın bu hoşuna gidiyo. O da: — Benim diyor, kırk bin askerim var. Benim de karavana sorunu var. Allah'ım bu nasıl olur? Şu eşen üsdünde çift gabam var ya benim. Bu kabakları indiriyolar aşşağı. Tabi birer de mantar tıkalı. Gaban mantarlana açınca, böle yirmi bin bi gabakda, yirmi bin asker bi gabakda çıkıyo dışarıya. Paroĺa deye emir veriyo itiyar. Askeri hizayı çiziyo. Yani bu esnada bütün ordu garşısında hizayı çiziyo. Yani kırk bin askeri hizayı çiziyo. Bu marifetle hizayı gelip gelmeme hadiseleri kara sopayla hallediyo. Kara sopayı da deyo ki itiyar: — Yav benim kara sopayla senin şu kirli yalı bi tırampa etsek nası olu? Deniştirsek. — Olu deyo Kelolan, deniştirelim deyo. O da deniştiriyor. Bu gara sopayı alıyor, şeyiyle beraber gabaklarınan kırk bin asgere alıyor gara sopayılen. O da kirli yalı ona veriyor. Hayli bi müdded giddikden sona itiyar, gara sopeye emir ediyo Kelolan: — Gid diyor benim kirli yalı geri al. Gidiyo kirli yalı geriye alıp geliyo. Bu sefer de Kelolan hem yalık sabı oluyo, hem de gara sopa sayibi oluyo yani. Tabi sope sayip olunca kendi şehrine geldiyinde, sevdiyi gızı bi türlü padişah vermeyo yani. — Benim diyo, yirmi bin askerim var, işde diyo, onun garnını doyurman ilazım, istimeye gittiyinde. Gız istimeye gidiyo da, bi de bunu istimeye gittiyinde diyo ki:  — Onun yirmi bin askeri varısa, benim de kırk bin askerim var diyo yani. Yemek isterise, yemek istediyi gada var. Söz konusu deyil diyo. Yalısı orduya doyuruyo. Yani yirmi bin asgere doyuruyo, ama öbür tarafda kırk bin asgeri var Kelolan'ın kendisine ayit. Kelolan da kara sopaya emrediyo, bu padişahın garşısında da bi sarey yapdıddırıyo askere, kendi kırk bin askerine. Etrafını da bağımsız olarak çiziyo yani. Bakıyo ki padişah kırk bin asger var etrafında. Saray dediyin sabahdan aşama gada dikiliyo. — Bu nerden gaynaklandı diyo. Vermiyince gini de vermeyo yani. Kelolan garı sopaya: — Gid diyo, şu padişahın üzerinden hakından bi gel de, ne edcesen kızını bene vesin. Da olmadı diyo, güzel bi annıce şekilde davran. Tabi sopa gidiyo, bu padişaha güzel bi dövüyo. Evire çevire dövüyo. Dövdükden sora:  — Sen Kelolan'a gızını nası vemessin deye karyolasıyla beraber alıyo, bi sahraya götürüyo. Kara sopa karyolasıyla beraber götürüye ve de orda sahrada razı geliyo gari. Böle yani da uzun şele var. Kızın Kelolan'a yakışır vaziyette kırk gün kırk gece düyün yapıyo. Her türlü askerine: — Padişah benim işde diyo, yirmi bin askerime bul garnını doyur diyo. — O sorun deyil diyo Kelolan, sen diyo yeter ki asgerin garnını doyurme dile benden. Yalını seriyo, yirmi bin asgere doyuruyo. — Ben saten gündü kırk bin askeri doyuruyon diyo. Tabi o kirli yalını serince istediyi gada yemek asgeri önünde. Bu şekilde mudlu son oluyo. *ervan, evran: Yılan *kirli yalını: Kirli mendilini *yalık: Mendil *deyorüki: Diyor ki *alma: Elma
Kurnaz Mehmet Çavuş
Ege Bölgesi
Denizli
Bi yüzüne yaşlayalım Şeytan geldi, daşlayalım Besmile çekip Masalımıza başlayalım. Eveli varımış yoğumuş, Memed Çavış varımış. Memed Çavışın bi dene öküzü varımış. Gi’miş bazara çekmiş. Bazara çe’dikden sona ore üç cavır* gemiş. Memed Çavış: - Bu öküz satılık, deyo. Cavurla: - Kaça veriyon arkıdeş, deyola. - İşde, şu pare veriyon, deyo Memed Çavış. Cavurla: - Biz bu öküzü alcez emme buynuzu va, guyru va, gözleri va. Sen bunnan hepsini çıkarısen öle alırız, deyola. Memed Çavış da: - Tamam arkıdeş, deyo. Gidiyo Memed Çavış evine, öküzü götürüyo, öküzün kulana, kuyruna, gözüne kesmiş, öküze bazara amış gemiş. Cavırla: - E arkıdeş ende öküz kötürüm oldu, ben naha alem o hayvana, demiş. Memed Çavış da öncüden altın amışımış. Üç altınạ adıkdan sona hayvanın guyrunun altına yerleşdiriyo. Sona çekiyo gayvanın önünden geçiyo, da sona üç cavır da ordu bekleyomuş. Memed çavış hayvanın gıçına bi denek vuruyo. Hayvan üç dene altın sıçıyo. Cavırla: - Senin hayvanna nası böle? Bu üç altına naha sıçdı, deyola. O du: - Ule akıdeş benim bu hayvanna canım sıkıldı anda vurarın, o du bene üç altın veri, gide zarrafa bozdurun, derdime derman bulurun, deyo. Memed Çavışa cavırla: - Ule arkıdeş sat huna, delerimiş. Memed çavış da: - Satman derimiş. Dabancamı dakarın Cıġaramı yakarın Bene Memed çavış dele Salak salas bakarın. Mekdub yazdım sanırın He sözlerẹ ganarın Bu beygiri satasam Yüz tenike altın alırın, demiş. Eyi tamam yüz tenike altını alıyo, ordan gidiyo. Cavırla Memed Çavış: - Sen bu hayvanı nası bakeyodun, deyola. O du: - Bi ahar yapceksin, ortusundan bölceksin, bi yannı su, bi yannı yem goceksin. On beş gün yannı vameceksin, deyo. - Eyi tamam, deyola. Hayvana alıp gidiyola, aharın bi tarafına su, bi tarafına yem goyola. Yanna on beş gün gelmeyola. Kapının hafif kenarı delikmiş, delik oldukdan sona güneş içere giriyo. Hayvan gemiş kapının arkısını yadmış, nalları havaya dikmiş. Nalla altın gibi parleyo. Gocu cavır: - At gape gada altınna doldurmuş heralde, deyo. Ortancı cavır: - Kape gada doldurdu herhal ışıleyo, deyo. Kapıyı üç sat açmak için ureşiyola. Açıyola bi bakıyola ki begir nalı dikmiş, ölmüş. Üç cavır birleşiyola: - Varalım biz Memed Çavış'ı öldürelim, keselim, deyola. Cavırla Memed Çavış'ın evine gidiyola. Cavırla Memed Çavış'a: -Senin vedin begir öldü, çık sene öldürcez, deyola. Memed Çavış da: - Onın çaresi va, gelin canınızı sıkmen, deyo. Memed Çavış üç cavır gemẹden öncü anneşiyo, garısınnan bi geçi kesiyola, kesdikden sona gumbarına* temizleyola, gumbarın gan dolduruyola, garının boynunu asıyo adam. Garıya: - Bak bure üç cavır gelcek, bene öldürcekle, sen bene gurtarcesin, deyo. Tamam mı? - Tamam; naha olcek? - Ben annetcen sen yapcesin. Üç cavır geliyo, geldikten sona Memed Çavış bakıyo üç cavır çok sinirli. Memed Çavış: - Oturun, oturun, sakin olun deyo. Memed Çavış garıya: - Yemek hazırla deyo. - İyi, tamam, deyo. Garı üç çeşid, beş çeşid yeme hazırleyo. - E bunun suyu yok su getir, deyo. Garı kalkıyo su getiriyo, geliyo getiriyo. - E bunun duzu yok, gid duz getir, deyo. E bunun gaşı yok gaşık getir. Garı dayanemeyo: - Ben söylep dinneseydim Ben böle gocayı neyleseydim A deyus, hepsini birden söleseydin, deyo. Memed Çavış: - Buyrun yemek yeyelim, deyo. Cavırla: - Yemek yeriz emme sen bize atın parasını ve, deyola. Memed Çavış garının boynuna kesip atıyo. Kesip attıkdan sona cavırla: - Biz bu yemeklere naha yecez, deyola. - Yesin, hindi o garı direlir, deyo. Cavırla yemek yemeyo. Memed Çavış yemene yeyo, cıvarasına yakıyo, gayvasına içiyo. Elinẹ bi gaval, alıyo: - Benim garı hurda yatıyo ama hindi naha dirilcek bakın bi yo, deyo. Düd, deyo, garı gıpıranıyo. Bi da çalıyo gavala, düd düd, deyo, garı oturuyo. Bi da çalıyo gavala düddürüdüd, düddürüdüd, deyo gavala çalıyo. Garı başleyo oynemeye. Cavırla: - Bu gaval bi merefet, bu ġavala bize verin, deyola. - Hayır arkıdeş, ben canım sıkıldı zaman garı döverin, keserin, bıçarın sona dirildirin, sona aya kalka, oyna hízmed ede, deyo. Horası burası bazarlık yapıyola. Memed Çavış: - Mekdub adım yazdım Mezere kendi elimle kazdım Bu gavala sadcek olusak Bin tenike altın alırım deyo. - Öle mi? - Öle. - Bin tenike altın ne olcek, aramızda paylaşı, öderiz. Ve bize bu gavala bize, deyola. Bin tenike altına veriyola Memed Çavışa, gavala alıp gidiyola. Yolda gideleken böyük cavır, en böyük: - Ben varın bu gavala ben alen giden, deyo, ötekinne: - Ben alen giden, deyola. Yolda gideken tartışmalı martışmalı anneşiyola. Ortanca cavır: - Eyi sen böyüksün, sen yap, sona ben alı giderin, deyo. Geliyo şimdi gocu cavır, alıp geliyo gavala, aynı Memed Çavışın etdi gibi: - Yeme al ge, suya al ge, deyo. Garısı: - Oo adam sen eveli böle deyildin, neden bölesin sen. Eveli böle yapmeyodun, deyo. - Memed Çavış begire dama dakdı Dabancaya belindeken attı Memed çavış ne hareket yapdıysa Böyük cavır onu yapdı, deyo. Garının galdırıp boğazını kesiyo. - Avradını bilmen ne ettim gası, deye söleniyo, yerde yatan garsına. Sen Memed Çavışın ġası gibi ilk gavalda kımıldasın, ikinci gavalda oturusun, üçüncü gavalda oynasın, deyo. Sona adam yemene yeyo, gayvasını içiyo, gavala eline alıyo: - Düd dey, düd, deyo, düddürüdüd, deyo. Garı da heç bi hareket yok. - Garı elden gitti, deyo. Sona adam garıynen ureşirken ortan cavır geliyo. Büyük cavır garısının ölüsüne, yüklün içine sokuveriyo, ortancı cavır gömesin deye. Ortan cavır: - Gare öldürdün mü? - Öldürdüm, dirilddim, suya saldım, deyo. - Ve gavala, deyo. - Al gid gavalını, deyo. Ortan cavır da aynısını yapıyo, gare öldürüyo. - Düd düd, deyo emme elden gene bi şe gelmeyo. En ufak cavır da gare öldürüyo. O da direltemeyo. O du garıdan oluyo. Üç cavır birleşiyo: - Çaresi yok, Memed Çavış'a öldürcez, deyola.  - Öldürün, yalınız ben ölürken vasıyetim va onu dutun, deyo. - Nẹ o, deyola. - Benim kellemi çuvalın içinẹ gadmen, dışında bırakın elime, ayame balen emme çuvalın dışında bırakın bene, deyo. - Eyi öle mi? - Öle. Memed Çavış'a çuvalın içine gatıyola, gide gide bi nehre varıyola. Tabi bunna cavır aklı, varıyola ağaçlan dibine goyola. Üç cavır daş arame gidiyola. Sona Memed Çavış yanına kepenekli, elinde denek, yanıbaşında begir bi çoban geliyo. Memed Çavış şöle deyo: - Bin altın alın Bi civan sarın Bi sadlik iş va Onu görün, deyo. Kulak duduyo çoban: - Ne deyo acıba deye. Memed Çavış bi da bağırıyo: - Bin altın alın Bi civan sarın Bi sadlik iş va Onu görün, deyo. Çoban: - Ben bin altına alen, bi civana saren, bi sadlik işe de gören, deye düşünüyo. Varıyo Memed Çavış'ın yanna: - Çöz bene çöz. Hu çuvalın içine sen gir, deyo. Memed Çavış çobana çuvalın içine katıp sürü aldı gibi gidiyo. Üç cavır çuvalı duduyola, salleyola nehrin içine atıyola. Attıkdan sona aradan bi sad geçiyo. Yolda üç cavır gidiyola. Gideleken ufak cavır deyo ki: - Ule arkıdeşle Memed Çavışa bakın, deyo. Ortan cavır: - Biz onu öldürdük ya nehrin ortasına atdık ya, deyo. Memed Çavışın yannı varıyola. - Aleküm selam. Aleküm selam. Memed Çavış, biz sene öldürdük naha oluyo da gurtuldun? - Ule arkıdeş siz bene addınız emme, accık yaylan yere addınız, derin yerlere adseydiniz üç yüz dene de goyun toplep gelcedim, deyo. Memed Çavış'u alıyola, Memed Çavuş'a addıkları yere geliyola. - Biz sene nere addık? - Ta hure derine addınız, deyo masus. Gocu cavır çıkarıyo elbiselere, soyunuyo derin yere atıyola. Tabi yüzme bilmeyo. Başleyo: - Gırk gırk etmeye. Öteki cavırla: - Güzelcem say huna elli osun, deyola. Ortan cavır: - Derinlere gitdi galiba, goyunnara baş edimebba, deyo, o du nehire adleyo. Ufak cavır da dayenemeyo, o du gardeşinin arkasından adleyo. Memed Çavış garılarını da öldürüyo, adamnarını da öldürüyo. Guru ekin biçcemiş Sovuk suyu içcemiş Bu masalın gahramannarı Yarın sabah gapıdan geçcemiş.   Cavır: Gavur, yabancı Gumbar: İşkembe
[BEY KIZI İLE BEY OĞLU]
Karadeniz Bölgesi
Kastamonu
[Bey Kızı ile Bey Oğlu] Bir varmış, bir yokmuş. Bir köyde Hacı Kasım Ağa isminde zengin bir ağa varmış. Bu ağanın bir de kızı varmış. Bir gün bey oğlu atını pınarda sularken kızı görmüş. Görür görmez kıza âşık olmuş. Kızı ağadan istemiş. Düğünleri olmuş. Düğün bitince kızı alıp kendi memleketine götürmüş. Bey oğlunun oturduğu yer çok uzaktaymış. Kız ile bey oğlunun üç tane çocukları olmuş. Fakat kız bey oğlunun oturduğu yere bir türlü alışamamış. Orada bir gün ağlamış, iki gün ağlamış... Sürekli ağlıyormuş. En sonunda bey oğlu bu duruma dayanamamış. Bir gün kıza: — Çocukları da al, köye git. Babana, annene özlemini gider. Geri dönersin, demiş. Bir Arap hizmetçileri varmış. Kendiişleri çok olduğundan kızı Arap hizmetçisiyle yollamış. Yol çok uzunmuş. Yolda giderken Arap, kıza sarkıntılık yapmış. Kız, yüz vermemiş. Bir pınarın başında durmuşlar. Arap, kıza: — Ya benimle olacaksın ya da çocuklarından birini öldürürüm, demiş. Kız razı olmayınca Arap çocuklardan birini alıp pınarın başında öldürmüş. Yola devam etmişler. Bir pınara daha varmışlar. Arap, kıza: — Ya benimle olacaksın ya da çocuklarından birini daha öldürürüm, demiş. Kız razı olmayınca Arap çocuklardan birini daha alıp pınarın başında öldürmüş. Yola devam etmişler. Bir pınara daha varmışlar. Arap, kıza: — Ya benimle olacaksın ya da çocuklarından sonuncusunu da öldürürüm, demiş. Kız yine razı olmamış. Arap son çocuğu da alıp pınarın başında öldürmüş. Çocukların üçünü de öldürmüş. Yine Arap, kıza: -Bana teslim olacaksın, demiş. Kız: — Tamam. Ama dur, ben önce pınarda abdest alacağım. Sonra namaz kılacağım. Öylelikle teslim olacağım, demiş. Arap, kaçacağından korkup kıza inanmamış. Kızın ayağına ip bağlamış. Kız pınara gidince ipi kesmiş, kaçmış, ortadan kaybolmuş. Arap, kızı aramış taramış bir türlü bulamamış. Bulamayınca da bey oğlunun evine geri dönmüş. Bey oğluna: — Beyim, bu kız yolda beni sapıttı. Yavrularını da aldı, gitti, demiş. Kız, kendi köyünün yolunu bulmaya çalışmış. Yollarda denk geldiği köylerde hizmetçiliğe durmuş. Oralarda da kıza sarkıntılık edenler olduğu için kız erkek kılığına girmek zorunda kalmış. Erkek kılığında kaz çobanlığı yapmış, çobanlık yapmış. Gide gide kendi köyünü bulmuş. Kendi köyünde de babasına kaz çobanı durmuş. Orada da kaz gütmeye başlamış. Bey oğlu da Arap hizmetçiyi yanına alarak kızı aramaya çıkmış. Bey oğlu: — Bakalım babasına ulaştı mı? Yoksa başka bir istediği vardı da ona mı kaçtı, demiş. Kızın babasının köyüne kadar gitmiş. Babasına, kızın gelip gelmediğini sormuş. Babası, gelmediğini söylemiş. Ama babası kızının kaçtığını duyunca çok sinirlenmiş. Hemen bir toplantı düzenlemiş. Bütün herkes toplanmış. Kaz çobanı olan kız da toplantıyı izlemek istemiş. Herkes kıza: — Hadi oradan çoban! Sen ne gidecesin? Gitme, deyip kakıştırmış*. Kız da kapıdan seyredeceğini söylemiş. Gitmiş, kapıdan gizli gizli toplantıyı dinlemeye başlamış. Babası, bey oğluna: — Ne oldu benim kızım? Sana verdik biz. Niye sen kendin getirmedin de Arap'tan yolladın, demiş. Bey oğlu: — Bana gidip geleceğini söyledi, demiş. Kız da arkadan seslenmiş: — Bağla baba, bağla! Arap'ı bağla! Bağla baba, bağla! Çocuklarımı öldürdü, demiş. Babasıyla bey oğlu kızın sesini duyunca çok sevinmiş. Kızı hemen soymuşlar. Kız ile Bey oğlu birbirine kavuşmuş. Arap'ı da bağlamışlar. Arap'a: — Kırk katıra mı kırk satıra mı razısın, demişler. Arap: — Kırk satırı ne yapacam? Kırk katırı satar, harcarım, demiş. Arap'ı, kırk katırın kuyruğuna bağlamışlar. Katırlar teptikçe teptikçe Arap'ı öldürmüş. Kız ile bey oğlu da evlerine geri dönerken, Arap'ın "Öldürdüm." dediği pınarlarda çocuklarını bulmuşlar. Üç çocukla evlerine geri dönmüşler. Muratlarına ermişler.   *kakıştırmak: Arakadan kolla itmek, omuz atmak.
Kız Evlat
Ege Bölgesi
Denizli
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde devele tellal iken, pireler berber iken, köyün birinde üç evladlı bi aile varmış. Bu aile bi de gız evlad istiyomuş. Hergün Allah’a kendilerine bi gız evlad vemesi için dua ediyolamış. - Allah'ım nası verisen ve, bi gız evlad ve deyolamış. Allah bu ailenin duasını gabul etmiş, onlara vampir gız bi gız evlad vemiş. Gızın doğdu gün damlarındaki atlandan birini yemiş. Vampir gız hergün damdaki atladan birer ikişer yerken atları bitirmeye başlamış. Gızın gardeşleri de bunun sebebini öğrenmek için sırayla geceleri damda bekleme gararı almışlar. Birinci gece damda babaları beklemiş. Gece olunca babaları şangır mangır bi ses duyuyo. Ama ortalıkda kimse görünmeye. Bunun üzerine babaları korkup damdan gaçıyo. O gece de atlardan biri da gayboluyo. Ertesi gün olanlan en böyü: - Bu gece ben bekleyen deyo. Ama o da babası gibi o sesleri duymaya başlayınca gorkusundan o da gaçıyo. O gece de atladan biri gayboluyo. Ertesi gün ortanca gardeş: - Bu gece ben bekleyen deyo. O da babası ve abesi gibi sesleri duymaya balayınca gorkusundan damdan gaçıyo. En güçcük olan ise, babasına ve abelerine göre biraz cesurmuş. O gece damda en güçcük olan bekleyo. O bekleken bu inilti, şangırtı oluyo. Kapı açılıyo, olan da önceden eline süngü almışımış, kapı açılıp vampir gız içeri girince güçcük olan elinde süngü bi salleyo, gızın güçcük bamana dibinden düşüryo. O gün at da yiyememiş. O gün sabah olunca olan, gız gardeşinin sırça bamanı damda buluyo. Sona bama bakıyo: - Bu bamag benim gız gardeşimin bama deyo. Olan sona anasına: - Ana gız gadeşime bak bakalım, bamag onun bama deyo. Anası beşiğe baktığında gızın güçcük bama kesimiş ve beşin içinde gan varımış. Olan hemen anasına: - Ana hemen biz buradan gaçalım, bizim atları yiyen gardeşimmiş, onu burada bırakıp gaçalım deyo. - Bene açılır gapanır dağdan su getirisen eyi olcek deyo anası. Olan yollara düşüyo, az gidiyo, uz gidiyo, yolda bi yaşlı gadına rastleyo. Yaşlı gadın: - Olum, nereye gidiyon deyo. - Nenecim anam hasta, açılır gapanır dağından su getirsem anam ozuman eyi olcemiş deyo. - Ya olum anan seni hiç eyi yola sevketmeyo deyo. Çünkü yaşlı gadın o dağa gidenin geri dönmeyeceni biliyo. - Sen elindeki bidonları bırak, ben sene bi çömlek veren, dağ tam açılmadan atından inmeden hızla çömle suya daldırıp gaşçesin. Suyu aldın zaman buradan geç emi deyo. Olan dağa varıyo, nenenin dedi gibi dağ açılır açılmaz çömle suya hızınnnan daldırıp gaçıyo. Olan suyu doldurdu zaman geldi yerden geri dönüyo. Ayrıca bu suyun da bi özelli vamış. Olan geliyo, goca garı olanın suyunu gömeden başgı bi suyunnan değiştiryo. Olan sürüyo atı evine geliyo. Anasınnan topal dev bi bakıyo tozunnan duman içinde biri geliyo. Topal dev hemen kuyunun içine saklanıyo. Olan bi bakıyo anası eyileşmiş. - Nezman eyileşdin, ben sene hastasın deye çok üzüldüm deyo. - Olum ben sen gitdikten kısa bir süre sona eyileşdim deyo. Bi zaman sona topal devinnen anası olandan sıkılıyo. - Ee nasıl yapcaz, biz bu olandan nasıl gurtulcaz deyola, düşünmeye başleyola. Topal dev garıya yine bi akıl da veriyo: - Sen gene hasta ol, oluna filan yedeki omandan bene bi aslan yavrusu, bi gaplan yavrusu getirisen ben onan etini yesem eyileşcem de demiş. Sona anası oluna: - Ben hastayım bana filan yedeki gaplan yavsusuynan aslan yavrusu getirisen, ben onan etini yesem eyileşcen deyo. Olan sona tekrar yollara düşüyo. Olan goca garının yanına gidiyo, ondan akıl danışıyo. - Anam gene hasta oldu, filan yede bi aslan yavrusunnan bi gaplan yavrusu varımış, onara anama götürüsem anam onnarın etine yese eyi olcek demiş. Goca garı: - Olum sen ananın sözüne dineme. Bi gün ya boş atın ya da bi bi hebe dolusu etinnen gelcen. Filan yedeki çeşmenin başına varcen, orda bi yığın arı govanları vadır, onnadan birinin içine gircen. Önce aslanla gaplanlan anaları çeşmeden suların içele gidele. Onan adından yavruları geli. Sularını içe, yavruları sularını içeken bi dene aslan bi dene de gaplan yavrusunu hebene gaddın gibi atını hızlıca sür deyo. Olan da çeşmenin başına varıyo, arı govanının içine saklanıyo. İlk önce aslanla gaplanın anaları gelip suyu içip gidiyo. Sona yavruları geliyo. Onna sularını içeken, olan bi aslan bi gaplan yavrusunu kaptığı hebesine atıp atını sürüp gaçıyo. Geri geliken de goca garının yanına ureyo. Nene de olan gelmaden önce bi köpek eninen bi kedi eni hazırleyo. Olan gelince nene aslan yavrusunnan gaplan yavrusunu olanın hebesinden alıyo, onan yerine kedi eninen köpek enini goyyo. Olan sona ata sürüyo, anasının yana varıyo. Anası gene eyileşmiş, oluna ayagda garşıleyo: - Olum sen gitdin ben eyileşdim deyo. Sona gene anasıyla topal dev olandan bıkıyola, gurtulmak için tekrar plan yapıyola. Topal dev olanın anasına: - Naha oluyo da açılan gapanan kapıdan gurtuluyo, naha oluyo da aslanla gaplandan gurtuluyo. Bu güce guvvete nerden alıyo deye oluna sor deyo. Anası oluna: - Olum sen bu güce guvvete nerden alıyon bu gada deye soruyo. - Ana benim tepemde üç tane sarı tüy va, o tüyle olmasa ben güçlü olamam, ölürün, o tehlikeden gurtulmam deyo. Sona olanın anası olup bitene topal deve annatıyo. Topal devle olanın anası, olanın tepesindeki o üç tel sarı tüye koparme garar veriyola. Topal dev olanın anasına: - Olum başındakı bitlere, pirelere bakıvecen deye onu önüne yatır, başınde üç sarı tüyü gopar deyo. Olanın anası oluna önce bi demir zencire baleyo. - Olum hadi baken senin gücüne guvvetine gören, gopar bu zinciri deyo. Olan zinciri şangırdeye goparıveryo. Sona anası oluna: - Olum başınde pirele, bitle va mı bakıvecen biyo, otur baken önüme deyo. Olu önüne oturdu zaman anası olunun başınde üç tek sarı tüyü koparıyo. Ama olan farkına vardığı halde anası olduğu için bir şeycik demeyo. Olanın anası, oluna tekrar zincire baleyo. Olana: - Olum zincirlere biyo da goparıve baken deyo. Olan bu sefe başınde o üç sarı tüy koptuğu için zinciri goparameyo. Sona olan zincire balıken garı topal deve çağırıyo. - Al gari napcesen, elimizden gurtulamaz deyo. Topal dev geliyo, olana gılıcınnan parça parça doğreyo. Sona olana parça parça etlerine atının hebesine doldurup atının gıçına bi vuruyola, at doru yolu bildinden nenenin yanına geliyo. Nen bi hebe dolu etinnen atı görünce: - Ah olum ben sene bi gün ya boş atın gelcek, ya da bi hebe dolu etin gelcek demedim mi deyo. Hemen nene olanın parça parça etleni hebeden alıyo, yere döşeyo. Eksik galan yelerine de aslan, gaplan yavrusunun etlenden tamamleyo. Açılır gapanır dağın suyunu olanın etlerine, birleşdirdiği vücudun üstüne döküyo. Allah tarafından olanın her yeri eyileşiyo, ayağa galkıyo. Olan atına bindiği gibi anasınnan topal devin yanına geliyo. Anasınnan topal gülüp oynep durularımış. Olan anasınnan topal devi kesip öldürüyo. Anasıyla deve öldürdükden sona nenenin yanına geliyo. Olan: - Nene ben kırk yıl oldu köyüme gitmeyeli, ben biyo köyüme dolanen gelen deyo. Atına bindi gibi köyüne geliyo. Olan köyüne geldinde ne gösün, köyünde in cin galmamış. Sona evine gelyo, bi bakıyo ki gardeşi bacaklarını aşşa uzetmış oturupduru. Gız öle bi böyümüş ki, bi ev boyu olmuş. Vempir gız goca köyü yemiş bitirmiş. Gız abesine görünce bi sevinmiş bi sevinmiş, çünkü yecek bişey galmamışmış. Gız abesine: - Ben ata daken sen yukarı çıkı go deyo. Olan yukarı çıka çıkmaz ata yemiş. Olan yukarı çıkınce duvarda asılı duran sazı görüyo. Başleyo dıngırdatmaya. Fare olanın yayına dolanmış gelmiş: - Gahrından mı çalıyon, fehrinden mi çalıyon deye fare olana seslenmiş. Ayrıca fare olanı da uyarmış: - Gaç gardeşin ata yedi, sıra sana geliyo demiş. Hemen olanın aklı başına geliyo. - E fare gardeş ben buradan naha geşcen deyo. Fare olana akıl veriyo: - Şu tependeki sepetin içine kül doldur, tavana go, zaten öbür türlü gaçamassın deyo. Olan sepetin içine küle dolduruyo, camdan gaçıyo. O arada da fare olanın yokluğuna gardeşi anamasın deye sazı çalıgoyo. Gız bi bakıyo abesi yok. Fare kül dolu sepete gızın başından geçiriyo, gızın gözü kül dolup galıyo. Olan bu fırsattan istifade gardeşinden gaçıp gurtulyo. Halen olan gardeşinden gaçıyomuş, yarın buradan geşceklerimiş.
Diledim Çane
Ege Bölgesi
Denizli
Bi varımış bi yoğumuş. İki elti varımış. Bu eltileden birinin hiç çocu olmeyomuş. Birinin de ikiz bebekleri olmuş. Doğum yapan elti gömeden öbür elti bebekleri gadının yanından alıp onan yerine köpek eni* goyvemiş. Sona o gadına: — Köpek eni doğurdu deye gayınbubasınnan gayınnası abdaslın altına gömmüş. O garıya ordan gelen geçen köpek eni doğurdu deye tüpürüyomuş. Sona o ikiz bebeklere bi sandın içine goyup dere bırakıveriyola. Sona derede bu sandı iki adam görüyo. Bu adamladan biri zengin biri fakirimiş. Fakir olan adam: — Parese benim deyo. Zengin adam: — Çocusa benim deyo. Sona iki arkıdeş sandı derenin yana çıkarıyola. İçine bi bakıyolakı iki bebek, biri olan, biri de sırma saşlı gızımış. Zengin adam çocuklarına evine götürmüş, beslemiş, böyütmüş. Sona adam çocuklarına okula göndermiş. Çocukla okula gitdiklerinde çocuklan arkıdeşleri onara "buluntu” deye hor göme başlamışla. Çocukla anasına bubasına: — Biz buluntumuşuz, bize neden aldıseniz ore gon gelin demişle. Ordan adam çocukları aldınnan derenin gıyına alıp varıp goyo. Sona çocukla orda elenileriken ore bi Hızır geliyo: — Siz burada ne ediyosunuz yavrularım demiş. Çocukla: — Bize anamız bubamız burada bulmuş, bize bure godula gitdile demişle. Sona Hızır bu çocuklan altına bi at vemiş. — Yavrularım bu at nere işese siz onun işedi yere bi bina yapın demiş. Sona at vara vara öz anasının bubasının evinin yakınına at işemiş. Çocukla da Hızırın sözüne dinnep ore bi bina oturtmuşla. Gız bi tel kendi saçından koparı, bi tel abesinin saçından koparı çelgi işlerimiş. Abesi de bu çelgileri sata, ava gide geçimlerini salarımış. Sona öz analarını abdaslın altına gömdüren yengeleri o çocukların dere attı çocukla odlunu bilmiş. Sona gadın kendine habar getirsin deye çocuklan evine bi goca garı gönderiyo. O goca garı her şeye bir bir gızdan öreniyo, sona gıza ve olana tuzak gurmeye çalışıyo. Goca garı gıza: — Gızım sen abenden yanına bi arkıdeş iste deyo. Gız: — Abe ben yalınız sıkılıyon, yanıma illa bi arkıdeş isteyon deyo. Abesi: — Ben nerden bulen arkıdeşe deyo. Gız:  — Abe bi Diledim Çane deye bi gız varımış, ben onu isteyon deyo. Abesi: — Etme, dutma ben onu naha getiren deyo. Gız: — Hayır illa isteyon deyo. Sona olan Diledim Çane bulmek için yola çıkmış, gide gide olan yine Hızıra dek gelmiş. Hızır: — Olum gene nere gidiyon deyo. Olan: — İlla gardeşim arkıdeş istedi, ben Diledim Çane’ye, ona getircen deyo. Hızır: — Etme, dutma ore giden geri dönmez, yol yakınken köyüne dön deyo. Olan: — Hayır demiş. Sona Hızır olanın bamana bi yüzük vemiş, ayrıca Hızır ona yol da göstemiş. — İlk vadın yede bi irinli çeşme vadır, o irinli çeşmeden bi abdas al. Abdas alıkan “oh buz gibi tertemiz su” deye abdas al. Ordan geçince dikenli bi yere gelcen, orda da “oh ne güze yeşillik" deye namaz gıl. Az gidince önüne bi köpennen bi goyun geli. Goyunun önünde et, köpen önünde ot vadır. Ete al köpen önüne go, otu al goyunun önüne go. Ordan geçdikten sonura goca bi gapı vadır. O goca gapının bi ganadı açılıpduru, bi ganadı kapanıpdurudur. Kapanan ganadı aç, açık ganadı kapat. Ordan geçdikden sona üç yo “Diledim Çane” deye ünne. Sen ona ünnedikçe o, “daş ol, daş olası” de. O öle dedikçe sen yüssüne yala demiş. Sona olan yollara çıkıyo. İrini çeşmeden “oh ne güze suyumuş” deye abdas alıyo, dikenli yede “oh ne düze çimennimiş” deye namaz gılıyo. Sona köpen önündeki ota alıyo goyuna veriyo, goyunun önündeki ete köpen önüne goyo. Az gidiyo uz gidiyo goca gapının yana varıyo. Kapalı ganada açıyo, açık ganada kapatıyo. Sona üç yo “Diledim Çane” deye ünneyo. Olan bağırdıkça, Diledim Çane “daş ol, daş olası” deyo. Olana da üç yo yüssüne yaleyo, daş olmakdan gurtuluyo. Sona Diledim Çane bağırıyo: — Dut irinli çeşme. İrinli çeşme: — Yılladır irinlidim, pisdim. Hindi güze çeşme oldum, ondan mı tuten deyo. Diledim Çane: — Dut dikenli tala deyo. Dikenli tala: — Yıllardır dikenli taledim, hindi çayırlık çimenlik oldum, ondan mı tuten deyo. Diledim Çane: — Dut köpek deyo. Köpek: — Yılladır ot yedim, hindi et yeyon, ondan mı tuten deyo. Diledim Çane: — Dut goyun deyo. Goyun: — Yılladır et yerin, hindi ot yeyon, ondan mı tuten deyo. Diledim Çane: — Dut goca gapı deyo. Goca gapı: — Gaç seneledir örtülüyodum, hindi açıldım, ondan mı tuten deyo. Sona Diledim Çane üç yo: — Daş ol, daş olası deye bağırıyo. Olan da Diledim Çane’nin her ünnedinde* yüssüne yaleyo. Sona Diledim Çane saşlarını salleyo olana, olan gızın yanına çıkmış. Gız dua etmiş, olan amin demiş. Ore olandan önce gelen herkes dirilmiş. Sona Diledim Çane’nen olan bire at binip kövlerine vamışla. Sona kövde herkes olanın Diledim Çane getirdine duymuş. Yengesi, amcası fesadlanmış. Sona gız ore yeleşdikden sona Diledim Çane, olana, olanın gadeşine, yengesiynen amcası yeme davet etmiş. Yengesiynen amcasının planı onnarı öldürmekmiş. Amcasıynan yengesi yemeklen içine hep zeher gatmış. Diledim Çane gıznan olana: — Siz yemekleden yemeden önce ben yemeklen üzerine yüssümü değdiren, ben yüssü değdirmeden siz yemekleden yemen demiş. Sona yeme gidmişle. Diledim Çane yüssüğüyle hep yemeklen hep yemeklen zeherine almış. Olannan gız sona yeme yemişle. Sona biyo onna amcasıyla yengesine yeme davet etmişle. Biyo onna yeme gelmişle. Diledim Çane onna eve yeme geldiklerinde, onan atlarının başına kırk okka nalınan kırk okka mıh asıyo. Sona amcalarıyla yengeleri yeme yemişle, çıkmışla dışarı. Yengesi: — Haden atları alın gelin demiş. Olan atlara bi getiriyo, bi görüyola ki atlan hiç gudreti galmamış. Amcasıyla yengesi: — Ee, n’oldu bunara deyo. Diledim Çane: — Siz can bi ciğer evladlarınızı zeeherlemeye galkdınız, bizim yaptımıza çok mu göryosunuz demiş. Sona dedeleri, neneleri, bubaları: — Bunna bizim evladlarımız mı deye seviyola. Onna her şeye öreniyola. Olanınan gız, analarına yıllar önce yengesinin gömdürdüğü yeden çıkarıyola. Oraya yengelerini gömüyola. Sona olan Diledim Çane’ynen kırk gün kırk gece düğün etmişle. Yarın burdan geşceklerimiş, biz yola çıkam bakam gari. *eni: Köpek yavrusu, enik *ünnedi: Çağırdı, seslendi
Eşek Köpek Horoz ve Kedi
Karadeniz Bölgesi
Kastamonu
  [EŞEK, KÖPEK, HOROZ VE KEDİ] Bir zamanlar bir ev varmış. Ev halkının da eşeği varmış. Eşeği, yük yüklenmiyor, insan taşımıyor diye kapı dışarı atmışlar. Eşek gide gide köpeğe rast gelmiş. Eşek köpeğe: -Nereye gidiyosun köpek kardeş, demiş. Köpek: -Beni, gelene geçene sarmayon[*] diye ev sahibim dışarı attı, demiş. Eşek, köpeğe: -Gel benimle. Beni de ev sahibim dışarı attı. İstanbul'a şarkı söylemeye gidelim, demiş. Köpek de düşmüş eşeğin peşine. Gide gide bir horoza denk gelmişler. Eşekle köpek horoza: -Nereye gidiyorsun horoz kardeş, demişler. Horoz: -Beni, sahibim ötmeyosun diye dışarı attı. Gidiyon yol sıra,* demiş. Eşekle köpek, horoza: -Bizimle gel. Biz, İstanbul'a şarkı söylemeye gidiyoruz, demişler. Horoz da onların peşine eklenmiş. Gide gide bir kediye denk gelmişler. Kediye: -Nereye gidiyosun kedi kardeş, demişler. Kedi: -Beni, sahibim fare, sıçan tutmayosun diye dışarı attı, demiş. Eşek, köpek ve horoz, kediye: -Bizimle gel. Biz, İstanbul'a şarkı söylemeye gidiyoruz, demişler. Kedi de onların peşine eklenmiş. Gide gide karınları acıkmış. Dağın ortasında bir ev bulmuşlar. Belki orada kendilerine ekmek verilir diye düşünüp, şarkı söylemeye karar vermişler. Eşeğin sırtına köpek, köpeğin sırtına kedi, kedinin sırtına da horoz basmış. Eşek: -Aiiii, aiiii, aiiiii Köpek: -Hav hav hav Kedi: -Miyav miyav miyav Horoz: -Ü-ürü-ürüü ü-ürü-ürüü, demiş. Bunu duyan ev sahipleri korkmuş: -Bize çingan bastı, deyip evi terk etmişler. Onlar gidince hayvanlar içeriye girmişler. Eşek, ahıra girip yatmış; köpek, kapının ağzına yatmış; kedi, mangalın üstüne yatmış; horoz çatıya çıkıp yatmış. Sabahleyin adam karısına eve gidip bakacağını söylemiş. Bakmaya gelince köpek adamı ısırmış. Adam korkusundan hemen ahıra atlamış. Ahırda eşek de adama bir tekme vurmuş. Adam bu sefer koşa koşa eve girmiş. Eve girince, yere düşmüş közü alayım derken kedi yüzüne atlamış. Horoz da evdeki gürültünün sesine sabah oldu sanmış ve ötmeye başlamış. Adam, koştura koştura karısının yanına gitmiş. Karısı adama ne yaptığını sormuş. Adam, karısına: -Biri bacağıma kama taktı. Biri belime küskü vurdu. Biri yüzüme atladı. “Senin bu evde ne işin var?” diye yüzümü didecekti.* Biri de çatıda, “Ecük* de bana ven.” diye bağırıyodu, demiş. Sabahleyin adam eve tekrar gelmiş, gitmişlerdir belki diye. Kedi güneşe çıkmış, yüzünü gözünü yıkıyomuş. Köpek de güneşe doğru uzanmış, yatıyomuş. Eşek yine ahırdaymış. Horoz da bahçedeymiş. Adam gerisingeri karısının yanına dönmüş. Karısı, adama ne yaptığını sormuş. Adam da kedinin yüzünü yıkarken ki el hareketlerinin, onları bu eve sokmayacağı anlamına geldiğini düşünmüş. Karısına, o evden vazgeçelim, demiş. Eşek, köpek, kedi ve horoz, o evde mutlu mesut yaşamışlar. Bugün hâlâ o evde yaşayala daha onlar.   KK: (Nuriye KAYABAŞ, Çatak, 1933, 86, Balabanlar, Okuma-yazma bilmiyor, Kastamonu Balabanlar, Okuma-yazma bilmiyor, Kastamonu. Kaynak kişi, anlattığı masalı komşulardan öğrenmiştir.) Derleme sakin bir ev ortamında yapılmıştır. Derleme sırasında yalnızca kaynak kişi ve derlemeci ortamda bulunmaktaydı. Kaynak kişi, derlemecinin babaannesi olduğundan samimi bir ortam kurulmuştur. Kastamonu Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde 2018-2019 Eğitim-Öğretim Yılında hazırlanan bitirme tezi için derlenmiştir.     [*] sarmayon: havlamıyorsun * yol sıra: yol boyunca * ditmek: gagalamak, deşmek * ecük: azıcı
Horoz ile Altını
Karadeniz Bölgesi
Kastamonu
HOROZ İLE ALTINI Horoz, boklukta* eşine eşine altun bulmuş. O sırada yoldan padişahın oğlu geçiyomuş. Horozun elinde altunu görünce hemen horozun elinden altunu almış. Horoz çok sinirlenmiş. Padişahın kapısına dayanmış. Durmadan: -Ü-ürü-üüüü! Padişahın oğlu altunumu aldı. Verüse verü, vemezse gendü bülü, diyomuş. Kapının önünde sürekli öten, padişahın oğlunu da ailesini de çok rahatsız etmiş. Onları hep kepaze etmiş. Padişahın oğlu hizmetkârlarına: -Götürün de şu horozu keselim, demiş. Horozu kesmişler. Pişirmek için tencereye atmışlar. Horoz tencerede pişerken: -Ü-ürü-üüüü! Ateşlerin içinde yanıyon. Padişahın oğlu altunumu aldı. Verüse verü, vemezse gendü bülü, diyomuş. Horozu kesip sofraya getirmişler. Yemeye başlamışlar. Horoz: -Ü-ürü-üüüü! Ne daracık yerden geçiyon. Padişahın oğlu altunumu aldı. Verüse verü, vemezse gendü bülü, diyomuş. Her yiyişte böyle öten horoz, bütün ev halkını da padişahın oğlunu da bıktırmış. Padişahın oğlu: -Bırak, yimeyin! Verüven* şunun altununu da gitsin, demiş. Horoz altununu da alıp gitmiş.       * bokluk: Hayvanların dışkılarının biriktirildiği yer. * veriven: Veriverin
[İKİ KARDEŞ]
Karadeniz Bölgesi
Kastamonu
[İKİ KARDEŞ] Bir varmış, bir yokmuş. İki kardeş varmış. Kardeşlerden hıra* olanın aklı biraz gelip gidermiş. Bunlar İstanbul'a çalışmaya gitmeye karar vermişler. Yola çıkmışlar. Yolda kapıyı kilitlemediklerini hatırlamışlar. Kardeşlerden büyüğü, hıra olana: -Hadi kapıyı kilitle de gel, demiş. Hıra kardeş kapıyı kilitlemeye gitmiş. Gelirken kapıyı da sırtlanmış gelmiş. Büyüğü kızmış. Hıra, ona: -Ağam dur. Lazım olur bize, demiş. Gide gide yorulmuşlar. Ormanın içinde dinlenmeye karar vermişler. Ama kendilerini kurtlar, kuşlar yer diye de korkmuşlar. Bir çamın dibine gelmişler. Sonra: -Şu çamın dalına çıkarsak orası dümdüz, ev gibi olur, demişler. Kapıyı da koyunca orası ev gibi olmuş. Eskiden kervancılar varmış, kervancılar gelirmiş. Gelirken de kaçak mal, öteberi getirirlermiş. Kervancılar gelmiş, iki kardeşin olduğu çamın dibine oturup, dinlenmeye başlamışlar. Hıra olanın çişi gelmiş. Ağabeyine: -Ağa çişim geldi. Nereye işeyin, demiş. Ağabeyi de ona sepeleye sepeleye aşağı işemesini söylemiş. Hıra, sepeleyerek işemeye başlamış. Kervancılar: -Allah Allah! Hava da açık emme, rahmet bulutu geldi demek ki. Rahmet* dökülüya, demişler. Hıra olanın bu sefer kakası gelmiş. Ağabeyine: -Ağa kakam geldi. Nereye s*çayın, demiş. Ağabeyi de ona kesmük kesmük* aşağı s*çmasını söylemiş. Hıra, kesmük kesmük s*çmaya başlamış. Kakası pat pat kervancıların kafasına düşmüş. Kervancılar: -Allah Allah! Rüzgâr da yok emme çamdan gıcı* düşüya, demişler. Orada uyuyakalmışlar. Sabah olunca iki kardeşin evindeki kapı kervancıların kafasına düşmüş. Kervancılar: -Bizi çingan* bastı. Burada bir şey varmış, diyerek korkudan tir tir titremişler. Mallarını, paralarını, atlarını orada bırakıp kaçmışlar. İki kardeş kervancılardan kalanları da alıp evlerine geri dönmüşler. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım tahtına.   * hıra:en küçük * rahmet: yağmur * kesmük kesmük: parça parça * çingan: çingene
[SELMAN HANIM]
Karadeniz Bölgesi
Kastamonu
[SELMAN HANIM] Bir varmış, bir yokmuş. Selman Hanım adında bir sümüklü böcü* varmış. Selman Hanım düşmüş yola gidiyormuş. Yolda giderken çiftçiye uğramış. Çiftçi: — Nereye gidiyorsun sümüklü böcü, deyince Selman Hanım: — Benim adım, sümüklü böcü değil, demiş. Çiftçi ismini sormuş. Selman Hanım ismini söylemiş. Ondan sonra çiftçi: — Nereye gidiyorsun Selman Hanım, deyince, Selman Hanım: — Kocaya vamaya* gidiyon, demiş. Çiftçi: — Bana varu musun, deyince Selman Hanım: — Bana vurur musun? Beni neyinen döversin, demiş. Çiftçi: — Elimdeki şu ürgendereynen* deyince Selman Hanım: — Bana vur bakayım bir kere, demiş. [Çiftçi vurunca] çok canı yanan Selman Hanım çiftçiye: — Ben sana vaman, demiş ve yola devam etmiş. Gide gide bir oduncuya denk gelmiş. Oduncu Selman Hanım'a: — Nereye gidiyorsun sümüklü böcü, deyince Selman Hanım: — Benim adım sümüklü böcü değil, demiş. Oduncu ismini sormuş. Selman Hanım, ismini söylemiş. Ondan sonra oduncu: — Nereye gidiyorsun Selman Hanım, deyince Selman Hanım: — Kocaya vamaya gidiyon, demiş. Oduncu: — Bana varu musun, deyince Selman Hanım: — Bana vuru musun? Beni neyinen döversin, demiş. Oduncu:  Elimdeki şu meşeynen, deyince Selman Hanım: — Bana vur bakayım bir kere, demiş. Oduncu vurunca çok canı yanan Selman Hanım, oduncuya: — Ben sana vaman, demiş ve yola devam etmiş. Gide gide bir fareye denk gelmiş. Farenin adı Sülün imiş. Fare, Selman Hanım'a:  Nereye gidiyorsun sümüklü böcü, deyince Selman Hanım: — Benim adım, sümüklü böcü değil, demiş. Fare ismini sormuş, Selman Hanım ismini söylemiş. Ondan sonra fare: — Nereye gidiyorsun Selman Hanım, demiş. Selman Hanım: — Kocaya varmaya gidiyon, demiş. Fare: — Bana varu musun, deyince Selman Hanım: — Bana vuru musun? Beni neyinen döversin, demiş. Fare: — Arkamdaki şu küçüklemeynen* deyince Selman Hanım: — Vur bakayım bir kere, demiş. Fare: — Vurdum gücük,* vurdum gücük, diyerek kuyruğuyla Selman Hanım'a vurmuş. Kuyruk Selman Hanım'ın canını yakmayınca Selman Hanım, fareye: — Ben sana vadım, demiş. Evlenmişle. Bir gün bi yerde düğün varımış. Fare, Selman Hanım'a: — Bir yerde düğün va. Ben düğüne gidiyon. Sana da gelirken börek götürün. Sen, ben gelene kadar şu delikten şu deliğe su taşı, demiş. Sümüklü böcü su taşırken çaya düşmüş. O sırada oradan düğüncüler geçiyomuş. Selman Hanım düğüncülere: — Düğün evine varasınız Sülün Bey’i göresiniz Selman Hanım çaya düşmüş, deyesiniz, demiş. Düğüncüler düğün evine varmışlar. Sülün Bey aşağı, Sülün Bey yukarı. Sülün Bey hiçbir yerde yok. Oysaki sergende* börek kırpığı yiyomuş. Sülün Bey sesleri duyunca hemen seyirde seyirde* çaya gelmiş. Selman Hanım'a: — Ver elini, çek eliş, demiş. Selman Hanım: — Ben sana küs eliş, deyince Sülün Bey: — Depdim* gücük, depdim gücük, demiş. Selman Hanım'ı daha beter suyun içine depmiş, orda bırakmış.   *böcü: böcek *kocaya vamak: evlenmek *kuyruğuyla *gücük: küçük *sergen: raf *seyirde seyirde: koşa kışa *depmek: tekme atmak, tekmelemek
7 Oğlak
Ege Bölgesi
Uşak
                                                                7    OĞLAK Bi  ormanda  yedi tane oğlak varmış. Anne annesi  yavrılarım demiş. Evden bi yere çıkman demiş kurt gelir sizi yir demiş. Kurta dikkat edin demiş. Ben ormana gideyin yicek iççek bi şeyler  bulayın geleyin demiş.  Bu da gidiyo gurt bunu takip ediyo annesini, ondan sonra geliyo eve bi yere un şeysine giriyo fırına ordan kendinin unlan şeylen belemiş  oluyo yani annesine benzetmek için. Kapıdan geliyor kapıdan kolunu göster göster bi diyolar ordan annemizsen diyolar. Elini gösteriyo. Sonna ayağını ayağını göster diyolar ayaklarını gösteriyo. Bakıyolar bembeyaz tamam annemiz bu diyo kapıyı açıveriyolag. Kurt geliyo bunla hepsini yiyo. Bitanesi de saatin içine saklanmış oluyor. Ondan sonracım bunları yidikten sonra da annesi geri geliyo ormandan yicek iççek toplamış. Yavrılarım diyo. Kapıyı açın diyo ben geldim diyo. Ondan sonra küçük saatin içinde ki de çıkıyo  yavrılam nerde diyo o da kurt geldi yidi anne diyo. Yürü nerde takip edem kurtu diyo, takip ediyola ormanın içinde ağıcın altında yatıyo yimiş hepsini karnıları şişmiş yatıpduru. Sonaktan* geri getir diyo gız yavrım diyo iğne iplik getir diyo şurdan daş doplayam diyo. Garnını kesiyola içinden yavrılarını çıkarıyo oğlak. Ondan sonra daşları dolduruyola içine bide bi güzel dikiyolar iğneyle iplikle. Gurt kalkmak istiyo kalkamuyo kalkmak istiyo orda galıyo. Bu da yavrılarını alıyo geri yuvasına  geri dönüyo.    sonaktan* sonradan  
Talihsiz Kurt
Karadeniz Bölgesi
Ordu
[Talihsiz Kurt] Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde bir kurt yaşarmış. Kurt kış olunca açlıktan kıvranırmış. Yine böyle bir gün acıkmış: — Köye gideyim de oradaki inekten, koyundan yiyeyim, demiş. Köye gidince bir ineğe rast gelmiş. — İnek ben çok acıktım seni yiyeceğim, demiş. — Dur beni yeme. Sırtıma bin biraz gezelim öyle beni yersin, demiş. Kurt kabul etmiş ve o sırada inek kaçmış. Kurt köydeki bir ahırın önüne gitmiş ahırdan bir katır çıkmış. Katıra: —Açlıktan öleceğim, katır seni yiyeceğim, demiş. — Benim etim serttir, sen beni yiyemezsin. Gideyim, balta satır getireyim de beni öyle ye, demiş. Baltayla satır getireyim diye katır da kaçmış kurt avlanmaya devam etmiş. Bir koyuna rastlamış: — Koyun açlıktan ölüyorum, seni yiyeceğim, demiş. — Yok, beni şimdi yeme. Gel seninle şu tarafa gidelim biraz oyun oynayalım sonra yersin beni, demiş. O da kurdu kandırmış kaçmış. Sonra kurt bir keçiye rast gelmiş. Keçiye: — Seni yiyeceğim keçi, çok açım demiş. Keçi: — Ben hamileyim, karnımda iki tane yavrum var. Bizi üç olunca yersin senin de karnın iyice doyar, demiş. Keçi de kurdu aldatmış, kaçmış. Kurt harmanda bir ata rast gelmiş. Ata: — At açılıktan ölüyorum, imkânı yok seni kaçıramam, seni yiyeceğim, demiş. —Yok beni şimdi yeme gel sırtıma bin seninle cirit oynayalım, beni ondan sonra yersin demiş. Böylelikle kurt, atı da elinden kaçırmış. Kurt bütün avlarını da elinden kaçırmış. Düşünmeye ve kendi kendine söylenmeye başlamış: —Be hey kurt! Eline geçti inek, sen ne yapacaksın inmeyi, binmeyi; eline geçti katır, sen ne yapacaksın baltayı, satırı; eline geçti koyun, sen ne yapacaksın oyunu, moyunu; eline geçti keçi sen ne yapacaksın ikiyi, üçü; eline geçti at, sen ne yapacaksın ciriti, demiş. Bütün avlarını kaçıran kurt açlıktan ölmüş.
Yılan Çocuk
Ege Bölgesi
Denizli
Bi varımış bi yoğumuş. Bi garı varımış, çocu olmazmış. Garının önünden bi gara ilan akmış gitmiş. — Bene hu* gara ilan gibi bi çocuk ve dilemiş. Gadın sona hamile galmış. Sona garının ilan gibi çocu olmuş, gara ilan ambarın altına akmış gitmiş. O da gabadayı bi olanımış, o ilan değilmiş. Olan anasına görünmüş. — Ana demiş olan, bene bi gız isteve, demiş. — Olum bi gara ilana gız mı verile, deyo. — Hayır, illa isteverip gelcesin, deyo. Anası her düğünnere giderimiş. Olan da bine* anasının ardından giderimiş. Anasının istedi gızla*: — Vacemiz olan işte hu gibi olmalı, biz gara ilana vameyiz, delerimiş. Bi gün böle iki gün böle anası üzülümüş. Anasına olan*: — Ana benim kim oldumu sölemecesin, eye* sölesen bene bi da bulamasın. Bulusan emme ayana* bi demir yaptırısen, eline bi demir asa alısen, sona bu demir çarık delinince gada asa eğilince gada beni arasın, deyo. Sona anası başga bi düğünde gız isteme gitdinde gızla: — Evlencemiz olan bu gibi olmalı dence anası dayanamamış: — İşte ben size aslında bu olana isteyon, deyo. Olan gomuş da gitmiş gari. Anası demirden bi çarık etmiş, bi de asa düşmüş yola. Böyün böle yarın böle are are olan bi bostancı olmuş, onunla garşılamış. Anası: — Bostancı dayı, bostancı, dayı olum geştimi hurdan, Şahmiren’im geşti mi hurdan deye ünnemiş. Bostancı dayı: — Ya ergini va ya hamı va, deyo. Ordan geşmiş, bi hamamcı vamış. Anası: — Hamamcı dayı, hamamcı dayı, hurdan olum geşti mi, demiş. Hamamcı dayı: — Ya işca* va ya sovu* va, deyo. Ordan geşmiş bi çiftçi dayı vamış. Anası: — Çiftçi dayı, çiftçi dayı, hurdan benim olum geşti mi, Şahmiran’ım geşti mi, deyo. Çiftçi Dayı: — Ben gömedim, deyo. Anası ordan da geşmiş, sona demir çarık delinmiş, demir asa eğilmiş. Olan: — Ge* gari ana, sözüne yerine getirdin, delindi çarıkların, eğildi deneklerin*, ben burdeyin, deyo. Olan yiğit, güze bi delikanlı oluyo. Ordan anasına atına bindiryo, eve alıp geliyo. Eve gelince o gızlara bi da gidiyo istemeye. Sona kırk gün kırk gece düvün ediyola. Düğünnere etmişle, yarın burdan geşçeklerimiş.   *bine: Biner *istedi gızla: İstediği kızlar *hu: Şu *Anasına olan: Oğlan annesine *eye: Eğer *ayana: Ayağına *işça: Sıcağı *sovu: Soğuğu *Ge: Gel *deneklerin: Değneklerin
Üvey Anne
Ege Bölgesi
Denizli
Eveli bi adam varımış. Garısı öldükden sona adam bi da evlenmiş. Evlendi garı: — Çocuklarını dağa atasen seninnen ozuman evlenirin deye şart goşmuş. Bunun üstüne adam çocukları alıp dağa odun etme bahanasıyla götürmüş. Bubaları: — Ben hurda odun etcen, ben burdeyin siz biraz doleşin, deyo. Bubaları çama bi çan asmış. Bubaları: — Bu çan çaldıkça ben burdeyin demekdir, deyo. Çocukla da bubalarının odun etini sanarak gezmişle. Daha sona çocukla bubalarının odun etti yere geldiklerinde bubaları orda yomuş. Emme hala çan çıngırdeyomuş. Çocukla öte bakmışla, beri bakmışla bubaları yomuş. Daha sona çocukla: — Tın tın gabecik, bize aldatıp giden bubecik, deye alamışla. Alaşıp çığrışdıktan sona “nere gidelim” deye etraflarına bakdıklarında bi tarafta horaz ötüyomuş, bi tarafta duman tütüyomuş. Çocukla duman tüten yere gitme gara vemişle. Duman tüten yere geldiklerinde bi dev garısı oturup durumuş. Memelerini akasına atmış, yaykanıyomuş*. İki çocuk siğirdip* varıp garının memelerine emmişle. Garı: — Ben size yedim emme mememden emdiniz, size afettim. Siz benim biyo başıma bakıverin, deyo. Dev garısının başına bakıvemişle. Aslında garının başında goca bitle, pirele vamış. Emme çocukla korktuklarından: — Başında altınla va devemişle. Çocukla başınde bitlere öldürüp öldürüp: — Altın gibi başında güze güze şelerin va deyolamış. Dev garısı: — E haden bakam, şimdi buradan garaçay geşcek, onun ardından akçay geşçek. Siz bene akçay geçeken haba verin deyo. Dev garısı almış gitmiş çocuklara akçaya bele belevemiş. Dev garısı çocuklara suya beledikden sona, gızla olanın her yanı altın olmuş. Çocukla evlerine doru yola çıkmışla. Onan eve geldine gören horaz: — Gıgıdı gıgı, gıgıdı gıgı, altınlı bıllam gelik geli, altın suyuna batıp geli deyo. Sona çocuklara ölek ören bubası: — Zengin olduk deye seviniyo. Bunun üzerine öve ana: — Kendi çocuklarına atıp geldin yere benim çocuklara da at ge deyo. Bubaları da çocuklara aldı gibi kendi çocuklarını attı geldi yere atıp geliyo. Sona o çocukla da: — Duman tüten yere mi gidelim, horaz öten yere mi gidelim deye düşünüken duman tüten yere gitme gara veriyola. Duman tüten yere vadıklarında dev garısı memelerini arkasına atmış çamaşır yaykeyomuş. Sona çocukla dev garısının yanına varıyola. Emme memelerine öbür çocukla gibi emmeyola. Dev garısı: — Biyo çocukla başıma bakıveseniz ya, deyo. Bunun üzerine çocukla dev garısının başına bakıveriyola. Başına bakıvediklerinde: — Ayı gibi dana gibi bitlerin, pirelerin va deyola. Sona gari dev garısı: — Akçay geşçek, garaçay geşçek, garaçay geliken haba verin, deyo. Çocukla garaçay geçeken haba veriyola, dev garısı çocuklara garaçaya bele belevemiş. Çocuklan her yanlarına ilanla, çiyanla sarmış galmış. Çocukla evlerine doğru yola çıkıyola. Horaz onnan geldine görünce: — Gıgıdı gıgık, gıgıdı gıgık, ilanlı bılla gelik geli, ilanlı suya batık geli, deye ünnemiş. Çocukla ilanlara, çiyanlara silkinivemişle. Kötüle bölece cezasını bulmuş. Eyile yarın buradan geşçeklemiş. *yaykanıyomuş: yıkanıyormuş *siğirdip: koşup
Üç Kardeş
Ege Bölgesi
Denizli
Eveli varımış, yoğumuş, bi adamın üç dene olu* vamış. Üçü de çalışme gitmişle. Üçü de bi çadırda galmışla. Her gün üç gadeş çalışme giderlerimiş. Onla çalışme gidince bi gız geli geli yemeklerine, temizliklerine yaparımış. Olanla* geliken gız birden ortadan gayboluverimiş. Olanla her gün hazır bulularımış. Böyük olan*: — Bigün ben galen, bizim yemeklere, temizliklere yapan gız kim güden* baken, deyo. Böyük olan gızın gelce vakitle uyup galı. Gız gene yemeklere, temizliklere yapıp gidiyo. Gene bu işlere yapanın kim olduna bilemeyola. Ertesi gün ortan olan galıyo. O da abesi gibi tam gızın gelce vakitlede uyup galıyo, gızı yakalemeyo. Ertesi gün güccük olan galıyo. Gavan* dalına ıslak mendil asıp goyo. O dımladıkça güccük olan uyanıyo, tam gız geldi sıra olan uyanıyo. Gızı golundan dutuyo. O gız da çok güzelimiş. Olanınnan gız birbirine seviyola, anlaşıyola. Bubası kövden habar salıyo: — Hemen bure gelin, deye. Böyük olanınnan ortan olan köve dönüyo. Güccük olan köve dönmeyo. Güccük olan ordeken bubası tekrar oluna habar salıyo: — Olum ben sene buradan bi gız buldum, düğünüzü tuttum, çabuk gel deyo. Düğün günü olan kendilerine yemek yapan gıza gül baçesine götürüyo. İkisi gül baçesinde gezeleriken yorulup bayılıyola. Olan: — Hade bure yatıp dinlenelim, deyo. Olan gızı uyutup, yanına accık para gop* gaçıyo. Gız yanıbaşındakı paraları alıp gül baçesinden çıkıp yollara düşüyo. Gız gide gide çeşme varıyo. Çeşmenin başında çingenele eşek suleyomuş. O çingenelen içinde yaşlı bi adam varımış. Gız o yaşlı adamın sakosuna* giyiyo, başına bi sarık sarıyo, olanın ardına düşüyo. Gız yolda gideken olana rastleyo. Gız olana selam veriyo. Olan: — E dede, geldini gidin yelede ne va ne yok, deyo. — Yara yata gödüm*, gülü koka gödüm, yare uyudupta, gaça gödüm, deyo. — Ule dede, ben sene çok sevdim. Bugün benim düğün va, ben sene benim düğüne götürüp gelinin yanına oturtcen, deyo. Az gidiyola olan dedeye: — E dede ben, senin söledin çok hoşuma gitdi, bi da söleve, deyo. — Yara yata gödüm, gülü koka gödüm, yare uyudupta, gaça gödüm, deyo. Dedennen olan gide gide kövlerine varıyola, düğün tutulupduru. Olanla dedennen gidiyola, geline alıp geliyola. Goca adamın gıyına olan geline oturduyo. Goca adam tam o sırada: — O güzele bakma bene bak, deye soyunuveriyo. Olan geline goyverip gari goca-dam* gılındakınnan evleniyo. Yarın burdan geşceklerimiş. *olu: Oğlu *Olanla: Oğlanlar *olan: Oğlan *güden: Güdeyim/takip edeyim *Gavan: Kavak ağacının *gop: Koyup *sakosuna: Sakosunu/ sako/kalın ceket *gödüm: Gördüm *goca-dam: Koca adam/yaşlı adam