title
stringlengths
2
48
area
stringclasses
7 values
city
stringclasses
79 values
text
stringlengths
495
43.2k
Ayağına Diken Batan Karga
Ege Bölgesi
Muğla
Bi garga vamış. Garganın tarlada, dalarda, bellede çeşenikene ayana diken gaşmış. Diken gaçasıyek, bi okulun tepesine gelmiş gonmuş emme ayanda diken vamış. Tivtinikene tivtinikene tivtinikene o dikeni çıkarmış ordan. Çıkarasıyakende, altına gari, donuz gelmiş bunun. Orda, okulun gıyında niyse gonşula vamış, beş altı gata höle. Ev tirkilenk durumuş. Birinin evine o tikeni bırakmış. Tikeni bırakasıyek; - Deze benim tiken burada duragusun da, ben bu yol höle bi tur aten gelen dimiş. Gitmiş. Ordan gidesiyek, geri, u ev sabıda ikmek idcek olmuş. Bi dene çıra, bi şiy bulamamış. Garganın dikenini çatmış, yakmış. Hindi garga gelmiş geri. Gelesiyek; - Hani benim diken dimiş. - Ah olum dimiş, ikmek idcek oldum da, bi, dene bi şiy bulamadım da, onu çattım da, onnan tuteştirdim oca dimiş. - Ya dikeni verisin, ya ikme verisin, ya tikeni, ya ikme verįsin dimiş. Eee, ikme vemiş eline, almış gitmiş. Undan sona bi eve tosmuş. Bi eve tosasıye; - Deze benim ikmek burada duragosun, ben höle bi gezen gelen. - E tamam. Ekme goymuşla oraya. Aman olum aman. İkme goymuş u eve. Bi köpek eni vamış. Köpek eni de hindi ikmeni yimiş mi. Garga gene dönüp dolaşıp geloru; - Deze ikmemi ve diyoru. - Ah olum, köpek eni yimiş ya dimiş. - Ya köpek enini verisin, ya ikme, ya köpek enini, ya ikme dekene. Köpek enini almaya mecbur galmış. Vemiye gadın. Vemiş. Kalkmış gitmiş. Ondan sona köpek enini gine bi eve götürmüş. Bi eve götüresiyek, u eve dimiş: - Benim köpek eni burada duragusun, ben filan yere varıp gelon dimiş. Köpek enini ahıra guymuş. Ahırda da bi çökbatı bi inek, topal inek vamış, inek, inek vamış. İnek de hindi köpek eninin üstüne basık da köpek enini öldüroru mu? Gelmiş hindi garga gine. - Deze köpek enimi ve. - Olum böle böle inek basmış. - Ya ine verisin ya köpek eiį mi, ya ine ya köpek enini deken, goca ine çektinne, aldinne gitmiş. Masal bu işte. Ordan götürmüş. Gidekene bi evde düğün olubatımış. Bi eve vamış. Ora varasıyek, düğün evine ine bırakmış. İne bırakasıyek, ben biraz dolaşen gelen dimiş. Geri gelmiş. Hindi de u düğün evine olan misafir yığılmış mı. Misafir yığılasıyyek de, garganın ineni kesmişle, misefire yidirmişle. Ordan gelmiş bu; - Benim ine verin, gidon. - İneni biz misafirimiz çok geldi de kesividik dimişle. - Ya gelini verisiniz ya inemi, ya gelini ya ine, ya gelini ya ine dekene, gelini aldınnen gitmiş. Vemişle gari gelini gargıye. Masal bu işte. Ordan hindi, gitmiş. Bi çamın başına, bi çoban geggelimiş öteden, bu bi çamın başına çıkmış. - Hindi vere, tikeni vedim, ikme aldım, gaval çalıbatımış gaval. Dikeni vedim ikme aldım, ikme vedim köpe aldım, köpe vedim ine aldım, ine vedim gelni aldım, tirloloooom bene ne mutlu dibatımış. Öle dibatımış garga. Çoban dimiş: - Garga gardeş, dimiş. Ha şi, yanlışıvidim bak. Çoban şi çalıbatımış, gaval çalıbatımış, gaval. Gaval çalıbatımış da, unun da gavasına hururmuş hindi gavalına hururmuş. Çobanın gavalına hururmuş. Çoban gardeş dimiş: - Gavaliylen gelini değişelim mi dimiş. - Denişeliim, denişelim dimiş. Çoban, gavalı vemiş ona. U da gelini una vemiş. Undan sona işte çamın başına çıkmış da gari böle sürtmüş. - Tikeni vedim ikme aldım, ikme vedim köpe aldım, köpe vedim ine aldım, ine vedim gelini aldım, gelini vedim gavalı aldım, tırlolooooom ne mutlu bene dibatımış. Bitti.
[Tilki ile Kirpi]
Ege Bölgesi
Muğla
Tilkiynen kirpi arkadeş olmuşla. Geze çıkmışla. Gezerlekene gezerlekene gezerlekene bi yerde bi piynir[1] desdisi[2] gömülüpduru bulmuşla, piynir desdisi. - Hedi, bunu çıkaralım da yiyelim dimişle. Tilki dimiş ki: - Dursun dimiş, bi  daha geldimizde yeriz dimiş. Gezmişle, tozmuşla, gelmişle, gelmişle gene o piynir desdisinin başına gelmişlemiş, desdide peynir yokmuş. Gözü açık tilki yimiş bunu hindi[3]. Ee, biri sen yidin, biri ben yidim, biri sen yidin biri ben yidim. Ben yimedim sen yidin, ben yimedim sen yidin, böle tartışmışla. Tartışasıyek[4]: - Bu böle olmaz dimiş. Hade, hade, bi sıçalım. Sıçasıyek belli olu bu dimiş. Altlarına birer dene çanak goymuşla. Sıçmışla. Peynir yiyenınkısı çok sıçmış öngüncü. Üteki de sıçmamış hiş[5]. Kirpi uyuklemiş. Uyuklayıviresiyek[6], u altından almış, unun altına sürmüş, unun altınde almış, gendi altına sürmüş. Süresiyek[7] bunu şiy etmiş, uyandırmış. - Arkadeş, arkadeş kalk, bak kim yidi dimiş. - Dey gidi avradını s…kdimin götü dimiş kirpi. - Hı. Yimedin işmedin nerden buldun bunu dimiş. Aman olum aman. Tilki kurnazlığını yapmış gine. Öle. [1] Piynir: Peynir [2] Desdi: Testi [3] Hindi: Şimdi [4] Tartışasıyek: Tartışırken [5] Hiş:Hiç [6] Uyuklayıviresiyek: Uyukladığında, uyuklarken [7] Süresiyek: Sürerken, sürdüğünde
Ayı ileTilki
Ege Bölgesi
Muğla
Evel, bi ayıynen tilki arkedeş olmuşla. Tilki çok gurnazmış. Ayı, avanakmış, emme güçlümüş, güçlümüş. - E seniynen arkedeş olalım. Olmuşla arkedeş. Dilki dimiş; - Arkedeş dimiş. - Ha ayı dimiş. - Guvan soyalım dimiş. Ayı, balı çok severmiş. - Ayı guvan soyalım dimiş. Tilki dimiş: - Bi yörün evine gidelim de dimiş, yörün evine gidelim, yörün yanı çalalım. - E tamam. Yörün yanı çalmış, sade ya çalmışla, çalmışla. Destidepeyniri çalmışla, sade yayı da çalmışla, bi mağarıya gömmüşle. - Biz bunu dimiş, acıkdimiz zaman yiyelim, hindi dada yiyecek çok, gışın yiyelim dimişle. Hindi durakana tilki gurnaz ya, ayıya dimiş ki: - Arkedeş dimiş, böğün benim dezemin çocu oldu, ben unun adını goyen, gelen dimiş. Sen uyuya go dimiş yatanda. Uyuyagomuş bu. Gitmiş, başlamış, yalan peyniri açıp açıp yemiye. Azından yimiye başlamış. - E gelmiş, ni goydun arkedeş dimiş. - Azlama goydum dimiş, azlama. Azlama guydum dimiş. Bi müddet ara geşmiş, bi ara geşmiş; - Dayımın çocu olmuş dimiş. Ben unun adını guyyen gelen. Avanak ya ayı. Güşlü emme avanak. Tilki gurnaz. - Eyi, guy gel. Unu da gine gitmiş. Gelmiş, sormuş; - Ni goydun arkedeş dimiş. - Belleme guydum dimiş, belleme. Beline gada yimiş gari. Bi zaman arası geşmiş. Gine gitmiş bu. Arkedeş dimiş; - Halamın olu olmuş, bi yol da unu goyen gelen dimiş. Gine gitmiş. - Ni goydun arkedeş dimiş. - Götleme goydum dimiş. - Eyi. Bi zaman ara geşmiş, gine gitmiş bu. U zaman bu yol kim bilir gari ablamın mı olu didi, nahal didi. Herhalda ablamın olmuş dimiş. - Ni goydun dimiş. - Sildim süpürdüm göydüm. - Yok gari başka dimiş. U zaman dimiş ki; - Hani dimiş bizim dimiş bi yere dimiş mağariye, ya sakladiydik, ya goyduk, peynir goyduk dimiş. Unları yiyelim gelelim dimiş. Şimdi yiyecek galmadı gari dada dimiş. Vamışla bi şey yok. -Bunu kim yidi, kim yidi, kim yidi. - U ben yimedim, u dimiş ben çocugun adını goya gidesiyek sen yidin. - Yimedim, yemin etmiş yimedine ayı. Yidin yimedin dekene; - Bunla hadi demiş sıçalım, oturalım tuvalete hangımızın bokunda ya çıkasa dimiş, u yedi dimiş. Oturmuşla bunla, garşılıklı tuvalete oturmuşla. Oturukana; - Benim dimiş çok uykum geldi dimiş tilki. Sen de uyusen ya dimiş. U da uyumuş, u uyuyakene. Unun altından sürgeyi çıkarmış, gendi altına sürmüş, gendi altındekini unun altına sürmüş. Masal bu ya. Tilki, gurnaz tilki. - Uyan bakem arkedeş. - Uyanalım gari. Bi uyanmış, ayının altında yalı bok, pislik. Tilkinin altında bi şey yok. Aaah ah, avradını s….kdimin götü dimiş, yimedin işmedin, nerden buldun da sıştın bu boku dimiş. Olmamış, bunla döğüşmüşle -. Borda olmaz dimiş tilki. - Nerde olu? - Ben bi tokuş alcen, sen de bi zırı alcesin dimiş, guyunun dibine incezi guyunun dibinde döğüşcez dimiş. İnmişle guyunun dibine, e tilkinin elinde tokuş, şu gada odun. Ayının elinde gocaaa zırık. E ayı nerden kıpırasın sıra. Basmış ayıya zırı tilki. Şey tokuşu. Basmış tokuşu, oda öldürmüş ayıyı. Masal da burda bitti.  
[İnsan Yiyen Oğlan]
Ege Bölgesi
Muğla
Bi evde bi oğlan çocuğu varmış. Bi de gız varmış. Gız dışarıdan gelirmiş. O evde oğlanın insan yediğini bilmiyomuş.  Gız çocuğu, oğlanın nenesine:  —Sen, beni buraya sakla demiş. Nene: —Yavrum gelme, benim oğlan insan yer, demiş. —Nene sen beni sakla bi kere, demiş.  Nene saklamış gız çocuğunu. Oğlan gelmiş. Oğlan: — Nene nene, demiş.  —Çocuğum bişe yok demiş, nenesi oğlana. —Hayır. Var, demiş.  O gızın kokusunu almış. Oğlan bir daha gelmiş. —Nene, insan kokuyo, demiş. Nene: —Dişinin arasına bi bak, demiş.   Oğlanın dişinin arasından bir et parçası çıkmış. Gız, neneye demiş ki:  — Neneciğim, benim tuvaletim var. —Hayır, göndermem, demiş. Gız: —Ne olursun gönder. Sen bana güvenmiyorsan belime ip bağla, demiş.   Nenesi beline ip bağlayıp göndermiş.Gız belindeki ipi  çözmüş.Goca garı ipe asılmış, bakmış gız gelmiyor.   Bu sefer oğluna: — Koş oğlum koş, demiş.  Nene demiş: —Gızım nerdesin gızım?  Nene gide gide gızı görmüş.  Nene demiş: —Gızım çaydan nasıl geçtin? — Çaydan atladım da geçtim, demiş.  Gız çocuğu bu sefer gide gide un değirmenine gelmiş.  Nene demiş:  —Gızım bu değirmenden nasıl geçtin sen?  — Ortasına basdım geçtim, demiş.  Değirmene basınca goca garı ölmüş. Gız çocuğu goca garıdan kurtulmuş. 
Gıllı Gudduz
Doğu Anadolu Bölgesi
Erzurum
KILLI GUDDUZ Bir varmış, bir yokmuş… Köyün birinde bir nene yaşarmış, bir de ineği varmış. Bu ineğin sütünü sağarmış, ondan yoğurt yaparmış, bununla geçimini sağlarmış. Bir gün yine sütünü sağmış, kedi gelmiş, sütü içmiş, kaçmış. Nene tekrar geliyo, bakıyo, süt yok. Tekrar sağıyo, bakıyo,yine yok süt. Bir iki derken, — Ben saklanayım, bakayım benim sütümü kim içiyor? Bir bakıyor kedi içiyo. Kaçarken bunu yakalıyor. Yakalıyo ve kuyruğunu kesiyor. Bu sefer kedi başlıyo ağlamaya, — Nene ne olur bana kuyruğumu ver, ben köye gidersem bana kuyruksuz derler, yani kıllı gudduz derler. Başlıyor ağlamaya. —Yok, diyor nene. —Git, benim sütümü getir, ben de sana kuyruğunu vereyim. Kedi de gidiyor ineğin yanına. —İnek, inek, ne olur bana süt ver, götüreyim, neneye vereyim, nene de bana kuyruğumu versin, ben de köye giderken bana gıllı gudduz demesinler. İnek de diyor ki. —Yok… Bana ot getir, ben de sana süt vereyim. Gidiyo otun yanına, çayıra gidiyor. Diyor, —Nolur bana ot verin. —Yok, diyor, köyün güzel kızları gelip burda oynarsa ben de size ot veririm. —Tamam, diyor. Gidiyor, kızlara yalvarıyor, kızların gönüllerini alıyor. Sonunda geliyor kızlar oynamaya, çayırlıkta oynamaya. Sonra otları alıyo ordan, götürüyo ineğe veriyo. İnek de ona süt veriyo. Sütü götürüyo, neneye veriyo, nene de ona kuyruğunu veriyo. Köye giderken de artık kimse ona bir şey demiyor. Kıllı gudduz artık demiyolar. Artık normal kedi oluyor. Çünkü kuyruğunu da takıyorlar…
Kambur Adam
Doğu Anadolu Bölgesi
Erzurum
KAMBUR ADAM Zamanın birinde, eskiden şehirden köye giderlermiş. Uzun yolculuk olduğu için yürüyerek giderlermiş. Atları yokmuş, kimisinin varmış. Ama vakit de geç olduğu için eşyaları da varmış. Yorulmuş. Demiş: —Ben gideyim, şu değirmende dinleneyim, geceyi orda geçireyim. Sabahleyin de kalkar köye giderim, demiş. Gece yatmış. Sonra bir sesler duymuş, müzik sesleri… Oynuyolamış. Orda da: —Bugün Pazar'dır, Pazar, diye halay çekip oynuyolamış. Orda oynarken onlar da meğerse cinmiş. Ondan sonra cinlerin bir hocası varmış. Demiş ki: —Hey, bura bir insanoğlu var. Kokusunu almış. Aramışlar, bulmuşlar adamı. Getirmişler adamı. Adamında kamburu varmış sırtında. Demişler ki bu adama: —Gel, demiş, sen de gel, oyuncaksın sen de bizimle. Yoksa sana ceza var. Bu da mecbur kalmış oynamaya. O gün de pazarmış. —Bugün Pazar’dır Pazar, diye oynuyorlarmış. Demişler: —Sen iyi adamsın. Sana para verelim mi? —Yok, demiş, benim paraya ihtiyacım yok. Benim sırtımdaki bu kamburu iyi eder misin? Keser misin? Demiş. —Keseriz, demişler. Bu adamın kamburunu kesmişler. Sabah olmuş, adam iyileşmiş. Evine gitmiş. Köyde de herkes onu tanırmış. Demişler ki: —Senin kamburun vardı, ne yaptın kamburunu? Demiş: —Değirmende kestiler. —Nasıl oldu? Demişler. — Böyle, böyle oldu, demiş, şarkı söylettirdiler bana, oynadık, öyle kestiler, demiş. Orada başka kamburu olan bir adam varmış. —Ben de giderim, demiş. —Git, demiş, değirmen orda. Adam gitmiş. Ama aradan iki gün falan geçmiş. O günde salıymış. Gece olmuş, orda yatmış adam. Tekrar cinlerin hocası demiş ki: —Burada bir insanoğlu var. Aramışlar, bulmuşlar, bir tane daha kamburlu adam. Demişler: —Gel, sen de bizim oyuna katılacaksın, oyuncaksın. Bu adamı da başlatmışlar oynatmaya. Cinler diyorlarmış ki: —Bugün Salı’dır Salı…. Adam diyormuş: —Bugün Pazar’dır Pazar… Bu adam yanlış söylüyor. Neden yanlış söylüyo? Çünkü Pazar günü arkadaşı gitmiş, o Pazarda kalmış aklında, o “Pazar” diyormuş, cinler “Salı” diyomuş. Cinlerin hocası demiş ki: —Bu adam kötü adam. Ne yapalım bu adamı? Demişler ki: —Geçenlerde kestiğimiz adamın kamburunu getirelim, bu adamın üstüne koyalım. Bu adam kötü adam, bizim dediğimizi yapmıyor. Getirmişler bu kamburu, bu adamın üstüne koymuşlar kamburunu, iyice kambur olmuş. Adamı öyle köye göndermişler. Adam gitmiş köye. Demişler ki: —Amca ne oldu? Demiş ki: —Gittim değirmene kamburumu kestireyim, kamburun üstüne kambur koydular. Oldum ben de kamburlu…
Üç Bacı ve Padişah
Güneydoğu Anadolu Bölgesi
Gaziantep
ÜÇ BACI VE PADİŞAH Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur zaman içinde bir padişah varmış. Üç bacı varmış. Padişah bi gün dimiş, askerlerine emir vermiş, — Duyduk duymadık dimeyin, soğan ekmek yemeyin, bu gece lambaları yananın başı cellad olacak. Millet yanı yunu kapatıp dışarıya ışık gitmesin diye, her kapıda asker duriymiş. Üç bacı dimiş ki, büyük bacısı, — Ah, ah, dimiş, beni padişah alsın, bir yimek bir yimek yaparım, eli damağında kalır, dimiş. Bunu asker duymuş, getmiş: —Padişahım, padişahım… —Ne din asker? Dimiş. —Filan yerde bir gız didi ki, beni padişah alsa bir yemek yaparım bir yemek yaparım, eli damağında kalır, dimiş. Padişah askerlere emir vermiş: —Gidin, bu gızı isteyin gadınlardan. Gelmiş istemişler. Kırk gece kırk gündüz düğün yapılmış. Yimek yapılıy, hazırlık görüldü. Padişah gıza didi ki: —Bu yimeği sen yap. Gız yimek yapiy, büyük halleden* bir çuval duzu içine aktariy. Millet birer tabak yimek aliy, birer kaşık alan çekiliy. Padişah diy ki: —Allah Allah, diy, bu yemek güzel olacaktı, diy, millet bir kaşık alan çekiliy, diy. Hele ben de bahim yimeğin dadına, diy. Bahıy ki duzlu. Padişah emir veriy, —Alın bunu yimekhaneye, atın, soğan soysun, diy. Bir gün padişah emir vermiş askerlere, gene, —Duyduk duymadık dimeyin, soğan ekmek yimeyin, bu gece lambaları yananın başı cellad olacak. İkinci bacısı dimiş ki: — Beni padişah alsa, dimiş, bir yimek yaparım, eli damağında kalır, dimiş. Bunu duyan asker, gidiy padişaha söyliy. Padişah diy: —Ne din, asker? Diy. — Padişahım, diy, sana bir gız buldum, diy. Padişah emir veriy askerlere, —Gidin, bu gızı isteyin. Askerler gidiy, gadınlardan gızı istiy. Gene düğün kuruliy, kırk gece kırk gündüz, yimekler hazırlaniy. Padişah gıza diy ki, —Bu yimeği sen yapacan. Büyük halleden pişiriy, bir çuval duz koyiy. Gelen bir gaşık alan geçiliy. Padişah diy ki: —Allah Allah, bu yemek güzel olacaktı. Padişah bir gaşık aliy, bahiy duzundan yinmiy. —Alın bunu soğan soymaya atın, diy, yimehhaneye soğan soysunlar. Bir gün padişah emir vermiş askerlere, —Duyduk duymadık dimeyin, soğan ekmek yimeyin, bu gece lambaları yananın başı cellad olacak. Üçüncü bacı diy ki: —Beni padişah alsa, bir altın saçlı, bir sırma saçlı doğururum, diy. Bunu duyan asker gidiy, söyliy. — Ne din asker? Diy. —Padişahım, diy, filan yerde gız var, diy. Beni padişah alsa, diy, bir altın saçlı bir sırma saçlı doğururum, diy. Asker, gadınlardan gızı istemeye gidiyler. Gene kırk gün kırk gece düğün çalınıy, düğün bitiy. Gel oliy, git oliy, gadın hamile galiy, bunun iki bacıları kıskaniy. Kadının günü geliy, doğuriy, ebeyi getiriyler, iki bacı da geliy, gadını doğum ettiriyler. Bu iki bacı bahiy, bir altın saçlı bir sırma saçlı, bir gız bir oğlan. Bunu deyzeleri aliy, çocuğu alıp gaçıriyler, bir gayığa goyiyler, suya bırahiyler. Gidiy, gidiy, gayık bir kenara dayaniy. Orda bir adam çalışiy, o adamın da çocukları olmuymiş. Bahıy ki bebek sesi geliy, gayığın içinde bebek var. Alıy adam eve götüriy, bebekleri eve ulaşiy. Avrada bağıriy, —Garı, garı, diy. Bahıy ki avradı, bebek gucağında, garısı diy ki, —Bu bebek nerden? Goca da diy ki: —Ben bebekleri gayığın içinde buldum, diy. Bu çocuklar büyüy, sohakta oynayan çocuklar, —Bu senin anan baban del, diyler. Bu çocuklar büyüy, anasına babasına diy ki: —Sen benim anam babam del misin? Diyler. Babası diy ki: —Seni gayıkta bulduk, büyüttük, ettik, diy. Çocuklar diy —Biz anamızı bubamızı bulcayık, diy. Çocukların her biri bir beygire binip gidiyler. Memleket memleket geziyler anasını bubasını… Karşılarına bir adam çıhıy. —Ne geziysiniz oğlum? Diy. —Anamdan bubamı gezik, diy. O adam da büyücümüş, yimek yapıy ediy, yiyler ediyler. Gene çocuk beygirlere biniy, gidiyler. Büyücü çocukların saçından bir tel aliy, büyü yapıy ama çocuklara ulaşmiy. Az buz getmiy, vardıkları yerde duriyler, oraya çadır guriyler. Bahıy ki teyzeleri, —Bu çocuklar kim? Diy. Sarayın önünde gömülü bir gadın var, gelen tükürüy, giden tükürüy. Padişah bunları yimeğe çağıriy. Çocuklar giderken, —Bu gadın kim? Diy. Askerler, —Cezalı, diyler. Padişah diy ki çocuklara, —Buyurun, yimek yiyin, diy. Çocuklar ilkin, —Benim köpeğim yirse yirim, diy. Köpeğe veriyler. Köpek yimeği yimiy. Genle de yimiy. Çocyuklar çadırlarına geri gidiy. Geri bir gün padişah uşakları yimeğe çağıriy. Çocuklar gidiy. Gene padişah soriy, —Siz kimsiniz? Diy. Çocuklar diy ki, —Biz anamızı bubamızı gezik, diy. Biz uzak yerlerden geldik, diy. Çocuklar diy ki, biz anamızı bubamızı bulmaya memleket memleket gezdik. O zaman padişah anliy, ebeyi ve deyzeleri çağıriy. Ebeye diy ki: —Benim çocukları biri altın saçlı biri sırma saçlı olacaktı, diy. Niye beyle didiniz? Diy. Deyzeleri didi ki: — Çocukları öldü diye gösterdik, diy. Deyzalarından ebelerine ceza veriy, kelleleri yoh oliy. Çocuklar anasına bubasına kavuşiy.   * halleden: Kazandan
Çakal
Ege Bölgesi
Muğla
Şindi bi çakal garnı acıkmış, gidiyomuş. Demiş gi, önden bi goyun gelmiş. - Goyun, goyun demiş ben seni yiycem demiş. Goyun demiş: - Benim kınam va. Ha ben demiş kınam va, oyunum va demiş çakala. - Görem demiş oyluna. Goyun geçiyo çakalın önune iki ara zıplıyo. Uş ara zıplıyo. Öle öle gurtuluyo, gaçiyo. Yinmekten gurtuluyo, gaçiyo tekrar. Bi da yürurke, bi da dana gelmiş, sığır yani. - Dana demiş, ben seni yiycem demiş. - Beni demiş kınam va demiş. - Bakim kınan nerde demiş. - Geç arkama demiş. Çakalın yuzune afedersin bi pisliyo. Ondan da gaçip gurtuluyo netice. Önune bi geçi gelmiş. O geçiye demiş: - Ben seni yiycem demiş. Aç hayvan ne yapsın? Ölcek gari. - Benim demiş duğmelerim var demiş. - Bakem demiş. - Arkama geş demiş. Nese, çakal arkasına geçince başlıyo bu, ora bura şe etmiye tabi. Keçinin afedersiz pislik, boku böle topan topan*. Keçi de gaçıp gurtuluyo. Ordan önünden bir tay geliyo. Hayvan yani, at yavrusu. Tayı diyo ki: - Ben seni yiycem diyoru. - Nası yiycen sen beni? diyoru. Benim çiftem var diyoru. - Bakam çiftene. -Geç arkama diyoru. Bi dene vuruyoru çakala. Haydi bakalım derenin içine. Derenin içine gidince çakalın aklı başına geliyo. Diyo ki, kendi kendine soruyo gari. Elini yuzunü yıkamış. - Ule, demiş. Bi goyun buldun demiş. Ye doydun demiş. Ne apcan bilmem ne kınayı, şeyi, oyunu demiş. Ondan sora, demiş, bi şe geldi, dana geldi. Napcan? demiş kınayı. Düğün mü edcen? demiş. Gendi gendine sölüyo. Ondan sora, önunden bi geçi geldi. Geçiyi yi de geçiver diyo. Kendi kendine soruyo. Düğme alıyık da diyoru, yakaya mı dakcan? diyoru. Efendim en son diyoru, bi tay geldi ordan. Ye de kayı ver diyoru kendi kendine. Yani çifteyi alıpda dağya ava mı gidiyodun? Kendi kendine sorne soruyo bunu tabi. O orda kalmış, gitmiş gari. *topan: Topak 
[Tilki ve Yılan]
Ege Bölgesi
Muğla
Şindi tilkinen yılan arkıdaş olmuş. Bi bağa girmişler. Bağda yemişle, yemişle. Goymuşlar, kakmış yola devam etmişler. Giderke bi deriye rastlamışlar. Dere de çay dorupduru. Çay, çay beriden öte çay varmış. - E hindi ne hal na geçelim? Dikli demiş ki: - Benim boynuma dolan. Dolan boynuma. Dolanmış. Tilki vurmuş çaya. Giderke; - Çayın ortasında dur bakalım demiş yılan. Ben, seni sokup öldürücen. - Ule, arkıdaş ben bu kadar arkıdeşlik yaptık. Böle olur mu? Arkıdeşlik yapdık bunca zamandan beri. Yapma mapma. - Ya öldürcem demiş. - Tamam öldür, emme ben kınalı gözlerinden öpücem senin. - Buyur demiş. Yılan boynunu uzatıvermiş, öle kıtırt, kellesini kırmış. Atmış. Ora geşmiş, ötegiye. Çaydan ötegiy geşmiş. Eri böle arkıdaş istemem. Ben böle arkıdaş isterim demiş, ölüsünü uzatmış.
Hıyarcık Kızı
Ege Bölgesi
Kütahya
                                       HIYARCIK KIZI             Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, develer tellal iken pireler berber iken ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken uzak bir ülkede bir Beyoğlu yaşarmış. Bu Beyoğlu çok zenginmiş, iyi bir insanmış. Bir gün Beyoğlu hastalanmış, yataklara düşmüş. Tabipler gelmiş derdine çare bulamamış, uzak bir ülkeden bir dede gelmiş. — Oğlum demiş, — Ben sana üç tane hıyar vereceğim, bunları al git dağın birinde kes demiş. Beyoğlu kabul etmiş, adamları da yanına alarak dağın tepesine gitmişler. Orada hıyarın bir tanesini kesmiş, dünyalar güzeli bir tane kız meydana gelmiş. Bu kız su istemiş ama Beyoğlu nereden bilsin su isteyeceğini. Su yokmuş, kız da kuş olup uçmuş gitmiş. Neyse biraz ileriye gitmişler, öbür hıyarı da kesmiş, içinden yine aynı çok güzel bir tane kız çıkmış. Bu kız da su istemiş ama bu sefer suyu varmış, suyu vermiş, içmiş. — Kız, Ben ekmek de isterim demiş ama ekmek yok bu sefer de. Kız yine kuş olmuş uçmuş gitmiş. Neyse ileri gitmişler ve orada da artık gölün kenarına oturmuşlar. O hıyarı da orada kesmiş Beyoğlu. İçinden yine dünyalar güzeli bir tane kız çıkmış. — Ben su isterim demiş, suyu vermiş. — Ben ekmek isterim demiş, ekmeği de vermiş. Kız bunları yemiş içmiş. Sonra Beyoğlu demiş ki — Ben ülkeme gideyim, sana güzelce kıyafetler getireyim, seni ben alıp gideyim demiş. Neyse kız — Tamam olur demiş. Sen, o ağacın tepesine çık, orada beni bekle demiş. Beyoğlu — Tamam demiş, Beyoğlu adamlarını almış ve çekmiş gitmiş. Kız orada beklerken bir tane Arap kızı gelmiş. Çeşmeden su doldurmak için… Bakmış orada kendi gölgesini görmüş, — Ya demiş, ben ne kadar güzelmişim böyle! Sonra kendi kendine böyle söylenirken kafasını kaldırıp baksa ki yukarıda dünyalar güzeli bir kız var. — Kardeş  demiş,  sen in misin cin misin? demiş. Ne arıyorsun sen burada? demiş. O da — Ne inim ne cinim demiş, senin gibi bir ademim, ben geldim buraya oturdum demiş. Beyoğlu gelecek, beni götürcek demiş. — Yanına gelebilir miyim’’ demiş, o da ‘‘Gel’’ demiş, o da çıkmış oturmuş. Sonra başlamışlar konuşmaya. — Kardeş temiz senin tılsımın nerede  demiş, o da demiş ki — Saçlarımın arasında toplu ucu kadar küçük bir tılsımım var, o çekilirse ben kuş olur uçar giderim’’ demiş. Neyse Arap kızı yanına çıkmış. — Kardeş demiş, ben galiba bitlendim, saçıma bakar mısın? demiş. Kıza saçına baktırmış sonra o da Hıyarcık kızın saçına bakmış. Oradaki tılsımı bulmuş ve tılsımı çekmiş ve kız da kuş olmuş, uçmuş gitmiş. Arap kızı orada başlamış oturmaya. Oturmuş oturmuş…   Beyoğlu gelmiş adamlarıyla. Bakmış ki karşısındaki kız bıraktığı kız gibi değil, çirkin, gara bir şey. Ne yapsın, sözünden dönemeyecek de, — Ne oldu sana böyle?  demiş. O da, — Sen beni bıraktın gittin, güneşin sıcağında ben böyle yandım işte, simsiyah oldum demiş. Artık sözünden dönemeyeceği gibi Beyoğlu da kızı almış, giydirmiş ve almış gitmiş. Sonra ülkesine dönmüşler, ülkesinde kırk gün kırk gece düğün yapmışlar. Bunlar artık mutlu bir şekilde yaşamaya başlamışlar. Bunların bir de arka bahçelerinde gülleri varmış, o kadar çok gülleri varmış ki bir tane kuş gelir o güllere konar: — Arap kızı uyusun uyusun büyüsün, katranlara bürünsün inşallah  der, uçar gidermiş. Hep bunu bu şekilde söylermiş. — Arap kızı uyusun uyusun büyüsün, katranlara boyansın… Bunu bir gün bahçıvanı duymuş Beyoğlu’nun. Beyoğlu’na gelmiş, anlatırken Arap kızı da duymuş. Ne yapsın, ne etsin bu arada da hamile kalmış Arap kızı. — Bana buraya gelen kuşu yakalat ve onun kalbinin yiyeceğim ben demiş. Yapma etme dedilerse de dinlememiş. Neyse o kuşu yakalatmış, kesmişler, yüreğini yemiş ama kestikleri yerde, akan kandan koskocaman bir tane kavak meydana gelmiş. Bu kavak o kadar güzelmiş, o kadar büyükmüş ki kız yine bir şey olicek zannederek hamile olduğu için ondan bir beşik yapmasını istemiş. — Bana beşik yaptır demiş. Beyoğlu yalvarmış — Ben sana altından beşikler getirteyim, en güzel yerlerden beşikler alayım. Yok Arap kızı dinlememiş ve o beşiği yapmışlar. Orada kalan parçaları ninenin bir tanesi almış evine götürmüş, ocaklığa koymuş. Ocaklıkta saklamaya başlamış, çırasını, dallarını nerede varsa onları yakacakmış kışın. Neyse nine çalışıyormuş bahçesinde, tarlasında. Nine gittikten sonra kız çıralıktan çıkar, silkinip dünyalar güzeli bir kız olurmuş. Hıyarcık kızı bütün evleri toplar, siler süpürür, tekrar nine geleceğine yakın ocaklığa girermiş. Nine gelir bakar, çok güzel görürmüş evini. Yani kim yapmış bunu, nasıl olmuş bu böyle… Bir gün böyle, üç gün böyle, beş gün böyle… Nine — Ben en iyisi saklanayım, bakalım kim yapıyor diye merak etmiş. Merdivenin altına saklanmış, başlamış beklemeye. Beklerken kız yine çıkmış ocaklıktan evleri silmiş süpürmüş, tam süpürgeyi merdivenden aşağı atacakken çöplüklerini atacakken nine oradan çıkmış — Kızım sen ne arıyorsun, in misin cin misin? demiş. Kız da — Ben ne inim ne cinim nineciğim ben de senin gibi bir ademim demiş, — Ben burada yalnızım, sana yardım etmek istiyorum demiş. O da — Kızım ben yalnızım gel bana yardım et sen, kal beraber yaşar gideriz demiş. Neyse günler günleri, aylar ayları kovalamış. Bu ara da Arap kızı hamileydi ya  bebeği olmuş ve tellallarla etrafa haber yollamış. Bebeğine yorgan diktirmek istiyormuş. Nine bunu duymuş, eve gelmiş Hıyarcık kızına söylemiş. Hıyarcık kız da — Gidelim ninem, hadi gidelim hemen gidelim demiş, gitmişler beraber. Beyoğlu’nun sarayına gelmişler, orada herkes varmış, bütün herkes gelmiş. Kız iğneyi ipe takmış incilere seslenmiş: — İnciler dizilin ipe dizilin diye söylemiş, Bu arada bütün inciler ipe dizilmişler. Yorganı yere sermiş — İnciler yorgana dikilin, dikilin diye seslenmiş, bütün inciler şekil vererek yorgana dizilmiş, dikilmişler. Çok güzel yorgan olmuş. Tabii ki bunun methini Beyoğlu duymuş. Yanına huzuruna çağırtmış Hıyarcık kızını. Hıyarcık kızına sormuş — Nasıl yaptın bunu, nasıl yapabiliyorsun? Hıyarcı kızı başlamış anlatmaya başından gelenleri. — Ben bir Hıyarcık kızıydım,  Arap kızı geldi bana böyle yaptı sonra beni başımdan kestirdi, kuştum benim yüreğimi yedi. Başından ne geçtiyse bunları anlatmış.  Beyoğlu o zaman tutmuş Arap kızını çağırmış. — Sana demiş kırk satır mı vereyim, kırk katır mı? Kız da demiş ki: — Ben kırk satır istemem, kırk katırı ver. Kırk katır üzerine bindirmiş ve onu göndermiş sonra da Hıyarcık kızıyla evlenmiş, mutlu sona ermişler. (KK: Fadime Şen, Gaybiefendi Mahallesi  / Merkez- Kütahya, 1967 doğumlu, ilkokul mezunu, ev hanımı Kütahya’da yaşıyor ve masalı ananesinden dinlemiş)
[Keloğlan]
Ege Bölgesi
Muğla
Keloğlanın bubası çifte gitmiş. Çifte gidince keloğlan da yimek götürünce tarlanın başına varınca dimiş ki: - Baba ben demiş, nerden geliyin? demiş. - Olum demiş, tarlamızın gıyından gıyından gel demiş çocuğa babası. Çocuk gari yemen gıyından gıyından yimiye başlamış. Ertesi gün, gine gitmiş tarlanın başına. Gine gelmiş. Adam çif sürüpdurumuş. Olan yine barmış: - Baba nerden geliyin? demiş. - Olum, tarlamızın orta orta yerinden gel, demiş. Gıyından gel desem, yemeğen gıyından yedin  demiş. Bu yol ortasından gel, demiş. Ortasından gel diyince, çocuk da başlamış ortasından yemiye. Ortasından yemiş o gün. Ertesi gün, bunun bubası gine gitmiş çifte. Çifte gidince demiş ki: - Buba buba tarlanın neresinden geliyin? demiş. - Olum, demiş, neresinden gelirsen gel. Bana sorma gayri, demiş. Zaten yimek galmamış. Yimek galmayınca gadar, bu bir yağmur yağmış. Yağmış yağmur. Yağınca, çocuk mantarın içine girmiş. Mantarın içine girince gadar da babası da yağmır yağdı diye öküzleri çifte goymuş. Çifte goyunca, vamış efendimecazım, o çocu öküzler yemiş. - Olum, kelolan, olum kelolan demiye başlamış bubası. Halbüsi ki, o mantarın içinde çocu. Öküz yimiş. O ya öküzün garnında; - Baba diye, öküzün garnında gari demiş, çocu demiş. Öküzün garnından demiş. - Öküzü mü kessem. Anlamış gari ses gelince öküzün garnından. Öküzü tutmuş adam, bıçan altına yatırmış kesiyin diye. Kesiyin diye yatırmış. Kesiyin diye yatırınca, kesmiş herhal. Kesmiş, çıkmış. Onan sora, gitmiş çocuk. Bi tane gaçiyoru. İneg içiyoru, suya gaçiyoru suya gaçinca, ondan soracazım, yandı, bitti demiş. Kül oldu demiş. -İneg de nere gitti? demiş. Öküz de nere gitti? demiş. Benim kelolan gine gitmiş. - Baba bordayım diye gine bi yerde bağırmış. Aram gine bi yerde bağırınca; - Bu nere gitti, bu nere gitti? Gari bubası - İne işdi. Dağa düşdü demiş. Yandı, bitti kül oldu, demiş. Kelolan öle demiş. Çocuk, yanmış, bitmiş, kül olmuş.
Hırbil
Ege Bölgesi
Muğla
Domuz dağda gezekene ayıya denk gelmiş. - Arkadaş olalım beraba demiş. Gitmişle gezekene bi çakala denk gelmiş. Çakal: - Garnımı doyurceniz mi? demiş. Domuz: - Arkadeş olalım mı? demiş. Çakal: - Olalım, demiş.  Orda davşana denk geliyola. Davşanla da arkadeş olmuşla. Eee durmuşla bi yere bi çeşmenin başına vamışla. Garınları acıkmış. - Ule arkadeş! Bir iki bişele yesek. - Ne yecez? Donuz demiş. Toprak garışdırıyo ya! - Ben patatis gezen gelen, demiş tarladan. Orda görünüp durumuş. Patatis aramaya gitmiş. Ayı da bal keserimiş o. Orada govanlıkları bilip durun. - Ben de bal kesen gelen, demiş.  Govanın birini bi hurmuş. O bal kesmiş. Davşan: -Ben buyday biçen gelen, demiş.  Çakal: -Ben bi dene oğlak duten gelen demiş. Herkes vazifesine dağılmışla. Herkes vazifesini yapmışla. Buydaydan ekmek yapmışla. Eti bişirmişle. Bal gomuşla oraya. Patetis bişirmişle. Ohooooo konforlu bi yemek yapmışla çeşmenin başında. Tam yemeğe başlamışlamış hırrrrr hırrrrr hırrrrrrr hırrrrrrrr davşan bilip durumuş. Öbürlerin habarı yokmuş. Davşan demiş onlara: - Hırbil* gelikgeli, demiş gaçalım. - Hırbil ne ya! - Len bizi gelirse paramparça ede. Dinle de bak, demiş. - Hırrrrr hırrrrrr o hırlaken de hırlayan kedi. Kedi hırlayo ya. Onun adı hırbil. Ötekile de böyük bişe zannetmiş. Gaçalım sinelim. Tam yemeğe başlamışlar. - Nereye gidelim? Donuz demiş, -Ben çemenin yanındaki gavan dibine sincem. Geşmiş üsdünü örtmüş. O gizlenmiş. Ayı da ağacın başına çıkmış. Gavan başına. Çakal, orda börtlen çalısı varımış onun içine sinmiş. davşan, bi mevsim çalısı varımış oraya gizlenmiş. Zofra meydanda galmış. - Sinerin demiş, onla geşdikten sonra kalka da yerin demiş. Yatmışla. Senin hırbil sallanmış gelmiş. Ölee de acıkmış. Höle buharlanıp durumuş yemek tazece bişmişde. Acıkmışımış. Varıvemiş zofraya. Bi etden ye bi undan ye üstüne de balı yemiş artık. Garnı olmuş kocaman. Bi de su içen demiş, çeşmeye vamış. Bi de su işmiş. Senin ki tuvalete gidesi gelmiş gari. Olanını yemiş ya. Yere eşede sıça ya kedi. Vamış gavan dibine. Hora abdesimi yapan diye bakıpdurumuş. Tam eşce yere bakmışmış. Bamak gada fırrrk pırt fırrrrk pırt sallanıp durumuş. Yürkündü olmuş bu ne acaba deye kedi. - Bi yoklayen bakem, demiş. Höle pençesini bi vurmuşumuş. Donuzun burnuna gavak dalları gelmiş de oyumuş sallanıbatan. Donuzuzun burnu paramparça olmuş. Donuz o acıynan kalkış kalkmış da Allah hırbilin korkusundan ağacın başına galgımış. Ağacın başına korkusundan. Dırmanmış çıkmış. Ayı orda çıkıp batırı ya. - Beni yimeye gelikgeli deye, goyvemiş dibine. Ayanın biri de gırılmış. Apar topar hade getmiş. Undan da korkmuş. Gittiği yerde korkusundan börtlen çalısının içine tüymüş gari koruynan. Len çakal hırbil gelip duru deye korkuynan çakal mevsim çalısının içine atlamış. Mevsim çalısının içinden kalkıvemiş goca gulaklı bi şe. O da aşşa. Hırbil orda garnını doyumuş ama burnundan gelmiş yediği yemek. O da gaşmış gitmiş. Ora gaçanla aşada toplanmışla. Ayının ayanın biri gırık. - Ule ayı gardeş noldu? - Ayam gitti, demiş. Gavan başında goyvedim aşşa. Doru geldim, demiş. Donuzun burnu gıpgırrmızı gan. - Donuz gardeş senin burnun noldu? - Ulen demiş, orda bildi beni yerin altında. Bi pençe furdu. Burnumu sıyırdı aldı, demiş. Çakal: - Ule sizden sonra bene nasıl tüydü, demiş. - Davşan sen nasıl oldun? Üstünden tüy gopmuş. - Belimin üstüne atladı benim, demiş. - Len ne gadan gurnaz biriymiş bu hırbil. Bizim hepimizi sinlendi de nasıl bildi bizi ya, demiş. Bela bu, demiş. O gadan yemeği yemiş. Hepsini de korkutmuş. Bi goca felaket gelmiş başlarına. *Hırbil: Kedi
[Tembel]
Ege Bölgesi
Muğla
Bi dene denbel varımış Köyün denbeli. Çalışmazımış. Bu güne orda yarına orda gidiyo gonu gomşunun evinde yemek yiyo. Ertesi günü başka yerde yiyo yemeği. Çalışmazımış o. Bi gün birinin yanına gidiyoru. Orda yeyoru. Köylü de bıkmış bu denbelden. Âlem çalışıyoru çalışıyoru. O gadan canı çıkıyoru. Garnını zor doyuruyoru. O çalışmayoru bu gün benim evde yeyoru. Ertesi gün başkasının evinde. Öle yaşıyoru. O zaman padişah va ya. Padişaha demişler: - Padişahım! Bizim köyde bi denbel var. Hiş çalışmayo bizim çalışdığımızı yeyo bu. Bi gün orda. Bi gün burada. Bunun bi çaresi vasa bak demiş. Biz bu denbeli mi beslepdurcez demiş. - E tamam demiş padişah. Şimdi cebinin birine daş doldurmuş. Birine de bi cep altın doldurmuş. Onu zebeblendiren demiş. - Denbele gel baken demiş. Beni takip et. Uzun bi yol varımış. Yani devamlı bi yol. Yola çıkmışla. - Beni takip et demiş. Ben arkama ne atdıysam alıcesin demiş denbele. - Tamam. İlk önce daşları atmış padişah. Bi atıyoru yere. Denbel bi goşuyo ki daş. Almeyo. Acık gidiyo bi daha atıyo padişah daşı. Denbel bi goşuyo gene daş. Almeyo. Acık gitmiş bi daha. - Aaa bu benlen eğlenipduru. Bi daha bakman zaten. Padişah şimdi altın atmaya başlayoru. Öte başa yolun öyesine çıkıncaya gadan bi cep altını atmış. - Topladın mı attıkla mı demiş? -- Ya bi sefer baktım da üçüncüsünde daş çıkınca bi daha bakmadım. - Hay Allah cezanı vemesin demiş. Len ben bi cep altın attım ya. - Evelde daş atıvarısın bene eğleniyo deye ben de bakmadım bi daha. -Hadi bunu da gaybetti ya sana başka türlü avanta verem ben demiş. - Nolcek? - Hadi ge bakam benim ardıma demiş. Gemiş, mazayı aşmış. Altın yığılıpduruymuş böle. Bi tene de kürek daylışmış. - Ta küreği alcesin. Bu altına bi furcesin küre. Bi kaldırcesin ne gadan durdurabilirsen küreğinin üstünde. Senin olcek. Alıp gidicesin demiş. Tak hani gonu gomşuyu rahatsız etmesin. Onnan zebeblensin. Küreği gapmış eline gözü altında. Hölebi furmuş küreği. Bi kaldırmışımış. Bi tekce altın duragalmış. Denbel heycanla küreği ters vurmuş. O bi deneyi neden demiş onu da attırıvemiş. Onda da gaybetmiş denbel. Gene olmamış. - Len bi dene daha tölarans tanıyen de demiş padişah. Olduysa oldu olmadıysa olmasın demiş. - Ee nolcek? - Hadi düş bakem. Çarşının bi ucuna gelmişle. Goca çarşı gari. Dükkân, maza hep dolup duruymuş. Bi de höle yumruk gibi daş vemiş padişah yuvarlak. - Bu daşı alcesin demiş padişah bu başdan bi atıcesin demiş. Ne gada ileri düşüttürebilisen demiş. Düşdüğü yerden senden tarafda ki mazala, dükkânla hep senin olcek demiş. - Bu sefer oldu garanti gari. Daşı almış eline. - Deee demiş öte başta ki goca mazayı yakalattırısam yete bene demiş. Elini höle güzelce sallamış da bi fırlatmış daşı. Fark etmemiş önündeki mermer daşı. Önünde bi mermer dikme varımış. Daşı bi atmış. Daş dikemiye bi tosmuş da geri bi galgımış. Trank denbelin kafaya. Züp gitmiş denbel. Hiç Allah dememiş. Padişah gömün gelin bunu demiş. Köylü de gurtulmuş. Padişahta gurtulmuş.
[Emeksiz Kazanç]
Ege Bölgesi
Muğla
Adamın biri ben demiş hanımına: - Biraz ben demiş boşum. Vakit boş. Gidem dışarılara çalışem. Beş on guruş gazanen gelen demiş hanımına. Hindi yapıcek bişi yok. Buğdeyi kaldırmış gomuş ambara. Yece işceği va emme para yoğumuş. Acık orlada iş bulen de çalışen. Para gazanen gelen. Gitmiş. Gidekene yolda dinlenip durumuş. Bi tene bi topal sırtına bi davul ardınmış. Şöle ardık ardık sallanmış gelmiş. - Selameleyküm! - Aleykümselam! - Le nedeydin arkadeş. - Düğündeydim demiş topal. Ayağı acık topalımış. - Eee noldu? - Düğün bitti eve varıpbarım demiş. Sen? - Ben de orlada iş bulursam çalışcem demiş. Orlara o tarafa doğru gidipbarım. Va mı sizin orlarda iş? - Ee bulunur. Hadi gidelim. Emme davul da güzelmiş. Höle boyamışla fişek gibi. Adamın dikkati çekmiş davula. Beraz gitmişle. Davula doğru bakıpduru. - Ule arkadeş senin ayan topal demiş. Yorulmuşsun. Acık davulu ben götürüverem. Eline almış. O hızlı gidiyo. Topal geride galıyo. O gelinceye gada çalıyo. Oturuyoru. Senin bildiğin davul mu bu? Vuruvemiş. Tırın tırın ötüpdurumuş. Hindi bi daha gidiyoru. Yanaşıyoru. Yakınlaşıyoru bi daha. Bi daha gidiyoru. Gine topal geride galıyoru. O gelinceye gada bi daha çalıyoru. Üçüncü de yol viraşlı yere gelmiş. Bakmış topal ta gerideymiş daha. - Aaaaaa topalı mı bekleyem ben demiş. Davulu aldığınan çekmiş de aşıvemiş başka yola. Ayrılmış gitmiş. Bi derenin içinden bi yol gidip duruymuş. Getmiş dere boyuna. O davulu vemecek gari. Yani şuuru bozulmuş adamın. Davul güzelmiş. Bırancık davul deye. Gitmiş. Giderkene akşam yakınlamış. Derenin içinden giderkene giderkene çay akıp duruymuş. Gide gide gide gürr gürrr gürrr bi dam varımış. Bakmışımış değirmenci. Değirmen damı varımış orda. Derenin içinden un öğüdüyomuş suyunan. - Selamaleyküm! - Aleykümselam! Değirmenci değirmenin başına oturmuş un öğüdüp duruymuş. - Nerdeydin arkadeş? - Ben düğündeydim demiş. Ben davulu çaldım maldım deye açıklamamış gari. Çalma davul va ya sırtında. - Düğündeydim demiş. İşte orlada bulupbarısam yapıcem demiş. İşi bitmiş değirmencinin. Değirmeni bağlamış. Durdurmuş değirmeni. Evi ta yokardaymış. Değirmenden ayrı. Demiş davılcıya: - Le arkadeş ben gidiyom hadi gidelim eve demiş. Yatam demiş. Borda olmaz. - Yo yo ben burada yatarım demiş. - Değirmen damında durulmaz. Ayı gelir burada un va demiş. Un yalayor her gün gelip de. Ayıya mayıya yedirisin kendini hadi gidelim demiş. Onun gayesi orda yatıcek de davul çalıcek sabaha gadar. - Gidiman demiş. - Le ayı gelibatı demiş. İnanmamış hani beni korksun deye deyibatır deye zandediyoru. Gitmemiş gari. - Gendin bilirsin demiş. Değirmenin sabı kalkmış eve gitmiş. Bi ara yokardaymış evi. Davılcı galmış orda. Ocakda ateş de yanıpdurumuş. Isıtdın mı çok güzel öte davıl. Ateşe dutmuş höle. Tırın tırın furmuş davılı. Ehhhh çaldıkça çalası gelmiş. Basmış davıla. - Nolu bakam? Nolu bakam? Biraz çalmış. Uykusu gelmiş. Varam uyuyem demiş. Davılı başının altına gomuş çala malala deye. Yatmış da höle uyuvemişimiş. Kapı takırt açılmış. Höle bakmışımış. Höle goca ayı goşmuş da girivemiş. Bi bağırmış ün etmiş. Ün edesiye ayı kapıdan çıkan deye kapıya vurunca kapı bi kapanmış. Mandala va yukada. Mandala da geşmiş mi. Ayı da çıkamamış. Nere giden? Korkusuna ayı benim gıyıma gelmesin deye başlamış davulu hurmaya adam. Tan tan! Tan tan! Züm züm! Ayı bi öte gaçamış gaşcek yer yok. Bi hu tarafa gaçıyomuş gidicek yer yok. Hur bakalım. Hur bakalım. Ayı tava gelivemiş az sonra. Başlamış mı oynamaya. İki ayağının üstüne böle oynarımış. Bakalım demiş baya gönlü olup gide ayının. Hur! Hur! Hur! Sabah olmuş. Yokarı köyden ora bazara geçen olmuş erkenden iki üç dene hayvanınan. Değirmenin garşısına geçivemiş yol. Dinlenmişimiş. Değirmen damının içi davul sesinnen ortalık alıp verip duruymuş. - Ule düğün mü olubatı burada demiş? Bakalım bunda bişe va. Hayvanları dakıvemiş oraya çalıya. - Varalım bakalım değirmenin içinde davıl çalınıpbatı. Neyin nesi bu? Vamış. kapıyı açıvemiş. Len gardeş ayı çıkdığınnan burnuna bi gidiş gitmiş. Herifle korkusuna kimi höle yıkılmış. Ayı hepsini yıkmış gaşmış. Senin davılcı: - Sizi ben padişaha sölecen. Hepinizi idam ettircem demiş. - Neden? Padişah verdiydi bene ayıyı demiş. - Ayıyı öğredive dedi de gücüle öğrenip gidedi demiş. -Eeeeeee! -Ayıyı gaçırdınız demiş. Ben sölerin demiş. Hindi benden cezasını alıla. - Le tek deyveme arkadeş. Ne gada para varısa üzerimizde verelim de sen bizi deyverme. Bazarı da vazgeşdik. Ne gada cüzdanda para varısa atıvemişle adamın önüne. Oooooo hurmuş furgununu gari. Adamla minivediğinnen hayvanlara geri eve gelegomuşla. - Le ne zaman bazara gittiniz geldiniz? - Biz bazara bile vamadık demiş. - Noldu? - Böle böle oldu. Başımıza bu iş geldi. Orda değirmen damında davul çalıpduru. Vadık ayıya öğredipbatırımış. Biz de gaçırdık. Üzerimizdeki parayı da vedik demiş. Padişah vemişimiş ayıyı. Döndük geldik. Sora senin davılcı haaaaaaa bu davılda keramet va deye aldığınnan başka muhite gidiyoru. Orda da bi köye varıyoru. Yemiş işmiş. Orda bi daha başka yere gideken bi ovaya denk gelmiş. Senin adamın gayesi tene yerde kendini dutup da davul çalcek. Yani o gada hoşlanıyo davuldan. Vamış orda bi ovanın ortasında bina varımış. Girmiş. Bina boşceymiş. Binanın içine girmiş biraz çalmış davılı. - Hindi buraya gelen giden olu belki demiş. Tavana çıkan ben yukarı demiş. Tavana çıkmış. Oraya yatmış. Baya uyumuşumuş. Kapı tıkır açılmış. Hani budak deliği vamış. Ordan gözlemiş. Anam bi dene gadın arkadeş bi zofra yemek almış gelmiş. Gomuş çıkmış gitmiş. Gaybolmuş. Adam acıkmışımış. Varagomuş yimiş o gittikden sonra. Garnını doyurmuş. Tekra yatağına çıkmış. Sonra ardına takrak takrak takrak takrak bi at. Hadeeeee bi heybe ırakı. Bi demiş bi adam gündüzden anlaşmışla bi gadınnan. Ora zofranın başına şişeleri aşmışla. İşmeye başlamışla. - Sen benim nereme yanıvadın demiş adam? Gadın deyoru: - Sen benim nereme alcek oldun deyoru? - Hani filaman zaman suya gidelim haden deyip de demiş golana bilezikleri dakıpda cıngır cıngır gidişine, o zaman yanıvedim ben sana demiş. Adam demiş: - Sen bana nede yanıvadın demiş. - Hani filaman zamanda içip içipde huuuuur davulcu hur dediğine yanıvedim deyomuş. Senin yokarda bene deyo deye vuragosun davulu. Yokarı küm küm küm herif bi hurmuş. Kapı mapı yıkılmış. Çıkdığınnan gaşmış. At da galmış orda. Bi heybe ırakı. Ganimet geldi demiş. Heybeyi attığınnan ata mindiğinnen, davılı da asdığınnan doru evine gari gelegomuş. Para çok. Bi heybe ırakı, altında at. - Allah allaaaaa le nerde buldun sen? - Gazandım demiş işte. Biraz para sahibi olmuş. At sahibi olmuş. Atı dakmış gari. Bi gün bazara varem gelem gari demiş atınnan. Fors yapıcek. Körüklü cizme almış gari ayaklana. Foter şapka. Herif efendi olmuş gari. Mindiğinnen, heybeyi de artmış. Gidipbarımış. Yolda işci çalışıpbarımış. Bi yol çavuşu varımış işcilen başında. Atın gemini tutagomuş. - Dur bakalım arkadeş demiş. - Ne var le? - Bu at benimidi demiş. Sen bi günde nasıl at alırsın demiş. Ben o gadar variyet sabiyim ben bilem zor aldım atı demiş. Sen ırgat çalışan adamsın demiş. Yol çavışın oyumuş sabı. Hayvanını bilmiş. Benim benim deye tanıyıvemiş. - Çekil atın önünden demiş. İki depme vurmuş ardından. Hadi fırladığınnan gaşmış. Vememiş gari. Yol çavışıymış.
[Hoca ve Mehmet]
Ege Bölgesi
Muğla
Eveli bi gadının bi olu varımış. Olanın babası ölmüş. İki kişi galmışla evde. Bi gocagarı bi olan. Olan evlenme çağına gelmiş gari baya büyümüş. Orda bi hoca varımış. Hocanın bi gızı varımış emme yüzüne bakanın yüzleri gamaşırmış yani. Öle güzel ya. Olan da bi furulmuş gıza. Anasına demiş: - Ana! Hocanın gızını isdedi ve bene demiş. - Ya olum! Bize hoca gız vemez. - Yo yo! Belki veri demiş. Ben ona âşık oldum. Ben başkasına varmam demiş. İlle hocanın ki olcek. Çok güzelimiş yani. - Aman yarabbim! Anası gurtulamamış. Gitmiş bi dene belli başlı adamladan: - Dayı demiş bizim olandan gurtulamadım. Hocanın gızını alcek olupduru. İsdedive deyip duru. Ne dediysem olmadı demiş. - Bi gün varıve ge bakam demiş hocanın yanına. Varıveren gari demiş adam. Gitmiş isdemiş. - Allan emriynen peygamberin gavliynen senin gıza geldik arkadeş demiş. Filan adamın oğlu: - Aaaa! Olmaz olmaz demiş. Vemecem. - Len ve olan iyidir falan. İyidir emme olmecek demiş. Ne dediyse olmamış. Adam nedsin devrisi gün gelmiş. - Eee noldu arkadeş? - Olmecek dedi dikildi hoca demiş. Ne dediysek olmadı. Hay Allah çocuk bi gara tasa yüklenmiş gari. Meraklanmış olan. Gızın babası olmacek demiş. Öle galmış. Bugün öle yarın öle bir ay geşmiş. Anasını gene sıkışdırmış bi daha iste diye. - La olum bir ay önce istedik vemedi. - Belki pişman olmuşdur deye bu sefer veri deyoru. Vemediğine pişman olmuşdur. Bi daha gelile mi hesabına gatar belki demiş olan. Bi daha yoklayalım bakam demiş. Bu sefer veriveri. Sona gene anası gidiyoru adamın yanına. Bi yo daha varıve hocanın yanına demiş: - Ben gurtulamadım olandan bakıve ge bi sefe daha demiş. Herif gitmiş hocanın oraya. Selamaleyküm! -Aleküm selam. - Akideş ben evelde geldiydim bi sefe. Böle böle beni durdurmadıla. Bi sefe daha varıve ge dedile. Yine Allahın emriynen ben gıza geldim aynı olana. - Ben sene olmecek dedim arkadeş demiş. Boşa ne geliyon. - Eee olmecek mi? - Olmecek. Herif netsin dönmüş gitmiş. Gelmiş. - Nasıl oldu dayı. - Olmecek demiş boşuna bi daha gitmeyelim demiş. Olan bu gün öle yarın öle. Manaynan hasta olmuş olan. Hasta olmuş yatmış ya! Bu gün öle yarın öle. Anasına demiş: - Ana! Ben nasıl olsa ölücen. Hasta oldum ben. Hindi hocayı çağır ge de bi yo okuvesin beni demiş. Hocaya bazen ölüp gidenlere hasta olanlara okudurlar ya. - Bi okuduve bana demiş. Anası gidiyoru gari. Hani gızını istediği hoca va ya. Onun yanına gidiyoru. Varıyo. - Hoca! Hoca! Benim olan çok hasta oldu ölüp gide. Bi yo okuve gel de demiş. -Okuvaren demiş hoca. Gelmiş. Geçmiş olsun olum. Olan yatan içinde yatıp durumuş. - Okuva bakan hoca demiş. Böle böle çok hastayım. Başucuna oturmuş. Olana okuverip duruymuş gari. Esneyip esneyip okurmuş. - Ana! Ana! Demiş olan ölüverisem demiş benim satımı hocaya verceksin demiş. Çocuğun adı da memedimiş. - Söle azı ballı Memedim söle demiş. Acık daha okumuş. - Ana! Ölürsem gırmamı da veripdurun. Gırma asılıymış orda da. Hemen hoca hastanın üstüne gapanmış. Okumayı sıklaşdırmış gari. - Söle azı ballı memedim söle deyip okumaya başlamış. - Ana! Ana! Ölüverisem ıradıyomu da verin demiş hocaya. - Söle azı ballı Memedim deye okuyupduruymuş. En sonunda demiş: - Ana! Ölmeyiverisem hocanın gızına vallaha da alcem billaha da alcem demiş. - Ört örtün üstünü dediğini goduğunu bilmedi bu demiş hoca. Hocanın işine gelmemiş gari
DİLKİYİNEN KELOĞLAN MASALI
İç Anadolu Bölgesi
Yozgat
Bi var ımış, bi yoğ umuş. Bi Keloğlan’ınan bir patişah var ımış. Bi de Dilki Paşa var ımış. Dilki Paşa Keloğlan’ı everecamiş. Patişan yanına varmış. Patişah demiş ki: — Get! Ben gızımı o kele mi verecam, gızımı vermem. Ordan sonra Dilki Paşa guyruğunu sallıya sallıya gelmiş. Guyruğunu sallarken bi verepde*yatıyomuş orayı eşinirken bi altın çıhmış. Dilki Paşa demiş ki: — Get! Ben patişan yanına varıyım, bi çinik*isdeyim. Oruya varmış, binek daşına oturmuş. Patişah demiş ki cariyesine: — Gidin! Dilki Paşa geldi, ne isdiyo? Varmış cariyesi demiş ki: —Ne isdiyon? Dilki Paşa: — Böyle böyle...Altın buldum, altın ölçecam. Çina geldim. Ordan sonra bunu vermiş. Eve gelmiş, o tek şeyi yapışdırmış çiniğin gotüne*, giri gotürmüş. Ondan sonra gine varmış, binek daşına oturmuş. Padişah gine dimiş cariyesine: — Gidin, bahın! Bu neye geldi? Ondan sonacama… Cariye: — Neye geldin? Dilki Paşa: — Böyle böyle… Çiniği getirdim. Eve varmış cariyesi, dimiş ki patişa: — Böyle böyle… Çiniğin gotünde altın var. Padişah: — Essah! Bu zengin. Ondan sona, ik’un sona gine varmış Keloğlan’ın yanına. Keloğlan öyle gaşıyomuş gafasını gozünü. Demiş ki: — Sahın ha, patişan yanına varıncı gaşınma! Yemek getirinci gaşığın guccüğünü al. Ondan sona, terbiyeli yi. Keloğlan: — Tamam, demiş. Bu oruya varıyo, oturuyo. Bunu alıyolar, içeri goyolar. -İpti*eve bile gomuyolar ıdı. Gapıya bile gomuyolar ıdı. Bu… Alıyolar hemen cariyeler, oturduyolar. Ondan sonra… Dilki Paşa diyor ki: — Böyle böyle… Gızına Allah’an emriyinen, peygamberin gavliyinen dunürüm. Padişah: — Kime? — Keloğlan’a… Patişah diyo ki: — Verdim, getdi! Buna bi yemek hazırlıyo ki!.. Ondan sona bu dilki guyruğunu sallıyo…Keloğlan öyle gaşınıyo. Dilki guyruğunu sallıyo… Varıyo, gaşığın böyüğünü alıyo, varıyo ekman böyüğünü alıyo. Ondan sona bu sözünü alıyo gızın. Gızın sözünü alıyo, bunu deriye getiriyo. Buna guyruğuyunan bi zopa çalıyo, bi zopa çalıyo!. Padişah diyor ki: — Vay sen gaşınıyon. Ondan sona geliyolar bunlar, gırh gunüz, gırh gece duğün ediyolar. Şindi… Dilki geliyo, bi sığırcıya rastlıyo. Patişah gelecek ya, gezecek ya. Padişah: — Bu sığır*kimin? — Dilki Paşa’nın,diyorlar. — Bu motor*kimin? — Dilki Paşa’nın, diyorlar. Tarlayı tumu tüm alayına söylüyo. Ondan sona cariyeyinen geliyo patişah. Patişah geliyo, diyor ki: — Şu sığır kimin? — Dilki Paşa’nın, diyorlar. — Şu kimin? — Filanın. Tüm alayını soruyo Padişah ve diyor ki: — Ula! Zengin imiş, gorüyon mu! Bunlar duğünü ediyolar, gelini alıyo, getiriyo. Dilki diyor ki: — Dur, ben yalandan bi hasdalanıyım. Bana bahacahlar mı? Ondan sona hasdalanıyo, masıs- sobanın dibine guyruğunu çalıyo, yatıyo. Bi de Keloğlan geliyo. Garısı diyo ki: — Böyle böyle… Dilki Paşa hasdalandı. Bunu bi dohdura gotürek. O da diyo ki: — Sikdir! Neyini gotürecan? Guyruğundan dut, galdır, gapıya at. Ne işime yarar dilki? Ondan sonacama… O arada sıçırayıp galhıyo, guyruğunu sallıyo dilki: — Ben, Keloğlan, seni adam etdim, elin içine çıhartdım. Sana, patişah gız mı veriyodu? Ondan sonacağazım… Zaman zulf oluyo, essahdan hasdalanıyo bu. Hasdalanıyo, bu ölüyo. Amanın! Altından mezer yapdırıyo, gine canlanır da bana böyle der, deyi. Amanın! Bunu yuyo, arıdıyo, goyolar. Ondan sonacağazım… O arada giri patişah geliyo. -Gızın babası geliyo- Diyo ki: — Bana bunu bunu etdi. Masıs hasdalandı. Ölme şeyine durdu. Buna altından mezer yapdırdım. Padişah diyor ki: — Oğlum! İyi etmişsin yapdırdığına. Gızı senin için vermedim, Dilki Paşa’nın için verdim. Kel! Ben senin neyine guvenip de vereydim? Ondan… Bitiyo… *verep: Yokuş, tümsek *çinik: Sekiz kiloluk bir ölçü aleti *gotüne: Altına *ipti: Önceden *sığır: Büyükbaş hayvan sürüsü *motor: Traktör
HASSO’YUNAN GASSO MASALI
İç Anadolu Bölgesi
Yozgat
Bir var ımış bir yoğ umuş. Allah’an gulu dağdan daşdan çoğ umuş. Bir Hasso var ımış bi de Gasso var ımış. Hasso, demiş: —Ne diyon Gasso. -anaları ölmüş ümüş- —Ben çoban durmuya gidiyom. O da deliyimiş oğlan. Bu getmiş, çoban durmuş. Bu deli oğlan gapıyı peceyi yuklenmiş, doğru gardaşının yanına: —Hasso, demiş. —Ne diyon Gasso, demiş. —Gapıyı pencereyi aldım, geldim. —Gapıya penceriye mıhât ol*, dedi ya. — Davarları niye gudüyon? Ecik hah*topla. Hasso! demiş. —Gut de ben ecik koyden hah toplayım, demiş. O gedinci denize alayını sürüyo. Davarı öldürüyo, tek geçi galıyo. Dala çıhıyo, furc*atıyo. Atıncı “Bah, bana furc gomazsanız sizin hepinizi denize dokerim” diyo. Geçinin buynuzunda bi dene galıyo. Alayını sürüyo, o bi geçi galıyo. Geliyo ki ahıllı. Gardaşı, “davarı n’itdin?” diyo. Böyle böyle etdim. Onlar bana furc gomadı, ben de onları kahdım, diyo. Bu deliyi alıyo, geliyo. Ondan sona bunlar bi hamama giriyolar. Hamamda bi ayna dahılı. —Hasso, diyo. —Ne diyon, diyo. —Bi tıraş olah bi de yıhanah da öyle gidek, diyo. Bunlar yıhanıyo, tıraş oluyo. Bi deyna*var, omzuna alıyo ki… Eh gali! “Hasso!” diyo “Sana vuracah, geri çekil!” diyo. “O bana vurmadan ben ona vuruyum,” diyo. Aynayı nası vuruyosa çıngı çıngı ediyo. “Sizi gadıya gotürecam. Paramı verin” diyo. “Paramız yoh” diyo. —Gadıya gotürürüm! —Gotür bizi gaddır efendiye, diyo. Bunlar yola düşüyolar, gidiyolar, bi adama ırast geliyolar. “Neriye’diyonuz, arhadaş?” diyo. —Yav, diyo. Hamamda çimdiler, aynayı gırdılar. Paramı da vermiyolar, diyo. Bunları gadıya gotürüyom, diyo. Evel gadı derler imiş. O da mızıhacıyımış. Ben de sizinen giderim, diyo. Gıv gıv gıv… O da gıvgıv çalıyo. Bunlar giderken birine daha ırast geliyo. “Neriye’diyonuz, arhadaş?” diyo. “Valla” diyo. “Bunlar hamamda çimdiler, aynayı gırdılar, bunları ben gadıya gotürüyom” diyo. Gotür bizi gaddır efendiye, diyo. Mızıhacı başlıyo. Gıv gıv gıv … Varıyolar, gadının gapısına dayanıyolar. Gadı bunların ifadesini alıyo. Diyo ki: —Niye gırdınız? —Valla gaddır efendi, verdik verdik almadı, verdik verdik almadı. —Bi de benim yanımda verin, diyo. Senem Senem Gul Senem, Gurcü dili bil nenem. Başka bi şey demiyolar. -Ben türkü isdemiyom. Ben paramı isdiyom, gaddır efendi, diyo. Mızıhacı başlıyo...Gıv gıv gıv… Öteki de gafasından kulahını çıharıyo. Dum dum dum… Gadı diyo ki: —Bu hava eyiyimiş. Hadi gidin, diyo. Bunları savh ediyo. *mıhat ol: Mukayyet ol *hah: Çobanların koyunları gütmelerine karşılık olarak köyden topladıkları buğday *furc: Söğüt ağacının tomurcuğu. Palamut meyvesine de bu ad verilir ve köyde yenir. *deyna: Değnek
KELOĞLAN’INAN DEV MASALI
İç Anadolu Bölgesi
Yozgat
Bi var ımış, bi yoğ umuş. Zamanın birinde bi koylü var ımış. Koylünün de bi oğlu var ımış Mısdıcıh adında. Demiş ki: —Oğlum, ben çifte gidiyom, benim azığımı getir. Anası ekmek ediyomuş. —Tamam baba. Sen get, ben alır, gelirim. Demiş anası, bazlamayı etmiş: —Oğlum, bah, -oğlan da bek ekmek yer imiş- sahın demiş. Yemeden get, demiş. —Tamam. Tarlıya varanaca acıhmış. Tarlanın gıyısına varmış, bahmış ki babası çit sürüyo: —Baba, nerden geliyim? —Gıyıdan gel. Bazlamanın gıyısını yemiş. —Baba, nerden geliyim? —Ortadan gel. Ortasını yemiş. —Baba nerden geliyim? —Gıyıdan gel. Gıyısını yemiş. —Baba, nereden geliyim? —Ortadan gel. Ortasını yemiş. Neyise… Bu babasının yanına varmış. Varmış ki bazlama bitimiş. Demiş ki: —Keloğlan, hani azıh? —Ula baba, gıyıdan gel, dedin, gıyısını yedim. Ortadan gel, dedin, ortasını yedim. Acıhdıyıdım. Ben n’orüyüm! Ordan sona neyise… Bu, öyleyse, demiş, ben gidiyim, şu eşmeden bi su içiyim. Bi de elimi yüzümü yuyum, geliyim, demiş. “Tamam,”demiş. Babası demiş ki: —Bah Keloğlan, gara oküzün altına varma, gara oküz başına sıçar. Tamam, demiş. Nası şeytdiyse babası gidinci gara oküzün altına varmış, gara oküz Keloğlan’ın başına sıçmış. Babası gelmiş, demiş ki: —Oğlum, ben sana demedim mi gara oküzün altına varma, gara oküz başına sıçar, deyi. Yalınız, şu eşmiye var. Başını yu, yoharı doğrulmadan geri gel, yoharı bahma. Orda da devin elması var ımış. Eşmiye varmış, elini yüzünü yumuş. Gafasını neyini yumuş. Babam, “yoharı doğrulma.” dedi, demiş. “Niye dedi. demiş. Şöyle yoharı doğrulmuş, bahmış ki bir elma var ki gıpgırmızı, hal hal ahıyo. Keloğlan durur mu! Keloğlan başına çıhmış. Ordan sona bi de dururken dev gelmiş. Dev: —Keloğlan, bana bi elma at. Bi elma atmış. —O çamıra düşdü. Keloğlan, bi elma at. —O suya düşdü. Keloğlan, bi elma at. O çamıra düşdü. Keloğlan’ı böyle oyalamış. —Keloğlan, bi de elininen uzat. Keloğlan eliyinen uzadıncı Keloğlan’ı gapmış golundan, torbanın içine sohmuş. Keloğlan’ın ağzını gozünü bağlamış. Almış, gotürmüş sırtında. Ordan sona, gotürmüş, eve varmış. Demiş ki: —Gızım- gızının birinin Eşe’yimiş adı, biri Fatma’yımış- “Eşe’yinen Fatma, Size Keloğlan’ı getirdim. Bah! Ben gelenece bunu bişirin, yen, bişirin yiyek. —Tamam baba. Neyise… Bu Keloğlan, ağzını açıncı Eşe’yinen Fatma’yı gazana gomuş, gaynatmış, bişirmiş. Şoruya bi gazan gomuş, gendi gine getmiş, elmanın başına çıhmış. Gine varmış ki Keloğlan elmanın başında: —Keloğlan, bi elma at. Bi elma atmış. —O çamıra düşdü. Bi elma at. O suya düşdü. Bi elma at. O yere düşdü. Keloğlan: —Ya! Beni yiyecan. —Yoh vallaha yemiyecam. Bu sefer heç ellemiycam seni Keloğlan. Neyise… Gine Keloğlan elini uzadıncı gine Keloğlan’ı gapmış bu. Bu sefer torbuya goymuş, torbayınan şeye gotürmüş. Evine gotürmüş. Yolda çişi gelmiş devin. Sen, demiş, “şurda Keloğlan’ı goyumda ben bi çiş yapıyım”. Neyise…Keloğlan’ı oruya goymuş. Keloğlan, dev gidinci torbadan çıhmış torbanın bir tiken doldurmuş, daş doldurmuş. Dev gelmiş: —Immh! Keloğlan bi de etliyimiş ki. Keloğlan, ireli var. Kemiklerin bana batıyo. Keloğlan, etin bana batıyo. Keloğlan’ı eve gotürmüş. Oruya varmış, demiş ki: —Keloğlan, bu sefer seni yiyacam. Keloğlan da hotlayıncı şeye çıhmış, çantıya.*Torbayı açmış ki Keloğlan yoh. Keloğlan çantada. —N’orüyon Keloğlan orda? —N’orüyüm, sen beni yiyecadin, ben de hotladım çatıya çıhdım. Gel en Keloğlan. Şöyle olur böyle olur. —Yoh, enmem, demiş. —Niye enmiyon? —Sen beni yen. —Yemem Keloğlan. Nası çıhdıysan söyle de ben de öyle çıhıyım. —Gab üsdüne yığdım, gabı gab üsdüne yığdım. Hotladıyıdım, çıhdım. Gabı gab üsdüne yığmış, gabı gab üsdüne yığ… Hotlamış. Düşmüş, golu gırılmış. —Keloğlan, nası çıhdın? Söyle! —Yukü yuk üsdüne yığdım, yukü yuk üsdüne yığdım. Hotladım, çıhdım. Yukü yuk üsdüne yığmış, yukü yuk üsdüne… hotlamış, devin baca gırılmış. —Keloğlan, nası çıhdın oruya? Söyle, ben de çıhıyım. Ah dutsa Keloğlan’ı yiyecek ya. Keloğlan da demiş ki: —Çit demirini gızdırdım. Eliminen dutdum. Sacayı da gızdırdım, boynuma geçirdiyidim. Hotladıyıdım, çıhdım. Çit demirini gızdırmış. Sacayı da gızdırıp da boynuna geçirinci dev olduğu yerde gıvrılmış. Devin evi Keloğlan’a galmış. Babası bütün devin evine hep, eşyasına, altınına, ahcasına hep sağab olmuşlar. Ordan sona babasına demiş ki: —Baba, bah. Sen beni şeye salmıyodun, eşmiye. Yoharı doğrulmadan gel diyodun. Bah ben sana devin evine aldım, devi öldürdüm. Ben seni ev barh sabısı[*]et-adamın da evi barhı yoğumuş- Burada böyleliğinen bitmiş. *çantıya: çatıyla tavan arasındaki bölüm *sabısı: sahibi
KELOĞLAN’INAN HOCANIN MASALI
İç Anadolu Bölgesi
Yozgat
Bi var ımış, bi yoğ umuş. Allah’an gulu dağdan daşdan çoğumuş. Çoh demesi çoh gunaf ımış. Bir Keloğlan, bi babası var ımış. Analığı var ımış, bi de koyün hocası var ımış. Analığı… Analığı, koyün hocasını sever imiş. Keloğlan da babasına demiş ki: - Baba, b’oğon gidek, bi torba un uğudek. Almış babasını dağarmene getmiş. Dağarmende unu uğudüncük gelirkene torbayı düşürmüşler. Baba oğul galdırırkene demiş ki: - Sen, torbayı galdırırkene sen eşşâ şeyttin. Babayınan oğul, doğoşmüş. Ordan eve gelmiş goparah. Analığına demiş ki: - Sen, koyün hocasını seviyon. Babam geliyo. Seni öldürecek. - Ben n’orüyüm ya Keloğlan? - Sen, bırah, hocanın evine git. Analığı çıhmış, getmiş. Neyise, getmiş. Babası eve gelmiş ki: - Analığı yoh, oğlum. Nerde analığın? - Analığım getdi. Bigaç gun sôna garı geri gelmiş. Avrat Garısı gelmiş, demiş ki… Hocayınan bir gun – hoca gelmiş- gonuşuyolar ımış. Duymuş. Demiş ki: Bi gaz kesdim, sana bi azıh getirecam. Çifdi nerde sürüyon?” demiş koyün hocasına. O da demiş ki: Oküzüm ala bula. Gidecam işde felenca dağan ardında çift sürecam. Neyise…Gahmış zabânan Keloğlan varmış, çarşafını almış. Oküze sarmış, gara oküzü ala oküz etmiş. Hocanın getdiği tarafa çifte getmiş. Ordan gahmış, babası da getmiş. Oruya varmışlar, demiş ki- analığı gahmış, gazı bişirmiş- Neyise… Azıh almış, yola çıhmış, getmiş. Oruya varmış, bi de analığı bahmış ki Keloğlan geliyo. Keloğlan gopa gopa yamaç varmış. Demiş ki: N’orüyon Keloğlan? demiş. N’orüyüm, demiş. “Sen, hocayı seviyon. Ordan sôna, demiş, babam geliyo, seni öldürecek, gaç, demiş. Neyise… Azığı elinden almış, geri gelmiş. Ordan, o arada varmış. Babasının yanına gelmeden hocanın yanına varmış. Hocanın yanına giderken elma doke doke getmiş. Demiş ki hoca efendiye: Hoca, demiş, bah! sen analığımı seviyon. Babam geliyo, seni öldürecek, demiş. Neyise… Demiş ki: “N’orüyüm ya Keloğlan?” demiş. “N’orün?” demiş hocuya. “Şu dilkinin deliğine gir.” demiş. Bi de bahmış ki essah babası geliyo elmayı topluyarah. Aha babası beni öldürecek, deyin hoca delâ girmiş, dilkinin deliğine. Ordan, arada, o arada iki dene avcı gelmiş. Demiş ki: Keloğlan, dilki gormedin mi? Davşan gormedin mi? Demiş ki: Aha! davşan dilkinin deliğinde. Şimdi, ordan silâ sohuyomuş, “Çıh!” deyin. “Etme! Ben etmedim” diyomuş. “Oğlum etdi. Ben etmedim, oğlum etdi” diyomuş.babası-ha şindi, masal bitdi. Goğden üç elma düşdü. Biri söylüyene, ikisi diğniyene.
KOSE BABA MASALI
İç Anadolu Bölgesi
Yozgat
Dere depe düz getdim, altı ayda bi guz getdim. Döndüm bahdım, bi arpa boyu yol getmişim. Bi Kose var ımış. Kose’nin bi de bahcası var ımış. Kose, toğomu almış, oküzleri goşmuş, bahcıyavarmış. Bi guş gelmiş, evlekde* toğomu yemiş. Üç kere böyle olmuş. Guş: —Kose, toğomunu yedim, sahalına sıçdım, gidiyom, demiş. Kose getmiş, ahıllının birine danışmış. —Ondan golay ne var! demiş. Oruya gara sahız* al, yapışdır. O oruya gonar, sen de onu dutan, öldürün. Toğomu yine Kose almış, varmış. Toğomu saçarken yine yemiş, o daşa gonmuş. Daşdan gaçacah zamanı çırpınmış, çıhamamış. Ondan sona Kose varmış: —Seni öldürüyüm mü? Guş: —Kose, beni öldürme, üç telami* çek. Vahdında darlıh olursa sana ilazım olurum. Kose, bunun üç telani almış. Zaman zuhur olmuş, gıdaylıh* gelmiş. Tela guvermiş, telek getmiş, o getmiş, telek getmiş, o getmiş … Varmış, bi dela girmiş. Hemen bu çıhmış: —Buyur Kose baba , ne diyon? —Gıdaylıh geldi, çoluh çucuh ac. —Bana biraz yiyecek! —Bi tahda veriyim, “Açıl tahdam açıl, türlü yemek saçıl!” dersen, demiş. Bir şey açılmış, tahdanın üsdü dolmuş. Neyse… Kose, bu tahdayı almış, getirmiş. Avrada demiş ki: —Bi mevlüd ohudah,* gonuyu gomşuyu birikdirek. Neyse… Kose getirmiş misafirleri, ağarlamış, hörmetlemiş. Ooo!.. Mıhdar bunu çalmış. Aynı tahdadan bi tahda getirmiş, bunun tahdasını çalmış. Yine Kose nane mehdaç galmış. Kose yine tela guvermiş, telek getmiş, o getmiş, telek getmiş, o getmiş… Gine telek bi dela girmiş. Ordan gine bu guş çıhmış: —Kose baba. —Ne o? —Tahdayı çaldırdım. —Ayvah! Sana bi eşşek veriyim, demiş. Bir elma verirsen bin altın sıçar. Sen bunu idare et. Kose, eşşa almış, gelmiş. Avrat gızmış: —Herif. Bu eşşa bağlıyacah bi yer… —Bu yem yemez, elma yer. Derken merken… Avrat bunu gine gandırmış. – avrat gısmısı şeytan olur: —Gidek herif. Hamama getmiş. Hamamcının bi eşşa var ımış. O eşşa bırahıp Kose’nin eşşani çalmış. Kose gine nane mehdaç galmış*: —Avrat, şu tela de guverek, bahah n’olacah. Tela guvermiş. Telek getmiş, o getmiş, telek getmiş o getmiş… Telek gine aynı dela girmiş. Guş gine çıhmış: —Ne o Kose baba? —Ula, eşşa çaldırdım. —Sana iki tohmah veriyim. Bu adamları birikdir- biliyon o adamları- Bunları birikdir mevlüd ohudacam deyi. —Al tohmam vur tomam deyinci burdan girer, şurdan çıhar, hepisinin gafasını gozünü yarar. —Koreşma* gibi bi yere gelmiş. —Su doküyüm de ondan sona gidiyim. Tohmahları omuzundan endirmiş. Orda birisi, “Al tohmam, vur tohmam,” deyinci Kose’nin gafasını yarmış. “Dur tohmam”, demiş. Ordan gelmiş. Avrat: —Bu iki ağacı n’orecik, herif? Bunun hüneri var. Şimdi hamamcıyı da birikdirmiş. Koyün mıhdarını muhdarını da birikdirmiş. “Mevlüd ohudacıh”, deyin. Kose gapıyı gapatmış, dışarı çıhmış, toplunun* onüne “Arhadaşlar” demiş. “Eşşami çaldınız, tahdamı da çaldınız, çıhardıyonuz mu?” demiş. “Vaş, eşşoğleşşek! Bizi hırsız mı dutuyon?” deyinci “Al tohmam, vur tohmam,” deyinci ordan girmiş, burdan çıhmış… “Tamam, Kose baba! Tahdayı getirecik,” demişler. Goğden iki elma düşdü. Biri söylüyene, biri de diğnedene… Burda işi bitdi. Müjde! Elifabe bitdi. *evlek: tarlanın tümseklerle ayrılmış bölümlerinden herbiri *kara sakız: bu yörede halkın ağrıları için kullandığı, siyah renkli yakı *telek:kuşların üzerinde çok fazla tüyü olan daha büyük ve saplı tüyü *gıdaylıh: kıtlık *ohudah: okutmak *mehdaç: muhtaç- ekmeğe muhtaç kalmış *Köreşme gibi- Köreşme bu Duralidayılı köyünde bir mevki adıdır. *toplunun: topluluğun
Patişan Gızının Masalı
İç Anadolu Bölgesi
Yozgat
Bi var ımış, bi yoğ umuş. Çoh demesi gunaf ımış. Bir patişah var ımış, bi de gızı var ımış. Bi anası, bi babası… Üç goz odaları var ımış. Oduya girmişler, birinde anasıyınan babası yatıyo, birinde bi gız, patişah gızı gerhah işliyomuş. İşlerkene bir guş gelmiş, culfalığın* goluna gonmuş. Guş: — Gor başına ne’alecek. gor başına ne’alecek, demiş ve getmiş. Bir gun böyle, beş gun böyle… Böyle böyle gelmiş. Babası demiş ki: — Avrat, gız kotülendi. Sen bu gıza niye bahmıyon? Gız zayıflıyo. Avrat varmış, gıza demiş. Gız demiş ki: — Get ana başımdan, get yanımdan. Gız anasını tesgin etmiş, gız. Ordan sona, gine herif demiş: — Avrat, şu gıza laf söyle. Anası, gine varmış. Gız demiş ki: — Aman ana! Derdime derd olmazsınız, merdime merd olmazsınız. Söyleyim mi? Nerdeyidi unutdum. Derdime derd olman, merdime merd olman. Oraları sen de. Anası: — Niye yavrum? Niye olmuyoh? Derdine derd oluruh, merdine merd oluruh. Gız: —Bir guş geliyo. Culfalığın goluna gonuyo. Guş "gorbaşına ne’alecek. Gor başına ne’alecek, diyo bana. Geri gelmiş avrat, gocasına demiş: — Herif, demiş. “Böyle böyle ….” diyomuş, demiş. Herif de  demiş ki: — Avrat! “Gıza söyle, guşa, ne gelecase başıma geçlikde gelsin, gocalıhda gelmesin” desin, demiş. Gine zabah olmuş. Öyle deyincik anası gelmiş, demiş ki: — Gızım, niye böyle ediyon? Baban diyo ki “guşa, ne gelecase başıma geçlikde gelsin. gocalıhda gelmesin,” diyo, demiş. Gız "öyleysem", demiş. Gine iki guş gelmiş, demiş ki: Gız guşa: — Ne gelecase başımıza geçlikde gelsin. Gocalıhda gelmesin, demiş. Guş uçmuş, getmiş. Guş uçmuş, getmiş. Bunlar bir gun mü yatmış, iki gun mü, bi de bahmışlar ki sarayları ataşlanmış, yanıyo. Çatır çatır yanıyo. Gahmışlar, birer yorganlarını almışlar. Anası babası, gızı… Az getmişler, uz getmişler bi dağan başına varmışlar ki bi saray var, pırıl pırıl pırıl yanıyo. O yana dolanmışlar, bu yana dolanmışlar, bi became* varmışlar ki: Bi guccük gapı var. Anası kahmış, açamamış, babası kahmış, açamamış, gız ayanın ucuyunan kahmış ımış gapı açılmış. Gapı açılıncı gız içine girmiş, gapı kitlenmiş. Anası babası dışarda galmış. Kahmışlar, ağlaşmışlar, sıhramışlar. Ucu yoh, ortası yoh. Gızın babası demiş ki: — Gel avrat, gidek burdan, demiş. Onlar çıhmış, gelmiş, gel gelelim içeriye. İçeri gahmış ki gırh dene anahdar, bi gabrisdanın başında. O gapıyı açmış, o gapıyı açmış… Kiminde altın dolu, kiminde inci dolu, kiminde para dolu. Bi gabrisdan yatıyo. Orda durmuş, durmuş. Epey bir ay mı durmuş, gırh gun mü durmuş. Ne durduysa bahmış, topludan şöyle uzanmış, bahıyomuş, bir poşu’ızı* gidiyo cinganlar* gidiyo. Kızın babası demiş ki: — Şo cinganlardan şo poşu’ızını alsam bana verirler mi, demiş gendi gendine. Topluyu açmış ve demiş ki: — Gız, poşu’ızı poşu’ızı !, deyin çığırmış. Gız: — Ne diyon? Ne diyon? — Ne diycam. Sana bi çinik altın veriyim, şo guccük gızı bana ver de bana bi can şenliği olsun. O gız… ordan… getirmiş, altını vermiş, gızı almış, getirmiş, (Mısdafa’m) başına gelene gızı anlatmış. –Benim size anlatdığım gibi anlatmış. Demiş ki: Burdan, demiş. Bu gabrisdan, demiş. Otuz dohuz gun, demiş. Üsdünde yazılı, bekliycam, gırh dediği gun bura yarılacamış, demiş. Gız öyle demiş, yorulmuş diye diye. Oruya uyumuş, galmış. O gız da beklemiş, bir gun mü beklemiş poşu’ızı iki’ûn mü, gabrisdan yarılmış, içinden bi babayiğit çıhmış. — İs misin, cis misin? Gız: — Ne isim ne cisim. Seni beni yaradan Allah’an guluyum. — Nerden geldin neriye’tdin? Gız, durum böyle böyle, demiş. Hepisini anlatmış: — Şu, cingan gızını, şordan cinganlar gediyodu, cinganlardan bi çinig altın verdim, cinganlardan aldım. — Heç bana faydası olmadı. Uyudu getdi. Allah’an emriyinen o almış, o vermiş, bunlar epey durmuşlar. Duruhdan sona bu gahmış, çarşıya gidiyomuş, Kohne*’ye gidiyomuş. Kohne’ye giderken demiş ki:  — Ben bi sabır daşı ısmarlayım. Garısı ötesini berisini ısmarlamış. Cingan gızı, bu da giderken demiş ki: — Ulan, patişah oğlu. Ben sana bi ısmarıc* ısmarlıyom. Bunu almazsan, yollarını tozlar, dumanlar bürüsün, geleme! Getmiş, öteyi beriyi almış, yola çıhmış. Hava eyiyimiş. Bi duman çokmüş, bi toz çokmüş. Goz gozü gormemiş. Patişah oğlu demiş ki: —Ula, ben cingan gızının ötesini berisini unutdum. Geri dönmüş, bi tukene* varmış. Vermemiş. Bi tukene varmış, vermiş. Demiş ki: — Ben bunları sana veriyom a, adamı gozlüycan ha bunu verinci. Bi sabır daşı vermiş, bi aş pıça vermiş, bi gutu da kirpit vermiş. Almış, getirmiş. Vermiş, demiş ki: — Al cingan gızı. Cingan gızı almış, zabah olmuş. Çıhmış. Varmış, bi dağan başına varmış. Oturmuş oruya, başına geleni aynı benim sana anladığım gibi anlatmış. Sabır daşı, demiş: — Sen mi sabırlısın, ben mi sabırlıyım? Sabır daşı çıngı çıngı olmuş. Kirpit çıngı çıngı yanmış. Kirpit de yanmış. Gız aş pıçanı almış, ciğerine saplıyacah vahıt bilanden dutmuş mezerden çıhan adam demiş ki:  — Niye bana anlatmadıyıdın sen bu durumunu.  Öyleliğinen bitmiş. He, onunan evlenmiş. * culfalıh: Bir kilim çeşidi. Burada culfalığın golu bunun dokunduğu tezgahın bir parçası. * beceğine: Köşesine * po’şu gızı: Çingene kızı * çinganlar: Çingeneler * Kohne: Sorgun ilçesinin diğer adı * ısmarıc: Sipariş * tukena: Dükkan
[Sığırcının Kel Gız Masalı]
İç Anadolu Bölgesi
Yozgat
Çoh söylemesi gunaf ımış, az söylemesi sevab ımış. Zamanın birinde bir koyde bi sığırcı var ımış. Bu sığırcının garısı ölmüş, yeniden evlenmiş. İkinci bi gızıyınan sığır gude…İlk gızıyınan sığır gutmüye başlamış. Gız sığır gutmüye gidip geldikce analığı demiş: —Bu gız neye gidip geliyo boş yere. Buna yun veriyim, yun veriyim, ağarsin,*getirsin. Ebcem ağarir imiş, kebcem dohur, doreley biner, duğüne gider imiş. Doreley’e cehiz dohuyum. Neyise bu… Vermiş bir gun bi sömek*yun. Bunu ağarip buküp, getirecan. Yoğsa seni eve gomam. Bu gız bu yunu eline almış, sığırın arhasına düşmüş, başlıyomuş ağlamıya: —Ben bu yunu nasıl ağariyim, buküyüm de aşama getiriyim? Analığım beni eve gomaz. Ordan sona neyise… Daya çıkmış, ağlamıya başlamış. Bi çalının dibine oturmuş. Bi de inakleri*var ımış. İnak, Allah terafından dile gelmiş. Demiş ki: —Niye ağlıyon? —Niye ağlamayım? Analığım bana bi sömek yun verdi. Bunu aşama ağar, buk, getir, dedi. Ben de nasıl ağarecami düşünüyom, onun uçun ağlıyom. O da demiş ki: —Ondan golay ne var! Sen, bana ver. Ağzımdan goy. Ben arhamdan ağdirir, buker, dokerim. Sen de öyle golayından alın, giden eve. —Öyle mi? —Öyle. Bu, yunu ağzından vermiş, inak ağzından –arhasından- ağarmiş, bukmüş, dokmüş. Neyise… Bir gun böyle, beş gun böyle… Bu anlığının galbine bi fesatlıh girmiş. Demiş ki: —Bu nasıl ağdirip, buküp, getiriyo? Ben, dur, bunu bi gozleyim. Bunu taakkat*etmiş, gozlemiş. Gız varmış, bi çalının dibine oturmuş. İnak yanına gelmiş. Gız yunu inan ağzına vermiş, gine inan ağzından ağrilmiş, bukulmüş; arhasından dokülmüş. Neyise… Eve gelmiş, bi hasdalanmış, bi hasdalanmış… Hemen bi yatah etmiş, yatan altına ecik guru ekmek, ecik cam… Aşam herif gelmiş. —O ne avrat, niye böylesin? Sana n’oldu? —Ölüyom, herif. Hasdayım. —Etme avrat! Sen bilin. Ne isdiyon? Ne şeydiyim? —Heç bi şey isdemiyom. Sarı ina kesersen onu yerim. —Tamam. Ondan golay ne var avrat? Ben sarı ina keserim sana. Sarı inak kesilecani duyuncu Kel Gız’ı yanına çağarmış. Demiş ki: —Aman! Beni kesecekler. Kemiklerimi arıya verme.*Bah, sana çoh gıymetli öte beri olurum. Zehnet*eşyası olurum. Sen, kemiklerimi arıya verme, ahırımın altına kom. Bu, neyise…Gız… Eti yemişler, kemikleri toplamış, inan ahırının altına kommüş. Bir gun analığı, öteki gızı almış, duğüne gitmiş. Kel Gıza: —Sen, gelme, demiş. Onun altına bi minder vermişler, bi minder üsdüne gomuşlar. Onu eve gomuşlar, anayınan gız duğüne gitmişler –koyün içinde- Neyise, onlar getdik sona Kel Gız gahmış, şeyi almış. Gazmayı almış, inan ahırının altını eşmiş. Açmış ki, ne bili neler, ne zehnet eşyaları, ne giyecekler, ne elbiseler, ne altınlar, ne ahcalar… Neler olmuş neler! Ordan sona, neyise… Bu, hemen bi eline altın almış, bi de şey almış. Çivi almış. Analığıgilin olduğu duğüne gitmiş. Ordan… Neyise… Oruya varmış. Analığıgilden yanı çiviyi saçmış, öbür tarafa altını saçmış. Ordan sona, analığının gızı altın topluyacam deyin ayana çivi batmış. Onlar eve gelmeden ordan Kel Gız çıhmış. Neyise, Kel Gız gelmiş. Kel Gız gelirken bi öflez bi kotü pınar var ımış. Pınarın ayağan da çamır ımış. Çamıra çokmüş terlik, eveli nalil derler idi- nalil de çok gozel, gıymetli bi şey imiş. Ordan gelmiş, yatmış. Analığı gelmiş demiş ki: —Amaan! Patişan gelini geldi, bi yana çivi saçdı, bi yana altın saçdı. Benim de gızımın ayana çivi batdı. Kel Gıız, Kel Gız! Sen ne yatıyon burda? —Eh n’orüyüm. Beni gotürmediniz ki gorüyüm. Gotürseydiniz ben de gorürdüm patişan gelinini. —Bir elbiseler geymiş, heç gorülmemiş. Adamın gozü gamaşıyo. Neyise… Zabahletiyin patişan oğlu at sulamıya gelmiş. Bu nalilin şavhısından at suyu içmemiş. Aşşa ağalmiş ki, bir nalil çamıra komülmüş, nalilin şavhı suya düşmüş, parıl parıl parlıyo. At ondan içmiyomuş suyu. Bu nalili almış, eve varmış. Bu düşünmüş, yemeden içmeden kesilmiş. Bir gun babasına demiş ki: —Baba, şu nalilin sabını*bana bulacan, ben bu gızı alacam. —Oğlım, bu nalilin sabı bulunur mu? —Bulacan. Neyise, patişah emretmiş, şeyi getirmiş. Koyün gızları ne’ader genç gız var ısa gıyıda, koşede, her tarafdan emir vermiş. Her tarafda gızları toplamış. Geymiş… Şimdi gızlar geyiyomuş, kimine böyük geliyomuş, kimine kuccük geliyomuş. Demiş ki: —N’orecik? Kimine böyük geliyo, kimine guccük geliyo. Kim galdı? Tek koyde sığırcının Kel Gız galdı, demişler. —Olsun, getirin, Kel Gız gelsin. Kel Gız’ı getirmişler, getirmişler ki Kel Gızın ayana kireç gibi oturmuş terlik. Neyise…Patişan oğlu: —Ben, alacam onu. Kel Gız’ı almış, gırh gece gırh gunüz duğün etmiş. Ordan sona. Eveli şeytmezler imiş. Gelini bi senede, iki senede gotürürler imiş. Duğünü etmiş. Kel Gız gideca gunü gahmış, sandığında, o inan ahırının altında ne var ısa sandığına doldurmuş. –gıymetli ötesini berisini- Zabahletiyin duğüncü gelmiş. Cehiz yuklüyek, cehiz yuklüyek… Kel Gız’ın tek bi sandıh var ımış. Heçbi şeyi yoğumuş. Bi sandığı gırh gişi olmuş, galdıramamışlar. Kel Gız hemen gelmiş, demiş ki: —Gidin, gidin ordan. Ben onu galdırır, gorum. Hemen galdırmış, gağnıya goymuş sandığı. Kel Gız gelin olmuş, getmiş. Aradan bi sene, iki sene geçmiş. Bacısı olacah demiş ki: —Ana, ben bacımı bek garipsedim.*Ben gidip bacımı bi yohluyacam. Get, demiş, analığı salmış. Bacısı oruya varmış ki bacısı gullerin, gulisdanların içinde. Has bahcada, gırh dene hizmetci yanında. O gader bir şan şadıman*ki… Ordan sona bu şeytmiş, bacısına yüra gahmış.* —Bacım bacım! N’olur seniyinen bi has bacıya gidek de gezek. —Gidek bacım. Kel Gız. Ne bilsin! Oruya varıncı: —Bacım bacım! Çıhart da şu üsdünü bana ver elbiseni de ben geyiniyim. Bacısına çıhartmış, elbisesini vermiş. —Bacım, çocuğu da bana ver de sen de benim hatirem uçun şu guyudan bi su iç. Bacısı aşşa ağalip de guyudan su içecek zaman bacısını kahmış, depesinin üsdüne guyuya düşürmüş. Guyudan Allah tarafından iki çatal bir gavah*olmuş. Kel Gız bir guş olmuş. Gelir o gavan başına gonarımış, dertli dertli öter imiş. O Kel Gız’ın oğlan da böyümüş, gider imiş, müdayim o gavan dibinde oynar ımış. Demiş ki Doreley: —Herif, kunde, bu çocuh gidiyo, guyunun başında oynuyo, gavan kolgesinde. O biliyomuş hani gavan ne olduğunu. —Gava kes, Ali’ye eşik, Memmed’e beşik yap. Gapıya bi eşik yapdırmış, Memmed’e de bi beşik yapdırmış. Beşik çocuğu sıhmış sıhmış, öldürmüş. —Herif bu beşik çocuğu öldürüyo. Bunu yahah. Yahmış. Yahmış, Allah tarafından bir inna olmuş. Giderken bu innayi bir ıhdıyar, goca garı bulmuş. Kimsesi yoğumuş, sağapsız*, yalınız bi garıyımış. Gotürmüş, bi innela, duvara sohmuş. Bu garı gider imiş, zabahleyin çıhar ımış evden, aşamaca gelmez imiş. O inne silkelenir, düşer imiş yere, bir gız olur umuş. O evi barhı gorür, bi gazan yemek bişirir imiş. Ondan sonra garının gelecek vahıt şoruya çekilir, sorudur umuş. Geri inna olur umuş. Garı demiş ki bir gun: —Bu ne ya! Kunde geliyom, benim evim barhım gorülmüş, yemam bişirilmiş. İn mi cin mi ben bunu bi yohlayım. Dur, şeydiyim, gozleyim. Gozlemiş. İnna ordan çınadan düşmüş, silkelenmiş, bir gız olmuş. O evi barhı gormüş, bulaşığı yumuş, bi yemek bişirmiş. Tam geri çıhacah zaman garı golundan dutmuş. Demiş ki: —İn misin, cin misin? —Ne inim ne cinim. Seni beni yaradan Allah’an guluyum. Benim başıma böyle böyle işler geldi. Ben gavah oldum, guş oldum, yahdılar, eşig etdiler, beşig etdiler. Herşeyi bana yapdılar. İnna oldum, onu da sen buldun. Bundan sonra sen benim anam ol, ben de senin gızın oluyum. Sen dışardan getir, ben içerden gorüyüm. Yiyek beraber, yaşıyah. Tamam. Neyise… Bu garı gider imiş, dışardan getirir, gızınan beraber yerler imiş. Bir gun demiş ki: —Patişan oğlu at dağadıyo. Anam anam! Get de bi at da sen al. Ordan sona bi uyuzlu tay da ona vermişler. Goca garı deyi meysimiye almamışlar.*Neyise… Bu garı, getirmiş tayı. Gız sağ bacanı suvamış, su çıhartmış, sol bacanı suvamış saman, yem çıhartmış. Bu tayı bi beslemiş, bi beslemiş. Demiş ki. Demişler ki zaman zufur geçdikden sonra, patişan oğlu verdiği tayları geri topluyomuş, demişler. Patişan oğlu, tayları toplamış, toplamış atları, demiş ki: —Şurda bi de yaşlı neniye verdiyidik bi at. Bi varah da bahah. Oruya varıp bahıncı demişler ki: —Nene, senin at n’oldu? —Oğlum, at böyüdü. —Sen atı gotüremen ki. —Niye? — Atı şeydemen. Emme gız ata tembi’etmiş. —Bah, ben gelmeyinci, ben emir vermeyinci sen o sığırlıhdan*çıhmıyacan. Ardına geleni depecan, onüne geleni gapacan. At, “tamam,” demiş. Neyise…İçeri girmişler atı çıhartmıya, töbe çıharamamışlar. Ardına geleni depiyomuş, onüne geleni gapıyomuş. Bu… Şey… —Çığır da gelsin, nene gızın da, çıhartsın. Nene de: —Yoh, O gelmez. —Ya n’orecik? —Onun, ayânın altını halıyınan sığırlaca döşüyecaniz, öyle gelecek. —Ondan golay ne var, demişler. Getmişler, bi halı getirmişler, evden başlamışlar, sığırlaca… Ordan sona neyise… Bu gelmiş, —Hööst! Soyha! Sabından*ne hayır gordüm ki senden ne hayır gorüyüm. Gah! At gahmış, almış, getmişler. Ecig ireli varıncı patişân oğlunun o laf içerisine işlemiş. Demiş ki: —Bu gız bana niye böyle dedi? Ben gidiyim, bu gızdan bunu soruyum. Neyise… Oruya varmış, demiş ki: —Nene, bu gızın bana niye böyle söyledi? Çığır şu gızını. Gızı çağarmış, demiş ki: —Ben, zamanında bi sığırcının kel gız ıdım. Sen beni aldın, böyle böyle. Bacım geldi, beni guyuya atdı. Benim yerime geçdi. Ordan sona da sen de, demiş, bilmedin, seni gandırdı. Yelden yanlı döndüm yel garartdı, gunden yanlı döndüm, gun garatdı, deyin. Bilemedin beni, Ben senin ilk garınım. —Öyle mi? —Öyle. Hemen patişan oğlu getmiş, o gızın beslediği o doru atı almış, evda avradı onun guyruğuna bağlamış. Mezerla gotürmüş. Bi eyice daşlara çala çala doru atın guyruğunda parçalamış. Bu gader oğlum. Goğden üç elma düşmüş. Biri söylüyene, ikisi diğniyene. *ağarsin: eğirsin *sömek: yumak *inaklari: inekleri *taakkat: takip *arıya verme: ziyan etme *zehnet: ziynet *sabını: sahibini *garipsedim: özledim *şadıman: neşeli *gahmış: üzülmüş, kıskanmış *gavah: kavak *sağapsız: sahipsiz *almamışlar: önemsememişler *sıhırlıhdan: sığırlık, büyük baş hayvanların barındığı yer *sabından: sahibinden
TOSDAN BÖCÜĞÜ MASALI
İç Anadolu Bölgesi
Yozgat
Zamanın birinde, bi tosdan böcüğü* var ımış. Durmuş, durmuş… — Ben yalınıcca ne yaşıyom? Ben de evleniyim, çola çoca garışıyım. Benim de evim barhım olsun, demiş. Bu, evlenmiye garar vermiş, yola düşmüş. Getmiş, getmiş… Bi sığırcıya ırastlamış. Sığırcıya demiş ki: — Beni alın mı? demiş. Sığırcı: — Alırım, demiş. Tosdan Böcüğü: — Neyinen düven*? demiş. Sığırcı: — Deynaminen*, demiş. Tosdan Böcüğü: — Bırt ben sana varmam, cırt ben sana varmam!, demiş. Gaçmış ordan. Ordan, neyise… Ecik daha ireli getmiş, bi davar çobanına rastlamış. Çobana sormuş: — Beni alın mı? demiş. Çoban: — Alırım, demiş. Tosdan Böcüğü: — Neyinen düven? Çoban: — Deynaminen düverim, demiş. Tosdan Böcüğü: — Bırt ben sana varmam, cırt ben sana varmam!, demiş. Ordan da gaçmış. Getmiş, bi guzu çobanına rastlamış. Guzu çobanı da öyle demiş: — Deynaminen düverim. Ordan da getmiş. Getmiş, getmiş, bi sıçana rastlamış. Sıçana demiş ki: — Beni alın mı? Sıçan: — Alırım. Tosdan Böcüğü — Neyinen düven? Sıçan: — Guyruğumunan düverim. Tosdan Böcüğü: — Bırt ben sana vardım, cırt ben sana vardım. Bırt ben sana vardım, cırt ben sana vardım. Bunlar sıçanınan evlenmişler. Sıçanınan evlenmiş… Ecik yemiş, içmiş, oturmuş, durmuşlar… Mazemeleri, yiyecekleri bitmiş. Sıçan demiş ki: — Felanca koyde bi duğün oluyo, avrat! Ben gidiyim, ecik et müt, kemik memik getiriyim de yiyek. Ne yiyecik? Yiyecamiz bitdi, demiş. Tosdan Böcüğü: — Tamam, ben de şu ırman kenarına gidiyim de senin elbiselerini yuyum, demiş. Neyise… O sıçanın elbiselerini almış, ırman kenarına getmiş. Sıçan da koye getmiş.. Duğün odasına*. Ordan… Bu bir iki depmiş mepmiş, elbiseyi depiklerken* derenin kenarında suya düşmüş. Debelenmiş debelenmiş, çıhamamış. Ordan atlıcılar gidiyomuş. Tosdan Böcüğü: — Atlıcılar, tıpırtısı datlıcılar! Duğün odasına varasınız, Sıçan Bağ'a*   goresiniz. Saçı sümbüllü, boy’ozel Leyla’tın* suya düşmüş, diyesiniz. Allah… Oyanı bu yanı bahmışlar. Bu ses ne? Bahmışlar ki: Tosdan böcüğü! Suyun içinde debeleniyo. — Bacım, elini ver de çıharah. Tosdan Böcüğü: — Yooh, demiş. Sıçan Bağ’ı getirin. Beni o çıhartsın, demiş. Demişler: — Biz Sıçan Bağ’ı nerden bulacığıh? Tosdan Böcüğü: — Duğün odasında. O koye varmişlar, duğün odasına. Atlarınan duğün odasının gapısının onüne varmışlar, çığırmışlar: — Arhadaş! Arhadaş! Arhadaşın biri gapıya çıhmış: — Ne diyon, arhadaş? demiş. — Yav, demiş. Burda Sıçan Bağ var ımış. Garısı suya düşmüş, bize çığırdı. — Atlıcılar! Atlıcılar! Tıpırtısı datlıcılar! Duğün odasına varasınız, Sıçan Bağ’a goresiniz. Saçı sümbüllü, boy’ozel* Leyla’tın suya düşdü, diyesiniz. Garının adı, Leyla’tın, demiş. O zamanaca sıçan delikden duymuş. Gopmuş, varmış: Sıçan: — Ver elini de çıhardıyım. Tosdan Böcüğü: — Bırt ben sana kusdüm, cırt ben sana kusdüm! Sıçan: — Gız, ver elini de çıhardıyım! Tosdan Böcüğü: — Bırt ben sana kusdüm, cırt ben sana kusdüm! Sıçan herslenmiş*. Çamıra girmiş. Bi eyice depiklemiş… Depiklemiş… Tosdan böcüğünü orda öldürmüş, çıhmış, getmiş. *tosdan: Gübrede yaşayan bir böceğin yöredeki adı. *düven: Döversin. *deynaminen: Değneğimle. *düğün odası: Düğün sırasında köyün erkeklerinin toplandığı tek odalı yapı. *depiklemek: Tekmelemek. *Bağ: Bey. *Leyla’tın: Leyla Hatun. *boy’ ozel: Boyu güzel. *herslenmiş: Sinirlenmiş.
ÜÇ GAZI YİYEN KELOĞLAN
İç Anadolu Bölgesi
Yozgat
Evel zaman içinde, galbur saman içinde… Cinler cırıt oynarkene eski hamam içinde… Bi Keloğla’ınan bi anası var ımış. Anasının üç gazı var ımış. Bi de koyün patişa var ımış. Patişah da bi elan yapmış ki. − Gızımın üç beni var. Bu üç beni kim bilirse ona verecam, deyi… Keloğlan’a da anası demiş ki, çayları şekerleri bitmiş: - Oğlum, şu gazın birini gotür de çay şeker al. Eve yağ ne al. O da gotürmüş patişan sarayının onüne. - Gaz satıyom, gaz alan yoh mu? Gaz satıyom, gaz alan yoh mu? Aşamaca dolandırmış elinde. Ordan sona… Patişan hanımının yüra acımış. - Getir Keloğlan, gazını ben alıyım. Dile dilani de benden ne dilersen! - Abla, demiş. Ben senden ne dileyim? Gızıyın üç beni var ımış. Birini söylersen… Dilam bu, demiş. Demiş ki patişan garısı: - Sanki patişah Keloğlan’a gız mı verecek! Deyim getsin. demiş. Gızın beninin birini söylemiş. Ordan kos kos gelmiş, eve gelmiş. Anası demiş ki: - Hani Keloğlan, öte beri? - Ana, böyle böyle etdim. Patişan gızının benini sordum, gazı verdim de demiş. - Allah belanı versin, Keloğlan!, demiş. - N’orecan elin, patişan gızını! Bize ne patişan gızından! - Yoh ana, patişan gızını alacam ben, demiş. - Oğlum, patişah sana gız mı verir? - Alırım ana ben, demiş. - Öyleyise şu gazın birini gotür de, demiş. İkinci gazı, onu da almış, gotürmüş patişan sarayının onüne. - Gaz satıyom, gaz alan yoh mu? Gaz satıyom, gaz alan yoh mu? Gine aşamaca verememiş bi yere. Gine patişan hanımı çağarmış: - Getir Keloğlan, ben alıyım, demiş. Gine demiş: - Dile dilani! Gine, - Gızıyın İkinci benini söylersen, tamam, gazı veriyom, demiş. Gızın ikinci benini de sormuş. Ordan gine dönmüş koye. Gine gelmiş eve boş. Demiş ki: −Allah belanı versin Keloğlan, demiş. Şu tek gaz galdı. Onu baylı gotür de eve şeker, yağ al, gazza al. N’orecik? Onu da almış, gine varmış patişan sarayının onüne. −Gaz satıyom, gaz alan yoh mu? Gaz satıyom, gaz alan yoh mu?” Bu neyise… Şeytmiş, o gazı da gotürmüş patişan hanımına, gızın üçüncü benini de sormuş. Ordan yola düşmüş, geliyomuş. Yolda gelirkene vezirin oğluna rastlamış. –atınan- - Neriye’diyon, demiş. Keloğlan, vezirin oğluna. Vezirin oğlu da demiş ki: - N’orecan Keloğlan? Derdime dert dağalsin, yarama melhem dağalsin. Sen benim neriye getdiğimi… - Ben, demiş. Senin derdine derdim, yarana melhemim. Ben senin neriye getdiğini biliyom, demiş. Emme patişah da gızının benini bilmiyenlerim boynunu cellat ediyomuş. Ordan, neyise… Düşmüş vezirin oğlunun yanına, gelmiş. - N’orecik? demiş. Demiş ki vezirin oğluna. - Sen, içeri giren, patişah sana taltif eder. Sen vezirin oğlusun. “Ben yatağa mindere oturmam, benim cariyem var. Benim cariyem gelsin, cariyemin üsdüne oturacam,” de. demiş. Şindi… “Bunun cariyesi kimimiş, gelsin!” deyinci Keloğlan gelmiş, yüzünün üsdüne yatmış. “Ben,” demiş. - Gızın benlerini bilyom. Patişah sorarken ben altından söylerim, sen üsdümden patişa söylen, demiş - Öyle mi, öyle…. Keloğlan gelmiş, yüzünün üsdü yatmış. Vezirin oğlu Keloğlan’ın üsdüne gurulmuş. Bağdaş gurmuş, oturmuş. Şimdi patişah, vezirin oğlunu garşısına almış. Yemişler, içmişler… Demiş ki: - Bah, vezirin oğlu! Benim üç şartım var, bilmezsen boynunu cellat ederim. “Tamam” demiş. “Gendimden eminim, ben biliyom.” Öyle mi öyle… Şimdi patişah gızın benlerini sormuya başlayıncı vezirin oğlu başlamış Keloğlan’ın etlerini cimciklemiye. Keloğlan sıçıramış, gahmış: - O ne Keloğlan? - Patişam, demiş. Sen bayahdan beri*vezirin oğluna soru soruyon, o benim etlerimi çekdi çekdi gopartdı. “Sen biliyomuşsun, söyle,” deyin, demiş. - Sen biliyon mu? Sen söyle, demiş. - Ben biliyom, demiş. - Söyle bahıyım, demiş. - Biri, demiş. Alnının ortasında. Biri goğsünün çatında. Biri de gobanin başında. Üç beni var gızıyın, demiş. - Eyvah, Keloğlan! Ben gızı sana nası veriyim? Bildin a ben bu gızı gine vezirin oğluna veririm. Sana vermem. Keloğlan a, demiş. “Hele neyise,” demiş. Keloğlan, demiş. Benim bi şartım daha var. “Ben, demiş, “Sizin bi garanlıh oduya yatânızı ederim, vezirin oğluyunan, demiş. Gız gelir hanginizin goynuna girerse gız onun olur, demiş. - Tamam, demiş. Keloğlan’ın on guruşu var ımış. Beş guruşuna bi golonya almış, beş guruşuna leplebi almış. Şimdi… Aşam olmuş, vezirin oğluyunan Keloğlan’ın yatanı bi oduya etmişler. Keloğlan’ınan vezirin oğlu patişan gızını bekliyomuş. Patişan gızı gelecek, hangisinin goynuna girerse onun olacamış. Ordan sona, aşam olmuş, garanlıh gavuşmuş. Patişan gızını bekliyolar ımış, gelecek… Bekliyolar ımış, gelecek… Bunlar, ikisi de, dararmışlar. N’orecik, n’orecik… Vezirin oğlu demiş ki: - Keloğlan, ben bi darardım ki!, demiş. - N’orecik ya? Ben de darardım, demiş ki: - Yatağa pisle, demiş. - Ulan, şimdi patişan gızı gelir. Olur mu? “Niye olmasın?” demiş. Sen yatağa pisle.” demiş. Şimdi… Vezirin oğlu yatağa pislemiş, Keloğlan başlamış miçil miçil leplebi yemiye. “Ne yiyon?” demiş. “Keloğlan,” demiş, “şimdi gız gelecek, n’orecik?” demiş. - Pislediğim pisliği geri yiyom,” demiş. - Olur mu Keloğlan! - Niye olmasın, demiş. Ulan… Ecik yemiş memiş vezirin oğlu, demiş ki: - Ulan, yiyemiyom ben Keloğlan! Sen nası yiyon? Keloğlan da leplebi yiyomuş halbıysa*. Yatağa döşşa golonya sürüyomuş. - Ne sürüyon? demiş ki: - Pislediğim pisliği yatağa döşşa sürüyom. Patişan gızı gelinci neriye yatacah? Neyise… Bu yatağa döşşa golonya sürüyomuş, vezirin oğlu da pisliği sürüyomuş. Bi de gız gelmiş. Keloğlan’a varmış, mis gibi kohuyo yatah. Vezirin oğluna varmış, tüm pislik… Yatah tüm pislik kohuyo. - Üf! Demiş, pis kel! demiş. Gafası da kohuyo gendi’bi. Kel! demiş. Varmış, Keloğlan’ın goynuna girmiş. Zabahletiyin gahmış, bahmışlar ki patişan gızı Keloğlan’ın goynunda. Vezirin oğlunun eli boşa çıhmış. Keloğlan patişan gızını almış. Patişah, gırh gece gırh gunüz duğün etmiş gızına. Keloğlan, üç gazınan patişan gızını almış. Yemiş, içmiş, hoş mıradına geçmiş. *bayahdan beri: deminden beri *halbıysa: halbuki
AYI MASALI
İç Anadolu Bölgesi
Yozgat
Zamanın birinde, bir koyde fahır bi oğlan var ımış. Anası babası yoğ umuş. Bi de bacısı var ımış. Bacısı yanlarında durur umuş. Bir gun gelininen gorüm gapıya çıhmışlar. O koye de ayı bek gelir imiş. Gız da bek gozel imiş. Ayı gelir gider, gozü düşer imiş gıza. “Ben bunu nası gaçırırım? Nası gaçırırım?..” Gız gece gapıya çıhıncı ayı gızı omuzlamış, almış, gaçmış. Gozü düşmüş. Neyise… Bu aramışlar, daramışlar koyde, bu gızı bulamamışlar. Ayı bunu almış, bir dâya ine gotürmüş. Ağzına bi gocadaş goymuş. Evlenmiş ayı gızınan. Bu ayının iki çocuğu olmuş. Zamanın birinde gardaşı dâya ava getmiş. Ava gidinci, o gun de gıza demiş ki: - Çocuhlar da gayli epey böyümüş ümüş. Yavrularım, demiş. B’oğon[1] babanız da yoh. Sizi ecik çıhardıyım da gapıda guneşlenin, demiş. Heç gapıya çıhmazlar ımış ayının ininden. Çocuhları gapıya çıhartmış. Gız kendi de guneşliyomuş. Gapının onünden de bi su ahıyomuş. Suya bahıyolar ımış. Gendileri insan, gıllı gıllılar ımış. Analarına gelip diyolar ımış ki: -Ana, sen niye gıllı dağalsın de biz gıllıyıh? - Oğlum, sizin babanız ayı. Babanız gıllı, siz de ondan gıllısınız. Çocuhlar orda oynarken bir avcı gelmiş. Avcı bahmış ki gendileri insan, gıllı gıllı iki dene cocuh… ki: -Siz necisiniz? -Biz insanıh. Anamız insan, babamız ayı. -Nasıl olur! Ananız nerde? -Anamız şurda, mağaranın onünde oturuyo. - Öyle mi! Gel, bizi gotür anana. Anasına getirmiş ki oğlanın bacısı… -Bacım, burda norüyon[2]? -Norüyüm gardaşım, ayı beni aldı, gaçdı. Bunlar da benim çocuhlarım. -Bacım! Ayının çocuğu mu olur? At çolunu çocuğunu, gel, gidek. Senin benim depemde yerin var. Ben seni gotürürüm. Bu avrat, gardaşının peşine düşmüş, gelmiş. Zaman zufur olmuş[3]… Başlamış avrat gurumuya, çürümüye, erimiye. Oğlan avradına hersleniyomuş: -Vay sen bacıma bi şey mi diyon ayının yüzünden de, bacım böyle kotüleniyo? -Yoh herif, ben bacına bi şey demiyom. -Avrat, bi diğne, neyise bacımın derdi! Bu avrat gapıyı şöyle, gıvıh[4]gomuş, diğnemiş. Avradı eve yalınız gomuş. Ağlıyomuş şimdi bu garı: - Ayıcığım, ayıcığım! Yağan balın çoğ udu da, senden eyice kimse yoğ udu. Yurlu Yuvalâm, Torlu Tomalâm! Gıllı Barâm! Ayının adı, Gıllı Baram; çocuhların birinin adı, Yurlu Yuvalah, birini adı Torlu Tomal’âmış. Neyise… Âşam gardaşı gelmiş. Bacın böyle ağlıyo, demiş. “Yurlu Yuval’âm, Torlu Tomal’âm! Gıllı Bar’âm! Yağan, balın çoğ udu da, senden eyice kimse yoğ udu” deyin, demiş. Ayının uçun ağlıyo bacın, demiş. “Vay fışgı![5] Ben gardaşıyım, bana yanmıyo, ağlamıyo da ayıya ağlıyo” deyip bacısını vurmuş. O gun de ayı tam gelmiş de koyde bulacâmış garısını. Bacısını gotürmüş, kommüş. Ayı geri çıhartmış mezerden, gotürmüş. Çocuhlar, öyle o mağaranın önünde, o mezerin başında, analarının başında oturur ağlarlar ımış, ayının çocuhları. [1]Bugün [2]Ne yapıyorsun? [3]Aradan zaman geçmiş [4]Aralık [5]1. Dışkı 2. Yörede hoşnutsuz bir durumu bildirmek için ya da kötü kadınlar için kullanılan kelime
Dağarmenci Şahsen Paşa Masalı
İç Anadolu Bölgesi
Yozgat
Çoh söylemesi gunaf ımış, az söylemesi sevab ımış. Zamanın birinde bi dağarmenci var ımış. Sekiz tavığı var ımış. Bi dilki gelmiş, kunde dadanmış- birini yemiş, kunde birini yemiş. Demiş ki: —Dilki bize ne dadandı! Tavıh gomadı bende. Ben, bu dilkiyi gozleyim, ben bunu öldürüyüm. Ondan sona neyise…Bu gozlemiş dilkiyi, dilkiyi yahalamış pinnikde.*  Dilki demiş ki: —Beni öldürme dağarmenci gardaş da ben seni everiyim. —Kimi alacan bana? —Ben sana patişan gızını alacam. —Deme! —Vallaha! —Nasıl olur? —Ben alırım. —Tamam. Dilkiyinen dağarmenci arhadaş olmuşlar. Dilki, patişan gızına dunür getmiş. Demiş ki: —Ben vezirin oğluna, gızına Allah’an emriyinen dunürüm. — Sen geldiyisen, vezirin oğlu da gızımı isdiyosa ben de verdim gitdi. Vermiş, gızını vermiş, bir gunden bir gun olmuş, demiş ki: —Yav, benim damatım niye gelmiyo? Biz bu damatı niye gormüyoh? Demiş ki: —Damatın gelecek ya damatıyın çoh gıymetli elbiseleri var. Gorürler de belki bana eziyet verirler deyi gapıya da çıhmıyo, elbiselerini de kimsiye gosdertmiyo. Ona, demiş şöyle: —Alelüsül bi elbise kesdirirsen damatın gelecek. Ondan golay ne var! Patişah damatına bi gat elbise kesdirmiş. Ordan sona, neyise… Bu damatı almış, gelmiş. Damat çekilmiş, oturmuş. Yemişler, içmişler… Demişler ki: —Bah patişah efendi! Ben duğün edecam, gısa zamanda, ne diyon? —Tamam, et duğününü. Geri bunlar dilkiyinen yola çıhmışlar, geliyolar ımış. Demiş ki: —Sen duğün edecam, diyon ya bizim ev yoh barh yoh! Sen gelini neriye getirecan? Demiş ki: —Sen onu düşünme. Ben onu düşünüyom. Dilkinin ordan sona… Ahlına şeytanlıh düşmüş. Neyise…Bu, duğünü başlatmış. Duğüncüyü almış, patişan evine varmış. Gelini almış – mesela bu koyden başga koye gidiyo. Duğüncü depeden çıhmış. Gopa gopa gopa duğüncünün onüsüre varmış. Deve demiş ki: —Şo gelen galabalığı gorüyon mu? —Gorüyom. —Onlar seni öldürecekler, sahın! Sahlan. —Neriye sahlanıyım? —Otla gir. Eline de bir bidon gazza*almış. —Gir, ben seni sahlarım. Dev otla girinci dilki elindeki bidonunan gazzayı tüm otluğun edirafına dokmüş. Devi yahmış içinde. Gelini getirmiş, devin evine endirmiş. Gelin bahmış ki ne gozel ev, nasıl eyice! Vezirin oğluna geldim deyi seviniyomuş. Ondan sona bir gunden bir gun olmuş. Dilkinin ahlına bi şeytanlıh gelmiş: —Dur.. Ben bi yalandan ölüyüm hele! Bunlar bana n’orecekler? Etdiğim eyiliği tahdim edecekler mi? Yalandan ölmüş. Bi de dağarmenci gelmiş: —O ne demiş? Hanım, neye ağlıyon? —Niye ağlamayım? Dilki öldü, ona ağlıyom. —Ula neyine ağlıyon şu pisin. Dut guyruğundan gıl palayınan*gapıya at. Öyle mi? Öyle… O zamanaca hemen dilki sıçıramış, gahmış. —İle mi! Sen bi dağarmenciyidin. Ben, senin adını Şahsen Paşa etdim. Getdim, devi yahdım. Devin evine seni getirdim. Seni ev sabısı*etdim. Patişan gızını aldım da demek eyiliğimin sonu bu mu? —O zamanaca avrat kusmüş, getmiş. Gelin: —Etme dilki gardaş, n’olur eski şeyimizi düşün! Bah ben seni öldürmedim, tavığımı yedin de. Geri benim garımı getir. Gelin düşmüş yola, gidiyomuş. Geri gopa gopa gelinin arhasından yetişmiş. —Gel yav! Erkek erkanen doğüşüncü ne der? İşde, şöyle böyle… Garı garıyınan doğüşüncü… Mecbur bi şey diyecek. —Ben de herslendim, onu dedim. Gel yav, evine gel. Gelini geri almış, gelmiş. Zamanın birinde dilki gerçekden ölmüş. Dilkiyi altın tepsiye gomuşlar, ırafa sürmüşler de dilki çürüyenece orda durmuş. Goğden üç elma düşmüş. Biri söylüyene, ikisi diğniyene.. *pinnik: Kümes *gazza: Gaz Yağı *gıl palayınan: Kıl payı *sabısı: Sahibi
DAL YUSUF MASALI
İç Anadolu Bölgesi
Yozgat
Gaya gunduzu musun Zahir yıldızı mısın? İn aşşa gonuşah Sen patişah gızı mısın? Bi var ımış, bi yoğumuş. Çoh söylemesi bek gunaf ımış. Bir patişah var ımış. Bu, iki evliyimiş. Tek gızı var ımış. Bu gız içeride durur, guş etinden başgasını yemez imiş. Bir gun, guş etini yemiş, kemiği cama atmış. Cam gırılmış, üç del’anlı*gormüş. Bunlar kiraz yiyomuş. Biri demiş ki: - Kiraz, Dal Yusuf’a benziyo. Patişan gızı da , onlar erkakene Dal Yusuf’u seviyo da ben neye vurulmayım. Gız, gara sevdiya yahalanmış, sararıp solmuş. Patişah bahıyo ki gız sapsarı sararmış. Analığına bunun sebebini sormuş. Analıh da gızın guru sevdiya yeldiğini söylemiş. Patişah da "gızı vurun, ganlı goynani*getirin," demiş. Patişah, dolaba bi guzu goymuş, bi de hekim getirmiş. Bu guzu meliyo. Gıız guzuya niye melediğini soruyo. Bunu patişah duyuyo. Cariyelerine, “bunu dağa gotürün, öldürün, goynani getirin,” diyo. Cariyeler gıza gıyamıyo, bi guş vuruyo. Bunun ganına goyna buluyo, getiriyo. Gız dağa gidiyo, çobana ırastlıyo. Çoban, Dal Yusuf’un çobanıyımış. Çoban gıza: - İns misin, cins misin? Gız: - Ne insim ne cinsim. Seni beni yaradan Allah’an guluyum. Çobana altınını incisini veriyo, çobanın elbisesini alıyo. Dal Yusuf’un da duğünü oluyomuş. Gıza gine: - İns misin cins misin? Dal Yusuf şüpeleniyo, gızı alıyo, odasına gotürüyo. Anasına: - Bu benim bugun misafirim. Anası ırazı olmuyo. Oğlan da: - N’olursa olsun, misafirim olacah. Dal Yusuf dışarı çıhıncı gız dolaba giriyo. Dal Yusuf uyurken dolapdan çıhıyo. Dal Yusuf’un ay’ucuyunan*başucunda bi yeşil, bi gırmızı mum var ımış. Gız mumların yerini dağaşdirmiş*. Bi de öpmüş. Dal Yusuf zabah galhıncı öpülduğünü anamış. Ertes’un gine mumları gız dağaşdirmiş. Öperkene Dal Yusuf yahalamış. Dal Yusuf, "üç gun gapımı açmayın," demiş. Üç gun sona bahmışlar ki içeri darmadağan. Oğlanın anası: - İns misin, cins misin? Dal Yusuf: - Bunu yunan*evlenecam. Bunları ayırmıya çalışmışlar. Patişah, oğlanınan gızı ayırıyım deyi aslanı bi yana, gaplanı bi yana bağlamış. Gız uyurkene oğlanı alıp gidiyolar. Gız galhıncı bahıyo ki oğlan yoh. Bi atlı gorüyo, gız atı alıyo. Oğlanın peşinden gidiyo. Gız erkek gılığında oğlanın duğününe geliyo. Oğlan gızı gine tanıyor. Evleniyolar, öteki gız da gendini asıyo. *del’anlı: Delikanlı *goynani: Gömleğini *ay’ucuyunan: Ayakucu *dağaşdirmiş: Değiştirmiş *yunan: İle
[Üç Kardeş]
Ege Bölgesi
Muğla
Üş gardeş bi araya gelmişler. Bi köye gitmişler. İşleri çıkmış. Köye giderlerkene üçü, bi deve izi gömüşle. Biri demiş: — Bu devenin ayağının biri topal, demiş birisi. Birisi demiş: — Gözünün biri de kör, demiş. Biri demiş: — Bu deve yağ yüklü, demiş. Biraz daha ileri gitmişlerimiş. Devenin sabı* goşmuş da önlerine gelivemiş. Deve arayıp durumuş. Sabı sormuş: — Gardeş deve gödünüz mü yollarda? Adam deveyi gaybetmişmiş. Biri demiş: — Ayağı topal mıydı? — Haaaa topalıdı, demiş sabı. Biri demiş: — Gözünün biri kör müydü? — Körüdü, demiş. Biri demiş: — Sırtı yağ yüklü müydü arkadeş? — Haaa yağ yüklüydü, demiş. — Biz gömedik, demiş. Devenin sabı: — Devenin ayağının topal olduğunu bildiniz. Bi gözünün kör olduğunu bildiniz. Sırtında yağ yüklü deyo. Onu da bildiniz. Bi de gömedik diyonuz. Arkadeş deveyi siz çaldınız, demiş. Deveyi bulun, demiş. Üç gardeş: — Arkadeş biz gömedik deveyi, demişler. — E nasıl gömediniz? Yağ yüklü olduğunu bildiniz. Kör olduğunu bildiniz. Topal olduğunu bildiniz. Sizi mahkemeye vecem, demiş sabı. Gitmiş mahkemeye vemiş. Şimdi mahkemenin günü gelmiş. Çağırmış bunnarı. — Siz bu adamın devesini çalmışınız. Adam şikâyete geldi, demiş. Çaldınız mı bu adamın devesini, demiş. — Deve gömedik efendim biz, demişler. — E kör olduğunu, topal olduğunu nerden bildiniz, demiş hâkim. — Bize bilecenle derler. Biz biliriz, demişler. Topala demiş: — Sen nerden bildin topal olduğunu, demiş. — Deve giderkene ayağının bi denesinin yere değdiği yok, demiş ordan bildim. O topal ayak yere değmeyorudu, demiş. Hâkim: — E hadi sen ordan hesapladın. Ötekine deyoru: — Devenin kör olduğunu sen nerden bildin, demiş. — Efendim giderkene yolun daima bi tarafından çalıları yemiş. Sağlam gözü olan yerinden yemiş. Kör tarafından yememiş, demiş. Yani çalıların yeyişinden anlamış devenin kör olduğunu. — E hadi onu da bildiniz, demiş hâkim.  Ötekine demiş: — Sen yağ yüklü olduğunu nerden bildin, demiş. — Efendim gittiği yerde yağ damlamış da gitmiş. Ordan bildim, demiş. Zeytinyağının damlasını görmüş de öle bilmiş. — E siz nasıl bildiniz bunnarı, demiş. Kardeşler: — E bize bilecenle derle. Biz biliriz her şeyi, demiş. Hâkim: — Ben sandığın içine bi şe saklasam bilebili misiniz, demiş. — Biliriz, demişler. Hâkim: — Allah Allah! Marangozlara yapın bakem bi tene su sızmaz sandık, demiş. Bi sandık yapdırmış. İçine bi şe gomuş gelmiş. Sandık kapalı. Kilitli sandık. Almış gelmiş önlerine gomuş. — Bileceniz deyonuz. Alın bilin bakalım, demiş. Bu sandığın içinde ne var, demiş. Biri demiş: —Tepesi testere gibi, demiş. Biri demiş: — Guyruğu var oğlak gibi, demiş. Böle gıvrılıpduru, demiş. Biri demiş: — Doğrudan doğruya horoz deyveseniz ya, demiş. Aşmışlarımış bi goca horoz gelipdurumuş. Hâkim: — Allah Allah! Bu tesadüf oldu, başka bi şe gocen, demiş. Kardeşler: — E goy, demişler. Sandığı götürmüş. Başka şey goymuş gelmiş. Hâkim: — Bu sefer de bilin bakalım, demiş. Biri demiş: — Yusyuvarlak bi şe içindeki, demiş. Öbürü demiş: — Sarı sarı, demiş. Üçüncüsü demiş: — Portakal deyveseniz ya doğrudan doğruya, demiş. Hâkim: — Eeeee bırak arkadeş, demiş. Bu adamların hakkından gelinmecek, demiş. Hadi eve götüren de size bi yemek yedirem, demiş. Ayrı bi odaya götürmüş. Zofra* götürüvemiş. Altına da bi başka birini salmış. — Ne gonuşuyola dinle, demiş. Zofra gelmiş. Kardeşlerden biri: — Bu ekmeği bişiren gadın abdassız, demiş. Biri demiş: — Bu hâkim veledi zina, demiş. O altında dinleyipduru. Sonra yemeği yemişle. O altında dinleyen gelmiş. Hâkim sormuş: — Gonuşdula mı bi şe, demiş. Bilecen kardeşleri dinleyen adam: — Gonuşdula, demiş. Hâkim: — Ne dedile, demiş. — Bu ekmeği yapan gadın abdassız deyipdurula, demiş. Hâkim sormuş: — Başka ne konuşdula? — Hâkim veledi zina deyipduru, demiş. Hâkim sonra hanımına sormuş: — Sen abdassız mıydın ekmeği ettiğinde? Hanımı: — Haa abdassızdım, demiş. Ne bildin, demiş. Anası da sağmış. — Ana ana, demiş hâkim. — Ne va olum, demiş. Hâkim: — Böle böle dedi bilecenle, demiş. Anası: — Heee olum iyi bildin, demiş. Onu da bilmişle. Hâkim, bilecen kardeşlere: — Serbessiniz, demiş. Yani bilirlerimiş. Bilecenlerimiş bunna.       *sabı: Sahibi  *zofra: Sofra
Tilki ile Kirpi
Ege Bölgesi
Muğla
Şimdi eveli bi bağcı varımış. Üzüm bağcısı. Bu üzümleni bişe yiyomuş bunun. Birinde bi gün avlanen deye gelir. Avlanen deye geldiğinde bi de bakar ki bi kirpi bulu. Kapan gurmuş. Kapana tutmuş. Üzümümü yiyen esas tilkiymiş. Fakat kirpinin ayağını tutunca tilki gülmüş Verne. Tilki gülüyoru. - Ben arkadeş deyoru ben öldüğüme yanmam. Nasıl olsa öldüm deyoru. Gel ende kınalı ellenden biyo öpemde deyor. Öle ayrılalım deyor. Tilkinin elini öperkene bi ısısrıyor. Bi yumuluyo. Yumulunca üzüm bağcısının sahibi geliyo. Bi bakıyo. Evelce tilkiyi gaçırmış biliyo bağcı. Kirpiyi gurtarıyo ayağından tilkiyi öldürüyo. Kirpiyi de salıveriyoru.
Ayı ile Tilki
Ege Bölgesi
Muğla
Ayıylan tilki arkadaş olmuşla. Bunu büyüklemizden duyardık. Şindikilere bunu anlatsan da dinlemeyola. Yörüklerin evleri varımış. — Ben, demiş ayı daşı yuvarleverem. Sen yağ desdisini çal, demiş. O daşı kakıveriyo. İnsanla daş geliyo üstüme, deye gaçıyo. Gaçınca yağ desdisini alıyolla. Bi ine saklayolla. Orda durukana, deyor ki: — Bunu beraber gidip beraber yicez. Tilki napıyo? Gurnazlık yapıyo. Ayı yatarkana, yatıyolla uykuya, yatarkana tilki gidip deyor ki: — Ben, deyor gardeşimin bi çocuğu oldu. Onun adını goymaya gidiyom, diyo. Gidiyoru. Azından yiyo biraz. Geliyo. — Ne godun adını? — Azlama godum, deyo. — Bi daha gidiyo. - Belleme godum, deyo. Bi daha gidiyo. Götüne inmiş gari küpün. — Götüne godum, deyo. En sonunda silme süpürdüm godum, deyo. — Ulen senin ki işe diyoru buna sen yidin bunu. Günece yatıyolla. — Eğer, diyo kim yidiyse gıçından çıka bu yağ, deyo. Yatıyolla günece. Tilki kendinden çıkan yağı alıyo ayının gıçına çalıyo. — Sen yidin deyo, işte bak. Ayı da seslenemeyo. Sarıyo büyük çırayı. — Deahi diyoru ayının üstüne. Bi de ataşlayoru. Ayı dayı göl al. Ayı dayı göl al. Bu böle bitiyo.
Patişân Gızının Masalı
İç Anadolu Bölgesi
Yozgat
Bi patişan üç gızı var ımış, üç. O üç gıza demiş ki en böyük gıza: - Gızım beni ne’ader hazidiyon?* - Ooo baba, seni bal gibi hazidiyom ben. Ortancılı gıza demiş ki: - Gızım beni ne’ader hazidiyon? - Baba, seni tereyağ gibi, şeker gibi hazidiyom. En gucca gelmiş. - Gızım beni ne’ader hazidiyon. - Baba, ben seni duz gibi hazidiyom. Beni bunlar balınan yağ gibi şey, şeker gibi hazidiyo da bu gız beni nasıl oluyo da duz gibi hazidiyo? Duz acı nasıl ossa. Zaman zurf*olmuş. Bu adamcağaz bu gızı gotürmüş gine bi dağan dibine azıtmış. Beni böyle hazitmiyo bu duz gibi hazidiyo, deyi. Azıtmış, getmiş, gelmiş evine neyise yemiş, içmiş, durmuş, oturmuş… Bu gız bir gunden bir gun olmuş, gahmış, bir, gezmiş dağlarda daşlarda. Bir fahır bi çobana ırastlamış. Davar guden çobana rastlamış. Çoban demiş ki: - Ya burda n’orüyon sen? İs misin cis misin? - Ne isim ne cisim. Seni beni yaradan Allah’an guluyum. Çoban da ergen imiş. Demiş ki bana gelin mi, demiş gıza. -Varırım, niye varmayım? Alla’an emriyinen. Beni babam buruya azıtdı. Ben de sana varırım, demiş. Çoban bunu dağdan almış, evine getirmiş gızı. Getirmiş. Babasının koyünden imiş o da. Gızı heç babası gormemiş. Bu çobana Allah sonadan bir zenginlik vermiş, bir zenginlik vermiş… Oğlu olmuş, gızı olmuş çobandan. Ondan sona bir ev yapdırmış emme bu çoban bir ev yapdırmış ki babasının gonândan fazla gonah yapdırmış. Çoban evlenmiş, bunun da çoluğu cocuğu olmuş. Zaman zurf etmiş. Bir gunden bir gun olmuş. Bu demiş ki gızına: - Boğon, avrat, bi yemek gor. Bunu, bütün mehleyi davet edek, demiş. Gahmış avrat, bi yemek gormüş, bi yemek gormüş. Sana ne deyim? Alayının duzunu asig etmiş yemân. Neyise… Bu patişa da çığırmışlar. Patişah da gelmiş ya bi koyün patişa. Gelmişler, yemişler, içmişler, durmuşlar, oturmuşlar… Zaman zurf etmiş, herkeş dağalmış. açoban demiş ki gızıyınan beraber –gızı biliyo babası olduğunu gız. O bilmiyo ha- Demiş ki: - Patişam, yemeklerimizin ne gusuru var ıdı? - Heçbir gusuru yoh yemeklerinizin. Eccik duzu asiğidi. Biliyon mu? Az bi duzları asiğidi. Çoban, patişa: - Şöyle otur, demiş. Sonra getmiş, garısına çığırmış. Garısı gelmiş. - Patişam, senden böyük Allah var. Benim yemeklerimin ne gusuru var ıdı? Bağandin mi? - Yooh, heçbir gusuru yoğ udu, demiş. - Ecik yemekleriyin duzu asiğidi. - Temam, sen, benim babamsın. Ben de senin gızınım. Beni gotürdün, dağlara azıtdın. Öta*gızlarına aldın. Getirdin, dağlara azıtdın. Allah bana vermedi mi? Ben, senin gızınım işde. Ben senin gızınım. - Sayı mı? - Valla. Heçbir yeman gusuru olmaz da ben seni duz gibi hazitdim. Sen beni gotürdün, dağlara daşlara azıtdın. Allah bana da verdi bah, demiş. Ben senin gızınım da nasıl atdın? Yemek, demiş, duz, demiş. Dünyanın dadı, demiş. Ondan sonra bu gızı almışlar, arım gorüm olmuşlar, yemişler, içmişler, hoş muratlarına geçmişler. Bitdi işde bu gadar. *hazidiyon: Haz ediyorsun, seviyorsun *zurf: Geçmiş *öta: Öteki
[Kadı]
Ege Bölgesi
Muğla
Adamın biri şe etmiş. Çocuna demiş ki çocunun odun yüklerimiş mesela bazara götürmüş. Bazara varınca hindi gocuklu bi dene gadı olurmuş eskiden. Gadıla gocuklu olurmuş. Şimdi bunu demiş: - Müslümanlın şartı kaç demiş. - Çocuk ben bilmeyon demiş. - Hindi bilmeyon ule nasıl bilmen sen demiş. Çocuga iki dene şe hurmuş depme hurmuş. - Artık git demiş bu odunu şe yap ver gel gelmiş. -Hani olum odunun parası? - Orda demiş gocuklu bi adam va verdi demiş şe demiş para vermedi aldı getti demiş. - E ondan sonra eee. Ertesi gün öteki olunu salmış. Hadi olum bubam haceye gidiyoru yörümüş bunla dağda bubam hacce gidiyoru bizim bi dene goyun va undan üç yüz tane şey oldu goyun oldu bunun parasınan hacce gidem mi gidemem mi. Neyse yörük artık gitmiş. İşte yörün olu gitmiş gari vamış şeye gadı efendi bizim goyunla va üç yüz dene işte bunun parasınan şeye gidebilin mi gideme bubam şe et demiş. Şimdi gadı’nın dövdü çocuk onun gardaşı oldunu bilmeyoru. Şimdi gadı tutmuş iki tane arkadaş almış yana vamışla yörün evine Yörük çadırdaymış dağda. - Ee hoş geldiniz demiş hoş beş neyse. U zaman demiş ki: - Şey ondan sonra sizin demiş gadı hangısınız. - Gadı benim demiş. Öteki başka biri höle höle derken neyse yemeği yemişle. - Üç dene gayva yap demiş şimdi garıya. Bi denesi adam gayvası olsun bi danesi afedersin garı gayvası olsun bi denesi puşt gayvası olsun. Hindi garı üç dene gayve yapmış. Emme hindi puşt kim adam kim hindi şey kim bunları bilmiyoru garı şey içerde onla. - Artık puşt gayvasını buna ve demiş. Çocunu dövmüş a gadı. - Hindi adam gayvasını ona vedi adam gayvası sade gayva hani yimeğin üstüne sade gayva içili. Undan sona şekerli diyene ondan sonra buna demiş garı gayvasının buna ve demiş başka biri. - Yimeğin üstüne şekerli gayva içili mi. - Ee argedeş demiş biz demiş işte yimeği yedik gari gidelim midelim dur demiş dur daha bitmedi. Üç dene oğlu varımış. Çadırın birini gapının bi tarafına durdurmuş. Bi denesini arkasına üç dene odun almış olanlar birer dene. - Hindi gadı efendi demiş. Benim bi dene goyun vardı demiş. Bu goyun bi dene guzu doğurdu anası öldü demiş. Anası ölünce benim bi dene it varıdı demiş hani köpek. Bu köpege emdirtik demiş. Bundan üç yüz dene goyun oldu demiş. Hindi ben hacceye gidcem hindi bunun parasıynan ben hacceye gidebilimi gidememi demiş. Hindi u zamanın hökmünde gadıla işte hakim biliyosunuz. Garıştırmış marıştırmış. - Artık bu mallan demiş sen hacceye gidemen. - Ne olucek. E bu üç yüz goyunu nere ertem ben demiş. - Baka baka baka bu demiş şey gadılara verilse gerek bulmaz demiş. Eveli odunun parası galmış a. Hindi ordan biri çocun biri çıkmış: - Gadı efendi demiş siz demiş benim itin demiş anası tarafından mı akraba oluyosunuz babası tarafından mı demiş. Tabi iti emmiş a bu goyun şey guzu. - E canım öle gösteriyo burda kitapda demiş. -Gadı efendi sabah namazı kaç erket demiş. - Dört erket demiş. Dört dene hurmuş oğlanın biri. - Oğul dur mur aaa dur demiş. Gadı efendi öteki oğlan geliyoru. - Öle namazı kaç erket. - On erket demiş. On dane de u olan huruyoru. Yav şey gadı gaçamamış çadırın içinden nereye gaçıyoru. Üç dene oğlan zopaylan bekleyipturu. Öteki oğlan gelmiş. - Gadı efendi irkindi namazı kaç erket. - Sekiz erket demiş. Sekiz dene huruyoru. Öteki çocuk: - Akşam namazı kaç erket. - Beş erket. - Yatsı namazı kaç erket. - On üç erket. Ondan sonra gadı gardeşim bi pırsat bulmuş aradan gaş bakalım gaş bakalım. Hindi öteki arkadaşları öle gülermiş. - Ule arkadaşım demiş gari bi dene siz niye gülüyosunuz yav demiş. - Ulan demiş cuma namazınan derafi namazı aklına gelmedi adamların demiş. - Cuma namazı on altı erket. Otuz üç erket de derafi namazı ondan sonra otuz kırk üç dene daha zopa yiyecemiş adam ne o otuz iki kırk beş dene daha zopa yiyecemiş. Ulen ne oluyoru on altı otuz üç daha kırk altı kırk dokuz dene kırk dokuz dene daha zopa yiyece gurtuldu. Ula onların aklına geldi de. Velası lordan gari gadı gurtulmuş gaçmış gelmiş. Böle bu bitti.
[Tilki ve Yavruları]
Ege Bölgesi
Muğla
Bir tilki bi yere doğurmuş. Enikleri varımış. Hindi gidip geliyoru yaylana gidiyoru dağlara. Akşam geliyoru mesela eniklerinin yanına. Şimdi bu: Kaplumba demiş ki : - Bir gün bunlara göz kulak ola goy. Benim demiş eniklerin yanına gelen giden oluyo mu bak bakalım, demiş. - Tamam, demiş. Şimdi bakıyoru bi ayı gelik geli. Gelmiş kapıya dayanmış. Şimdi tilki dermiş her gün: - Et yidim etlendim süt yidim sütlendim gara tavuk yidim gavrandım* aç gapıyı püseynen* diyoru şimdi. Hindi ordan açıyoru enikler tabi anası oldunu bilince. Bu hindi aynısını duyuyoru bu ayı öle deyoru. - Haa diyo anamın sesi diyoru. - Ya neleydi. - Anamın sesi inceydi deyoru. Gidiyoru bi saat sonra geliyo yine. İnceldiyoru biraz sesini. Aynısını gonuşuyoru: - Et yidim etlendim gara tavuk yidim gavrandım süt yidim sütlendim diye. Enikle hindi anası zannediyoru açalım mı açmıyalım mı derken birisi bi açıyoru gapıyı. Açmasıynan birlik enikleri gapmış almış bunu hepsini yemiş tilkinin. Bak gari sen. Ordan gitmiş. Galiba onu görmüş emme kaplumba. Neyse şey geliyoru tilki. Çirıyor çırıyoru yok enikle. Deyoru ki kaplumbaya: - Benim şeyi gördün mü sen çocukları gördün mü diyoru. - Çocuklar diyoru heralda uçtu gibi bi tarafa diyoru. Yanda diyoru ayı varıdı diyoru. - Ayıyı nasıl kıstırırım ben. Gidiyoru bi tepenin başına bu gucak hayıt* kesiyoru. Sepet örüyoru yani. Sepedi örmeye başlıyoru bu. Şimdi o tepenin dibinde de çeşme varımış orda çamaşır yıkıyoru kadınla. Hiç eşi galmıyoru her gün için. Şimdi sepet örerken ayı çeçmiş gelmiş. Garabalın tarif ettine göre u u ayı. - Hindi sepetten diyo bene öredin mi sen örmesini. - Hay hay diyoru öredirim dirkine baya örmüş gari. Ha de ör ha ör ağzını daralıp yapmış çatalın yukarı. - Ee sen beni daralıtasın ben sonra nerden çıkıcem. - Ya onun altı gapaklıdır açıverem ben diyo örüyo. Tamamen örüyoru. - Hindi ben diyoru bişey va diyoru gergin bişey va diyoru ondan acık anlatırım u sepeti unun için örübatırım diyoru. Acık güçlüdür diyoru. Böle bi yüklen bakem diyoru koparabilecek mi diyoru. Sen de güçlüsün diyoru deneyoru çıkabilecek mi? Yükleniyo mükleniyo: - Nedem benden güçlü mü bu deyor. Çıkamayacak gibi deyoru. Aç bakem gari çıkam ben diyoru. - Ha şimdi benim enikleri yiyen kim diyoru buna cevap ver diyoru. Ula höleydi böleydi dediyse de hiç sağa sola gaçamağın yok diyoru. Enikleri kim yidi. - E mesele böle böle diyoru. Ben yidim. - Ha o zaman sen yidisen bak hindi senin başa gelince geliyo. İnliyoru hindi yokardan kadınlara bak diyoru bi dene ayı gönderiyom sepedin içinde bunu tokucunan öldürün diyoru. Tokucunan öldürün diyoru. Goyveriyo paamm pat küt pat küt öldürüp attırıveriyola. Tilki gari gurtulmuş. gavranmak: Kıvranmak püseynen: Yavrularım hayıt: Sıcak bölgelerde yetişen, kırmızı çiçekli, yaprağı zeytin yaprağına benzeyen, dallarından sepet yapılan bir çeşit ağaç
Keloğlan Masalı
Ege Bölgesi
Kütahya
[KELOĞLAN MASALI] Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, bir varmış bir yokmuş. Allah’ın kulu pek çoğumuş. Zamanın birinde Keloğlan, annesi, babası üçü yaşamakdalamış. Bi günneden bi gün, Keloğlan’ın babası hastalanmış. Keloğlan’ı ünneyo: — Oğlum Keloğlan! Ben ölecen gari sana annatam. Geliyor Keloğlan: — Baba, ne deyyon? — Oğlum ben ölürsem köse değirmenlerine un öğütmeye gitme! E az duruyo çok duruyo, babası ölüyo. Yiyecekler ekmek yapacaklar. Günlerden sonra buğdaylar un olacak ekmek yapacaklar. Annesiyle buğdayları eşeğe yükleyorlar. Keloğlan çıkıyo yola. Bu değirmen senin, bu değirmen benim geziyor. Ondan varıyo. Nereye gitse köse, sonra köseler bana ne yapacak girende buğdeylerimi öğütem deyor. Giriyor, Köse Dayı’ya: — Ben buğday öğütmeye geldim, deyo. — Tamam Keloğlan üğütem, deyo. Şinci unu öğütüyolar, buğdeyi öğütüyolar, gari un yapıyolar gali. —Keloğlan: Unu benden uğrası senden bir boğça* karalım, deyo. Keloğlan düşünüyo, uğraya ne gidecek deyo, acıcık bir şey gider. Uğra hamuru üveleycen*, Köse Dayı yapam deyo. Köse Dayı su koyo, un koyuyo, Keloğlan uğra getir derken Keloğlan’ın denginin birini boğça karıyorlar. Boğçayı gömüyorlar, boğça bişiyo, Köse Dayı deyo: — Keloğlan ikimiz bir yalan söylecez hangimizin yalanı üstün gelirse bu bohça onda galacak, deyo. — Keloğlan olur, deyo. Köse Dayı yalana başlayo: — Keloğlan deyo, bir karpuz ektim burda bitti, suyun öte yanında Çiller’in damına çıktı deyo, öyle büyük bir karpuz oldu ki emme kocaman deyo, gali bu karpuz oldu kesen de yiyen deyo artık nacağı aldım karpuzu kesmeye vadım, karpuzu keseken de nacağı karpuzun içine kaçırdım. Ben boyna nacağı ararken deyo bir adamın birine denk geldim. Ne yapıyon hemşerim? — Ne yapam karpuzu keserken nacağı içinde kaybettim, onu arıyorum. Hadi kardeşim ben bu karpuzun içinde yedi deve kaybettim sen nacağı nasıl bulacaksın deyo. Köse Dayı’nın yalanı burda bitiyo, sıra Keloğlan’a geliyor: — Bizim bir çift öküzümüz vardı çifte koşuyorduk biri hastalandı öküzümüzün, öldü. Yerine arı koştuk. Arının boynunu boyunduruk yara yaptı. Ceviz yağı sürün dediler, ceviz yağını sürdük. Orada bir ceviz bitti, kocaman oldu, dalına kargalar yuva yaptı. Orada da bir dönüm arazi vardı, biz oraya buğday ektik. Buğday oldu. Gali biçmeye başladık buğdeyi. Biz buğdeyi biçerken bir tilki çıktı. Tilkiye orağı bir attım deyo, orak sapı tilkinin gıçına gaçtı, deyo, tilki kaçtı orak biçti, tilki kaçtı orak biçti, bok yime Köse Dayı, bohça Keloğlan’a düştü, deyo. Bohça Keloğlan’a düşüyo, bu şeyde Keloğlan kazanıyo.     * boğça: Hamur. * üvelemek: Yuvarlamak    
Tilki ile Eşek
Akdeniz Bölgesi
Isparta
 Tilki ile Eşek Tilkiyle eşek arkadaş olmuşlar. Bunlar giderken tilki: "Arkadaş ben seni bir kavak bahçesine götüreyim." demiş. Bahçeye gitmişler. Eşek kavakları kemirmeye başlamış ve böylece eşeğin karnı doymuş. Karnı doyunca, eşek anırmaya başlamış. Kavaklığın sahibi bu sesi duyunca hemen oraya gelmiş. Eline bir sopa geçirip, eşeği bir güzel dövmüş ve bahçesinden çıkarmış. Tilki gelip de: "Ne oldu?" diye sorunca: "Len ne var da ne olacak, iki vurdu elleri acıyınca bıraktı gitti." demiş. Bu sefer tilki: "Ben seni bir mısır tarlasına götüreceğim. Ama sen anırıp milleti başına topluyorsun." demiş. Eşek de: "Bu sefer anırmayacağım." demiş. Birlikte mısır tarlasına gitmişler. Eşek mısırları yemiş yemiş, karnı doyunca tekrar anırmaya başlamış. Mısır tarlasının sahibi anırma sesini duymuş. Tarlasına gelmiş. Bir eşeğin mısırlarını yediğini görünce, eşeği bir güzel dövmüş. Bu sırada tilki saklanıyormuş. Tarla sahibi eşeği tarlasından kovduktan sonra tilki, eşeğin yanına gelerek: "Ne oldu?" diye sormuş. Eşek de: "Len, ne var da ne olacak, iki vurdu elleri acıyınca bıraktı gitti." demiş. Tilki, bu sefer eşeği üzüm bağına götürmüş. Eşek yine üzümleri yemiş ve karnı doyunca anırmaya başlamış. Bahçe sahibi gelince, eşek yine bir güzel dayak yemiş. Tilki de uzaktan eşeğin vaziyetini gülerek seyrediyormuş. Kendi kendine: "Huylu huyundan vazgeçer mi hiç" diyerek oradan ayrılıp gitmiş.
Tilki ile Değirmenci
Akdeniz Bölgesi
Isparta
Tilki ile Değirmenci Tilki değirmen damına alışmış, gelir gider ekmekleri yermiş. Bir gün değirmenci değirmenin kapısının üstüne bir ciğer asmış. Altına da bir kuyu kazıp, üstünü örtmüş. Tilki gelmiş bir iki kalgımış (zıplamış), ciğeri alınca kuyuya düşmüş. Ciğeri orada yedikten sonra çıkmaya çalışmışsa da bir türlü çıkamamış. Değirmenci gelince, ölü numarası yaparak , bir ölü gibi kuyudayatmış. Değirmenci, kuyuya girip tilkiyi kuyruğundan tutup da dışarı atınca, tilki bunu fırsat bilip oradan kaçıp gitmiş. Değirmenci, tilkinin gittiğini görünce oyuna geldiğini anlamış. Ertesi gün aynı yere bir ciğer daha asmış. Tilki canavar* ile arkadaş olmuş. Canavara: "Ben şöyle bir ciğer buldum, böyle bir ciğer buldum." deyip, canavarı kandırmış ve değirmene getirmiş. Canavar ciğeri alacağım derken kuyunun içine düşmüş. Kuyunun içinden çıkamayınca tilkiye: "Kurtar beni!" diye yalvarmaya başlamış. Tilki de: "Beni de içeri çekersin." deyip, canavarı oradan çıkarmamış. Canavara: "Ölü numarası yapmasını" söyleyip oradan uzaklaşmış. Değirmenci gelmiş, ciğer yine yok. Kuyunun içinde de koca bir canavar yatıyor. Değirmenci yine aynı oyunun yapıldığını anlamış. Orada ne kadar taş varsa kuyudan içeri atarak canavarı öldürmüş. *Canavar:  Kurt
Tilki, Kaplumbağa, Kene
Akdeniz Bölgesi
Isparta
Tilki, Kaplumbağa, Kene Tilki, kaplumbağa ve kene arkadaş olmuşlar. Ortaklaşa mahsul ekmişler, biçmişler, toplamışlar. Mahsulün buğdayını bir tarafa, samanını bir tarafa, kesini de bir tarafa yığdıktan sonra paylaşmak için bir yarış yapmaya karar vermişler. Bu fikir de tilkiden çıkmış: "Şimdi yarış yapacağız: Kim birinci gelirse buğday onun, ikinciye saman, üçüncüye de kes düşsün." demiş. Yarış için sıraya geçmişler. Kene, tilkiye: "Benim kulaklarım duymaz, yarış başlayacağı zaman, kuyruğunu bana doğru uzat da yarışın başladığını anlayayım." demiş. Yarış başlamış. Tilki, keneye yarışın başladığını bildirmek için kuyruğunu ona doğru eğince kene tilkinin kuyruğuna yapışmış. Tilki koşarak, hepsinden önce yarışın bitiş noktasına varmış. Buğday yığınının üstüne oturacağı sırada kene: "Hop! Benim üstüme oturuyorsun, ben senden önce geldim." demiş. Tilki çaresiz saman yığınına gitmiş ona sahip olmuş. Kaplumbağa da arkadan: "Kes benim kes benim." diyerek geliyormuş.
Arslan İle Kedi
Akdeniz Bölgesi
Isparta
Arslan ile Kedi Arslanla kedi arkadaş olmuşlar. Arslan: "Sen de bizim soydansın, ama niye büyüyemedin, böyle küçük kaldın?" diye sormuş. Kedi de: "Ben insan eline düştüm de büyüyemedim." deyince, arslan: "Şu insanoğlunu bana bir göster. Nasıl bir şeydir?" demiş. Beraber yola düşmüşler. Kedi önde arslan arkada giderlerken, önlerine bir beygir çıkmış. Arslan sormuş: "Bu mu insanoğlu?" "Yok bu değil. Bunun arkasına bir pulluk takarlar, sabahtan akşama kadar çalıştırırlar. İnsanoğlu buna muzurdur[1]." Azıcık daha gitmişler, önlerine bir camız çıkmış. Arslan yine sormuş: "Şu mu insanoğlu?" "Yok bu da değil. Ah insanoğlu böyle olsa. Bunun ardına kızgın güneşte bir düven takarlar, dolandıra dolandıra sabahtan akşama kadar yakarlar. İnsanoğlu buna da muzurdur." Azıcık daha gitmişler, önlerine bir deve çıkmış. Arslan sormuş: "Bu mu insanoğlu?" "İnsanoğlu buna da muzurdur. Buna yükü sararlar, boynuna bir ip takar, o yana bu yana çekerler." Giderlerken ormanda bir koca herif odun kesermiş, kedi: "İşte insanoğlu bu." demiş. Arslan, insanoğluna sormuş: "Sen bana bir çatar mısın, ikimiz bir yenişelim mi?" "Yenişelim de sen kaçarsın. Ben seni bağlayayım, ondan sonra yenişelim." "Haydi bağla." demiş arslan. İnsan, arslanı iple bağlamış, baltayı kafasına geçirip, arslanı oracıkta öldürmüş. İnsanoğlu, işte böyle her mahluka muzurmuş. [1]Muzur: zarar veren
Yarım Horoz
Ege Bölgesi
Afyonkarahisar
YARIM HOROZ   Bir varmış, bir yokmuş... Böyle demesi pek günahmış. Ovaya gitmiş yemiş başağı, ağzına almış beylik eşeği, anırıp gelir bir küçük sıçan... Zamanın birinde bir Yarım Horoz varmış. Küllükte eşinirken bir altın bulur. Yolda giderken bir Beyoğlu’na rastlar: — Yarım Horoz! Ağzında parlayan şey ne ki? — Altın! — Nereden aldın onu? — Küllükte buldum. — Onu bana ver, o benim altınım. — Vermem. Beyoğlu altını zorla Yarım Horoz'dan alır kaçar. Yarım Horoz altınını almak için Beyoğlu'nun arkasından gider. Yolda giderken kenarda akan selle karşılaşır: — Ne o Yarım Horoz, nereye gidiyorsun? Beyoğlu altınımı aldı, onu geri almaya gidiyorum. — Ne olur, beni de götür. — Olmaz, sen yorulursun. — Sana yardım ederim, beni de götür. Yarım Horoz seli içer, yoluna devam eder. Biraz gittikten sonra, açlıktan ölmek üzere olan bir kurtla karşılaşır: — Nereye gidiyorsun Yarım Horoz? — Beyoğlu altınımı çaldı, Onu geri almaya gidiyorum. — Beni de götür. — Sen benimle gelemezsin, yorulursun. — İşine yararım, beni de götür. Yarım Horoz kurdu da yutar yoluna devam eder. Beyoğlu’nun sarayına varır: — Beyoğlu, altınımı ver! Beyoğlu adamlarına emir verir: — Atın şunu ateş damına da yansın! Adamlar Yarım Horoz'u ateşin içine atarlar. Yarım Horoz karnındaki seli kusarak ateşi söndürür. Beyoğlu bu defa: — Atın şunu katır damına da katırlar tepe tepe öldürsünler der. Yarım Horoz az sonra kendini katır damında bulur. Hemen karnındaki aç kurdu çıkarır. Kurt katırları yer. Yarım Horoz buradan da kurtulur. Yarım Horoz'un yine kurtulduğunu gören Beyoğlu: — Bunda bir iş var, altınını vereyim de belasından kurtulayım, başımdan gitsin diyerek Yarım Horoz'a altınını verir. Altınını alan Yarım Horoz da küllüğüne döner.  
Sultan Süleyman ve Yılan
Ege Bölgesi
Muğla
Hindi* çobanın biri, ardıcın birini ocağa sokuyormuş. Ardıç dibinden yanıyormuş. Orda yılan varımış, yukarda. Yılan kafayı çıkarmış. Sultan Süleyman, evli Sultan Süleyman’dan başlayalım. Sultan Süleyman, Azreil geliyor. — Ya Süleyman ben senin canını, ruhunu gabul etmeye geldim. Allah’ın emri var, deyoru. Sultan Süleyman: — Yirmi dört saat bene müsaade edin, diyoru. — Olur, deyoru. Yirmi dört saat müsade ediyorlar. Sabaha kalkıyor, eline asasını alıp böle gezerken ardıcın birinde ocak varmış. Yanıp duruyo. Varıyoru, ocağın dibine. Yılan: —Ya Süleyman beni gurtar, deyoru. Ondan sora, Sultan Süleyman guşun gurdun dilinden anlıyor. Yılanı gurtarıyor. Asasını uzadıyor, uzattığı asadan yılan akıp geliyor. Boynuna dolanıyor. Yılan: — Ben seni sokacam, diyor. Size eylik yaramaz, diyor Sultan Süleyman: — Üç şeye danışalım. Onlar sok derlerse sok, diyor. Öle sulu dere varıyolar. Deli bi suya soruyolar: — Ya su, ben bunu ateşten gurtardım, beni sokacağını sölüyor. Ne diyosun? —Soksun deyoru. Sultan Süleyman sormuş: — Neden? — Siz, her pisliğinizi bende yıkarsınız yüzümüze tükürürsünüz. Üstümüze işersiniz. Ondan sora, geçiyorlar, e bi öküz varımış, Öküze: — Gel bora diyorlar. Öküz geliyoru. Sultan Süleyman: — Ben ben bunu ateşten gurtardım, şimdi beni sokacağını söylüyor. Ne dersin? Öküz: — E soksun, diyo. Ben genç iken, benim kuvvetim yerindeyken bana bakılıyodu. Benim itibarım iyiydi, diyoru. Onu da geçiyorlar, bi tilki varımış. Gidiyor, aşşaya*. Tilkiye: — Dur bakalım, diyor. Geliyor tilki. Sultan Süleyman: — Ben bunu gurtardım ateşten, beni sokacağını solüyor, diyor. Tilki: — Ben can üste candan ifade almam. İn aşşa, der. Tilki hindi diyor: — Get o deliğe kapan. Deliği kapadıyor yılan. Yılan, deliğin gapısını gapatıyor. Sultan Süleyman tilkinin sayesinde yılandan kurtuluyor. Sultan Süleyman tilkiye: — Tavuklar senin olsun, diyor. Tilki tavuğu çok sever evvelden. *hindi: Şimdi *aşşa: Aşağı
[Aslan ve Kaplumbağa]
Ege Bölgesi
Muğla
Şindi, mahlûkların en güçlüsü aslandır. Hani dağda yaşıyanların. Şindi, her mahlûk aslandan kaçar. Aslan dutarsa onları yutar, öldürür, yer. Şindi, bi gün aslanı, bizim köyden farzı mahal avlamıya gitmişler. Avcılar dağda aslanı yaralmışlar. Aslan kaşmış, gitmiş, o yattığı inine girmiş. Böle, ganı geşmekde ölmiye hazırlanıyor. Bu esnada inleyor. Habire oh oh oh inliyor. Yan taraftan bi gaplumbağa çıkmış. Gaplumbağa şöyle aslana doğru bi yaklaşmış: - Ula aslan gardeş niye böyle inliyosun? Nedir böle telaşın? - Ah demiş. Gaplumbağa yaralıyım hem de yaram çok ağır demiş. - Kim vurdu seni? Demiş. - Avcılar demiş. - Biraz önce bizim argadaşlar ava çıktı. Seni onlar vurmasın? Demiş. Şimdi güya hani gaplumbağanın arkadaşları getmiş. Ava da hani onlar yaralamış. Gaplumbağa gardeş demiş: - Beni, sana avcıların vurduğu kurşun değil, enden şindi sözün hindi beni öldürecek gari demiş. Şindi, aslan, gaplumbağadan avcı olmaz. Olmadığı kadar da silahı olmaz. Sila olmadığı gadar kaplumbağa gidip de aslanı yaralayamaz. Tabi bu bi hikâye: - Bu senin avcıların kurşunundan ölmecen de demiş. Senin de, senin lafından ölecen demiş. Çünkü benim yatağımdan galkamacamı bildin, bene bi darbe vuramacam bildin için sen bana lakırdıyı söyledin, demiş. Daha eveli mesela kaplumbayı aslan buldu zaman, şap vurmuş da kanını içermiş. Bu masal da böle bitmiş.
Tan Tan Gabacık
Ege Bölgesi
Uşak
                                                                                                              TAN TAN GABACIK Bi adam varmış. Bu adamın bi oğlan bi gız iki çocuğu varımış. Çocukların anneleri ölmüş. Adam çocuklara üvey anne getirmiş. Üvey anne adama: −Götür bu çocukları, dağa at gel demiş. Adam odun etme manasına çocukları dağa götürmüş. Çamın birinin dalına da bi gabak bağlamış. Gabak rüzgâr vurdukça taak tak ederimiş. Akşam garanlık olmuş, çocuklar oyuna dalmış. Babaları gelmemiş. Gitseler dalın dibine baksalar ki gabak. Ağlamışlar: −Tak tak eden gabacık, bizi aldatan babacık deye. İki gardeş akşam olunca: −Nereye gidem? Köpek üren yere mi gidem? Duman tüten yere mi gidem demişler. En son: −Duman tüten yere gidem demişler. Çocuklar üşümüş, duman tüten yere varmışlar. Kapıyı vurmuşlar. İçerden bi ehtiyar: −Kim o demiş. Çocuklar içeri girmişler. Ebe de çocuk yermiş. Gız çocuğu farkına varmış bunun. −Gardeşim biz napcez demiş. Oğlan da: −Napalım, tuvaletimiz geldi diyelim, gurtulam demiş. Çocuklar tuvalet manasına dışarı çıkmış. Ebe: −Ben sizi beklicen demiş. Gız da: −Sen bizim belimize ip bağla, biz gideriz demiş. Oğlanla gız biraz yol gitmiş. İpi dişlerinnen çözmüşler, gaçmışlar. Ebe ipi bi asılmış, çocuklar yok. Çocuklar gaçmışlar, bi çayın kenarına varmışlar. Tabi çaydan geçmenin mümkünü yok. Gavağa seslenmişler: −Eğil gavak eğil, arkamızdan düşman geliyor demişler. Gavak eğilmiş, çocukları çayın öteki tarafına geçirmiş. Çocuklar da gaçıp gurtulmuşlar. (KK: Medine Kocaman, Eşme (Akçaköy) 1954 doğumludur, İlkokul mezunu olup ev hanımıdır, masalı büyüklerinden öğrendiklerini nakletmiştir. Ayrıca Uşak Merkez'e bağlı Güre köyünde şkamet etmektedir)    
Ayağına Diken Batan Horoz
Ege Bölgesi
Uşak
Ebenin biri ekmek ediyomuş. Çocuğun birinin ayağına diken batmış. Dikeni çıkamış almış gelmiş: ­­- Ebe* benim dikenimi dutago* demiş. Çocuk gidince ebe dikeni ocağa atıvemiş. Çocuk dönmüş gelmiş oynamadan; - Ebe benim dikenimi ve, demiş. Ebe de: - Ben dikeni ocağa attım, yandı deyo. Ebe o zamana gada ekmek ediyomuş. Oğlan da: - Madem dikenimi yaktın, o zaman bana bi şibit* ve deyo. Şibidi alıyo, çıkıyo dışarı: - Bi dikene bi şibit deyo. Gidekene gidekene bi çobanla garşılaşıyo. Çobanın da garnı acımış, oğlan çobana deyo ki: - Goyunlarından bi dene verirsen sana bu şibidi veririm deyo. Çobandan goyunu alıp yoluna gidiyo. Oğlan gideken bi köye daha varıyo. O köyde bi adamın bi sürü gızı varımış. Adamın da goyuna ihtiyacı varımış. Adam oğlana bağırıyor: - Benim bi sürü gızım var, goyunu bana verirsen gızımın birini sana veririn deyo. Oğlan gızı ordan gelin alıyo, sokağa çıkıyo bağırıyo: - Bi dikene bi şibit, bi şibide bi goyun, bi goyuna bi gelin, bi geline bi horoz deyo. Oğlan yoldan geçen adamın birine: - Bana bi horoz verisen sana bu gelini verin deyo. Adam bakıyo “Horoz basit!” deyo. Oğlan gelini veriyo, horoz alıyo. Sonra çocuk ebesine geliyo. Ebesi: - Oğlum ne yaptın şibidi deyo. Oğlan: - Dikeni şibide deniştim, şibidi goyuna deniştim, goyunu geline deniştim, gelini horoza deniştim* deyo. - Horozu da bana darıya denişirmin? Ben sana horozu veren, sen bana bi kısım darı ve deyo oğlan. Ebe de: - Olur deyo. Oğlan horozu ebesine verip bi kısım darıyı alıyo. Deken ebe horozun hakından gelemiyo, horoz ebenin elinden boşanıyo, oğlanın elindeki darıyı yiyo. Oğlan tekrar başlıyo söylemeye: - Bi dikene bi şibit, bi şibite bi goyun, bi goyuna bi gelin, bi geline bi horoz, bi horoza bi kısım darı aldım deyo. Derken darı da kendine nasip olmuyo. Böyle böyle akşam oluyo.       * ebe: babaanne, anneanne * dutago: tutuver * şibit: kurutulmuş yufka ekmek * deniştim: değiştim          
Nohuttan Oğlan
Ege Bölgesi
Uşak
                                                                                                                    NOHUTTAN OĞLAN Gadının birinin çocuğu olmuyomuş. Gadın saç başında ekmek yaparken ocağın kenarına da nohut ıslatmış. Nohutlar gabarsın da onları da arkasından goyen yavaş yavaş bişsin deye. Gadın kendi kendine: — Aaa yarabbim bi çocuğum olsa şu yufkaları sarardım, gocama gönderirdim. Yarabbim bi çocuk vemedin, deyo. Dua ediyo. Bi de baksa ki o ıslatdığı nohutların hepsi çocuk olmuş. Ondan sonra gadın pişiriyo çocukla yiyo, gadın pişiriyo çocukla yiyo… — Benim gocama bi tane ekmek bile galmadı. Ben bişiriyom bunlar yiyo, diyo. Osanıyo bu sefer de çocukla çok fazla olunca. Süpürgeyi alıveriyo eline, bunların hepsini ateşin içine süpürüyo. Süpürdükden sonra bikaç ekmek da bişiriyo. Gocası da tarlada çift sürüyomuş. Gadın demiş ki: — Çocukladan birini alagosaydım gocama ekmek gönderidim. Süpürgenin gıyısında bi denesi galmış. Nohutdan oğlan süpürgenin gıyısından çıkmış: — Anne ben buradayım, deyo. Nohutdan oğlan tarlaya gidiyo. Bobasına gıyıdan bağırıyo: — Baba ortadan mı geleyim? Gıyıdan mı geleyim, deye. Bobası: −Gıyıdan gel oğlum, deyince ekmeğin gıyısını yeyo. Bi da bağırıyor: — Baba ortadan mı geleyim? Gıyıdan mı geleyim, deye. Bobası biyol: — Ortadan gel oğlum, deyo. Öyle deyince gada nohutdan oğlan ekmeği yeyo, bitiriyo. Tam bobasına doğru gideken ineğin biri otlarınan bir nohutdan oğlanı yeyo. Nohutdan oğlan ineğin garnında da doğru durmuyo. İneğin garnından gonuşup gonuşup milleti korkuduyo. Sonra ineğin pisliğinnen bir garnından çıkıyo. O pislikle bir çamır garıp kerpiç yapıyola. O kerpiçleri fırınlayola. Yapdıkları kerpiçden duvar örüyola. Nohutdan oğlan biyol duvarın içinde galıyo. Duvarın içinden ağlama sesi gelince: — Sen ne ağlıyon, deyola. Duvarın içinden nohutdan oğlan: — İneğin garnında galdııım, çamırın içinde galdııım. Bahçalara atıldııım. Yandım da yandııım. Ben ağlemeyen de kimler ağlasın, deyo.    
Ayıyla Evlenen Kız
Ege Bölgesi
Uşak
                                                                                                                                                           AYIYLA EVLENEN KIZ Eveli bi gız gırmızı elbise keymiş. Gırmızı keyene de ayı bet* vurulumuş derler. Gız küllüğe kül dökmeye gitmiş. Ayı küllükde gızı görünce gıza vurulmuş. Ayı gelmiş, gızı sırtına atmış. Alıp varmış, bi ine sokmuş. Gızın orda iki çocuğu oluyo ayıdan. Ayı gidiyomuş bal bulup geliyomuş, öte beri bulup geliyomuş, yediriyomuş garısınna çocuklarına. Böyle böyle yaşarkana gız bi zaman sonra sıkılıyo. Gız ayıya: −Sen bugün evde durago, ben de çocuklarınan çamaşır yıkamaya giden demiş. Ayı: −Beni aldadırsın sen demiş. Gız: −Hayır aldatman. Ben çocukları banyo etdiren, çamaşırlarımızı yıkayen de gelen. Şu saat gelince ben çamaşırı yıkarın. Sen urganı asıl ben gelirin deyo. Ayı, gızın beline urganı bağleyo. Gız derenin başına gidiyo, derenin kenarına bi gazan guruyo. Yavrılarına: −Gelin yavrım ben size biyol banyo etdiren deyo. Ayıcıkla korkuyo: −Ana sen bizi yakcen mi deyolar. Gız da: −Hayır çocuğum ben sizi yakarmın? Siz benim can ciğer evladımsınız deyo. Ayının çocukları olunca çocukla da insan azması gibiymiş. Gız çocuklarını bi daşa oturtmuş. Alıyo geliyo ıscak suyu, bi döküyo. Ayıcıklar orda oturup galıyo, ölüyola. Gız çocukları öldürdükden sonra, belindeki urganı çözüyo. Urganın ucunu bi sürütmeye* bağlayo. Ayı aşam olunca urganı asıla asıla asıla bi gelse ki urganın ucunda bi sürütme … Gız ayıdan gurtulmuş. Ayıdan saklancen deye bi saman ganlısına* girmiş. Ordan çıkmış giderkene giderkene ayı gine düşmüş peşine. Bi yol kenarında ekmek ediyolarımış. Gız bakmış ayı geliyo: −Beni gurtarın demiş. Ekmek edenler de: −Dur biz onun golayını biliriz demişle. Gız saman ganlısından çıkmış, bi hamır teknesine gatmışla ekmek edenler gızı. Üsdünü örtmüşle. Ayı: −Ne bu böyle demiş. −Biz fırına ekmek etmeye gidiyoz demişle. Gız ayıyı orda da atlatmış gali. Öyle geçeken geçeken gız iki oğlan gardeşiyle babasının yanna varıyo. Oraya varıncaya gadak gız sararmaya başlamış. Gız evinde hayal görür dururmuş, gün gün gururmuş. Babasınnan oğlan gardeşleri: −Sen neye guruyon böyle deyolar. Ayı, gızın hayaline bazı aslan şeklinde geliyo, bazı ayı şeklinde geliyo. Gız babasına: −Bana bi aslannan kaplan alıven deyo. Babasınnan ağabeyleri: −Ne yapcen onu deyolar. Gız: −Ayı her gün geliyo, bana ırağat* dirlik vermiyo. Aslanla kaplana ayıyı dutdurup yedirtcen deyo. Gardeşi: −Gız gardeşım sen neye böyle guruyon deyo. Gız da: −Gardeşım Cenab­ı Allah beni böyle ayıya yazdı. Bi insan guluna yazsaydı kölgesine sinerdim* deyo. Gız dirliksiz oluyo gali. Öyle olunca babasıyla ağabeyleri gıza aslannan kaplan alıyolar. Aslan, kaplan alınca gadak*: −Dut aslan, dut kaplan derkene gız açcık gurtuluyo. O sarılık benzinden geçiyo. Bu azapdan gurtuluyo.     * bet: Çok * sürütme: Tomruk * ganlı: Kağnı * ırağat: Rahat * sinmek: Saklanmak * gadak: Kadar
Tilki İle Kedi
Akdeniz Bölgesi
Isparta
Tilki ile Kedi Tilkiyle Kedi arkadaş olmuşlar. Tilki bir horoz yakalamış gidiyormuş. Canavarla Ayı da arkadaşlarmış. Tilkiyi ağzında horozla görünce seslenmişler: "At o horozu ağzından." "Atarım atmasına da İbrahim Dayıma söylersem, sizi mahveder" Canavarla ayı korkup, tilkiyi bırakıp gitmişler. Tilki bir gün, kaz yakalamış gidiyormuş. Canavarla ayıya yine denk gelmiş, canavar: "At onu ağzından." deyince, kazı ağzından bırakıp: "Sizi İbrahim Dayıma söylersem, şöyle eder, böyle eder." demiş. Canavar: "Biz sana şaka yaptık." deyip tilkiyi yine bırakmış. Bir yandan da İbrahim Dayı’sını merak ederlermiş. Bir gün tilkiye: "Şu İbrahim Dayı’nla bizi tanıştır." demişler. Canavar korkudan kedinin evine gidememiş. Ayıyı yollamış. Tilki, ayıyı alıp eve götürmüş. Kedi evin bir köşesinde uyuyormuş. Uyurken de horultu çıkarıyormuş. Ayı bu horultu sesini duymuş ve bu sesten çok korkmuş. Tilkiye: "Şunu uyar da bir davetimiz var oraya çağıracağız." demiş. Tilki gitmiş, kediyi uyarmış. Kedi delikten çıkmış. Ayı bir bakmış ki, yumruk kadar bir şey. Kendi kendine: "Allah Allah bir tokat vursam buna, öldürürüm." demiş. “Ne ise” deyip, kedi ortada beraber yola çıkmışlar. Giderlerken havada bir serçe uçuvermiş. Kedi hemen kalgımış. Serçeyi yakalayıp ayıya vermiş. Ayı, iyice korkmuş. Giderlerken önlerinden bir yılan kaymış. Kedi, yılanı da bir zıplamış ve yakalayıp, ayıya vermiş. Ayı daha da korkmuş. Ayı önden yürümeye başlamış: "Siz geledurun ben önden gidip arkadaşıma haber vereyim." deyip önden koşmuş gitmiş. Canavarın yanına varmış: "Arkadaş, geliyorlar, ne önünden kaçan kurtuluyor, ne havada uçan kurtuluyor." demiş. İkisi de saklanmışlar. Ayı bir ağacın dalına çıkmış. Canavar da ormanın içinde gazellerin arasına gizlenmiş. Tilkiyle kedi davet yerine gelmişler. Masa kurulmuş, fakat kimse yokmuş. Oturmuşlar ve yemeye başlamışlar. Canavarın saklandığı yerde yüzüne bir sinek konmuş. Onu kovalayayım derken yaprakları hışırdatmış. Kedi hışırtının geldiği yere öyle bir atlamış ki, canavar korkusundan hemen oradan fırlamış ve kaçmaya başlamış. Ayı da kedi saldırıya geçti korkusuyla, ağaçtan atlayıp oradan uzaklaşmış. Tilkiyle kedi, sofradaki yemekleri afiyetle yemişler.
Keloğlan Hiç Almaya Gidiyor
Ege Bölgesi
Muğla
Keloğlanı, annesi tuz almaya göndermiş. O sıralarda tuz adı “hiç” miş. Keloğlan da, bu devamlı sadaladığından devamlı hiç hiç hiç diyerek gidiyormuş. Yolda giderken, balık dutan bi adama raslamış. Hiç hiç derken balıkçı kızmış ona. - Sen neden öyle diyorsun? Bak ben, sen öyle dediğin için balık dutamadım demiş. Pata güde pata güde keloğlanı bi güzel pataklamış. E keloğlan da ağlamıya başlamış. - Amca amca ben ne dedim sana sen neden böle yaptın. Niçin bana böle davrandın? - Öle denmez evladım demiş. Ye ne diycem amca? Deyince: - Pek de çok pek de çok pek de çok diyeceksin demiş. Keloğlan, pek de çok pek de çok diye giderken yolda bi cenaziye raslamış. Cenaziye raslayınca, cenazedeki amcalar keloğlana çıkışmışlar. Bu, az biraz sesli söylüyomuş. Pek de çok pek de çok deyince: - Amca neden gızdın? Ben size ne dedim demiş. - Pek de çok pek de çok pek de çok denmez, demiş. Cenaziye, Allah Rahmet Eylesin dersin demiş. Başlamış kelolan, Allah Rahmet Eylesin, Allah Rahmet Eylesin demeye. Yolda giderken, bi küpek ölüsü götüren bi amcaya raslamış. Onun yanından geçerken, Allah Rahmet Eylesin deyince, u amca da gızmış. Başlamış kelolan alamıya. Demiş: - Amca ben sana ne dedim? Neden böyle diyorsun amcaya? Öle diyince: - Böle demiyceksin. Allah Rahmet Eylesin demiyceksin. - Ya ne diycem amca demiş. - Pek de pis gokiyo pek de pis gokiyo diyeceksin demiş. Böle giderken hamamdan üç bayan yıkanmışlar, kokular sürünmüşler. Üç tane genç kız odan, yanından geçerken, pek de pis gokiyo pek de pis gokiyo derken onlar da başlamışlar. - Abla abla neden beni dövüyosun? Ben ne dedim size demiş. - Böle demiyceksin demiş. Pek de güzel kokiyo pek de güzel kokiyo diyeceksin demiş. Gitmişle, bakkala varmış. Bakkala vardığında, amcaya, pek de güzel kokiyo pek de güzel kokiyo derken amca bi tokat patlatmış. Hiç amca hiç amca diyince, hiç aklına gelmiş. Annesinin tuz ısmarladığı aklına gelmiş. Tuzu almış, annesine götürmüş. Masal da burada bitmiş. Onlar ermiş muradına. Gökten üç elma düşmüş biri dinleyenlerin başına, biri anlatanın başına, biri de herksin dilekleri kabul olması için herkesin başına.
Padişahın ve Vezirin Çocukları
Ege Bölgesi
Muğla
Bir varmış bir yokmuş, evel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pire berber iken, ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, diyar diyar köylerin birinde padişah varmış. Bu padişah ile veziri bir gün bahçede dolaşırlarken, sohbet ediyorlarmış ama bu sıralar padişah çok üzgünmüş. Bahçede dolaşırlarken karşılarına bi derviş çıkmış. - Derviş, neden üzgünsün padişam demiş. - Benim çocum yok da ondan çok üzgünüm demiş. - Üzülme, demiş. çocun olur Allah’ın izniyle. Bir elma vermiş. - Bu elmayın yarısı vezirin hanımı, yarısın da senin hanımı yesin. Kabunu da ata yedirin demiş. Şindi ata yedirmişler. Aylar geşmiş, yıllar geşmiş, padişahın nur topu bir oğlu, vezirin nur topu bi kızı olmuş. Atın da bi tayı olmuş. Bunlar güzel güzel yaşarlarken vezir aniden hastalanmış. Vezir vefad edince, padişah bunları bakmayı unutmuş. Onları hatta saraydan kovmuş ama gizli gizli padişağın oğluyla o küçük kız oyunlar oynuyorlarmış. Günler geşmiş, yıllar geşmiş, padişaın oğlu prens olmuş. O kız çocu da güzelleşmiş. Babasına söylemiş: - Babacım ben vezirin kızıyla evlenmek istiyorum. Padişah önce sinirlenmiş, izin vermemiş. Bunlar, atın tayına bindilerse uşmuşlar, gitmişler. Dere tepe düz gitmişler, altı ay bi güz gitmişle. Bi şehre varmışlar. O şehirde düğünlerini yapmışlar, evlenmişler ama bu sırada padişah da çok üzülmüş. Onları çağırmış. Geri getirmiş, hatasını anlamış. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine. Gökten üç elma düşmüş, biri dinliyenlerin başına, bir anlatanın başına, bir de gönüllleri sevgiyle dolan herkesin başına. Şindi:Şimdi
[Padişah ve Oğulları]
Ege Bölgesi
Muğla
Bi yine bir padişahımız var. Padişah oğullarından hangisinin sultan olması gerektini düşünmeye başlamış. Acaba hangisini sultan yapayım? İki oğlu varmış. Bunların hangisi sultan olsun diye düşünmüş. Veziri demiş: - İmtian etsene demiş. Onları biraz para vermiş. At vermiş. Oğullar, demiş: - Şimdi bu parayla vatana, millete hayırlı bi şeyler yapın. Kimin padişah olacağını, ya da şehir şehir gezin demiş. En güzel şeyleri alın gelin bana, demiş. Padişahın oğulları yola çıkmış. Birinci oğul bi şehre varmış. Bi şehre değil de bi vadiye varmış. Yemyeşil, vadiler içinde çok güzel, cennet misali bi yermiş. - Ben bu evi saray yapsam, demiş, babamın verdiği parayla. Çok güzel olur demiş. O sarayı yaptırmış. İçini çeşit çeşit eşyalarla döşemiş. Dönmüş babasının yurduna. İkinci oğlu ise köy köy dolaşmış. Dolaşırken bi köye denk gelmiş. O köyde halk alıyomuş. - Neden alıyosunuz? Diye sorunca, suyumuz yok demiş. Suyumuz çok uzak yerden geliyo demiş. Onun için suyumuz yog olduğundan üzülüyoz demiş. Padişan olu da bi kanal yaptırmış. Suyu köye getirmiş. Kay halkı o kadar sevinmiş ki, duva etmişle. İşi bitince padişan ikinci oğlu da köyüne, yurduna dönmüş. Babasına varmış: Baba biz vazifemizi yapdık demiş. Padşah: - Hadi madem gidelim demiş. Padişahla oğulları gidiyo. Birinci oğlunun yapdıkları yere varınca viran olmuş. Ev yıkılmış, içindeki eşyaları fareler yemiş. Harap ve bitap düşmüş. Odan üzülmüş padişah parası yabana gitti diye. Öteki köye vardıklarında, sultanım çok hoş geldiniz diye. Köylüler sevgiyle karşılamışlar. Hizmet etti için, halka hizmet eden Hakk’a hizmet eder diye. Sultan ikinci küçük olunu padişah yapmış. - Sultan sen olacaksın demiş. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerefetine. Gökten üş elma düşmüş, biri dinliyenin biri anlatanın bir de herkezin başına.
Tilki ile Kedi
Ege Bölgesi
Afyonkarahisar
 TİLKİ İLE KEDİ     Zamanın birinde, bir tilki ile kedi arkadaş olmuşlar. Ne bulurlarsa beraber yiyip içiyorlarmış. Her şey iyi, güzel gidiyormuş; fakat evin reisliği konusunda bir türlü anlaşamıyorlarmış. Bu nedenle aralarında sık sık tartışma çıkıyormuş. Her ikisi de "Dediğim dedik, çaldığım düdük" birbirlerine kafa tutuyorlarmış. Bir gün şöyle bir anlaşma yaparlar: — Eve kim iyi bakarsa, harcını, borcunu kim iyi karşılarsa,evin reisi o olacak. O günden sonra hizmet yarışı başlar. Her ikisi de ne bulursa, ne yakalarsa alıp eve getirir. Aradan epey zaman geçmesine rağmen tilki birkaç kemik parçası ile birkaç tüyden başka bir şey bulamaz. Kedi ise her gün birkaç kuş tutup getirir. Sonunda tilki kedinin reisliğini kabul eder. Kedi tilkiyi işten işe, yokuştan yokuşa sürer. Tilki, kediye "Kürklü Bey" adını takar. Beyliği kediden almak için de türlü çareler düşünür. Tilki, bir gün kırda gezerken sırtında bir kovan bal taşıyan bir ayı görerek şöyle seslenir: — Hey koca ayı! Ayıların ayısı, dayıların dayısı, baksana sen! Korkmadan nasıl geçebiliyorsun buradan. Kürklü Bey'imiz seni görürse paramparça eder. Ayı korkusundan sırtındaki kovanı atıp kaçar. Tilki kovanı alıp ine götürür. Sonra tekrar dışarı çıkarak güneşlenmeye başlar. Öğleye doğru ağzından bir demet mısırla geçmekte olan bir domuza seslenir: — Hey koca domuz! Ağzındaki mısırları bırak da kaç! Bizim Kürklü Bey'e haber verirsem seni paramparça eder. Domuz ağzındaki mısırları bırakıp kaçar. Akşama doğru ağzında kocaman bir koyunla bir kurt geçer. Kurdu da aynı şekilde korkutur: — Hey koca kurt! Dur bakalım. Nereye böyle hızlı hızlı. Bırak ağzındaki koyunu! Bizim Bey'e haber verirsem, senin kemiklerini kırar. Kurt korkusundan ağzındaki koyunu bırakıp kaçar. Güneş batacağı sırada ağzında bir parça ekmekle köpek görünür. Köpeği de aynı şekilde korkutarak ağzındaki ekmeği alır. Akşam olunca ayı, domuz, kurt ve köpek ormanda kuytu bir yerde toplanıp başlarından geçenleri birbirlerine anlatırlar. Sonunda köpeği "Kürklü Bey'e elçi olarak göndermeye karar verirler. Ertesi gün köpek Kürklü Bey'in kapısını çalar. Tilki ile kedi kapıya beraber çıkarlar. Tilki herkesten önce konuşur: — Ne o köpek kardeş! Sabah sabah ne istiyorsun? — Kürklü Bey ile konuşmaya geldim Tilki kediyi göstererek: — Beyimiz budur, der. Köpek 'Bu ne biçim bey böyle' diye içinden geçirir. Bir kenara çekip döğmeyi düşünür. Tam o sırada üzerlerinden iki keklik geçiyormuş. Kedi fırlayarak ikisini de yakalar. Biraz sonra bir yılanın hışırdayarak geldiğini görürler. Kedi atladığı gibi yılanı da yakalayıp öldürür. Olup bitenleri şaşkınlık içinde seyreden köpek "Aman bana da bir şey yapar" diye korkusundan hemen oradan uzaklaşır. Varıp arkadaşlarına anlatır: — Aman,Kürklü Bey'e görünmeyin de, kime görünürseniz görünün. Ben böyle bey görmedim. Herkes başının çaresine baksın. Ufak tefek bir şey ama ne gökte uçan kurtuluyor, ne yerde kaçan. Tilki de kediden beklemediği bu hareketleri görünce beyliği istemeye cesaret edemez. "Benim bey olmak için daha çok çalışmam gerekir" diye düşünür. Bizim Kürklü Bey de, beyliğini sürdürür.  
Koca Mammi
Ege Bölgesi
Muğla
Şindi bir kedi bir de goca mammi varmış. Mammi tilki olüyor. Tilkinin adı da mammi. Şindi bo goca mammi diyor ki: - Benim bir arkadaşım var, yerde alır gökte yer. İlan ediyor işte ormandaki bütün hayvanlara. Bonlarda hayred ediyor. - Yav diyor bu diyor goca mamminin ne biçim bi arkadaşı var. Bunu diyollar, bi daved edelim, bi yemek ziyafedi verelim. Goca mammiyi davet ediyollar. - Filan dağda şöle kebap yapdık, buyurun gelin. - Tamam diyor, gelirim. Şindi goca mammiyle kedi yavaş yavaş sana bakalak soluna bakalak, domuz var, ayı var, bir de aslan var. Daved ediyor goca mammiyi. Şindi domuz diyor: - Ben yerı deşeyin, gözümü şeye dayım beni görmesin, saklanayim diyor. Ayı da diyor: - Ben ağacin başına çıkayim. Aslan da: - Ben ağacın arkasında durayim. Sofrayı gurmuşlar. Bunlar sallana sallana gelirken kedi bir bakiyor geride bi parlayoru domuzun gözü, bi tüyuyor buna. Domuz bi kalkiyoru gözlerin cırmalıyor.Ya haydı domuzdan kedi korkuyoru ağaca dırmaniyoru. Ağaçdaki ayı, yerde alıp gökde yiyor ya domuzu yedi bene geliyor diyo. Ayı da atiyor kendini. Arkasından aslan da bi gaçış gaçiyollar. Güzel afiyetle yiyollar, bize galdı diyollar yemekler yiyollar.
Kediler ve Fareler
Ege Bölgesi
Muğla
Şimdi kedi, arkadaş oluyor bunlar farelerle. Bi ara diyor ki, fareler: - Bunların eşyalarını biliyorsun yiyollar. Bi gün diyor: - Ben bunları toplayayım, haciya gidicem, helallaşalım. Gidiyollar, fareleri tek tek geziyollar, eve davet ediyollar, geliyollar. Akşam konuşuyor. - Herkez girdi mi? - Girdi. Kapıyı kapadiyollar. Ondan sonra e diyoru: - İşde biz haciya gidiyoruz. Biz bir takım şeyler söleyeceklerimiz var. Bunları siz sölecez helalleşcez ve gidcez diyor. Ondan sora başliyor. - Sizin, siz diyor un çuvalının azı duruyken altından kim del dedi de deldin? Urdan diyor: - Siz bu gadar diyor bizim gazancımızı, un çuvalımızı, buğday çuvallarımızı azından deyil arkasından, alt tarafından kesdiniz, dükdünüz, yediniz diyor. Ondan sora bi güzel bunları afiyetle birer birer yiyor.
Keloğlan Masalı
Ege Bölgesi
Muğla
Padişahın bir elma bahçesi varmış. Koca elma bahçesinde üç tane elma olurmuş. Bu üç tane elmayı tam olgunlaştığı zaman, baze yiyeceği zaman bi şeyler yiyomuş yani. Atık bunu köye ilan vermiş. - E bu elmayı ne yiyor? Bunu bilene kızımı vercem. İlan veriyor. O arada bi tanesi bunu: - Padişahın kızını almak için bunu ben yapcam diyor. İşde bekliyor. Birden akşam olur, bir dev büle kükreyerek, çok şey yaparak geliyor. O korkuyor. Bu devnin şeyinden, yani öbürse gorkuyor, gaçıyor. Elma gine yiyor. O sene bulunuver elma yiyen. - Öbür sene ben yaparım bunu diyor birsi daha. U da aynı, günlerce böle beklerken beklerken bir gece böle bir gürültü bi de geliyor. Bu elmayı da yiyor, şey yapıyor, o da korkuyor gürültüden. Orda bi keloğlan varmış. - Bunu ben yaparım diyor ardık. - Unu yapacaksa bu yapar diyor. Başkalarını da ikna ediyor. E keloğlan ben yaparım diyoru. Şe yapıyoru dev, böle gelirken hiç gorkmuyoru kılıcını bi sallıyor sora deve yaralıyor. Dev kaçıyor, o arad takip ediyor. Bi guyunun şeyinden aşağı indiğini görüyor. Yani gadın gadın takip ederken o ordan, guyudan aşağı iniyor. Dev orda biraz daha herhalde düzeliyor. Orda da bi köye su akmazmış. Su gelmezmiş. Her sene bi tane kız verilermiş bu deve. U kıza şe aptıktan sora çeşmeyi salarmış. Bütün köylü ordan suyunu alırmış. Ondan sora bunu da duyuyor, orda böle böle diye. Çeşmenin başında ordan bekliyor artık. Gızı gurtarcak. O gızı işde suyak, su akarken ben diyor: - Beni bi şey yiycek diyor, beni bekleme git diyor. Yani şeye: - Ben seni gurtarcam diyor. Ordan şey yapıyor, bi de ona vuruyor gılıcı. Bu zefer su davamlı akıyor, köyün suyu. - Yav bunu kim yapdı, kim yapdı. O arda da gız böle u garnından şey devnin garnından elini bulaştırıyo da, olanın arkasına sürüyo. - A bu suyu kim agıttı, kim agıttı? Köylü, seferber oluyor. Köylü ilan veriyor. - Bütün herkez diyor padişahın evin önünden geçcek diye. Herkez geçerken geçerken, tabi bilmiyo sırtından. O gız da görüyo sırtındakini. - A diyor işte bu adam diyor. Onu aliyollar. Padişah gızını veriyor. Undan sora: - Ne dilersin diyor keloğlana. - Ben diyor yeryüzüne çıkmak istiyorum diyor. Padişah işte şe yapiyor, su damacanlara su gatiyor. Kavurma yapiyor, hayvanları kesiyor. Bi tane gartal bindiriyor bu adamı: - Gak dersen su, gak dersen yemek, guk dersen su vericesin demiş. Biniyo bu gartala yeryüzüne çikiyor. İşde kırk gece düğün oluyor kelolanla.
Tilki Kaplumbağa ve Kene
Ege Bölgesi
Muğla
Şimdi, bir tilki, bir kaplumbağa, bir kene arkadaş olmuş. Bunlar bir buğdey ekmişler buğdey tarlasına. Buğdeyi şey yapmışlar, biçmişler. Harman etmişler, dövmüşler falan. İşte buğdeyi çıkartmışlar. Buğdey de az çıkmış. Şindi demişler: - Tilki şey ya uyanık ya bi yarış yapalım, demişler. Şurdan şuraya kadar bir yarış yapalım. Bu yarışı kim gazanırsa o şey olsu, demiş. O alsın buğdayı, demiş. Kamlumbağa da öncede, kaplumbağanın birisi arkadaşını gömmüş oraya, şeye, harmanın içine, harmanın içine gömmüş. Ordan yarışa başlamışlar. Kene de demiş: - Tilki kardeş, demiş ben haberin olmaz, demiş.Yarış başladığında bene guyruğunu bi değirive hadi gidiyoz de, demiş. Hadi başladık diye guyruğunu gıvıttırıyomuş kene. Kene yapışmış ondan sora koşmuş koşmuş koşmuş. Harmana vardığında, geri bi döndüğünde: - Neydesiniz, demiş tilki. - Yav, demiş ben buradayın, demiş kene. Guyruğunda salıymiş kendini. - Ben buradayım, demiş. Sen da güzel geldin demiş. Kaplumbağa da ordan çıkmış: - Ee bende buradayım, demiş. Siz geç galdınız, demiş tilkiye. Bakmış, görmüş tilki işi kaybetmiş. O aradan: - Ee madem, demiş siz alın, demiş, üş dört tane verin, demiş. Böle bir dağarcığı vermiş. Tilkinin üş dört tene teneyi böle gatmışlar diye bi üfürmüş dağarcığı şişirmiş. Esgiden dermene böle darcıkla keçi darcınğınla gidilirdi. Çuvaliyodu. O ordan dermene varıyor. Bırakıyor şeyi: - Dermenci dayı,  benim unu diyor, buğdeyi öyüt ben biraz gezcem falan, demiş. - Peki olur, demiş. Dermenci bakmış darcık baye şiş, yani güzel. Dağarcığı kaldırıyor. Eveli zaten değirmenin şeyi vardır, böle tatası. Çuval goyulan yer ora goymuş. Zaten bunu tilki azını üç yandan bi açiyor, bişey yapiyor. Dermenin abanına, şeyine tane gonulan yere ne diyollar ona? Gazan mı ne diyollar ona? Sepet, Allah şaşırıyor dermeni sısiyor hava çikiyor. Tilki geliyor: - Benim unu öğüttün mü, diyor. - Ule, diyor seni biraz solukmuş, diyor. Sen benimle dalga geşmişsin, diyor. - Yok, diyor. Bilmem ben getirdim, diyor. Tabi dermenci gurtulamıyor. Ona biraz un gativeriyo. Ordan sirtlaniyor. Gece varıyor bi eve. - İş de ben misafir alır mısınız? Teyze meyze, diyor. Ordan: - Ee alalım, diyor ev sahibi. Oraya, gece bi kalkıyor un darcığını sığırın önüne veriyor, yani suları yediriyor. Geliyor, sabalen diyor ki: - Ev sahibi, diyor sen benim unu yedirmişsin sığıra, diyor. - E nasıl olur nasıl olur? - Yemiş bak, diyor. İşte sene unu verin ben, diyor. - Olmaz, diyor.Un da almam ben, diyor. -E ne? - Ordan gızını verıcesin, diyor. Nese masal bu ya, o gurtulamıyor, gızını veriyor. Dağarcığa gatıyor gızı götürüyor bi çeşme başına, çoban evine. O da işte kırk yıllık sıçmaya gitmiş deller esgiden öle. Dağarcığı goyup da gittiğin debi ses geliyor. Şey de, çoban da bi bakiyor dağarcığın içinde bi gız var. Gızı aliyor köpeni gatıyor darcığın içine, bağlıyor ağzını, köpeni gatıyor. Sonra tilki yine sırtlanıyor bu darcığı, giderken çişini köpek yapıyor darcıktan. Ordan, heralde bu sırtı ıslanıyor. Bu da tilki şe yapıyor. Bi çiziyor, bu nedir diyor, tabi öfkeleşiyor. Darcığı bi açıyor, köpek tilkiyi ısırıyor. Tilki gaçıyor, köpek sınıyor, tilki gaçiyor, köpek sınıyor. İş de bu masla da bole, çobanla kız evleniyoru, bunlar mutlu bir hayat yaşıyor. Unlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.
Topal Serçe
Akdeniz Bölgesi
Isparta
[Topal Serçe] Serçe, çalılıklarda dolaşırken ayağına bir diken batmış. Dikeni çıkartmış, fırıncıya emanet vermiş. Fırıncı da dikeni almış fırının içine atıp yakmış. Daha sonra serçe, fırıncıya: — Dikenimi ver. Ekmeğini alır kaçarım. demiş. Fırıncının ekmeğini almış kaçmış. Giderken yolda iki çoban, sütün içine bokalak doğrarmış. Bunu gören serçe: — Durun benim ekmeği doğrayalım yiyelim. demiş. Ekmeği doğramışlar yemişler. Serçe: — Benim ekmeğimi verin, yoksa koyununuzu alır kaçarım. demiş. Oradan bir koyun almış kaçmış. Giderken, birisi düğün edermiş. Kesecek bir şey bulamamışlar da köpek keseceklermiş. Tam bu sırada serçe: — Durun, benim koyunu keselim. demiş. Koyunu kesmişler. O zaman serçe: — Benim koyunumu verin, yoksa gelininizi alır kaçarım. deyip, gelini almış kaçmış. Giderken bir davulcuyla düdükçüye rastlamış, onlara: — Şu gelini, düdükle davula değişir misiniz? demiş. Gelini vermiş, Düdükle davulu almış hem vurup, hem öttürüp: — Bir diken battı ayağıma, fırıncıya verdim, ekmek aldım. Ekmeği çobana verdim koyun aldım. Koyunu düğüncülere verdim gelin aldım. Gelini davulcuyla zurnacıya verdim, davul zurna aldım. Şimdi de hem çalıp hem oynarım, diye dolaşır dururmuş.
Keloğlan ile Tilki
Ege Bölgesi
Afyonkarahisar
Bir varmış, bir yokmuş... Allah'ın kulu çokmuş. Bir de Keloğlan varmış. Ağasının bağını beklermiş. Bağa bir tilki dadanır. Her gün bağa gelir, üzümleri çalar. Keloğlan tilkiyi yakalamak için bir çubuğun arkasına saklanır. Tilki başka bir çubuğa yanaşınca yavaşça kuyruğundan tutar, elindeki sopa ile tilkiye vurmaya başlar. Tilki yalvarır: — Aman Keloğlan beni dövme seni vezir yapacağım. — Nasıl olacak bu iş? — Sen bana güven, peşimden gel! Keloğlan arkada tilki önde gide gide bir saraya varıp padişahın huzuruna çıkarlar. Tilki konuşmaya başlar: — Padişahım, kızına koca arıyordun sana Fesfes Şahı'nın oğlunu getirdim. — Kim ola ki, bu Fesfes Şahı? — Padişahım büyük bir ülkenin şahıdır. Sizden de çok zengindir. Padişah kızını Keloğlan'a verir. Düğün eder evlendirir. Keloğlan vezir olur. Böyle birkaç sene geçer. Bir gün padişah damadını çağırır: — Üç senedir yanımdasın sana kızımı verdim, vezir yaptım. Fakat sen hiç annenden babandan bahsetmedin. Babana haber yolla bir de sizin memlekete gidelim, der. Keloğlan'ın paçaları tutuşur. Hemen tilkiye haber gönderir. Tilki gelir: — Ne oldu Keloğlan seni vezir yaptım yetmedi mi? — Sen bir yalanla beni vezir yaptın, ama padişah babam bizim ülkeye gitmek istiyor. Şimdi ne yapacağız? — Sen merak etme, der gider. Yolda gördüğü çobanlara üçer beşer altın vererek Keloğlan'la padişah buradan geçerlerken bu sürü kimin diye sorarlarsa, “Fesfes Şahı'nın" diyeceksiniz." diye tembih eder. Biraz sonra çiftçilerle karşılaşır, onlara da aynı şeyleri söyler. Yoluna devam eder. Gide gide büyük bir sarayda bir dev anası yaşarmış. O gün de ekmek yapmak için fırın yakıyormuş. Tilki bakmış ki, saray, padişahın sarayından büyük. Deve: — Padişahın ordusu geliyor seni görürlerse öldürürler, saklansan iyi olur, der. Dev telaşlanır: — Nereye saklanayım? — Fırına gir. Dev fırına girince tilki kapağı kapatır. Dev de orada yanarak ölür. Tilki sarayı hizmetçilerle, cariyelerle doldurur. Keloğlan padişahla birlikte ülkesine gitmek üzere yola çıkar. Yolda padişah çobanlara sorar: — Bu sürüler kimin? — Fesfes Şahı'nın. Padişah içinden sevinir. "Bu adam benden de zengin." diye. Keloğlan durumu anlar, kimseye bildirmeden yola devam eder. Çiftçilere sorarlar: — Bu tarlalar kimin? — Fesfes Şahı'nın. Biraz daha gittikten sonra büyük bir saraya gelirler. Tilki bunları karşılar: Cariyeler hizmetçiler Keloğlan'a: — Padişahım hoş geldiniz, derler. Yerler içerler, padişah ülkesine döner. Keloğlan sarayda hayatını yaşamaya devam eder. Tilki de ölen devin bir kızı varmış, onunla evlenir. Bir gün tilkinin karısı "Kocam öldü.", diyerek Keloğlan'a gelir. Keloğlan: — Bir dereye sürüverin, der. Tilki de bunu duyunca Keloğlan'ın karşısına dikilir: — Sen bir bağ bekçisi iken, ben seni vezir yaptım. Karşılığı bu mu olacaktı? — Yok tilki kardeş ben senin yalandan öldüğünü bildim de ondan böyle söyledim, diyerek tilkiyi inandırır. Tilki Keloğlan'a sorar: — Peki ağa ben gerçekten ölürsem ne yaparsın? — Sen ölürsen sarayın bahçesine gömer, başına türbe yaptırırım. Tilki yine karısını gönderir: — Kocam öldü, kocam öldü. Keloğlan hemen bir tilkiyi gömer, başına da bir türbe yaptırır. Tilki mezardan çıkar, karısını da alır gider. Yemişler içmişler muratlarına geçmişler.  
Avcı Mehmet
Ege Bölgesi
Afyonkarahisar
AVCI MEHMET   Bir varmış, bir yokmuş... Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde... Yaşlı annesiyle birlikte yaşayan bir Avcı Mehmet varmış. Bir gün Avcı Mehmet ava giderken yolda çocukların eziyet ettiği bir kedi yavrusu görür. Çocukların yanına varır: "Size birer tane ceviz versem kediyi bana verir misiniz?" Çocukları kediyi ne yapsınlar, alıp, kediyi Avcı Mehmet'e verirler. Avcı Mehmet kediyi alarak evine getirir. Ertesi gün tekrar ava giderken, çocukların bu defa bir köpek yavrusu ile oynadıklarını görür. Çocuklara yine birer tane ceviz vererek köpek yavrusunu kurtarır. Kedi ile köpek yavrusunu evinde besler. Dağda avlandığı başka bir gün kara bir yılanın güzel bir yılanı kovaladığını görür. Güzel yılana acıyan Avcı Mehmet silahını doğrultarak kara yılana doğru ateş eder; fakat her zaman attığını vuran Avcı Mehmet yanlışlıkla güzel yılanı vurur. Yılan yaralı olarak oradan kaçar. Avcı Mehmet yaptığına çok pişman olur. Üzüntü içinde evine döner. Güzel yılan da yılanlar sultanının kızıymış. Avcı Mehmet'in kendisini yaraladığını babasına anlatır. Çok öfkelenen yılanlar sultanı iki yılanı Avcı Mehmet'i öldürtmek için görevlendirir. Yılanlar Avcı Mehmet'i öldürmek için yola çıkarlar. Avcı Mehmet de kahvede bir köşeye çekilip üzüntülü bir şekilde otururken onun bu durumunu gören arkadaşları yanına gelirler: "Hayrola Avcı Mehmet, ne oldu sana, niye böyle üzüntülüsün?" "Sormayın arkadaşlar! Bugün çok kötü bir şey yaptım. Güzel bir yılanı kara yılanın elinden kurtarayım derken, yanlışlıkla güzel yılanı vurdum. Üzüntüm bundandır." "Nasıl olur Avcı Mehmet! Sen attığını vuran bir kişisin. Böyle bir yanlışlığı nasıl yaptın?" "Ben de bilmiyorum, oldu bir kere." Yılanlar da bu konuşmaları dinliyorlarmış. Avcı Mehmet'in sultanın kızını yanlışlıkla vurduğunu öğrenince geri dönerek durumu yılanlar sultanına bildirirler. Yılanlar sultanı adamlarına emreder: "En yakın iki arkadaşı kılığına girerek Avcı Mehmet'i bana getirin!" Yılanlar, arkadaşları kılığında Avcı Mehmet'in evine gelirler: "Haydi bugün ava gidelim!" Avcı Mehmet "Kusura bakmayın canım bir yere gitmek istemiyor" dediyse de arkadaşları ısrar edince onlarla ava diye yola çıkar. Arkadaşları onu yılanlar sultanının huzuruna çıkartırlar. Olanları bir de Avcı Mehmet'ten dinleyen yılanlar sultanı onu sarayında birkaç gün misafir eder. Bu arada sultanın kızı da iyileşir. Avcı Mehmet ile arkadaş olurlar. Bir gece Avcı Mehmet'e: "Babam seni mükafatlandıracak, "Dile benden ne dilersen" derse sen de "Dilinin altındaki mavi boncuğu isterim" de diye, tembih eder. Ertesi gün yılanlar sultanı Avcı Mehmet'i huzuruna çağırır: "Avcı Mehmet, sen kızımı kurtardın. Ben de bu iyiliğin altında kalmak istemem, dile benden dünyalığını vereyim." "Sağlığını dilerim efendim!" "Benim sağlığımın sana ne faydası var? Dilediğini söyle. "Dilinin altındaki mavi boncuğu isterim." Yılanlar sultanı bu istek karşısında şaşırır. Bunu kızının tembihlediğini anlayarak, kızına bakar. Kızı da: "Mavi boncuk benden de mi kıymetli babacığım" deyince yılanlar sultanı boncuğunu Avcı Mehmet'e vermeye mecbur olur. Boncuğu verirken de şunları söyler: "Bak Avcı Mehmet! Bu boncuk sihirli bir boncuktur. Boncuğu yaladığın an karşına bir Arap çıkar ve her istediğini yapar. İnşaallah onu hayırlı işler için kullanırsın." Avcı Mehmet boncuğu alarak evine gelir. Annesine der ki: "Anneciğim falan sultanın kızını bana iste." "Nasıl olur oğlum. Biz fakiriz, koskoca sultan kızını bize verir mi? Sonra biz ona nasıl bakarız?" "Anne sen merak etme, kızı iste gerisine karışma." Kadın oğlundan kurtulamayacağını anlayınca sultanın kızını istemek için saraya gider. İki gün boyunca sultanın adamları kadını içeri almazlar. Dilenci sanarak üç beş parça eşya verip gönderirler. Üçüncü gün kadın "Ben dilenci değilim, padişahımızı görmek istiyorum" deyince, adamlar kadını padişahın huzuruna çıkarırlar. Padişah kadını görünce sorar: "Sen benim huzuruma çıkmaya nasıl cesaret ettin, ne istiyorsun?" "Efendim Allah size uzun ömürler versin. Benim avcı bir oğlum var. Ne kadar söylediysem de dinletemedim. Çaresiz huzurunuza geldim. Allah'ın emri, peygamberin kavli kızınızı oğluma istiyorum." Padişah duydukları karşısında şaşırır."Ben kızımı veririm, ama bazı şartlarım var. Oğlunuz bu şartlarımı yerine getirirse kızım onundur." "Nedir şartlarınız?" "Şu karşıdaki dağı görüyor musun?" "Evet efendim." O dağ benim sarayımın güneşini engelliyor. O dağı yok edecek, bir de benim sarayım gibi bir saray isterim." Kadın eve dönerek olanları oğluna anlatır. "Ay oğul, ben sana demedim mi? Kocaman padişah kızını hiç bize verir mi?" "Anne, ne istedi, sen onu söyle." "Sarayın karşısındaki dağın kaldırılmasını istiyor. Bir de kendi sarayı gibi bir saray yapmamızı istiyor." "Anne sen üzülme, onların istedikleri bunlar olsun." Annesi yatınca oğlan hemen boncuğu çıkartarak dilini sürünce karşısında kocaman bir Arap belirir: "Emret ağam!" der. Oğlan Arap'tan padişahın sarayının karşısındaki dağı kaldırmasını ve padişahın sarayından daha güzel bir saray yapmasını ister, yatar uyur. Uyandıklarında bir de ne görsünler, dağ yerinden gitmiş kendileri de çok güzel bir sarayın içindeler. Oğlan hemen annesini padişaha gönderir. "Ben onların dediklerini yaptım. Git kızı iste!" Kadın güzel kıyafetler içinde daha padişah kalkmadan saraya varır: "Padişahı görmek istiyorum!" "Padişahımız henüz kalkmadı." "Padişahımız uyanınca sarayın balkonundan dışarı baksın!" Adamlar gidip padişahı uyandırarak kadının dediklerini söylerler. Padişah da balkona çıkınca gördükleri karşısında hayrete düşer. Koskoca dağ gitmiş, yerine kendisininkinden daha büyük bir saray gelmiş. Hemen kadını huzuruna çağırır: "Bu işi nasıl başardınız?" "Bu işi oğlum başardı. şimdi kızınızı istiyorum." "Bende bu kadar büyük bir işi bir gecede başaran delikanlıya kızımı veriyorum." Kadın hemen sarayına giderek oğluna haber verir. Kırk gün kırk gece düğün yaparak padişahın kızı ile Avcı Mehmet evlenir. Bunlar mutlu bir şekilde yaşayıp giderken, Avcı Mehmet abdest almak için boncuğu ağzından çıkarır ve rafa koyar. Sonra da boncuğu orada unutur. Boncuğun marifetini bilen bir Yahudi de ona sahip olmak istiyormuş. Bir gün satıcı kılığında saraya gelir. Avcı Mehmet'in karısına bir şeyler satarken raftaki boncuğu görür, sattığı eşya karşılığında boncuğu ister. Kadın da ne bilsin, eski bir boncuk diyerek satıcıya verir. Ertesi sabah kalktıklarında ne görsünler! Sarayın yerinde yeller esiyor. Eski evlerinde uyanmışlar. Her şeylerini kaybetmişler. Oğlan hemen boncuğu beller, yerinde yok. Karısına sorar. O da boncuğu satıcıya verdiğini söyleyince oğlan her şeyi anlar. Yahudi o gece Arap'a dağı eski yerine getirttirir. Avcı Mehmet'in sarayını da yok ettirir. Avcı Mehmet üzüntü içinde sokaklarda dolaştıktan sonra eve gelip beslediği kedi ile köpeği de göremeyince bir kat daha üzülür."Düşenin dostu olmazmış. Kedi ile köpek bile beni terk etmiş" diye düşünür. Biz gelelim kedi ile köpeğe... Kendilerini çocukların elinden kurtaran ve besleyen Avcı Mehmet'in durumuna üzülen kedi ile köpek ne yapıp yapıp boncuğu Yahudi'den almaya karar verirler. Evden ayrılarak Yahudi'nin sarayına giderler. Kilerde yakaladıkları bir fareye tembih ederler. "Kuyruğunu pekmeze ve karabibere batırıp, Yahudi'nin burnuna süreceksin." Fare kediden kurtulmak için dediklerini hemen yapar. Yahudi karabiberin etkisiyle hapşırınca boncuk düşer. Kedi boncuğu kaptığı gibi oradan uzaklaşır. Köpekle birlikte Avcı Mehmet'in yanına gelirler. Avcı Mehmet eski dostlarını görünce sevinir. Kedi ile köpek boncuğu ona verirler. Boncuğa tekrar kavuşan Avcı Mehmet hemen boncuğu yalayarak Arap'ı çağırır. Tekrar padişahın sarayının karşısındaki dağı kaldırttırır. Yerine de eski sarayını yaptırır. Yahudi'yi de yakalatarak padişahın huzuruna çıkarır. Yahudi yaptıklarını anlatınca, padişah kendi cezasını da kendisinin vermesini ister: "Kırk eşkin at mı istersin, kırk keskin kılıç mı?" Yahudi cevap verir: "Kırk keskin kılıcı ne yapayım. Kırk eşkin at verin ki buradan gideyim." Padişahın adamları Yahudi'yi kırk atın kuyruğuna bağlayarak atları dağa sürerler. Yahudi de parçalanarak cezasını çeker. Her şeyine tekrar kavuşan Avcı Mehmet padişaha da baş vezir olur. Yerler, içerler muratlarına geçerler.    
Çakallarla Köpekler
Ege Bölgesi
Muğla
Esgiden çakallar köylerde yaşardı. Köpekler de dağlarda yaşamış. E gel zaman git zaman köpekler demiş ki çakallara: - Bizim hastamız var. Biz köye inelim, siz dağa çıkın. Bi yer değiştirelim demişler. - Tamam demiş çakallar, olur. E aradan bi müddet geçtikten sora çakallar köyün kenarına gelirmiş, köpeklere ulurmuş. - Hastanız ey oldu mu diye. Köpeklerde köyün gırağında[1] dolaşır: - Hov hov hov yog eyi olmadı dermiş. Yine biraz daha müddet istiyolar. Onlar biraz daha orda kalmak istiyor. Çakallar dağya çıkıyor. Biz artık gelelim şeyimize, bi da geliyolar köyin kenarına: - Hastanız iyi oldu mu? - Köpek hov hov hov yok iyi olmadı diyolar. Yok iyi olmadı diyolar. Ondan sora çakallar dağda, köpekler de köyde yaşar olmuş. [1] Gırak:Kenar, çevre
[Tilki ile Yılan]
Ege Bölgesi
Muğla
Şindi, dilkiyle yılan arkadaş olmuşlar. Undan sora bunlar gezerlerken, tozarlarken bi de ırmak geliyo önlerine. Odan sora bu ırmaktan nası geçeriz diye düşünmüşler. Tabi yılan düşünüyo, tilki de düşünce yok. Ondan sora: - Acaba diyor, arkadaşı bu sona mı ersin filan. - Yok, diyor tilki. Ben seni sırtıma donan seni karşıya geçireyim, demiş. Ondan sora yolda, çayın içinden geçerken ilan beline sıkıyo dilkinin. Kötülük yapmak için. - Sen ne yapmak istiyon, diyor. - Arkadaşlığımız sona erdi, diyor. Seni burda öldürcem, diiyor. - O zaman çayı geçelim undan sora sen beni öldür madem, diyor. Çayı geçtikten sora uzat, diyor kafanı bi öpüşelim, diyor. Undan sora sen sağ ben selamet, diyor. E uzattında kafasını bi ısıriyor dilki. Ondan sora yılan şarkadak şöle uzuyo yere. - Ben diyor, arkadaşı dostdoru bilirim, diyor. Yani u dosdoru yatiyor. -Ben, diyor arkadaşı dosdoru bilirim, diyor. Bu şekil olmalısın, diyor. Ondan sora sokul öldürmek beni amacın ama ben arkadaşı dosdoru bilirim, diyo.  
[Kurnaz Tilki]
Ege Bölgesi
Muğla
Şindi, evel zaman içinde kalbur saman içinde develer tellal iken pireler berber iken ben anamın beşini tıngır mıngır sallar iken, bir tavşan, bir dilki, bir kaplumbağa bir de kene varmış. Bunlar e arkıdaş olmuşlar. Gezmişler tozmuşlar karınları acıkmış. Demişler gi: — Biz ne yapalım? — Biz acıktık buğday ekelim. Buğday ekmişler bir kayanın dibine. E buğday büyümüş. Ondan sora hasat zamanı gelmiş. — İ hadi bişmeye gidelim. Dilki demiş gi: — Ben bu kayayı dayayayım, kayı yıkıverin üzerinize, siz biçin. Gurnazlığını yapacak dilki, ondan sora öbürkinler harmanı bişmiş, kaldırmışlar. Ondan sora paylaşma zamanına gelmiş artık. E şeyi, buğdayı dilki yine kurnazlık yapiyomuş. Artık bunların buğdayı en fazla kim alsın, ben alayım hesabına e bunların içinde en çok kim goşar? Ben goşarım. — Tamam arkadaşlar şimdi bir yarış yapcaz. Bu yarışda en önde kim gider gelirse dağı, tepeyi kim dolaşır gelirse bu buğday onun olcak. — Tamam demişler, kabul etmişler. Şindi sıraya giriyollar dilki bu başlıyor goşmaya, arkasından tavşan, arkasından kaplumbağa. Gaplumbağa az gidiyo ondan sora hemen dönüyo geliyo samanın içine gömülüyo. Kene de buna yapişiyo. O da şe yapıyo tabi kafayı çıkariyo onları gözlüyo. Artık ne zaman dolaşıp gelicekler diye. Ondan sora e bunlar gidiyo bi bekliyo geliyolar. Hemen ordan samandan çikiyo: — Allah bir, diyo. Evel ben geldim. Kene diyo: — İkinci ben geldim. Allah bir diyo. Ondan sora eli baş galiyo. — E ne yapalım e ne yapalım? Dilki bu zefer gurnazlık yapiyor. — Bana diyoru bundan üş beş tane verir misin? — Ey, diyor. Bi dağarcığın içine üş beş dane buğday gatiyor, bu şişiriyor dağarcığı doğru değirmene. Değirmenin yanina variyor. Değirmenciye diyor: — Ben bi çuval buğday getirdim. Ben bi yere gidip gelcem onu ben gelince gadar öğüt. Ondan sora değirmenci sırası geldiğinde darcığı bi dökiyo, fos bi şey yok. Undan sora ne yapayım? Dilki geliyor: — Buğdayımı isterim ben, doğru verdim arkadaş. Ne yapayım ne yapayım? Değirmenci diyo: —Şundan diyor gurtulayım diyor. Gine bir ölçek un gatiyor. Ondan sora dilki alıp gidiyo. Yolada giderken bi çobana rastliyo. Ondan sora çobana diyo ki: — Beni misafir alır mısın? — Alırın diyor.Misafir aliyor. Gece bi haber oluyo. Buğdayı galdiriyo, unu sığırın önüne goyuyo kendisi, goyuyo. Sığırı alcak amacı. Ondan sora oraya şe yapıyoru. Sabaleyin bi kalkiyo: — Çoban kardeş benim buğdeyı, unu senin sığır yemiş. Ben diyor sığırı alırım. Ben senin sığırı alırım. Ondan sora onu aliyo, çobanın kızını aliyo. Hadi başliyoru, giyiyo, gidiyor. E ondan sora yine bi yere müsafir olüyo e bi çobana. Çobana diyo ki: — Bu kızı teslim al, ben bi yere varıp gelcem. Ondan sora seni tekrar alicam. Çobana diyo kız: — Abi diyo sen beni bundan gurtar diyoru. Ey beni gurtar, diyoru. Unu alma zamanı geldiğinde bi çuvalın içine köpek yavrusunu gatiyo. Ondan sora sariyo sırtına gidiyo. Giderken küpek yavrusu bi pisliyo. Ondan sora: — Seni diyoru ben şindi vardığımda sorarın ben diyoru. Çuval, dağarcığı bi saliyo ana bizim kız yerine küpek yavrusu çıkmış. Küpek bi saldiriyo ondan sora kaçiyo, kaçiyo. Masalda burada bitiyor.
[Tilkiyle Kaplumbağa]
Ege Bölgesi
Muğla
Tilkiyle kaplumbağa ortakçılık yapmışlar. Biz e buğday ekmişler. Bu bene, şu da bi çeşme varmış. En var öle gidip geliyor. Yani öle hayali bi düşünce be şe ortaklığa girmişler. E şeye, buğdaya ortaklı girdiklerinde, kaplumbağayla tilki ovada, sona eğilmiş, kakmış. Tam üleşecekleri zaman, tilki biraz kurnaz dellerle undan. - Kim önce varısa demiş. Bu buğdayı o alcak demiş. A u da demiş gi tilki nası olsa bunu gazanırın ben demiş. Gaplumbağa akşama gelemez. Ondan sora kaplumbağa oraya şey gömmüş, başka bir kardeşini gömmüş, arkadaşını. Ondan sora bi yarışmış. Tilki nası olsa benden sora gelir. Bi taşın dibinde uyumuş. Gölgede uyuduğunda öteki kaplumbağa yerine varmış. - Allah bi demiş. Hani ölçümde ilk buğdayı ölçeken Allah bi diye ölçesin, ikincisi bereket Allah’tan, üçüncüsü üş diye buğdayı ölşmüş. Tilki gaybetmiş, gaplumbağa kazanmış.
[Dev Masalı]
Ege Bölgesi
Muğla
Evel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellalken, kedi berberken, bebekler annesinin beşşiğini tıngır mıngır sallarken, ta ki bir çeçe garanlığı, biz burunlu bir dev varmış. Bu dev, her zaman gelir, çocukları korkuturmuş. Bi gün bu devi yog etmek için köy ahalisi toplanmışlar. Bir çocuk göndermişler ona. Dev çocuğu görünce, yaklaşmış çocuğun elinde bi çira varmış. Çirayı yaktığında dev ışıktan gaşmış ve orda bir kuyuya düşmüş. Bolmuş, ölmüş. Çocuklar da bu devin gazabından gurtulmuşlar.  
[Dört Arkadaş]
Ege Bölgesi
Muğla
Şindi bi tane eşşek varmış. Bi tane köpek varmış. Şindi, eşşecik eşşek hiş bi işe yaramamış, yaşlanmış. Yaşlanınca, bu eşşek çıkmış yola, terk etmiş sahibi yani. Sahibi terk edince eşşek: -Napayım demiş. Bene demiş, hiç yem vermiyorlar, su vermiyorlar. Çalışmadığım için bene hiş bi yem vermiyorlar demiş. Ben gidiyom. Çıkmış yola, yola giderkene bi tane de köpek varmış. O da yaşlıymış. O da demiş ki: - Ben demiş, hiş kurtları avlıyamıyorum. Çobancılık yapamıyorum, keçilerimi bekliyemiyorum. Benim sahibim beni terk etti demiş. O ikimiz de terk olduk, e hadi gidelim. - Nereye gidiyoz? Ey bi de giderkene, az gitmişler çok gitmişler dere tepe düz gitmişler. Bi tane daha çıkmış karşısına, bi horoz çıkmış. Horoza demiş ki: - Ben demiş, hiş demiş ötemiyorum. Saban olduğunu bilemiyorum. Artık yaşlıyım demiş. Beni demiş, napsınlar demiş. E bıraktı sahibim, kesecek demiş bir gün demiş. Yemek yapıcak. Ben napayım, gitcem demiş, yola çıkmış. O giderke, bu giderkene bir de çıkmış ki karşılarına bi kedi. - Kedi kardeş, napıyosun burada demiş? - Ben demiş, artık fare tutamıyorum, hiş sahibim bana ekmek vermiyor. Git fare tut diyor. Artık ben de yaşlıyım, fare tutamıyorum diyor. O zaman diyor ki: -E gel kardeş diyor dördümüz de birlik gidelim diyor. Mızıkacılık yapalım diyor. Biz artık şimdiden sora, bize artık yemek vermiyorlar sahiplerimiz diyor. Gidiyorlar gidiyorlar gidiyorlar bi köye varıyorlar. Ama karınları çok acıkmış. Bi köye vardıkları zaman köyde diyollar ki: - Burda bir ışık var diyorlar. Bak şurda bi evde ışık var diyorlar. Biz uraya gidelim. Gidiyorlar, ışığa bi bakıyorlar ki, ışık yüksek bir ikinci gatta. - Napalım şindi eşege diyolar eşek sen dur, ben senin üstüne, küpek çıksın. Küpegin üstüne kedi çıkcak, kedinin üstüne horoz. Pencereden bakışmışlar içeriye bi bakmışlar ki, masalar dolu, yemek yiyolar. Undan sora o biz bunları nasıl kuvarız da biz bu yemekleri, biz yeriz. Ondan sora bunlar diyor: - Hepimiz diyor, birer mesleklerimizi söliyelim. Bunları kovalım, eşek diyor. Bi anırıyor, küpek yıkardan bir havlıyor, ordan kedi bi miyavliyor. Ondan sora horoz da bi ötüyor ki ay bunlar ney diye kapı dişarı ev sahipleri gidiyorlar. Ev kaliyor bomboş, çikıyorlar kemala. Birlik güzelce yiyollar yemeklerini. Karınları doyuyor. - Napalım şimdi? - Biz uyuyalım artık, bunlar dönmezler buraya diyollar. E kedi diyor ki: - Ben ocağın kenarına yatayım. Ben diyor küpek, diyor: - Ben kapıya yatarım diyor. Eşşek diyor: - Cümle kapısına ta aşşadaki kapıya yatarım ben diyor. Horoz diyor: - Ben masanın başına yukarıya çıkarım diyor, dolabın üstüne diyor. Ondan sora bunlar diyolar ki: - Gece sahipleri, oh diyor gitmişler gitmişler biz şimdi napalım? - Girelim evimizin içine. Geliyollar. Açıyolar kapılarına, giriyollar mutfa*geliyollar orda bi ocak ıçısılıyor*. Adam diyor: - Ey diyor acık bir közüm galmış. Ben bir sigara yakayım diyor. Yakiyor sigarasını, kedinin gözüne tutuyor. Kedinin gözüymüş ocak diye, yaktığı kedinin gözüymüş. Ondan sora kedi buna bi tüyüyor*. - Ay arkadaş yandım, bittim. Kapıya geliyor, küpek ayana bi tüyüyor, o urdan havlıyor. Horoz tepesini bi didiyor. - O kafam. Eşek iki tekme bunları. Haydi terk edip gidiyorlar evi. Ondan sora bu ev bunlara kalıyor. Herhalde şindi yaşiyollardır. Bu masal da burda bitiyor.   *mutfa: Mutfağa *ıçısılıyor: Yanıyor *tüyüyor: Kaçıyor
Avcı Ali
Ege Bölgesi
Muğla
Şindi esgiden bi tane Avcı Alı varmış. Avcı Alı, ava çıkmış. Ama Avcı Alı’nın çktığında bi dağa çıkmış. Dağa giderke giderken giderken çok uzaklaşmış. Köye uzaklaşmış. Akşam olmuş, Avcı Alı, yolu kaybetmiş. Bu çobanın evine sığlaşmış. Çobanı ünlemiş ki: - Çoban çoban diye bağırıymış. Çoban haberi olmamış. Köpekler, örmeye başlamış. Köpekler örünce tabi korkmuş adam. Ondan sora köpek demiş ki: - Köpekleri bu Avcı Alı şeden, dilinden köpeklerin dilinden anlarmış. Kuşların dilinden anlarmış. Ondan sora demiş ki köpek ordan bağırıymış. - Müsafiriniz geldi eğer bi guzu, goyun keserseniz arka bacanı bene yedirıseniz, ondan sora sizin goyunlarınızı beklerin demiş köpek. Ondan sora demiş ki Avcı Alı sahib çıkmış: - Buyur buyur buyur demişler. buyumuş gelmiş. Ondan sora demiş ki: - Arkıdaş demiş, siz bi goyun keser misiniz? Guzu keser misiniz müsafire? - Keseriz demişler. Kesmişler bir guzu. Ama adam, kendisi yememiş: - Yemeyince bunu demiş köpe vericeksiniz. Şu güzel bacan birini köpe atıp gelicesin. Olur mu amca? - Olur mu demiş. Hayır, olur demişler. Ondan sora demiş gi: - Ee hadi atalım madem. Ondan sora kesmişler köpe vermişler. Sabah da bir olmuş goşalda hiş goyun galmamış. Hep goyunlar gitmişler. - Nereye? Esgi bi yazlık yurtları varmış. Ama canavar çokmuş u zaman, kurt çokmuş. Yemek yermiş. Ama sora napmışlar, varmışlar, köpekler etrafında böle dönüyormuş sürünün, koyun sürüsünün. - Allah Allah demişler bu köpekler nasıl oldu bizim sürüleri kurda yedirmedi. Ondan sora demiş gi: - Avcı Alı akşam, ben köpek ürerken, ben size sölemedim mi ben köpen dilinden anladım demiş. Ondan sora Avc Alı’ya demişler gi: - Sene demişler, biz böle yaptın için kuzu vercez. Kuzuyu vermişler Avcı Alı’ye. Avcı Alı demiş: - Bu guzu demiş sizin burda. Avcı Alı demiş gi: - U zaman e demiş hadi çaydan geçirelim de goyunları demiş. Geşmiyenin en kötüsünü verin bana demiş. Ondan sora geçerdi, geçerki arkıdan, arkıda bi guzucuk varmış. Melermiş: - Ben sürü anası olurun, ben sürü anası olurun dermiş. Avcı Alı’da bunun ismini, dilden anlıyora. İşde demişler gi, demiş gi: - Şu guzu verıyon bene demiş. Avcı Alı olur mu? - Sene biz bu guzu verimız. Sen bize ne gadar ıyilik yapdın. Sene en güzelin verin. - Hayır hayır demiş, bu yeter bene demiş. - Ey hadi senin olsun. - Bu guzu sizin goyunun içinde galıcak demiş. Ama demiş, ben gelicen bi gün alır giderin goyunlarımı demiş. - Ee olur demişler. Galmış ondan sora Avcı Alı dönmüş evine gitmiş. Evine gidince hanımına demiş gi: - Ben çobandan bir guzu aldım, o guzu demiş galdı orda, bi gün gidelim seninle goyunumuz alır geliriz, guzu getirelim. Çobanın goyunlarının hepsi ölmüş, hasta olmuş ölmüş. Bu goyun galmış. Bu guzu galmış. Eme bi goca sürü olmuş. Ondan sora demiş gi Avcı Alı oraya varıyor: - Biz argıdaş diyor goyunlarımıza geldik. Goyun guzumuzu götürelim arkıdaş demiş. - Senin guzu ey götür demiş. İşde dacık demiş, bi guzu göstermiş orda. - Tamam demiş. Avcı Alı benden olanlar bu tarafa, çobandan onlalar o tarafa demiş. Ondan sora çobanım goyunlarının hepsi Avcı Ali’den tarafa gitmemiş mi? O demiş gi: - Zaten o küccük guzucuk ben sürü anası olucan demiş ya üncede, öle deyince hepsi bunların Avcı Alı’nın goyunları ulmuş. Ondan sora Avcı Alı tolamış goyunlarını evine götürmüş, artık bir sürü goyunu olmuş.
[Akıllı Tavukla Kurnaz Tilki]
Ege Bölgesi
Muğla
Bi akıllı tavukla kurnaz tilki varmış. Kurnaz tilki gelmiş bir gün akıllı tavuğu yemek için. Akıllı tavuk demiş: - Ben demiş bir yumurta yapıcam, ama demiş o yumurtayı yiyince sen ormanların kralı olucaksın demiş. Onu şe etmiş, sen demiş gözlerin kapat, kulakların kapat şu acın dibine otur demiş. Akılı tavuk ordan kaçmış, evin yanına gelmiş. Köpeklere haber vermiş. - Bi tane demiş, kurnaz tilki var. Beni yemek istiyo demiş. Ben ondan gaştım. Köpeklere haber veriyo. Kurnaz tilki gözünü açıyo bi bakıyo, ne akıllı tavuk var, ne başka bi şey var. Akılı tavuk gelmiş, akıllı tavuk gelmiş, evin kenarında yuvaya saklanmış. Onu da evin köpekleri kovalamışlar. Akılı tavuk tilkiden kurtulmuş. Kurnaz tilki de ormanların kralı olamamış.
Yerin Altına Yolculuk
Marmara Bölgesi
Edirne
[YERİN ALTINA YOLCULUK] Evvel zaman içinde kalbur saman içinde eski zamanların birinde peri padişahının yönettiği mutlu bir ülke varmış. Tarlaları verimliymiş, suları çağlayarak akarmış, insanları güler yüzlüymüş. Ama gelgelelim padişahı çekemeyenler ve kıskananlar varmış. Bu kötü yürekli adamlar günün birinde padişaha büyü yapmışlar. O güzelim ülke harabeye dönmüş. Tarlalarda buğdaylar bitmez olmuş, derelerin suyu kesilmiş. İnekler süt vermez, koyunlar kuzulamaz olmuş. Padişah ülkenin ileri gelenlerini toplamış ve fikir sormuş. Yaşlılardan birisi demiş ki: — Bu bir büyü. Bunu bozman için yerin yedi altında bir anahtar var onu alman ve getirmen lazım. Ama oraya gidemezsin. Oraya ancak dağlardaki masal kuşuna binerek gidebilirsin. Ayrıca masal kuşu et yiyerek yol alır, onu etle beslemen lazım demiş. Bunun üzerine padişah her şeyi göze alarak dağa masal kuşunu bulmaya gitmiş. Günlerce, aylarca aramış, sonunda masal kuşunu bulmuş. Yanında getirdiği koyunları keserek üzerine yüklemiş ve yerin altına doğru yola çıkmış. Az gitmiş uz gitmiş, günlerce durmaksızın karanlıkta yol almış ve kuş her durduğunda ağzına bir parça et vermiş. Sonunda geniş düzlükleri olan bir ovaya gelmişler, kuşun konduğu yerde pırıl pırıl parlayan bir anahtar varmış. Padişah o anahtarı kaptığı gibi tekrar kuşa binmiş ve yukarı uçmaya başlamış. Yeniden karanlıkta ne kadar süre gittiğini bilmeden yol almış. Tam karanlık dağılmaya yeryüzü gözükmeye başlamış ki kuş durmuş. Bakmış ki et bitmiş, kuş kıpırdamıyor, boğulacak gibi olmuş. Kılıcını çıkarıp bacağından bir parça kesmiş ve kuşun ağzına atmış. Kuş son bir gayretle padişahı yeryüzüne çıkarmış. Kuştan inen adam ona teşekkür edecekken kuşun ağzından son et parçasını çıkardığını görmüş. Kuş: — Son parçanın tadı farklıydı yemedim demiş. Kuş adamın bacağının kanadığını görmüş. Adamın bacağını yalayarak eti tekrar oraya yapıştırmış. Bacağı iyileşen padişah getirdiği anahtarı karanlık bir kuyuya atarak büyüyü bozmuş. Ülkesi tekrar bolluk ve huzura kavuşmuş. Masal da burada bitmiş.
[Ayı ile Tilki]
Akdeniz Bölgesi
Mersin
Şimdi çok evvelden tilkinin biri bağdan devamlı üzüm çalarmış. Bağın sahibi, —Bir tuzak kurup şu hırsızı yakalayayım, demiş. Tuzağı kurmuş. Tilki, tuzaktan habersiz gelmiş ve tuzağa yakalanmış. Bakmış ki kurtuluş yok, kendini hiç yormamış. Sabaha kadar hiçbir şey düşünmeden iyi bir uyku çekmiş. Sabah bağın sahibi gelirken bizim tilki ölü numarası yapmış. Bağın sahibi de: —Demek benim üzümleri çalan tilkiymiş, nasıl da ölmüş, demiş. Daha tuzağı açar açmaz tilki kaçıvermiş. Aradan bir zaman geçtikten sonra tilki bir ayıyla arkadaş olmuş. Ayıya: —Benim bildiğim güzel bir bağ var. İçinde armut, üzüm, erik hepsi var, demiş. Bir gün ayıyı kandırıp bağa gitmeye razı etmiş. Tilki önde ayı arkada yola koyulmuşlar. Tilki tuzağın yanına varınca tuzağın kenarından geçmiş. Ayı da tuzağın üzerinden geçince tuzağa yakalanmış. Yakalanınca çabalamaya başlamış. Tuzağı atmış, olmamış; çiğnemiş, olmamış. Tilki ayıya: —Ayı kardeş, hadi bana eyvallah, demiş. Ayı da ona: —Nereye tilki kardeş? Beni kurtarmayacak mısın, demiş. Tilki: —Sen tuzağa yakalandın, ben ne yapayım, demiş. Bunun üzerine ayı: —Seninle bir daha nerede karşılaşırız, demiş. Tilki de: —Yarın omzu tüfekli, arkası köpekli bir adam gelip seni vuracak. Derini alıp kürkçü dükkânına götürecek. Sonra beni de avda vuracak, derimi yüzüp kürkçü dükkânına gidecek. İşte ikimiz orda buluşuruz, demiş. Ertesi gün omzu tüfekli, arkası köpekli bir adam gelmiş. Tüfeğini ayıya doğrultmuş. Ayı: —Aman ha, dediyse de ayıyı zınn diye vurmuş. Tilki de avcıya hiç görünmemiş bile.
[Horoz, Kurt ve Koyun]
Akdeniz Bölgesi
Mersin
Çok yıllar önce bir horoz, bir köpek ve bir koyun dağa çıkmışlar. Kendi aralarında bir iş üleşimi yapmışlar. Köpeğe sen muhtar ol, demişler. Koyuna da sen imam ol, demişler. Horoz da vakti iyi bildiğinden ben müezzin olayım demiş. Bunlar bir ıssız vadide bir ine varmışlar. Horoz öterken bir tilki gelmiş. Burada ne aradıklarını sormuş. Onlar da: -Bizi buraya muhtar getirdi, kendisi de ava gitti, demişler. Tilki: -Benim aklım iyi erer, burası Kurt Baba diye bir adamın yüz elli senelik yurdudur. Sizin buraya konmanıza katiyen müsaade etmez, hepinizi perişan eder, demiş. Onlar da: -Biz karışmayız, muhtar gelmeyince biz bir şey diyemeyiz, demişler. Şimdi tilki doğru kurdun yanına varmış. -Şöyle böyle lezzetli avlar var, koyunu sen yersin, horoz da bana yeter, demiş. Ben senin mekân sahibi olduğuna şahitlik ederim, demiş. Öte taraftan diğerleri de muhtara olayları anlatmışlar. Şimdi orda bir çulfalık yalağı varmış. Muhtar onun içine girmiş. Horoz da üstünü çer çöple örtmüş, yalnız gözünü açık koymuş. Muhtar demiş ki bunlara: -Eğer o tilki şahitlik ederse, şuralardan bir kâğıt bulup 313 el bastırın, demiş. Az sonra bunlar gelmişler. Muhtar nerede diye sorunca onlar da muhtarın ava gittiğini söylemişler. Kurt fırsat bu fırsat diye düşünmüş. İşte şahidim bu tilki, buralar öteden beri bizim yurdumuz, demiş. Tilki Allah, vallah diye eğilip kalkarken köpeğin gözünü görüvermiş. Köpek yerinden fırlamasıyla kurdu yakalamış, orada hakkını avucuna vermiş. Tilki yine bir yolunu bulup kaçmış.
[Yılan ve İnsan]
Akdeniz Bölgesi
Mersin
Çok eskiden adamın birinin evine bir misafir gelmiş. Bu misafir evin içindeki her şeye karışırmış. Ev sahibi bu misafiri iyice bir dövüp evinden göndermiş. Bu durumu ev sahibinin yakın arkadaşlarından biri duymuş. Olayı merak edip arkadaşını ziyaret etmek için yola koyulmuş. Yolda gelirken çocukların bir yılanı öldürmeye çalıştıklarını görmüş. Çocuklara etmeyin eylemeyin dese de dinletememiş. En sonunda bakmış olacağı yok, yılanı satın alıp heybesine koymuş ve yoluna devam etmiş. Arkadaşının evinde çok iyi karşılanmış. Gel gör ki bir türlü meseleyi soramamış. Evine dönerken yılan heybeden usulca çıkarak adamı kulağından yakalamış ve: -Seni sokacağım, demiş. Adam şaşırmış ve sebebini sorunca yılan da: -İnsanoğluna iyilik yaramaz, demiş. Adam atını yıldırım hızıyla sürmüş ve yaşlı bir ağacın altına gelmiş. Durumu ağaca anlatmış, ağaç adamı haksız bulmuş: -Siz insanlar önce altımda konaklar, sonra kolumu kanadımı koparıp gidersiniz, demiş. Adam bunun üzerine atını hızla ırmağa sürmüş. Irmak da adamı haksız bulmuş: -Siz insanlar, bende hem temizleniyorsunuz hem de giderken yüzüme tükürüyorsunuz, demiş. Adam bu sefer atını ormana sürmüş. Ormanda atını sürerken uzaktan bir tilki görmüş. Ona: -Sana iki tane okkalı tavuk var, demiş. Tilki hemen meseleyi kavramış ve bir de olayı tilkiye anlatmışlar. Tilki yılana sormuş: – Bu adam seni kurtardı mı? – Kurtardı. – Seni nerede taşıdı? – Heybede. – Sen nasıl girdin heybeye, bir göster bakalım. Bunun üzerine yılan heybeye girmiş. Tilki adama işaret ederek heybeyi taşa çalmasını söylemiş ve böylece adam yılandan kurtulmuş. Gelelim tilkinin tavuklarına. Adam tamam getireceğim, diye gitmiş ve tilkinin yerini avcıya tarif etmiş.
Yedi Oğlanın Kız Kardeşi
Akdeniz Bölgesi
Mersin
Eskiden kadının birinin yedi çocuğu varmış. Kadın yine hamile kalmış. Kaldıkları çadırın dışına bir tarafı al, bir tarafı siyah bir bayrak asmışlar. Al taraf gelirse erkek çocuk, siyah taraf gelirse kız çocuk doğacakmış. Bu sefer siyah taraf gelmiş ve bir kız çocuk doğmuş. Erkek çocuklar da çalışmak için başka bir yere gitmişler. Aradan uzun zaman geçmiş, kız çocuk arkadaşlarıyla oynamak için çocuklara karışır olmuş. Gelgelelim diğer çocuklar: -Senin kardeşin yok, diye kızı aralarına almak istememişler. Akşam olunca kız da annesine kardeşleri olup olmadığını sormuş. Annesi de var tabi, demiş. Kız yetişkin olunca kardeşlerini aramak için yollara düşmüş. Uzun uğraşlardan sonra kardeşlerinin evini bulmuş. Önce evi intizama sokmuş. Akşam olup kardeşleri gelince evlerini tanıyamamışlar adeta. Bunu kim yaptı, diye takip etmeye başlamışlar. Kız da evin işini bitirdiğinden çarığının iplerini çözer çözer bağlarmış. Tam o sırada en küçük erkek kardeş kızı yakalamış ve: -İn misin cin misin, diye sormuş. O da: -Ne inim ne cinim. Ben de sizler gibi insanım hem de sizin bacınız Kadıncık’ım, demiş. Akşam öbür kardeşler de gelince küçük kardeş: -Yemekleri yemeden bunları yapanı çağırayım, demiş. Onlar da hayretle: -İn misin cin misin, diye sormuşlar. Kardeşleri olduğunu öğrenince çok sevinmişler. Aradan zaman geçmiş ve en büyük ağabeylerini evlendirmişler. Ama gelin kız kardeşlerinin aksine hiçbir işten anlamazmış. Gelin bakmış Kadıncık ile geçinemeyecek gitmiş anasına dert yanmış: -Benim bir görümcem var, o evde olduğu müddetçe bana huzur yok. İlle de ona bir kulp takalım, demiş. Annesi de: -Kızım sen bir goçmar* yavrusu bir de tosgaba yavrusu kavur, görümcene yedir. Bunu yaparsan ağabeyleri onu evden atar, demiş. Gelin anasının dediğini yapınca Kadıncık’ın karnı günden güne şişmeye başlamış. Ağabeyleri bu durumu görünce kızı hamile sanıp ormana öldürmeye götürmüşler. Hepsi sırayla öldürmeye teşebbüs etmiş fakat hiçbiri öldürememiş. Bunu ancak bulan öldürür, diyerek en küçük kardeşe yumuş* buyurmuşlar. O da öldürememiş ama Kadıncık’ın serçe parmağını kesip kanını gömleğine sürmüş: -Kaderin neyse çek, diyerek oradan ayrılmış. Derken ormandan geçen bir atlı Kadıncık’ı alıp doğru evine götürmüş. Adamın anası önce kızı hamile sanıp kabul etmek istememiş. Ancak kız, başından geçen olayları anlatınca anne de kıza inanmış. Oğluna et getirmesini söylemiş ve etin suyunu kıza içirdikten sonra onu baş aşağı tavana asmışlar. Biraz sonra evin içine goçmar ve tosgaba yavruları doluşmuş. Kadın, kızı oğluyla evlendirmiş ve Kadıncık’ın bir oğlu olmuş. Bu çocuk: -Kadıncık ananın oğluyum, yedi gardaşın yeğeniyim, diye gezermiş. Bu arada Kadıncık’ın, en büyük ağabeyi için eskiden yaptığı intizar tutmuş. Ağabeyinin ayağına bir yılan kemiği batmış. Ağabeyi çok yerler gezmiş ama kemiği çıkaramamış. Bir yandan da kız kardeşini arar dururmuş. Bir gün çocuklar oyun oynarken: -Kadıncık ananın oğluyum, yedi kardeşin yeğeniyim, diye bir ses geldiğini duyunca çocuğa evlerini sormuş. Çocuk da doğruca onu evlerine getirmiş. Çocuğun dayısı hiçbir şey demeden ayağını uzatıp kemiği çıkarttırmış. Kemiği çıkartan kadının kız kardeşi olduğunu anlamış ve ondan af dileyip mutlu bir şekilde yaşamışlar.    * goçmar: Kertenkele. *yumuş: Talimat, istek.
[Huh Dede]
Akdeniz Bölgesi
Mersin
Evvel fakir bir koca (ihtiyar) varmış. Bu kocanın bir merkebi varmış. Oğlu da dağdan odun taşır, satarmış. Bu oğlan bir gün padişahın kızına âşık olmuş. Anasına söylemiş, anası da: -Oğlum, kızı verseler bile biz nereye indiririz, demiş. Ama oğluna dinletememiş. En sonunda anası saraya gitmiş. Padişah kadını çok iyi karşılamış, onun halini hatırını sormuş. Kadın da ezile büzüle muradını söylemiş. Padişah bunu da hoş karşılamış. Kadına: -Kızımı veririm ama oğlun benim sarayımdan üstün bir saray yaptıracak, bir de hiç kimsenin bilmediği bir meslek öğrenecek, demiş. Akşam eve geldiklerinde durumu oğlana anlatmışlar ama oğlan anasına inanmamış ve sen yalan söylüyorsun, demiş. Durumu gören babasının canı sıkılmış, karısına: -Sen deli oğlunla kal, ben merkebi alıp gidiyorum, demiş. Vara vara bir dağın başına gelince “Huhh!” demiş. Tam o sırada yer yarılımış, yerin altından yeşil sarıklı, eli bastonlu bir koca çıkıp: -Buyur baba, demiş. Adamcağız ben seni çağırmadım dediyse de dinletememiş ve: -Ben Huh Dede, söyle derdini, demiş. Adamcağız da çaresiz mademki öyle: -Benim böyle deli bir oğlum var, sen onu akıllandır, demiş. Huh Dede: -Tamam baba, sen onu getir, demiş. Adam bunun üzerine geri gelmiş ve oğlunu Huh Dede’ye getirip ona teslim etmiş. Aradan yedi sene geçince adam yine Huh Dede’nin olduğu yere gelip “Huhh!” demiş. Huh Dede çıkıp: -Al şu oğlunu, senin oğlun kulağı açık bir eşekmiş; yedi sene uğraştım, bir şey öğretemedim, demiş. Adam da bunun üzerine oğlunu alıp yola koyulmuş. Yolda çocuk: -Baba ben bir deve olayım, sen beni pazarda sat; yalnız yularımı verme, demiş. Adam oğlunun dediğini yapmış. Eve gelirken oğlu tekrar ortaya çıkmış. Böyle böyle adamın heybesi parayla dolmuş. Bir başka gün oğlan bu sefer halı olup satılmış. Huh Dede bir gün şunlara bir bakayım, ne yaparlar diye pazara gitmiş. Baksa ki oğlan halı olmuş satılıyor. Mesleğini kavradığını öğrenince peşine takılmış. Oğlan bu arada bir güvercin olup uçmuş. Huh Dede atmaca olup peşine düşmüş. Derken padişahın kızı da hasta olmuş, yatakta yatarmış. Bu hastalığı hiç kimse iyi edemezmiş. Tam o sırada oğlan kızın penceresinden içeri girip bir gül demeti halinde yatağın yanına düşmüş. Kız da hemen gülü alıp koklamaya başlamış, kokladıkça iyileşmiş. Huh Dede de bir adam olup padişahın huzuruna çıkmış. Padişaha: -Padişahım benim bir gül demetim vardı, onu kızının odasına kötü ruhlar attı. Onu almaya geldim, demiş. Padişah da: -İstediğin gül olsun hemen veririz, demiş. Kızın odasına geldiklerinde kızın iyileşmeye başladığını görmüşler. Kız her ne kadar gülümü verme dese de babası gülü vermiş. Tam o sırada gül demeti darı olup odaya dağılmış. Huh Dede de cülüklü bir tavuk olup darıyı toplamaya başlamış. Darının bir tanesi ayakkabının içine girmişmiş. O da bir tilki olup tavuğun cülüklerinin boğup atarmış. En sonunda silkinip yakışıklı bir delikanlı olmuş. Padişah hayretler içinde kalmış. Delikanlı bu defa: -Padişahım sen benim anama oğlun hiç kimsenin bilmediği bir mesleği öğrenirse kızımı veririm, demiştin. İşte ben de o mesleği öğrendim, demiş. Padişah da hemen sarayının yanında ona bir yavru saray yaptırmış. Kırk gün kırk gece düğün edip kendilerinden geçmişler.
Deli Kardeşin Kısmeti
Akdeniz Bölgesi
Mersin
Eskiden köyün birinde üç kardeş yaşarmış. Bunların bir de yaşlı ve hasta anaları varmış. Bu üç kardeşten üçüncüsü kafadan çatlakmış. Bunların bir de inekleri varmış. İnekleri otlatmaya hep deli kardeşlerini gönderirlermiş. Bir gün, deli olan kardeş evde kalmış. Anasına: -Ana, ben seni iyileştireceğim, deyip bir kazan kaynar suyu anasının tepesine dökmüş. Tabii ki anası ölmüş. Akşam ağabeylerini yolda karşılayıp müjdeyi vermiş. Ağabeyler eve gelince başlamışlar ağlamaya ama iş işten geçmiş. Neyse delinin ağabeyleri mezar kazmaya gitmişler. Bu arada deli de anasının saçlarına bir ip bağlayıp sürüye sürüye mezarlığa doğru yola çıkmış. Mezar kazmaktan dönen ağabeyleri olayı görünce analarını alıp eve götürmüşler. Onu yıkadıktan sonra defnetmişler. Aradan zaman geçmiş, acıları biraz dinmiş. Büyük ağabey: -Artık inekleri paylaşalım, demiş ve paylaştırmışlar. Ama en zayıf ineği deli olana vermişler. Deli farkına varınca doğru ormana gitmiş ve ineği bir ağaca teslim etmiş. Ağabeylerine de: -Onu bir adama teslim ettim; o bakacak, demiş. Ertesi gün ormana gidince ineğini bir ayının yediğini anlamış. Bu defa ağacı, sen benim ineğime niye bakmadın, diye kesmeye başlamış. Başlamış ama ağacın içinden tam bir şapka dolusu altın çıkmış. Akşam eve gittiğinde de ağabeylerine ineği sattığını söyleyip altınları göstermiş. Ağabeyleri altınları görünce başlamışlar deliye yağ yakmaya: -Gidelim bu altınlarla bir dükkân açalım, demişler. Yola çıkarken deli, babalarından kalma bir değirmen taşını da yanına almış. Neyse az gitmişler, uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler, bir ağacın altında konaklamışlar. Düşünmüşler, ağacın altında yatsalar hırsızlar altınları çalar. Onun için ağaca çıkmaya karar vermişler. Gece yarısında ağacın altına bir kervan gelmiş. Bu kervan bakır eşya satarmış. Üç kardeşten deli olan, değirmen taşını da yanına çıkarmış ya. Biraz sonra taş aşağı yuvarlanmış. Kervandakiler, ağaçtan ayı iniyor diyerek eşyalarını da bırakıp kaçmışlar. Kardeşler de onların mallarını alıp şehre gitmişler. Kendilerine bir dükkân açmışlar. Ben onlardan alışveriş yapıp geldim.
[Kuş Dili Bilen Beyoğlu]
Akdeniz Bölgesi
Mersin
Evvel zaman içinde bir bey yaşarmış. Bey, oğlu ve karısı bir yaz günü evin önünde yemek yerlerken ağaca bir kuş gelip konmuş ve ötmeye başlamış. Karısı beye: -Bu kuş ne diyor acaba, demiş. Bey düşünmüş bilememiş. Oğlu ben biliyorum ama söylemem, demiş. Annesiyle babası çok ısrar edince çocuk bu defa: -Bu kuş bana sen padişah olacaksın, baban eline su dökecek, annen de havlu tutacak, diyor, demiş. Bu yoruma çok sinirlenen bey: -Demek senin canın böyle istiyor; bunu götürün öldürün, kanlı gömleğini bana getirin, demiş. Bunun üzerine beyin adamları çocuğu alıp götürmüşler fakat öldürmemişler. Bir tavşan bulup kanını çocuğun gömleğine sürmüşler. Getirip çocuğun babasına vermişler. Çocuk da şehre doğru gitmiş. Günlerden bir gün şehirde hükümdarlık seçimi yapılıyormuş. Bir güvercin uçurmuşlar; kimin başına konarsa hükümdarımız odur, demişler. Güvercin de gelip çocuğun başına konmuş. Bu çocuktur diyip bir daha uçurmuşlar. Yine çocuğun başına konunca onu hükümdar yapmışlar. Yıllar sonra hükümdar vezirle gezmeye çıkmış. Çocuğun babası da bakmış ki hükümdar geliyor. Karısına: -Hükümdar geliyor, bir kaz kes, yemek çıkaralım, demiş. Neyse hükümdar gelmiş, bey hükümdarın eline su dökmüş. Karısı da eline havlu vermiş. İçeri geçilmiş. Yemekler yenilmiş. Hükümdar babasına: -Beyim sizin hiç çocuğunuz yok muydu? Hep kendiniz hizmet ettiniz, demiş. Bu defa bey başlamış ağlamaya. Olan biteni olduğu gibi anlatmış. Anası öldürtme diye çok yalvardı da ben laf dinlemedim, diye dövünmeye başlamış. Hükümdar da kendisinin başından geçenleri anlatıp, öldü sandıkları çocuklarının kendisi olduğunu söyleyince birbirlerine sarılıp ağlamışlar.
Ahmaklar
Akdeniz Bölgesi
Mersin
Ülkenin birinde güzel mi güzel bir kız yaşarmış. Bir gün bu kıza görücü gelmiş. Kız mutfağa çay hazırlamaya gitmiş. Birden gözüne mutfaktaki balta ilişmiş: -Ben evlenip çoluk çocuğa sahip olunca babamın evine gelirsem de bu balta çocuklarımın kafasına düşerse ben ne yaparım, diye oturup ağlamaya başlamış. Bu arada annesi içeri girmiş. Kızım ne oldu, diye sormuş. Kız da: -Bu balta çocuklarımın başına düşerse sen ne yaparsın, demiş. Annesi de oturup ağlamasın mı? Tam o sırada baba da içeri girmiş. Durumu ona da anlatmışlar. O da oturup ağlamaya başlamış. İçeride sadece kızı isteyen oğlan kalmış. Gürültüyü duyunca o da mutfağa gelmiş. Hepsini ağlar görünce meseleyi sormuş ve ağlamalarını çok ahmakça bulmuş. Bu kadar ince düşünceli bir kızla evlenemem, diyerek oradan ayrılmış Biraz ilerde bir grup insanın ırmaktan bir şey çıkarmaya çalıştıklarını görmüş. Onlara ne yaptıklarını sorunca: -Ay ırmağa düştü, onu çıkarıyoruz, demişler. Baksanıza ay gökyüzünde dediyse de dinletememiş. Bu defa çıkarmasanız ne olur, diye adamlarla dalga geçmeye başlamış. Adamlar da: -Biz ayı çıkarmazsak ay batmaz, ay batmazsa güneş doğmaz. Güneş doğmazsa ekin ekilmez. Ekin ekilmezse aç kalırız, demişler. Adam bakmış bu insanların çoğu ahmak, geri dönüp ince düşünceli kızla evlenmiş.
[Fakir Oğlanın Sabrı]
Akdeniz Bölgesi
Mersin
Eski zamanlarda yaşlı ve fakir bir kadın varmış. Bu kadın oğluyla yaşarmış. Günü gelip çocuk evlenme çağına gelmiş. Ama elde avuçta bir şey yokmuş. Kadın çaresiz halkın arasına karışıp para istemeye başlamış. Aldığı paraları ödünç alıyormuş. Neyse, bu kadın aldığı paralarla çocuğunu evlendirmiş. Çocuk gelinin kucağında bir gece yatmış. Ertesi gün: — Ana ben borcumu ödemek için çalışmaya gideceğim, demiş. Bu çocuk gurbet ellerde tastamam on beş yıl çalışmış. On beş senede on beş lira kazanmış. O zamanda bu para çok kıymetliymiş. Ağasının yanına gidip hesabını görmüş ve yola koyulmuş. Bir dağda ilerlerken eli asalı bir ihtiyar görmüş. Gidip şu ihtiyara yetişeyim diye düşünmüş ama bir türlü ona yetişemiyormuş. Sonunda kestirmeden önüne çıkmış. Selam vermiş ama ihtiyar selamını almamış. Çocuk: — Amca, bari selamımı alsan, demiş. Adam asasına dayanıp: — Benim her konuşmam beş lira, demiş. Çocuk çıkarıp beş lira vermiş. Adam: — Sabrın sonu selamettir, deyip devam etmiş. Bir müddet gittikten sonra çocuk bakmış ki adam yine susmuş. Çocuk: — Niye konuşmaz oldun amca, demiş. Adam da: — Bana bak evlat, ben sana her konuşmam beş lira demedim mi, deyince çocuk çıkarıp beş lira daha vermiş. Adam bu defa: — Güzel, güzel değil; gönle sığan güzel, deyip yine susmuş. Biraz daha gidince yol ikiye ayrılıyormuş. Adam: — Bak evlat, gözünü yumup elini cebime sok. Ben seni denedim, demiş. Çocuk elini adamın cebine sokunca bir tomar gök şeritli para çıkarmış. Adam bu arada kaybolmuş. Meğer ihtiyar Hızır Peygamber’miş. Çocuk bundan sonra yoluna yalnız devam etmiş. Bakmış ki ilerde bir çınar dibinde bir Arap, bir güzel kız, bir de yakışıklı delikanlı varmış. Ne olur ne olmaz diye selam vermiş. Arap selamı alıp: — Gel yanıma otur, demiş. Çocuk oturunca: — Bu güzel kız bana mı düşer yoksa şu yakışıklıya mı?” diyince Hızır’ın sözü aklına gelmiş: — Güzel, güzel değil; gönle sığan güzel. Bu kız hiçbirinize düşmez, demiş. Arap bunun üzerine: — Aferin evlat, kız delikanlıya düşer deseydin şu öldürdüğüm adamlardan farkın kalmayacaktı, şimdi gidebilirsin, diyince yola düzülmüş. Gide gide evlerine varmış. Pencereden bakınca bir de ne görsün? Anası alt köşede yatıyor, karısı da üst köşede çok yakışıklı bir oğlanla yatıyormuş. Çocuk beyninden vurulmuşa dönmüş. Silahını çekip tam vuracağı sırada Hızır’ın, sabrın sonu selamettir, sözü aklına gelmiş. Hele şunları bir uyandırayım demiş. Kapıyı çalınca kadın kocasının geldiğini anlamış. Kalk oğlum baban geldi, demiş. Adam hemen çocuğuna ve karısına sarılıp Hızır’ın sözünü hatırlamış.
Yazılan Yazı Bozulmaz
Akdeniz Bölgesi
Mersin
Çok eskiden bir padişah yaşarmış. Bu padişahın bir de veziri varmış. Bu vezir önemli olaylar olacağı zaman hep gülümsermiş. Bir gün padişahın bir kızı olmuş. Birkaç gün sonra padişah veziriyle birlikte ava çıkmış. Avda vezir gülümsemiş. Padişah ne oldu diyince vezir: —Padişahım, şu anda şu ilerideki çadırda kızınızın kocası olacak çocuk doğdu, demiş. Padişah küplere binmiş tabi.  —Benim kızımın kısmeti nasıl bir çoban olur, diye düşünmüş. Bunun üzerine çadıra gidip çobanı görmüşler. Bakmışlar gerçekten bir erkek çocuk doğmuş. Padişah çobandan çocuğu satın almış. Oradan ayrılınca yolda çocuğun gırtlağını kesip atmışlar. O sırada oradan geçen bir tabip çocuğu alıp iyileştirmiş. Aradan zaman geçmiş ve çocuk yakışıklı bir delikanlı olmuş. Padişah da bu arada harbe gidiyormuş. Yolda gençle karşılaşmışlar, vezir yine gülümsemiş. Padişah yine sormuş. Vezir de: —Sizin damat geliyor, demiş. Padişah önce anlamamış. Vezir: —Padişahım, bu çocuk sizin kestiğiniz çocuk, demiş. Padişah genci yanına çağırıp boynuna bakmış. Gerçekten de o çocukmuş. Bunun üzerine padişah gencin eline bir kağıt verip onu saraya göndermiş. Kağıtta da: —Bu çocuğu öldürün, yazıyormuş. Delikanlı yola çıkmış. Saraya yaklaşırken yorulmuş, bir ağacın altında uyuyakalmış. Bu sırada padişahın kızı oradan geçerken genci görmüş. Bakmış ki elinde bir kağıt var. Onu alıp okumuş. Babasının yazdığını öğrenince kağıda: —Gelen bu genci kızımla hemen evlendirin, yazmış. Eski kağıdı da yırtıp atmış. Genç uykudan uyanınca kalkıp saraya gitmiş. Padişahın adamları kağıdı alır almaz kızla oğlanı evlendirmişler. Bir zaman sonra padişah savaştan dönerken vezir yine gülümsemiş. Padişah sorunca da: —Padişahım, sizin kızın bir çocuğu oldu, demiş.
Tilki ile Yaşlı Kadın
Akdeniz Bölgesi
Mersin
Çok evvelden yaşlı bir kadınla güzeller güzeli bir kızı varmış. Kız gelinlik çağa gelince evlenip başka bir köye gelin gitmiş. Aradan uzun bir zaman geçince annesi de kızını ziyaret etmek için kızının yaşadığı köye doğru yola çıkmış. Yanına da yolda yemek için azık ile kızına bazı hediyeler almış. Yolda giderken bir tilki ile karşılaşmış. Bu tilki çok kurnazmış üstelik yaşlı kadının eşyalarına göz dikmiş. Hemen bir plan kurup yaşlı kadına yaklaşmış. Kadına yardım etmek istediğini söylemiş. Yaşlı kadın da ne yapsın hemen kabul etmiş. Elindeki yoğurt kabını tilkiye vermiş. Derken önlerine bir yol ayrımı gelmiş. Tilki kadına: -Gel seninle bir yarış yapalım, yol kavuşana kadar, demiş. Başlamışlar yarışmaya. Tabi tilki yolda yoğurdu yiyip yerine kaba su doldurmuş. Yolları birleşince bu sefer dinlenip öbür kabı almış. Yine önlerine bir yol ayrımı gelmiş. Tilki yine yarışalım demiş, bu sefer kaptaki peynirleri yemiş, yerine de çalı çırpı doldurmuş. Yaşlı kadınla tekrar buluşunca da bizim tilki hadi bana eyvallah, deyip savuşmuş. Kadın da kızının yanına varıp hasret gidermiş. Kızı kaptakileri sorunca bunlar yoğurt ve peynir demiş. Kapları açınca bir de görsünler: su ile çalı çırpı … Yaşlı kadın bunu tilkinin yaptığını anlamış. Kadın eve dönüp bir plan kurmuş. Meğer bu kadının üç oğlu varmış ve bunları ormana sakız toplamaya göndermiş. Bu arada tilki sürekli yaşlı kadının bacasına çıkıp: -Oh oh canıma değsin, diyormuş. Çocukları ormandan bol bol sakız getirmişler. Yaşlı kadın o sakızları bacaya yapıştırmış.Tilki yine bir gün gelip dalga geçince kadın ona terlik fırlatmış. Tilki kaçarken kuyruğu sakıza yapışmış. Kadın da tilkinin kuyruğunu kesmiş. Tilki arkadaşlarının yanına gidince bütün tilkiler "kuyruksuz, kuyruksuz" diye onunla alay etmeye başlamışlar. Tilki kuyruksuz yaşayamayacağını anlamış. Yaşlı kadının evine gelmiş. Yaptıklarından pişman olup ondan özür dilemiş. Bunun üzerine yaşlı kadın onu affetmiş ve kuyruğunu geri vermiş. Hatasını anlayan tilki bir daha yaşlı insanları kandırmamaya yemin etmiş.
[Korkak Adam]
Akdeniz Bölgesi
Mersin
Zamanın birinde bir korkak varmış. Öyle korkakmış ki hiç evden çıkmazmış. Karısı: -Dışarı çık, tarlayı ek, biç; bize ekmek getir, dedikçe adam daha da korkarmış. Karısı evden çık dedikçe adam beni kediler yer, dermiş. Karısı çık, dedikçe olmaz beni köpekler, kuşlar, inekler yer dermiş. Sonra karısının aklına bir fikir gelmiş. Bir leğen çörek pişirmiş ve evin bahçesine aralıklarla koymuş. Kocasına: -Anladık tarlada çalışmazsın ama bak gökten çörek yağdı bari onları topla da çocukların karnı doysun, demiş. Adam zor bela ikna olup çıkınca da kapıyı kilitlemiş. Adam: -Aç kapıyı kedi, köpek beni yer, demiş ama o açmamış. Adam bakmış dışarda kalacak bari ağaca çıkayım da kimse beni yemesin, demiş. Neyse, ağaçta bekleyedursun bunun uykusu gelmiş ve dalda uyumuş. Gece bir bakmış ağaç sallanıyor, gözlerini açmış ki ne görsün…Bakmış bir ayı sırtını ağaca vermiş kaşınıyor, bizimki korkudan bayılıp ayının üzerine düşmüş. Düşünce uyanmış ve korkudan ayının sırtına sarılmış. Ayı da ondan korkup kaça kaça komşu köyde bir ahıra gelmişler. Fakat adam korkudan ayıyı bırakmıyor. Bunların ahıra girdiğini gören köylüler biri ayı yakaladı, diye peşlerinden ahıra girmişler. Buna yardım edelim, demişler. Silahla ayıyı vurmuşlar, ayının sırtında kaskatı kesilen adamı da tedavi etmişler. Köylüler onun cesaretine hayran kalıp: -Sana tarla, hayvan verelim sen burada bize baş ol, demişler. O da gidip karısını alıp getirmiş ve orda yaşamış.
[Açgözlü Serçe]
Akdeniz Bölgesi
Mersin
Çok zaman önce bir serçe varmış. Bu serçe bir gün çöp karıştırırken ayağına bir diken batmış. Dikenin acısı ile kıvranırken ekmek yapan bir ebe kocakarı görmüş. Ona dikeni çıkar demiş, o da çıkarmış. Serçe biraz uzaklaştıktan sonra gelip dikenini istemiş. Ebe onu ateşe attığını söylemiş. Serçe de o zaman bana ekmek ver, demiş. Ekmeğini alıp yola koyulmuş. Az sonra bir çobana denk gelmiş. Ekmeği çobana verip gitmiş. Çobanın karnı acıkmış ve ekmeği yemiş. Serçe gelmiş ve çobandan ekmeğini istemiş. O da yedim deyince o zaman bana bir koyun ver demiş. Koyunu alıp gitmiş, yolda bir düğün alayı görmüş koyunu onlara emanet bırakmış. Oradan uzaklaşmış, misafirler çoğalınca ev sahibi koyunu kesip onlara ikram etmiş. Serçe gelmiş koyunu verin diye tutturmuş. Onlar da misafirlere ikram ettik deyince o zaman gelini verin demiş. Bunlar çaresiz gelini vermişler. Gelinle serçe oradan gitmişler. Bunlar yolda bir âşığa denk gelmişler. Serçe gelini âşığa emanet edip oradan ayrılmış. Epey bir zaman sonra geri gelip gelini âşıktan istemiş. Bunun üzerine âşık olmaz, demiş biz birbirimize aşık olduk ben vermem demiş. Serçe de bunun üzerine: -Ya gelini ya sazını ver, demiş. Âşık, çaresiz sazını vermiş. Serçe sazı alıp bir ağacın altına gitmiş: Dikeni verdim ekmeği aldım Ekmeği verdim koyunu aldım Koyunu verdim gelini aldım Gelini verdim sazı aldım diye tıngırdatır dururmuş o zamandan beri.
Hiç
Akdeniz Bölgesi
Mersin
Bir gün Keloğlan’ı annesi tuz almaya göndermiş. O zaman tuzun adı da hiçmiş. Keloğlan da unutmayayım diye yolda hiç hiç diye diye diyormuş. Yolda balık tutan bir adama denk gelmiş. Hiç hiç deyince adam ona dediğini sanıp bunu bir temiz dövmüş. Keloğlan balıkçıya: -Ne diyeceğim peki ben, deyince balıkçı da: -Beş altısı, beş altısı diyeceksin, demiş. Bunun üzerine Keloğlan beş altısı, beş altısı diye diye yola koyulmuş. Yolda bir cenaze alayı görmüş. Beş altısı beş altısı deyince millet beş altısı ölsün anlamış ve onu dövmüşler. Keloğlan da meseleyi anlatıp onlara: -Ya ne diyeyim, demiş. Onlar da: -Emir Allah’ın emir Allah’ın diyeceksin demişler. Keloğlan da emir Allah’ın, emir Allah’ın diye diye giderken bir köpek cesedine rastlamış. Onu görenler köpeğe söylediğini sanıp onu bir daha dövmüşler. Keloğlan meseleyi anlatıp: -Ya ne diyeceğim deyine onlar da: -Üff ne pis şey diyeceksin, demişler. Keloğlan da unutmamak için üff ne pis şey diye diye yola çıkmış yine. Öyle giderken yolda bir grup kıza denk gelmiş. Kızlar da kendilerine üff ne pis şey dediğini sanıp onu yine dövmüşler. Keloğlan kızlara: -Ya ne diyecektim, diye sormuş. Kızlar da: -Ohh, ne güze şey, diyeceksin demişler. Keloğlan yine yola koyulmuş. Bu sefer yolda ohh ne güzel şey diye giderken evi yanan bir adama denk gelmiş. Adam da evinin yandığına seviniyor diye bunu bir temiz dövmüş. Keloğlan o kadar dayağın üzerine evin yolunu zor bulmuş. Anası tuzu alıp almadığını sorunca o da unuttum, demiş. Anasından da bir temiz dayak daha yemiş.
Üç Arkadaş
Ege Bölgesi
Muğla
Bi canavar varmış, bi dilki varmış, bi de gatır varmış. Üçü arkadaş olmuşlar. Gezerlerken gezerlerken gatır bulduğu şeyi yer. Ötekinler de ne yiyecek? Et yiyecek. Acıkmışlar. Gatıra: —Sen bulduğunu yiyerek besleniyon biz de acıktık, demişler.  Gatır demiş: —E ne olcak? —Biz seni yiyecez, demişler. —Yiyiceksiniz ama benim vasiyetim ne olacak? Tilki ile canavar sormuş: —Ne vasiyeti? Gatır: —Benim arka ayağımın altında vasıyetname vardır. Onu okuyun ondan sonra beni yiyin, demiş. Tilki az gurnaz değil ama demiş ki: —Benim okur yazarlığım yoktur, demiş.  Ardına geçmiş gatırın vasiyeti okumak için. Tam o sırada vurmuş tekmeyi. Tilki ve canavar kaçmış.  Tilki, kürkçü dükkânında buluşuruz deyip gaçmış, getmiş. Şimdi gatırı  kimse yiyemez.  Onun ayağının altında vasiyeti var, ondan kimse onu yiyemez. 
[Vezirin Kızları]
Ege Bölgesi
Muğla
Şimdi, eveli bi vezirin üç gızı vamış. Gardeşleri, küçük gız gardesini sevmezmiş. Küçük gızı hep dışlarlarmış. Babası da küçük gızı severmiş. Gızlar, küçük gız gardeşimiz şöle yaptı böle yaptı diye hep şikâyet ederlermiş. İşte bir gün babası paralarını, altınlarını her şeylerini goyuyor gızın yanına. Adamlarına: — Bu kızı dağın birine bırak gel, diyor. Goyuyoru bubası oraya dağa. Orda ekmeni her şeyi bittiğinde bi çoban görmüş. Çobana: — Beni eve götür diyoru. Ben açım, çok acıktım diyoru. Çoban anasına gidiyoru: — Böle böle bi gız var getircen, diyor. Anası diyoru: — O gızı buraya getirme, bizi sevmez diyoru. Buraya gelmez diyoru. Dünya güzeli bi gız diyoru. Oğlan da götürüyor kızı eve. Orda evleniyollar, beğeniyollar birbirlerini. Oğlan: — Bi ev yapalım, diyoru. Bi yol kenarına bi ev yapmaya çalişiyollar. — Ben evi büyük yapcan, diyoru. Otel yapcan, diyoru oğlan. Yıllar geçiyor, günler geçiyor. Üç dene çocukları oluyor. Üç dene çocuklarının isimlerini Neydim, Nuldun, Nolcan goyuyor. E günler geçiyor vezir tatile çıkıyor. Otel arıyor. Çobanın oteline götürüyollar. Varıyor çobanın oteline, yerleşiyor. İşde çocuklar geliyor: — Hoş geldin, diyorular. Elini öpüyor vezirin. Vezir isimlerini sormuş. Başlıyor: — Neydim, Nolcan, Noldum, demişle. Vezin çocukların isimlerini duyunca annelerine soruyor. Anneleri geliyor, Yüzüğünü gösteriyor. O yüzükte babasının işareti varmış. Vezir, bu benim kızım diye sariliyollar, seviniyollar, torun torba sahibi oluyollar. Mutlu mesut oluyollar.  
Yörüğün Rüyası
Ege Bölgesi
Muğla
Şimdi zamanıyle padışahın gızı varmış. Bir insanla anlaşmış. Yörüğün birisi bir rüya görmüş. Mesela, birisi bir rüya görmüş, yörüğün birisine anlatmış, çobana. — Yav benim, demiş gören adam, sağ yanımda güneş vardı. Sol yanımda da göğsümde de ay oldu. Bu nedir? Hemen, yörük akıllı del mi? — Sen bu rüyayı bene satsana. Çoban: — Ee ne vericen? — İki dene goş verıcem sene, demiş. İki dene goş vermiş. Rüyayı satın almış. Durarken durarken, padişahın gızı, tabi birisiyle anlaşmış. Ya iki tane at hazırlamış. Birisi sevgilisi için, birisi de, efendim, kendisi için. Heybeye doldurmuş altınları, yola çıkmış. Neyse, çobanın goyunu görmüş. Buna gider gece. Gece çobanın goyunu getmiş. Goyuna gettığinde, padişahın gızı çıkagelmiş. Bin, bin ata. Tabi ki gece vakti ne binecek? Nese, bindıse, abov! Neredese, gonaklacaklarsa varmışlar. Bakmışlar, sevdı adam değil. Almışlar, mesud olmuşlar. yörük de güzel bi çocumuş. Orda, dereye büyük bi akan suların, mesela, şelalede, şelalenin başında efendim, yörük banyo yaptırmış. Elbisesini keydirmiş. Sevgilisinden daha iyi olmuş. Daha güzel bi olan olmuş gari. Yörük de ondan faydalanmış. Rüyanın da insanlara bir faydası vardır, yani bulunur.
[Kim Uyur Kim Uyumaz]
Doğu Anadolu Bölgesi
Iğdır
İki tane çocuk kaybolmuş, ormanda yürüye yürüye gitmişler bir eve varmışlar. O evde de başka başka çocuklar da varmış. Bir tane adam çocukları kaçırmış bu eve doldurmuş. Evin ışıklarını yanık görmüşler eve gitmişler. Bir tane çirkin bir adam almış onları içeriye. Adam bu çocukları yedirmiş içirmiş yatırmış. Sonra seslenmeye başlamış çocuklara. Demiş ki: - Kim uyur kim uyumaz. Kimseden ses çıkmayınca başlamış çocukları yemeye. Meğerse bu adam çocuk yiyen devmiş. Dev yine: - Kim uyur kim uyamaz demiş. Korkudan kimse ses çıkaramamış. Dev, bir çocuğu daha yemiş. Sonra dev gitmiş dolanmış bir daha seslenmiş: - Kim uyur kim uyamaz. Bu arada Cımbılı Çıttan diye bir çocuk varmış. Bu demiş ki yatakta yatarken: - Ben uyanığım ben demiş. - Sen kimsin demiş dev. O da demiş ki: - Ben Cımbılı Çıttan'ım demiş. O da demiş: - Sen niye uyanıksın bakıyım. Çocuk da demiş ki: - Bana ninem dedem uyumadan önce bal, süt, çörek verirdi ben onları yemeden içmeden uyumazdım bal, süt, çörek olmadan uyuyamam demiş. Bu dev de uyumadan çocukları yiyemiyormuş, çocukların uyuması gerekiyormuş. Dev: - Tamam demiş sana gidip bal, süt, çörek getireceğim demiş. Dev; bal, süt, çörek almak için evden dışarıya çıkınca bu Cımbılı Çıttan da çocukları uyandırmış evden kaçmışlar ve devin elinden kurtulmuşlar.
Tık Tık Gabacık
Ege Bölgesi
Muğla
  Şimdi bi varmış bi yokmuş. Bi hanımın, bi gadıncazın üş tane çocu varmış. Bir gün anneleri iş geşermiş. Demiş: - Bu sizi, ben dağıya götüren, dağda ben size demiş, armıt silkiveren size. Almış, gitmiş çocukları. Varmış dağya, çıkmış armıdın başına, silkmiş armıdı. Çocuklara demiş: - Siz yeyin bu armıdı demiş. Öteki armıda geşmiş. - Bunu da silkcem bunu yeyin bitrin, öle gelin. Çocuklar yemişler, bitirmişler, varmışlar anası yog dibinde, armıt var anası yok. Acın başına bi gabak asmış, rüzgar estikçe tık tık tık edermiş. Bunlar sanıyo ki annem bize armıt düşüyoru. Annem bize armıt düşüyoru. Çocuklar bi bakmış yok annesi. - Yok napalım? - Bi yerde horoz ötmüş, bi yerde duman tütmüş, bi yerde küpeg bizi dutar, yer. Doman tüten yere gitsek yanarız demişler. Horoz öten yere gidelim. Kakmışlar, gitmişler horoz üten yere varmışlar. Bi dev garısı: - Bi dama yerde bi dama gükde geli bin guzularım, geli bin demiş çocuklara. Çocuklar varmışlar korka korka varmışlar, bi geçi bislinen bi çorba bişiriymiş. Çocuklar alaya alaya, tık tık eden gabacık bizi aldıtan anacık diye, çocuklar orda devin yanında galmışlar. Bu gadar.
Yusufçuk İle Ablası
Ege Bölgesi
Aydın
Evel zaman içinde bi ablasınnan bi Yusufcuk vaamış. Bunnaang anıları bubıları yoğmuş. Gaybolmuşlaa, evleene areebatıılaamış*. Gide gide acıkmışlaa, susamışlaa. Kitmişlee kitmişlee, Yusufcuk bi daşıng govuunda* su göömüş. Ablası: — Gülüm, o öküz sidii, içilmez o. Öküz oluusung songra demiş. Birez kitdikden songura Yusufcuk: — Abla, benim işiyesim vaa, bekle demiş. Dönmüş gere, öküzüng sidiine içmiş. Öküz olmuş. Ablası: — Yusuuuf deemiş, öküz bangırıımış. Öküz, git ben gaadeşime çaarıyon, seni deel deemiş. Gine: —Yusuuuf deemiş. Öküz gine bangırıımış. Covurung* öküzü git, ben gaadeşime çaarıyon deemiş. Gine: — Yusuuuf deemiş. Öküz gine bangırıımış. Ondan songura annamış: — A gülüm demiş. Ben seni içme bu suya demedim mi, bak öküz oldung işde demiş. Songura bürgüsüne* çıkaamış, ip gibe baalıyoru öküze, çekig götürüyo. Bi köyü varıyolaa. Kövde su istiyoru kövlüleeden, müsevirlikde* galmak istiyoru. Kövlülee: — Sene gabul ederiz emme öküzünge alırız deyolaa. — O benim gaadeşim, veemem onu demiş ablası. Bunu döömüşlee, döömüşlee, öküze elinden almışlaa. — Gülüm, alın emme kesilme demiş. Öküz de alınmış emme kesilmemiş. Gine döömüşlee ablasına. — Gülüm, kesil emme yüzülme demiş. Öküz de kesilmiş emme yüzülmemiş. Ablasına bi taa döömüşlee. — Gülüm, yüzül emme dooranma demiş. Öküz yüzülmüş emme dooranmamış. Ablasına bi taa döömüşlee. — Gülüm, dooran emme bişme demiş. Öküz dooranmış emme bişmemiş. Ablasına gine döömüşlee. — Gülüm, biş emme yinme demiş. Öküz de bişmiş emme yinmemiş. Ablasını gine döömüşlee. O da: — Madem ying emme ganınna kemiine beni vering demiş. Öküze yiip ganınna kemiine ablasını veemişlee. O da ganna kemii bürgüsününg içini gatmış, sarınmış aakasını, gide gide bi çukurung içini tökmüş. Yusufcuk çukuudan eesan olmuş da çıkmış. Ablası gaadeşine alıp yolu devam etmiş. Masal da buudu pitmiş.   *areebatıılaamış: Arıyorlarmış *govvunda: Kovuğunda *covur: Gavur *bürgü: Başörtüsü *müsevirlik: Misafirlik
Tilki İle Ayı
Ege Bölgesi
Aydın
Tilkiylen ayı aakideş olmuşlaa. Gide gide bi üzüm baana vaamışlaa. Ayı tilkiye: — Gidive, baadan üzüm gopaa gel demiş. Tilki de: — Gel barabaa gidem, demiş. Kitmişlee, ooda gavilleşmişlee: — Üzümlee buunumuzdan çıkasıya gadaa yicez, demişlee. Tilki guunaz tabi ya. Acık yemiş üzümden, songura buununu iki denesine sıkışdırıveemiş. Ayı da ha bire bunumdan çıkaacen deye yeyibatıımış. Baang saabı gelmiş, tilki gaçmış. Ayı da üzüm yemekden şişigomuş. Baacı da tabi ayıya bi gözel döömüş. İk’üç gün songura tilki, ayıya: — Gel, sebed örelim, demiş. Ayı da gabul etmiş. Tilki: —Sen içinden ööcesing, ben tışından demiş. Başlamışlaa öömüye. Örü örü sebeding aazı kapanıgomuş, ayı galmış içinde. Tilki bi huruveemiş sebede. Aşarıda da kadınnaa pısat yeekebatıılaamış. Tilki bangırıveemiş yokaadan: —Hâkırı hur Hatma Deeze huukuru hur ha, demiş.
aç gözlü
Akdeniz Bölgesi
Hatay
AÇ GÖZLÜ Günün birinde bir adamla kadın varmış. Adam aç gözlünün tekiymiş. Hep çok parası olsun çok altını olsun istermiş bunun için her zaman Allah’a dua edermiş. Karısı bu durumdan hiç memnun değilmiş. Kocasının böyle olmasını hiç istemiyormuş ve onu bu durumdan vazgeçirmeye çalışırmış. Ama kocası her seferinde Allah’a daha fazla dua ediyormuş. Her şey para ,altın ,gümüş olsun istiyormuş . Karısı bu duruma dayanamamış ve kocasını terk etmiş. Adam karısının gittiğine hiç üzülmemiş. Çünkü aklı fikri paraymış. Başka bir şey düşünmüyormuş. Bir gece yatmış yatmadan önce yine dua etmiş. Sabah uyandığında yatağı gümüşten yastığı gümüştenmiş. Gördüklerine inanamamış. Dokunduğu her şey para ,altın oluyormuş. Bu durumdan çok mutluymuş. Açlık aklına bile gelmiyormauş bir zaman sonra acıkmış bir şeyler yemek istemiş ama her şey gümüşten altından paraya dönüşüyormuş. Böyle olacağı hiç aklına gelmemiş günlerce aç ve susuz kalmış. Tekrar dua etmeye başlamış ama duası bir türlü kabul olmuyormuş daha fazla açlığa ve susuzluğa dayanamayan adam ölmüş.                                          
Kurt Masalı
Ege Bölgesi
Muğla
Gurdun birisi çok acıkmış, gelmiş bir işleg yola. Üş yol gavşağına gelmiş. Bir nasibim varsa eğer gelir. Kendi durduğu yeri beğendi. Beklerken bir gatır geliyor, uzaktan tozu dumana gatarak. Titremiş, bir sevinç durmuş çökmüş yolun üstüne, durmuş. Gurt demiş gi: - Hey argadaş, böle uzakta durma yanaş. O demiş gi: - Gatır biliyorum aşsın beni yiyeceksin. Ye ne çıkar bundan amma bak bir şey geldi aklıma, etim çok güzel bi ettir fakat kemiklerim serttir. Getireyim bi satır kemiğimi onunla gır. Gurt, şöle bi düşünmüş, demiş: - Sen şimdi gidince bi daha gelmezsin buraya. - Zaten yolumuz burası, beklen geliriz, geliriz. Hadi bakalım getirecem diye satır, aldatmış gurdu. Aldatmış, getmiş. Gatır ertesi gün bir da bi gün da bekleyoru, bu zefer bir at geliyoru gözüküyoru Hemen yanıyor, atı yiyecek. - Dur demiş. At demiş gi: - Biliyorum beni yiyeksin. Ne çıkar bundan ama bak bi şėy geldi aklıma. Yedin arab atı mı yoksa sosis dürü bi beygir mi? Bilinmeyen şey yėnir mi? Menşen şadetlemesi vardır, esgiden bir köyden bereye canlı hayvan gettinde muhtar il muhaber yazar. Dört yaşında alnı sakal, ayakları sakat yorüyor şıkır mıkır. Bana verdine şak şuk diye bişe yazar, onu dedidim. - Şecereme götüreyim seni yedin arab atımı? Uğursuz bir beygir mi? Bilinmeyen şey yenir mi? - Hadi bakalım demiş, dün gatır getti, gelmedi. Bi de sen git bakalım. O da gidiyoru. Giden da gelir mi? O da gediyoru. Bi gün daha durmuş aç, sendelomuş. Bi goyun geliyor, gevrek sesiyle meleye meleye. Gelmiş, titretmiş bi sevinç. Durmuş yolun içine, durmuş hemen varmış. Yiycek goyunu, goyun bakmış gi gurt böle şey, sendelemiş vaziyette: -ben demiş, güzel demiş dans yaparım, raks ederim. Böle böle oynamış ama demiş gaşmıya baktımış etrafında dolaşıkan dolaşıkan bi gaçiyor goyun gurdun gaşmıya vakti yok. Bi daş alıyoru, ne gelen var ne giden. Vuruyor gafiya, hey gafa hey, bulmuşdun bi güzel bi gatır, ye düşünme gönül, hatır. Nene gerek senin satır kasap mıydın bire deyis diyorum. Kasaplara lazım satır. Buldum bi güzel at, ye de onu, sırt üstü yat, nene gerek senin bora at. Gadın mıydın bire sersem,yerinde olurdu gebersen. Buldum bi görpe goyun ye de o yüzü goyun, nene gerek senin oyun, keçek miydin bire sen. Gün doğarken işi bitmiş, aşlığından ölmüş gitmiş. Bu da böle.
Tilkiyle Ayı
Ege Bölgesi
Muğla
Eskiden çif sürerlerdin. Bu çifler, ondan soracım, traktör filan yok tabi u zaman. Hayvan dedim gibi katırlarla, bunlarla sürerlermiş eskiden adamlar, çifleri. E bu adam, burda çif sürerkene esgiden, bu, mallara yem yedirmek için mal yemi olarak başka bi şey durumunda burçak denen şey vardın, burçak ekerlerdi. Burçak ekermiş çiftçinin birisi. Tarlanın içerisinde de tabi böle gademe gademe, yerler varmış. Birisinde de armıd acı varmış. Şimdi, bir gün gelmiş tilki: - Arkıdaş demiş, sen geçen gün buradan geşdin. Niye geçiyon sen burdan, demiş. - Yav benim işim vardı da undan geçdim, demiş. - Ya iyi, güzel amma, seniki bir gün deil iki gün deil, her gün geçiyon burdan, demiş. Halbüsü, tilki köye tavuk yemeye geliyomuş. Ayı bunu duymuş. Bi de ben ineyim demiş. Bu, köye gelmiş, çiftçiyi bulmuş, orda çifçi de gelip giderke ordan çifçi tabi dinlendirmek istemiş öküzleri. Üvendireyi* gomuş, oturmuş, biposunu yakmış içiyomuş. Gelmiş: - Çifçi gardaş, sen geçen gün urdan geçen adamı gördün mü? Demiş. - Kim gürdün? Demiş. - Tilki demiş. - U adam devamlı burdan gelip geçiyo. - Niye gelip geçiyo? Demiş. - Valla ben bilmem ki demiş. Şindi urda geldinde bu adam: - Ben acıktım bene bi parça ekmek ver demiş. Gardaş demiş, ben de acıktım demiş. - Benim de ekmem gelmedi demiş. Çık şu armıdın başına demiş. Doyana kadar ye demiş. Çıkıyor başına, dal bi kırılıyor bizi ayı dibine iniyoru. Yaralanmış ayı. Öte bakmış, beri bakmış, bir kimse ondan soracım, bunu gurtaran olmamış. -Ben burdan eniysim demiş, yavaş yavaş eve gideyim demiş. Kakmış gitmiş. Önünde bi dilki gelmiş. - Nerden geliyon? Demiş. - Ya, ben demiş, köye girdim başıma böle böle bi hadise geldi. Ben ordan geliyom, demiş. Bi de düşdüm armıddan. Bak, olum şeyim bütün haşat oldu. Biraz dinlenmek isden, evime gidiyom demiş. - E seninle bi gün beraber olalım, bu köye inelim. Ben sene yiycek bulurum demiş. Dilki gurnazmış. Akçam gelirmiş, tavukları alırmış, kümeste yermiş. A günüz ayılıp köye inmek istermiş. Allah Allah, bunu hissetmiş ayı. - Ben bunu vazgeçtim demiş. Ayı, ben yalnız gidicem demiş. İniyor, köye geliyor. O çifçinin yanına geliyoru. Çifçi ekinin başında: - Gardaşım, diyeri, sen diyeri, burdan diyeri, şimdi diyeri, bu zamanda burdan, bak, herkez tarlada del. Borda bi çifçiler var. Bunlar gettikten sora burdan galan kim varsa onun birisine söleceksin akşam olunca, bu tilki gardeşi bulacaksın, onun sen burdan ne edeceksin, bunu bulacaksın. Şimdi aç açık sene burda av varmezler der. Beraber bunlar galgıp gidiyorlar. Dilki yuvasına gidiyor, ayı daşın başına oturuyor. Daşın başına oturunca, ayı hayli külçeli tabi daş yuvarlanıyor tabandan yukarı gidiyoru, ayı da ölüyoru, dilki de ölüyoru. Bak işde borda bitmiş. *üvendire: Çiftçilerin hayvanlarını yürütmek için kullandıkları ucu çivili sopa, değnek
Gede Kız
Ege Bölgesi
Afyonkarahisar
GEDE KIZ   Bir Gede Kız ile analığı varmış. Analık her gün bu kıza eziyet eder, her işi ona gördürürmüş. Bazen de olmayacak işleri yapmasını isteyip, kız yapamayınca döğermiş*. Bir gün düğüne giderken: — Ben gelinceye kadar şu küpü gözyaşı ile dolduracaksın, diye tembih eder. Kız kapıda ağlarken yanına yaşlı bir kadın yaklaşır: — Niye ağlıyorsun kızım? — Analığım düğüne gitti. Bana da 'Ben gelinceye kadar şu küpü gözyaşı ile dolduracaksın', dedi. Ben bu işi nasıl yaparım. Yapamazsam analığım gelince beni öldürür. — Kalk Gede Kız kalk. Bir kova su ile biraz tuz getir! Kız kalkar yaşlı kadının istediklerini getirir. Su ile tuzu karıştırarak küpü doldururlar. Daha sonra yaşlı kadın kıza sorar: — Düğüne gitmek ister misin kızım? — Ben nasıl düğüne giderim neneciğim? Analığım beni orada görürse öldürür. Az sonra yaşlı kadın heybesi yüklü bir at ile çıkar gelir. Kıza güzel elbiseler giydirir. Altın inci takılar takar, ata bindirerek kızla birlikte düğün evine varır. Yolda da kızın cebinin birine altın birine kül doldurur. Düğün evine varınca falan köyün ağasının kızı diye düğün sahiplerine kızı tanıtır. Düğün sahipleri kızı baş köşeye oturturlar, ikram izzette bulunurlar. Genç kızlar oynarken yaşlı kadın, 'bir de misafir oynasın', diyerek kızı oyuna kaldırır. Analığı da 'Bu güzel kız kim ki', diye öyle kıza bakarmış. Kız oynamaya başlayınca, yaşlı kadının tembih ettiği gibi külleri analığından yana, altınları karşı tarafa saça saça oynar. Kız yaşlı kadınla birlikte düğün evinden ayrılarak eve gelir. Biraz sonra analığı gelince sorar: — Ne ettin ana düğün güzel miydi? Kadın gözlerini sürterek cevap verir: — Düğün iyiydi de senin gibi bir kahpe geldi. Oyun oynarken benden yana kül saçtı, öbür tarafa altın saçtı. Ben gözümün külünü temizleyesiye kadar eller altınları topladılar. Bu kızı da düğünde gören bir Beyoğlu çok beğenir, evine kadar takip eder. Ertesi gün annesini dünürcü gönderir. Üvey anne Gede Kızın bir Beyoğlu ile evlenmesini istemediği için 'Benim öyle bir kızım yok', diyerek kadını geri çevirir. Anası eve gelince Beyoğlu sorar: — Ne oldu ana kızı verdiler mi? — Yavrum sen yanlış görmüşsün o evde kız yokmuş. — Nasıl olur falancanın düğününde gördüm. Takip ettim o eve girdi. — Bunda bir iş var, diye düşünürler. Beyoğlu annesine evde bir eğlence düzenleterek tellal bağırtır: — Beyimizin evinde falan gün eğlence vardır. Bütün genç kızlar katılacaklar. Katılmayan kızlar cezalarını kendileri seçecekler. Günü gelince bütün genç kızlar allanır, pullanır Beyoğlu’nun sarayında toplanırlar. Herkes anlar ki, Beyoğlu evleneceği kızı seçecek. Fakat Gede Kız tellalı nereden duysun. Analığı onu bir odaya hapsetmiş. Dışarı çıkamıyor. Analığın dışarı çıktığı bir sırada yine o yaşlı kadın gelir: — Yavrum sen Beyoğlu’nun eğlencesine neden gitmiyorsun? — Ah neneciğim benim öyle bir şeyden haberim yok. Analığım beni buraya hapsetti. Hiç dışarı bile çıkartmıyor. Hem analığım beni oralarda görürse öldürür. — Esas Beyoğlu seni sarayında göremezse öldün. Eğlenceye katılmayan genç kızlar cezalandırılacaklar. Kız korku içinde, çaresizlikten ağlarken yaşlı kadın bir süre kaybolduktan sonra, yine altın yüklü bir atla ortaya çıkar. Kıza güzel elbiseler giydirir, mücevherler takar, Beyoğlu’nun sarayına yollar. Beyoğlu salonun bir köşesinde kızları seyretmektedir. Eğlencenin yarısı olduğu halde o kızı bir türlü göremez. Biraz sonra kız, büyük bir gürültü ile salona girince herkes kızın güzelliği karşısında şaşırır. Beyoğlu da kızı görüp hemen salona gelir. Kızı bileğinden yakalar: — İn misin, cin misin, kimin nesisin? — Ne inim, ne cinim. Ben de senin gibi bir insanım, diyerek kız, başından geçenleri anlatır. Beyoğlu, kızın analığını kırk katırın kuyruğuna bağlayarak, katırları dağlara salar. Kırk gün kırk gece düğün ederek kızı alır. Onlar ermiş muradına biz çıkalım minarenin tepesine.     *döğmek: Dövmek
Dipsiz Kuyu
Ege Bölgesi
Afyonkarahisar
Bir varmış bir yokmuş... Bir ülkenin yaşlı ve hasta bir padişahı varmış. Bunun iki de geçimsiz oğlu varmış. Bir gün oğullarını yanına çağırır: — Benim derdime bu ülkenin doktorları çare bulamadılar. Gidip benim derdime çare arayın. Kim beni iyileştirecek çareyi bulursa yerime o geçecek. Çocuklar birlikte düşerler yola. Az gitmişler, uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler. Yorulup bir kuyunun başında dinlenirlerken, yiyip içtikten sonra taht kavgası yüzünden büyük oğlan bir fırsatını bulup küçük oğlanı kuyuya atar. Saraya dönerek, kardeşini kurt kaptığını, kendisinin de zor kurtulduğunu, söyler. Küçük oğlanın atıldığı kuyu dipsiz bir kuyu imiş. Orada bir müddet baygın yattıktan sonra uyanınca, başında ak sakallı bir ihtiyarın beklediğini görür. İhtiyara başından geçenleri anlatarak yardım ister. Ak sakallı ihtiyar çocuğa acıyarak yardım eder. Sakalından iki kıl kopararak çocuğa verir ve şöyle der: — Bunları birbirine sürttüğün zaman biri kara, biri ak iki at gelir. Ak ata binersen yeryüzüne, kara ata binersen yedi kat yerin altına gidersin. İhtiyar bunları söyleyerek ortadan kaybolur. Çocuk kılları birbirine sürtünce gerçekten de biri ak, biri kara kanatlı iki at gelir. Yanlışlıkla kara ata binince yedi kat yerin altını boylar. Orası da yeraltı ülkesiymiş. Orada yaşlı bir kadına misafir olur. Yemekten sonra su isteyince, kadın sularının olmadığını söyleyerek başlar sebebini anlatmaya: — Kocatepe'de bir dev var. Suyumuzu bırakmıyor. Her hafta bir kızla bir kazan yemek veriyoruz. Onları yiyinceye kadar su akıtıyor. Biz de kap kacak neyimiz varsa onları dolduruyoruz. Bir hafta idare ediyoruz. Ülkede genç kız kalmadı. Yarın da padişahımızın kızı gidecek. Oğlan bunları duyunca hayrete düşer. Ertesi gün padişahın kızı ile birlikte giderek bir yere saklanır. Dev önce yemekleri yer. Sıra kıza gelince, oğlan bir kılıç darbesi ile devi öldürür. Kız devin kanına batırdığı elini oğlanın sırtına sürer ve sevinçle babasının sarayına döner. Üzüntüden kahrolan babası kızını görünce çok sevinir. Fakat ülkesi susuz kalacak diye kızına çıkışır: — Kızım sen niçin geliyorsun bizi susuzluktan öldürecek misin? Kız olanları anlatınca, babasının sevinci bir kat daha artar. Devi öldüren genci bulmak için ülkenin bütün gençlerinin sarayın önünden geçmesini ister. Kız da balkona oturarak o genci tanımaya çalışır. Gençler sarayın önünden geçedursunlar, biz gelelim devi öldüren yiğide... Delikanlı bir ağaç altında uyurken duyduğu bir sesle uyanır, bakar ki bir yılan ağaca çıkıyor. Ağacın başında da kuş yavruları 'ciyak ciyak' ötüşüyorlar. Kılıcını kaptığı gibi yılanı ikiye böler, yavruları kurtararak tekrar uykuya dalar. Bir süre sonra Zümrüdü Anka kuşu gelip uyuyan delikanlıyı görünce: — Demek ki, yavrularımı yiyen adam bu diyerek onu öldürmek isterken yavruları engel olurlar: — Bizi yılanın elinden o kurtardı diye feryat ederler. Zümrüdü Anka yiğidi uyandırarak: — Dile benden ne dilersen. Sen yavrularımı kurtardın, ben de sana yardım edeyim diyerek oğlana söz verir. Oğlan, yeryüzüne çıkmak istediğini bildirince, Zümrüdü Anka: — Bana kırk tuluk* etle, kırk tuluk* su getirirsen seni yeryüzüne çıkartırım der. Delikanlı kuşun istediklerini bulmak için yaşlı kadının yanına gelince, yaşlı kadın: — Sarayın önünden geç, her istediğin olacaktır diye oğlanı saraya gönderir. Oğlan sarayın önünden geçerken, kız onu sırtındaki kan izlerinden tanır. Oğlan, padişahın huzuruna çıkarılır: — Delikanlı sen cesur bir kişisin kızımı ve ülkemi kurtardın. Sana kızımı vermek istiyorum. — Kızınızla bir şartla evlenirim. — Nedir o şartın? — Bana kırk tuluk etle, kırk tuluk su vereceksiniz. Padişah, oğlanın şartını kabul ederek kızı ile oğlanı evlendirir. Kırk tuluk etle, su hazırlanınca oğlan onları kuşun yuvasına taşıtır. Karısını da alarak oraya gider. Zümrüdü Anka kanatları altına etleri ve suları yerleştirir. Sırtına da kızla oğlanı bindirerek şöyle der: — Ben cak dedikçe et, cuk dedikçe su vereceksiniz. Yeryüzüne yaklaşınca et biter. Oğlan bacağından bir parça et keserek kuşa verir. Kuş eti ağzına alınca insan eti olduğunu anlar, yemez. Dilinin altına saklar. Yeryüzüne çıkınca topallayan oğlana sorar: — Niçin topallıyorsun? Oğlan susunca, Zümrüdü Anka dilinin altındaki eti çıkartarak oğlanın bacağına yapıştırır. Oğlan karısı ile birlikte doğruca babasının sarayına varır. Babası oğlunu görünce, öldüğüne ne kadar üzüldü ise, döndüğüne de o kadar sevinir. Oğlunu yerine padişah ilan eder. Ağabeyi de korkudan ülkeyi terk eder. Onlar ermiş muradına. *tuluk: Bazı yiyecek ve içecekler için koruyucu kap olarak kullanılan, önü yarılmadan bütün olarak yüzülmüş hayvan derisi.
[Tilki ile Ayı]
Ege Bölgesi
Muğla
Eveli bi dilkiyle ayı varmış. Ayıyla dilki arkıdaş olmuşlar. Giderlermiş dağda daşda üzüm yerlermiş. Bi eve varmışlar, evden bi yağ derisi çalmışlar. Yağ derisini dilki başına aldatmış. - Bi dat al gel demiş, ayıya. Göndermiş ayıyı. Geldiğinde dilki yağ derisini yemiş. Bi yemiş, bitirmiş. Başlamış bunlar ayıynan bi döğüşmeye. Dilki, burda ayıyla baş edememiş. - Hadi, demiş. Seninle görüşelim. İnin içine gidelim demiş. Dilkiye güçcük* zopa* galmış, güççük zopa almış. Böyük* ayı da böyük zopa almış. - Beniki güçcük olsun, varsın hadi. Seniki böyük olsun demiş. İn içine varmışlar, ayı bi atarmış, dilki çırpınarmış yere. Ayıyı dilki dövmüş dolaşdırmış, gosgoca ayı.     *güççük: Küçük *zopa: Sopa *böyük: Büyük
GÜL İLE SEYDEVAN
Doğu Anadolu Bölgesi
Iğdır
                                                                                                 GÜL VE SEYDEVAN       Bir varmış bir yokmuş bir tene padişah varmış. Bunun iki oğlu varmış. İkisi de çoğ güzelmiş. Birinin ismi Gül birinin ismi Seydevan’mış. İkisi de erkek yani ikisi de çoğ güzelmiş. Anaları rahmetli olmuş bu çocuklar yetim kalıyor. Ama tabi bu çocuklar *heresi de bir yerde okuyorlermiş. O zamanler lise üniverste uzak bir yerdeymiş. Babaları onları okumaya gönderiyo o da öle yalnız kalıyor. Orda bir tene ağaç var ağaç evin önündedir bir bakıyor öbür tene dişi leylek bide erkek leylek var. O dişi leylek ölüyor  yavruları var tabi kalıyor o leylek ölüyor erkek leylek gidiyor bir tene dişi getiriyor ona o getirdiği leylek o çocukleri öldürüyor. O padişah da hepsini seyrediyor bakıyor. Ondan sonra ya bu düşünüyo taşınıyo ya diyo: —Ben ne yapim. Ee ben evlensem olmuyor evlenmesem olmuyor. Yarın ben evlensem kari da böyle yapsa ben ne yapacayim.  Evlatlarıma itiraf * atsa ben ne yapacayim. Bi şeyler yapar ne bilim ki. Korkuyor biliyorsun. Bir süre geçiyor evlenmiyor adamlar diyor: —Kardaşım meclise gidip geliyorsun üstün başın temiz olması bi bakım yapması gerekiyo sana bir hanım şart yani. Adam o leylekleri öyle görüyor  ee evlenmeye korkuyor.  Ama geçim de olmuyor evde kimse yok. Sağdan soldan millet de diyor: —Git evlen sen daha gençsin sen meclise gidiyorsun böyle olmuyor ya sana temizlik lazım akşam gidiyorsun bir yemek lazım sana bi tane hanım bakması lazım yoksa böyle olmaz ki. Neyse gidiyorler buna bir kadın buluyorler. Adam evleniyor. Bir tane oğlu izne geliyor eve. İşte bu şerefsiz kadın kafayı takıyor oğluna diyor: —Sen geleceksin benle birlikte olacaksın. Çocuk diyor: —Ya sen benim annem yerdesin ben nasıl senle birlik olacayim. Ben bu işi yapmam. Diyor yok gidiyor ona itiraf atıyor. Bu çocuk diyor: —Ben kaçıp gidecem. Nasıl ulaşıyorse ona da öbür kardaşına da ulaşıyor Seydevan diyor: — Gül benden daha yakışıklıdır bana böle yapıyorsa ona da öbüre de itiraf atacak. Ondan sonra babam arada kalacak katil olacak. En iyisi biz evi terk edelim. Gidiyor onu da buluyor.     Bunlar ikisi bir yolda gidiyorler akşam bir ormanlıkta kalıyorler birbirlerine nöbetçi oluyorlar. O uyuyo o kalkıyo o uyuyo o kalkıyo. Bir tene* kuş öldürüyorlar ne yapıyorlerse yemek yiyiyorlar.   Gece yarısı oluyor Seydevan yatıyor Gül kalkıyor bakıyor bir tane dev geliyor. Gül’ü alıp götürüyor. Ondan sonra Seydevan kalkıyor bakıyor Gül yok. Dev gidiyor Gül’ü bir kafese koyuyor geliyor gidiyor kokluyor haftada bir sefer. O kadar güzelmiş Gül ancak nefes alıyor perişan bir vaziyette. Yemek yemiyor bir şey yapmıyor. Ondan sonra Seydevan da gidiyor gidiyor bir memlekete gidiyor. O memleketin padişahı ölüyormuş. Onlar bir tene kuşları var. Diyor: —Valla biz bu kuşu bırakcayiz.  Kuş kimin başına durarsa onu padişah seçeceyiz. Seydevan da o meydana gidiyo. Ne biliyor yabancı bir adam. Neyse kuşu bırakıyorler kuş geziyor dolaşıyor geliyor Seydevan’ın başına konuyor. Ya diyor: —Kardaşım bu yabancı bir adam kuş gelmiş başına konmuş ama biz tanımıyoruz en iyisi biz bir daha salalım bu kuşu. Seydevan’ı götürüyorlar bir odaya koyuyorler. Bir daha salıyorler kuşu. Tabi camlar açıktır gine kuş dolaşıyor geziyor gelip başına konuyor Seydevan’ın. Onlar da  demiş ki: —Demek padişahımız budur biz bunu seçecez.  Seydevan kendine orda padişah oluyor. O kendine orda padişah oluyor biz gelelim Gül’e bakalım. Gül de  öyle o vaziyette duruyor ondan sonra ne oluyorsa bilmiyorum o diyor: — Kimse o devi öldüremez. O devin üç tane ufak kuşu var. Bir kutudadır filan yerdedir. Sen git onu kopar ondan sonra bi tanesini bırak. O dev sana yalvaracak diyecek onu da benim ağzımda kopart. Eğer seni çıkarmadan koparırsan artık kimse onu öldüremez kimse de seni ordan çıkartamaz. O seni çıkarsın sen de onu sonra kopart çık git.    Seydevan  adamın dediği gibi iki kuşu kopartıyor dev geliyor yalvarıyor ama Seydevan çıktıktan sonra da diğerini koparıyor. Dev orda düşüp ölüyor. Gül kurtuluyor Seydevan da padişah oluyor. İkisi kavuşuyor bu masal da burada bitiyo. *itiraf: İftira *tene: Tane *heresi: Her biri
Tilki ile Yılanın Arkadaşlığı
Doğu Anadolu Bölgesi
Van
            Bir varmiş, bir yohmiş, Allah'ın guli çohmuş. Var varalım, sür sürelim, desdursuz bağa girenin hali budur hey! Yarani safa, Bekri Musdafa, ak sakal, pembe sakal, berberin elinden yeni çıhmiş bir sakal. Gasap olsam salliyamam satıri, nalbant olsam nalliyamam gatıri, hamamci olsam dost ehbab hatıri, heç birisi benim deyil... Vesselam, bir gün başıma yıhıldi hamam. Derken, dereden sen gel, tepeden ben; sandığa sen gir, sepete ben; anasıni sen al, gızıni ben. Tahda merdüvenden çıhdıh yuhari, o zempüri gızlar, andıhca yüreyim sızlar. Perdeyi galdırdık, ardında bi deyirmenci otoror. Az gitdik, uz gitdik, dere tepe düz gitdik, bir de bahdıh ki, bi arpa boyi yol gitmişiz. Tekrar gitdik, az gitdik, uz gitdik, göröndi Çin, Maçin'in bağlari. Orada bi deyirmenci otormiş, yanında bi kedisi var. O kedideki göz, o kedideki gaş, o kedideki bıyıhlar, o kedideki guyruh, o kedideki dişler... Bizim kedi galsın, biz gelelim masalımıza. Vahdiyle bi tilkiyle bi yılan arhadaş olorlar. Bunların ancah yedikleri ayri gidermiş. O geder birbirlerıni severler ki... Bir gün ava açıhiyorlar, ama bi türli av bulamiyorlar. O gün ac galiyorlar. Ac galınca yılan niyetini boziyor. Yılan diyor ki: - Artıh burda bişiler bulamadıh, garşiya geçelım. Nehirden, ırmahdan garşiya geçecahlar, diyer terefde avlanacahlar. Garşiya geçerken, tabi nehrın suyi da sert ahiyor. O zaman yılan diyor ki: - Ben burdan garşi terefe geçemem. O zaman tilki diyor ki: -Yahu sen geçemezsen ama ben çoh iyi yüzme bilirim. Ben seni geçıririm, gardaşlıh ne gün içindir? Sen benim sırtıma dolanırsın, başıni salınırsın boynoma, ben seni garşi terefe geçiririm. Yılan çoh memnun oliyor tabi, hemen tilkinin boynona sarılir, sırtına dolanır. Tilki de yüzerah garşiya geçecah fakat mesafe hayli uzun oldoği için, yılan da niyeti bozdoğondan yavaş yavaş tilkiyi boğmağa başlar. Tilki der ki: -Yahu yılan gardaş sen ne yapiyorsun, benim gaburga maburga gemiklerimi gıracahsın, senin niyetin deyiğmiş mi yohsa? Yılan demiş:             - Ben seni çoh sevdiyim için içime muhabbetin düşdi, seni sıhica bi sarayım dedim. Tilki:             -Ya ele mi? diyor, yola devam ediyorlar. Yılanın niyeti bozoh ya, tilkinin belini birez daha sıhiyor, nerdeyse gaburga gemiklerini gıracah, çatlatacah. Tilki diyor: -Sen ne yapiyorsun yılan gardaş, bu bele olor mi yahu? -Nasıl olmaz yahu? İşde bu muhabbet bele olor bazen. Derken, tilki veziyeti anliyor tabi. Diyor ki: -Yılan gardaş, anlaşılan aclıh senin başına vurmiş. Günlerdir ac galdın, bişi yiyemedin, bişi bulamadın. Nasıl osa beni gurt, guş yiyecah; beni gurt guş yiyecağına, senin gibi bi gardaşım beni yesin. Fakat burada, bu suyun içinde sen şey yapacahsın, zehmet olacah. Ben seni sahile çıharayım, bu işi sahilde tamamla. Yılan memnun olor, gabul eder, sahile çıharlar. Yılan da o esnada tilkiyi ele guvetli sıhiyor ki tilkinin iflahi kesilecah nerdeyse. Tilki diyor: -Yılan gardaş, evet, artıh bu son sözömöz olson, o güzel yüzüni bi uzat, son defa o güzel yüzüni öpeyim, ondan sora canım da sana feda olson. Tabi yılan da tilki gardaşının son isdeğini yerine getırmah için yüzüni uzadiyor, tilki de ele birden yılanın gafasýni gapiyor. Tilki yılanın gafasıni gapınca yılan diyor: -Sen ne yapiyorsun? Tilki sıhdıhca yılan gevşiyor, tilki sıhdıhca yılan gevşiyor. Yılan diyor: -Tilki gardaş sen ne yapiyorsun? Tilki diyor: -Vallah gardaşlıh muhabbetıni ben senden öyrendım. Yılanın boynoni sıhiyor, sıhiyor, sononda yılani öldöriyor. Ondan sora yılani guyruğundan tutiyor, yılani düm düz düzeltiyor gumsalın üzerınde, diyor: -Arhadaş dediyın işde bele düm düz olmalidır. Efendım, masalımız burada bitdi.  
Tembel Ehmet
Doğu Anadolu Bölgesi
Van
Var idi, yoh idi... Günlerın günleri, bi Tembel Ehmet var idi. Tembel Ehmet çoh gorhah idi. Dişari çıhamazdi. Anasi diyor: - Yavrum, men ıhdiyarladım, gocadım; yeter, get mana artıh para gazan. - Vallah ana men gidemenem, diyi Tembel Ehmet. Anasi getıri buna tendırde ekmeyıni veri. Bir gün, iki gün, derken aradan yıllar geçi. Bir gün anasi gomşilara gezmağa giderken Ehmed'ın ekmeyıni bırahi gapinın önöne. Ehmet bahi olacah gibi deyıl, Ehmet tendırden çıhi. Tabi anasi da orada gizleniyor. Ehmet tendırden çıhıp ekmeyi almağa gidende anasi hemen gapiyi gapatiyor. Ehmet galiyor dişarda. - Ana gapiyi aç, gurt yedi meni, guş yedi, diyor. Ama anasi açmiyor. Ehmet sağa sola bahiyor, geziyor, dolaniyor. Bi de bahiyor bi guş orda gebermiş, böyük guşlardan. Gidiyor o guş cendegıni aliyor, geliyor eve. Gapiyi çali, diyi: - Ana aç, işde bi tene heyvan buldum getırdım. Anasi gapiyi açi, oni orda yiyiler. Bir gün anasi Ehmed’e şile pişirmiş. Ehmet şile yerken şilenın üsdüne bi sinek goni. Bu Ehmet ele vuranda gırh tene sinegi birden öldöri. Ehmed’ın bi tene de degenegi varmiş. Üzerıne yazi: "Ehmed-i nazar, gıh tene devi ezer. Ehmet, sinegi edi dev... Gel bir gün, get iki gün derken Ehmet para gazanmaya gerar veriyor. Para gazanmaya gidiyor. Ali degenegi elıne, gidi para gazanmaya. Ehmet gidiyor. Şansa da gidiyor gırh devlerın bahçesıne. Gidiyor, heberi yoh tabi. Bahçeye giriyor, orda uyiyor. Uyuduği zaman gırh tene devler geliyor tabi. Gökden iniyorlar. Bağıriyorlar, çağıriyorlar - Bu adam kimdır bizim bahçede yatmiş?  diyorlar. Gidiyorlar Ehmed’ın yanına. Bahiyorlar bi de degenegi var. Üzerıne de yazmiş: - Ehmed-i nazar, gırh devi birden ezer. Bu yaziyi göriler, diyiler: - Biz gırh tene devıh. Şimdi bu gahacah, bizi öldörecah. Emhet bunnari duyi tabi. Gorhidan sesıni çıharmiyi. Ehmet başliyor tıtremağa. Bunnar Ehmed’i galdıriyorlar. Ehmet bağıriyor: - Ulan beni rehetsız etmeyın! diyor. Bağıriyor ama, içınnen de ödi gopiyor, bağri çatdiyor. Devler diyorlar: - Ehmet, vallah sen bizim işimize yararsın. Biznen arhadaş olur musun? Ehmet sinirli sinirli: - Peki, olurum, diyi. Devler diyiler: - O zaman gidah sana ne verah? - Vallah ne gazandıhsa oni bölah, diyi Ehmet. Devler Ehmed’i götöriyorlar saraylarına. Devlerın bi tene başlari var. Ona diyorlar: - Ehmet geldi. Bele bi adamdır, bizim işimize yarar. Devlerın başi gabul ediyor, Ehmet de orda galiyor. Bunnarda edetdır: Bunnar bi gün nöbet tutarmiş, bi gün suya gidermiş, bi gün de odona gidermiş. Bir gün sıra gelmiş Ehmed’e. Ehmed’i nöbetci bırahmişlar. Ehmet gorhidan nöbet tutamiyi. Neyse o gün sabahi sabah edene geder Ehmed’e olan oli. Aradan bi zaman daha geçi. Su sırasi Ehmed'e geliyor. Su da yohmiş oralarda. Gidıp ta dağdan getırecah. Çeşmeden demır desdinen getırecah. Ehmed'e demır desdiyi veriler. Ehmet deyıl demır desdi, yerden bi daş galdıramaz. Bu desdiye nasıl alacah? Ehmet bu sefer sinirleni. Buni sürükliye sürükliye götöri. Su getırecah, ama desdiyi daşiyamiyi. Bu sefer ne yapi? Elıne bi gazma ali, başliyi çeşmenın etrafıni gazmağa, sökmağa. Devler bahilar Ehmet gelmedi. Diyiler: - Gidin bahın niye gelmedi? Bi dev gidi bahi, Ehmet çeşmenın başında, çeşmeyi gazi. Dev diyi: - Ehmet sen ne yapisan? - Çeşmeyi kökönnen çıharacam; getırım goyom gapinın önöne. Alın bol bol içın, diyi. Dev diyi: - Ehmet etme, eyleme. -  Ehmet gine: - Yoh, diyi. Vallah Ehmet’i alilar bi deve, gendileri de biniler bi deve geliyorlar. Aradan gine epey zaman geçi. Bu sefer odon sırasi geli bizim Ehmet'e. Ehmet'e bi zencir veriler. Ehmet zenciri sürükliye sürükliye gidi ormana. Ormannan odon getırecah. Ehmet gidi bele zenciri ormanın etrafına sari. Devler de bahilar Ehmet gine gelmedi. Gidiler bahilar, Ehmet otormiş, bele zenciri ormanın etrafına dolamiş, otormiş. Diyiler: - Ehmet sen ne yapiyorsun? - Vallah men bu ormani sökecam, getırım bırahım gapinın önöne. Bunnari da yahın. Men bele her gün odona modona gelemenem. Diyiler: - Ehmet etme, eyleme; orman gurursa biz galırız. Ehmed'ın amaci, yani yapamiyor, yani gelsınner meni götörsönner diyor. Ehmed'i bindiriler bi deve, odon modonnari bindiriler bi deve, geliler eve. Şimdi bi de garşi terefde şehir devleri varmiş. Şimdi bunnarın güni gelmiş, bunnar savaş edecahlar. Devler diyiler: - Vallah Ehmet bizim işimize yarar. Gırh devi birden ezi. Bele adam ele geçmez. En eyisi Ehmet'i de götörah. Ehmet bunnarın hekınnen gelır. Gidiyorlar Ehmet'e bi tene kehlep at çıhariyorlar. Ati getıriyorlar, Ehmet'i bindiriyorlar ata. Ehmet diyor: - Men çoh sinirliyım. Menım eyağımi atın garnından, altdan bağlayın. Ehmet'ın eyahlarıni atın garnınnan bağliyilar. Bunnar hazırlanmişlar, gidecahlar. Vallah Ehmet, gorhidan altına işiyi. İşegi duzli ya, at bu defa guduri. At, başıni ali, gidi.E hmed’i götöri, Ehmet bağıri. Ehmed'i götöri, Ehmet bağıri. Ehmet özöni sağa sola ati. Bahi yolon kenarında bi ağaç. Ele elıni ati ağaca, ağaç geli Ehmet'ın başına. Ağaç, at gidiler. Garşi terefın devleri bahilar ne! Bu gırh devlerın bi adami geli, elınde bi ağaç. O ağaç bizım üzerımıze düşse, hepımızi öldörecah. Bunnar da gaçilar gorhidan. Gırh devlerde arhadan gidiyorlar, Ehmet'e yerişiyorlar. Bahiyorlar ne!.. Garşi terefın devleri, hepsi gaçmiş. Bunnar gelıp yerışiyorlar Ehmet'e. Ehmed'i tutiyorlar. Ehmet de ele düşmiş ki ele... Encah ağaci tutmiş, ağaçnan bereber sürükleni. - Ehmet sana teşekür ederıh. Sen belesen, sen şölesen, diyiler, Ehmet'i getıriler eve. Bu sefer gırh dev gorhmağa başliyilar. Diyiler: - Biz bu Ehmet'i nasıl edah ayırah? Çıhsın getsın melmeketıne. Bu bizi de öldörecah. Ehmet de bunnardan gorhi, heç bişi sölemiyi. Zevalli heç bişi yapamiyi. Neyse sıra geli Ehmet'e tuzah gurmağa. Diyiler: - En eyisi biz buni gece öldörah. Ehmet de çıhıp dama bunnari dinniyi. Ehmet o gece nöbetcidır ya. Bunnari dinniyi. Diyiler ki: - Ehmet bu gece odasında yatanda, ele gırh gazan su isıdah; gapidan giren suyi töksön, Ehmet'i yahsınnar. Bu pişsın, biz de buni yiyah. Ehmet bunnari dinniyi. Geli yatağına giri. Bunnar gidiler su isıtmağa. Ehmet getıri bi tene kütük bırahi yatağına adam şeklınde. Gafasının altına da bi yasdıh goyi. Gendısi de çıhi, pencereden bahi. Bahi, devler gıh gazan suyi getırdiler. Ele gapiyi açan, elındeki suyi kütügün üsdüne töki. Diyiler: - Bu sabaha geder eyice bişsın, sabahın gelah yiyah. Sabah oli. Tabi su savumiş ya, Ehmet giri yatağına. O kütügi de ati dışariya, yatağına giri, yati. Birez sora devler geliler. Devler gapiyi açar açmaz: - Oh, menım yatağım çoh sıcah, bu gece çoh terlemişem. Devler geli, göri, diyiler: - Ehmet'ın evi yıhılsın. Bu geder su tökdöh, hele bu terdır diyor. Gahsa bizi öldörecah. Bunnar gorhiyorlar. Neyse aradan bi müddet geçi, sıra geli buna. Diyiler: - Bu sefer ele gapiyi açanda elımıze bi zopa alah, Allahıni seven ele bi tene vursun. Ehmet bunnari gine pencereden dinniyi. Ahşam oli. Ehmet gine o kütügi bırahi yatağının içine. Gendısi duri pencerede. Bahi devlerın heresının elınde bi galın zopa, demır zopa. Ele gapiyi açan kütüge bi tene vuri, gaçi. Vuran gaçi. Sabah oli. Devler diyiler: - Şimdi Ehmet ölmiş. Gidah oni yiyah. Ehmet hemen kütügi ati, giri yatağına yati. Devler nasıl gapiyi açilar Ehmet'i yemağa, Ehmet diyi: - Üfff, Allah sizi gehretmesın. O geder gece hep sinekler meni sancıp. Devler diyiler: - Biz bu adama gırh zopa vurduh, bu bunnara sinek diyi. Biz ne yapah? En eyisi buna güzelce ayrılıh teklif edah. Diyah gardaş, ne isdersen sana verah. Ehmed'i çağırilar, Ehmet geli. Diyiler: - Ehmet gardaş nasılsın? - Vallah heç eyi deyılem. O gece o geder terledım, sinekler de meni yedi. Vallah men çoh sinirliyem. - Aman Ehmet gardaş sinirlenme. Peki senın anan, baban yoh midır? - Vardır. - E... O zaman get melmeketan. Çocoh mocoğon gör. İsdersen sana para verah, ayrıl get, heç gelme. İsdersen get gör, gine gel. - Olor, menım hekkımi verın, men gidecam gelmiyecam. Getıriler Ehmed'e bi telıs altın veriler. Ehmet diyi: - Bu azdır. Hepsi öz heklerınnen birez daha veriler. Neyse heybeleri doldorilar. Ehmed'i bindıriler bi ata. İki tene de dev veriler bunun yanına. Bunnar bereber geliler Ehmed'i yolci etmağa. Geliyorlar Ehmet'ın köyöne. Tabi köyde Ehmet'in ismi "Zırzır", yani "Gorhah Ehmet"miş. Buna Gorhah Ehmet derlermiş. Bunnar giriyorlar Ehmet'in köyöne, orda da çocohlar oyniyimiş. Herkes buni görende bağırilar. Diyiler: - Zırzır Ehmet, Zırzır Ehmet! Devler diyi: - Bunnar ne diyiler? - Diyiler Ho Ehmet Efendi... Ehmet bunnari gandıri. Bunnar gidiler Ehmed'ın evıne. Ehmed'ın iki, üç tene çocoği varmiş. Ufah tefek çocohlari varmiş. Devlerın nefesleri çoh guvetli olormiş. Gapidan içeri giriyorlar, devlerın nefesi bu çocohlara vuri. Bunnarın hepsi yapuşi döşemelere. Devler diyi: - Ehmet Efendi, bunnar orda ne yapilar? - Vallah çıhmişlar orya, sizın gafanızi gıracahlar. Bele bunnar döniler, yallah gaçilar. Gidiler melmeketlerıne. Tabi devler bunnara sorilar: - Ne yapdınız? Bunnar da annatilar: - Ne yapalım? Evın yıhılsın Ehmet. Gendısının ufah ufah çocohlari vardi. Biz içeri girer girmez, fırladilar, döşemeleri aldilar; bizim gafamızi gıracahlardi. Biz ancah bırahıp gaçdıh. Yedi, içdi, mehd-i muradına erişdi.  
MAHMUT İLE MAYMUN KIZ
Doğu Anadolu Bölgesi
Van
Zaman zaman içinde, helbür saman içinde, deve dellal iken, serçe berber iken, baykuş bey dügüni var iken, hazırlayıp, yola düşüp gider iken; az getmişler, uz getmişler, dere tepe düz gitmişler, alti ay bi güz gitmişler, bir de demişler bahalım ne geder yol getdik, ölçmişler bahmişlar ki bi arpa boyi yol gitmişler. Olmadi demişler; bize vesayit lazım, vesayitnen gitmek lazım; o zaman gendilerıne bi deve getırmişler. Deve demiş: - Hamam hamam içinde, helbür saman içinde, deve dellal iken, serçe berber iken. İşte deve o zaman yeni dellal çağırıci imiş. Bunnar baykuş beyın dügününe gider iken, az getmişler, uz getmişler, dere tepe düz getmişler. Demiş: - Merkebe vurduh palani, palanın vardır golani, var mi bu sözön yalani? Günün birinde bi padişah varmiş. Padişahın da üç tene oğli varmiş. Bu oğlannar gün gelmiş, gün geçmiş, büyümişler. Demişler: - Vallah biz büyüdüh, babamız heç demiyi yahu bu oğlannari evlendırah. Bunnar gelmişler bi garpuzcidan üç tene garpuz almişlar. Fakat demişler: - Bu garpuzların içi boş olson, yani içleri geçsın. Üç garpuz almişlar, her biri gendi piçağıni gendi garpuzuna saplamiş, göndermişler babalarına. Babalari, vezir, vekil otororken, bahmişlar üç tene garpuz geldi. Kesmişler bahmişlar, her üçünün de içleri boş. Cemeetıne demiş: - Bu ne manadır? Üçi de garpuz göndermiş, her üçünün de içi boş. Nedır bu? Bunnarın akılli bi adami varmiş. Demiş: - Ben size oni diyeyın nedır: Oğlannarın demişler ki bah bu garpuzlar artıh yetışmişler, vahıtlari geçmiş, bizim de içimız geçi, evlenme zamanımız geldi geçi. O zaman padişah dellal çağırtmiş. Demiş: - Şehirde ne geder gız varsa, kimin gızi varsa, filan gün bezenecah, düzenecah, gelıp padişanıh sarayının garşısınnan geçecah. Benım oğollarım kimi begenırse oni alacahlar. Gün gelmiş, buni duyan herkes bezenmiş. Efendıme söleyim, Mehmedi Hesso'non da iki tene danasi vardi. Götördi satdi, getırdi gızıni bezedi, padişahın oğollari gızıni begensın. Eli'yi Şemo'non da eleymiş. O da bi tene geçisıni götördi satdi, gızıni bezedi. Mehset, gelsın ordan geçsın. Gün geldi, herkes geçmağa başladi. Vezirın gızi gelende böyük oğlan elmayi atdi, vurdi vezirın gızına. Vekilın gızi gelende ortanci oğlan atdi, vurdi. Küçük oğlan da bi tenesıni gözöne kesdırdi, dedi: -Ele atacam ona. Atdi, elmasi getdi mezarlığa. Dediler: - Yahu olmadi, bi daha atsın. Bi daha atdi, gine getdi mezarlığa. Üçi de getdi mezarlığa düşdi. Bi daha elma verdiler, atmadi. Dedi: - Atmanam, yeter. Böyök oğlana vezirın gızıni, ortanca oğlana vekilin gızıni aldilar. Gızlar oldilar padişah gelınneri. Küçük oğlan da getdi mezarlığın kenarına, özöne daşdan bi baraka yapdi, galdi orda. Gecenın bi zamani uyandi bahdi, odasi işıhdır. Ele pırıl pırıl... Ele bi gözöni açdi bahdi, bi gız var. Allah'ın göyni olanda buni yaratmiş. Ele giyinmiş ki onon elbiselerının rengi gulibeyi aydınnatmiş. Neyse gıznan annaşdilar. Sabahnan çıhdi dışariya, geldi bahdi bi meymun. Dedi: - Yahu sen bi gızdın, ne tez meymun oldon? Meymun gonoşdi: - Meni bele görseler, isdemiyenner, gardaşların bele görseler, sana bi derbe vururlar. Bele olson, bişi olmaz. Bi zaman için deyişırız. Gidıp gelenner dediler: - Vallah padişahın küçük oğli bi meymunnan evlenıp. Padişah dedi: - Bele olmaz, ne yapah vezir? Oğlannarın üçüni de çağırdi, dedi: - Her biriz bi hali yapacahsız. Benım divanıma göre herkesın garısi bi hali yapacah, divanıma göre getırecah. Böyök oğlan vezirın gızına getdi, babasının dedıhlarıni dedi. Vezirın gızi elli tene gadın topladi, getırdi dedi: - Buni tohiyın. Tohondi bi hali. Vekilın gızi eyni ele yapdi. Küçük oğlanın adi da Mahmut'dur; Mahmut gızın yanına geldi, dedi: - Yahu babam bele diyi, ne yapah? Gız: - Bişi olmaz, sen o halilari götören gün mana söle, men bişiler sana hazırliyacam. Halilari götörecahlari gün geldi. Meymun Mahmud’a bi anahdar verdi. Bu arada o gız her gece oli güzel bi gız, sabah şefağında oli bi meymun. Gız Mahmud’a anahdari verdi, dedi: - Götör filan mezarlığa, anahdari filan mezara vur, söle: Gember Gember, o sana diyecah: Efendım, sen de söle ki: Bacın diyor bi mavi çanta var, o mavi çantayi versın. O çantayi al getır, ama yolda açmiyasan. Söz ver açmiyacam. Getdi, eyni dedıği mezarlığa, mezara "tak tak" vurdi, dedi: - Gember Gember, dediler: - Efendım. - Bacın diyor ki o mavi çantayi bi göndersın. - Bi dekke bekle, dedi. Bi dekke sora mezardan bi el çıhdi, bi çanta uzatdi. Mahmut aldi çantayi, geldi. Yolda gelende öz özöne dedi: - Çantada bu geder hali nerde olacah? Çantayi açdi, açar açmaz ele şevki vurdi, tez gapatdi. Bele sevündi, eve getdi. Garısi dedi: - Mahmut sen çantayi açmişsan. - Yoh açmadım. - Açmişsan bellidır. Sabahnan tabi onnar halilarıni arabalara yüklemişler, atlara yüklemişler geliler. Bu da elıne çantayi aldi götördi oraya. Bunnar halilarıni serdırdi oraya. Padişah dedi: - Mahmut sen ne getırdın? Mahmut çantayi açdi, bele ışıği düşdi milletın üsdüne. Açdilar bahdilar ne... Canım Mahmud'un halısi nere, meymunun tohodoği hali nere, vezirın, vekilın gızlarının tohodoği halilar nere. Mahmud'unki çoh şahane bi hali. Vezirın damadinan vekilın damadi çoh mehcup oldilar. Dediler: - Yahu bu nerden buldi getırdi? Padişah bu defa da dedi ki: - Bu defa birer çadır yapacahsız getırecahsız. Vezirın gızi, vekilın gızi gine eyni milleti topladilar getırdiler; çadırlari tohotdilar. İki yüz kişinın toplanacaği çadırlar tohodilar. Gine Mahmut getdi, garısına dedi: - Men ne yapacağam? - Gine al bu anahdari get, sen merah etme. Gine çal, sele: Gember Gember, bacın diyor ki o sari çantayi versın. Sen gerisıne garışma. Gine aynen getdi çaldi: - Gember Gember" seslendi. O da: - Buyurun Gember, dedi. - Bacın diyor ki o sari çantayi bi versın. - Peki, az bekle. Az bekledi, bi de bahdi gine bi el uzandi, sari çanta çıhdi. Aldi sari çantayi geldi. Yolda oni da isdedi ki aça, bahdi gine işıh, tez gapatdi. Geldi eve, garısi dedi: - Gine açıpsan, neyse canın sağolson. Sabahnan gine çantayi aldi götördi. Bunnar bahdilar Mahmut gine çantanan geli. Bunnar da her bir goca bi araba yükliyıpler. Mahmut çantayi bi getırdi, açdi; bunnar bahdilar öz çadırlari Mahmud’un çadırının yanında heç gali. Ele bi portetif dırekleri var, ele bi şahane ki... Dört yüz kişi bunun altında yerleşır. Bunnarın hepsi şaşırdi: - Nedah, netmiyah? dediler. Padişah dedi ki: - Şöle bişi düşündüm; oğollarımi bu sefer çağıracam, üçi de hanımlarinan mana misafir gelecahlar. Filan güni övle zamani mana misafir gelecahlar. Şehirde de herkese habar verıldi ki: - Mahmut hanıminan gelecah. Herkesın tazısi, köpegi, iti, bizım sarayda alohayi tutacah ki Mahmud’un hanımına saldırsın. Yani meymuna saldırsın. Herkes kimi elıne daş almiş, kimi köpegıni almiş, kimisi tazisıni almiş, bırahacahlar meymunun peşıne. Mahmut gine merahli merahli eve geldi, gine garısına dedi olannari. Dedi: - Vallah men gelemenem, sen gendıne bi çare bul. Yalvardi, dedi: - Nece olacah? Her biri gırh tene de besleme getırecah. Dedi: - Al bu anahdari get. Get mezarlığa, gine eyni daşa çal. Çal söle ki: Gember Gember, bacın diyor ki gırh tene gız, develerinen bereber sabahnan benım gapımda hazır olacahlar. Bi de boş deve olacah. Söle, gel. Mahmut gine getdi mezarlığa, gine daşa çaldi, dedi: - Gember gember. - Efendım? - Bacın diyi gırh tene gız, develeri üsdünde bezeli olacah, bi de boş deve göndersın. Develer sabahnan benım gapımda hazır olson. - Sen get, sabahnan gapida hazır olorlar. Mahmut şefahnan gahdi, çıhdi dişariya bahdi gırh tene deve, bele sıranan dizılıpler, yatıplar. Her birinın üsdünde de çiçek gibi bi gız. Sanki elma parçasidır her biri. Bi tene de boş deve var. Gidecah zamandır; kimi daşıni hazırliyi, sapanıni hazırliyi. Mahmud’i sapannan vuracahlar. Kimisi tazisıni, kimisi köpegini, hele aluhayi da saral hazırliyıp. Vezirın gızi beslemelerinen geldi geçdi, vekilın gızi geldi geçdi, sıra bunnara geldi. Ama bu gelıp geçende milletın ağzi bele açıhda galdi. Bunun garısi ele elma gibi pırıl pırıl parliyi. Elbiseleri şahane elbiseler. Elınde daşi olan ele elınnen düşdi yere, tazısi, köpegi olan ele taziyi köpegi unutdi. Saray da alohayi bırahdi, getdi çocohların canına. Çocohlari goymadi yoldan geçeler. Herkes bele bi çeşıt halda. Bunun develeri çekıldi getdi. Develer nerye getdi, bilemediler. İki gardaş, Ehmet'nen Mehmet dediler: - Gardaşım, bu gardaş bize böyök hekeret etdi. Nasıl edah? Esgiden satranç oyoni vardi. Bunnar dediler: - Mahmud’i da çağırah, satranç oyniyah. Yenen yenılene ne yaparsa yapsın. Vursa vuracah, gırsa gıracah. Ne yaparsa yapsın. Mahmut ki evden gahdi hanıminan ayrıla, hanımi dedi: - Al bu posdi gey omozona. - Niye? - Senın gardaşların hayındır, sana bi derbe vuracahlar. Al buni gey, bah sana gılıç vursalar, piçah vursalar, ne vursalar bunnan geçmez, gorhma. Ama ne deseler, deme bele bişi var. Bi de olmiya olmiya buni çıharasan. Bah seni öldörörler. Mahmut aldi posdi, elbiselerının altına geydi, getdi oraya. Otordilar, gonoşdilar. Bi zaman sora dediler: - Gel gardaşım eylenah, gelın biz satranç oyniyah. Bi oynadilar Mahmut onnari yendi, iki oynadilar Mahmut onnari yendi. Ne geder oynadilarsa Mahmut onnari yendi. Bunnar getırdiler hile etdiler; nihayet bi defa Mahmud’i yendiler. Mahmud'a da diyiler: - Ne yapisan bize yap. O da diyi: - Ne yapacam size, men bişi yapmiyam. Bunnar Mahmud’i yendıhdan sora gahdilar, gılıçnan vurdilar. Ne geder gılıç vurdilarsa gılıç geçmedi. Bi daha oynadilar. Hile edıp Mahmud’i yendiler. Gine vurdilar, gılıç gine geçmedi. Dediler: - Allah’ın seversen sen bizim gardaşımızsan, biz heç sana şey ederıh? Biz şaka ediyıh. Biz heç seni öldöröröh? Nedır bu sır? - Hey, hey, gırh tene gılıç olsa mana geçmez; menım elımde bu var. - Çıhar görah bahım ne biçımdır? Yalvardilar, malvardilar sononda buni çıhartdilar. Çıharanda bunnarın ikisi birden gılıçlarıni galdırdilar, vurdilar düşürdiler yere. Paramparça etdiler, bırahdilar orya. O anda tabi gızın heberi oldi. O beslemelerinen bereber birer güvercin oldilar, pır pır uçdilar, geldiler padişahın penceresının önöne gondilar. Gız, "tak tak" çaldi çami. Padişah dedi: - Kimdir? - Padişah padişah! dedi gız. - Ne diyorsun? - Men senın gelınınem, Mahmud’un hanımiyam. Senın oğlannarın satranç oynadilar, hile yapdilar, Mahmud’i öldördiler, paramparça etdiler. Bah burda, bu çaputun içinde bi ilaç var; bu ilaci pencerenın önöne goyiyorom. Get Mahmud'un bütün parçalarıni topla, hepsıni yerli yerınde bırah. Yannış bırahma, dikket et. Bismillahirrahmanırrahim de, de ki: Ya Rabbi, Sen ahır zaman peygamberının hetırıne, sen buni eyileşdır. Bu duvayi yap, Allah oni eyileşdırır. Padişah bahdi pencerenın önöne bi çaput bırahılıp. Getdi bahdi hekketen oğlannarın ikisi gahıp gidıp. Mahmut paramparça. Ağladi, sızladi, hanımi da geldi. Bunun ezalarıni topladilar, yerli yerıne goydilar. O ilaci aldilar ellerıne: - Yarabbi, sen ahır zaman peygamberının hetırıne, sen buni sağalt, dirilt, dediler. Az sora Mahmut bele toplandi, gahdi otordi. Bütün yaralari eyi oldi. Selevat getırdi, dedi: - Yahu ben ele yatmişdım, ele bi rüya gördöm. Babasi dedi: - He sen eyi rüya göridın, sen bilmiyisen senın başan neler geldi. - Niye? - Senın gardaşların seni bele yapdi, bele parçaladi. - Bişi olmaz, nedah, dedi. Yannız o güvercinner getmeden padişaha buni demişlerdi: - Mahmud’a söle ki benım peşıme artıh gelmesın. Beni daha bulamaz. Beni bulmah için demır eyahgabi giyecah, demır basdon elıne alacah. Ne zaman o demır basdon erıdi, bitdi o zaman ancah beni bulabilır. Onon için benım peşıme artıh gelmesın. Gendısıne başga bi çare bulsun. Padişah bunnarın hepsıni bir bir Mahmud’a annatdi. Sabah oldi, Mahmut düşündi, daşındi dedi: - Vallah ben ömrömön sonona geder arasam, ben onnan eyisini bulamanam. Onnan bele sazi, sözi, sohbeti, akli başında bi temiz birini bulamanam. Getdi bi çüt demır eyahgabi yapdırdi, bi demır basdon aldi elıne, düşdi yola. Babasi ne geder etdi, buni vazgeçıremedi. Mahmut düşdi yola gızi aramağa. Bi gaç gün getdıhdan sora bir gün bahdi ileride iri yari üç tene adam döyöşiler. Ele birbirlerıne vurilar. O oni vuri, o oni vuri, döyöşiler. Devler buni görör görmez dediler: - Durun, bi insanoğli geli, bizi o paylaşdırsın. Buni çağırdilar, bu getdi yannarına, dedi: - Ne isdiyisız? Dediler: - Bizim üç tene şeyımız var, babamızdan galma üç tene hediyemız var: Biri bi sofradır; bu sofra ele bi şeydır ki bu sofrayi bükersın, goyarsın goltoğon altına. Ne zaman göynön yemek isder dersın: "Sofra, ey sofra, Hz. Süleyman'ın hetırıne açıl." Sofra açılır. İçinde göynön ne yemek isderse o olor. Biri budur. Birisi de bele bi külahdır; bu külahi kim başına geçırse, oni kimse göremez. Bi tene de seccede var; onon üsdüne otorsan, desen ki: Hz. Süleyman'ın hetırıne beni filan yere götör, oni uçah gibi, bi guş gibi alır götörör. Mahmut dedi: - Tamamdır, ben sizi paylaşdıracam. Ben üç tene ok atacam; biri bu terefe, biri bu terefe, biri de bu terefe. Birinci gelene bu, ikinci gelene bu, üçünci gelene de bu hediye olacah. Her üçi de gabul etdiler. Mahmut üç tene okun birini bu terefe, birini bu terefe, birini de bu terefe atdi. - Yallah, dedi. Yallah diyende bunnar gaçmağa başladilar. Mahmut hemen seccedeyi serdi yere, külahi geçırdi başına, sofrayi vurdi goltoğona. Bi heybe dolosi altun getırmişdi. Bele üç küme altun tökdi oraya, heybesıni aldi, mindi seccedeye, dedi: - Beni Hz. Süleyman'ın hetırıne, beni Bülbülisdan şehrıne bırah. Garısi gidende padişaha Bülbülisdan şehrıne gidecağıni demişdi. Devler döndiler geldiler, bahdilar adam yoh. Bahdilar üç yığın altun var. Dediler: - Yahu insanoğli ne geder akıllidır; be biz külahi nedecah? Seccedeyi ne yapacah? Yemek, aha ne geder yemek isdesen, aha burda altun. Ha ver, yemek ye. Her biri bi yığın altuni aldi, getdiler. "Ona helal olson" dediler. Mahmut geldi, doğri Bülbülisdan şehrınde bi çeşmenın yanında durdi. Bahdi bi şeyler geliyor, suya geliyorlar. Biri geliyor, elınde de güzel bi ibrıh var. Gelen gız hanımının beslemelerınnen birine benziyi. Ele bi bahdi, tamam odor. Buna sordi: - Bacım sen nerden gelisen, nereye gidisen? - Men filan yerden geliyem. - Peki bu suyi nereye götörisen? Gız dedi: - Men periler padişahının gızına, filankese götöriyem. Mahmut dedi: - Vallah tamam, bu menım hanımımdır. Hanımın men periler padişahının gıziyam demişdi. Mahmut bu defa gıza dedi: - Baci nolor, o ibrıği versen bi su içim. O zaman hanımi buna bi yüzük vermişdi. Mahmut o yüzügi suyi içende atdi suyun içine. Gız aldi götördi. Periler padişahının gızi elıni yıhiyanda birden yüzük düşdi elıne. Yüzügi nasıl gördi, ele heyretler içinde galdi. Dedi: - Sen kimi gördön? - Yoh... - Sen birisini görmüşsün, doğri söle, sen birisini görmüşsün. Bi insanoğli görmüşsün." Besleme gorhdi, annatdi: - Vallah hanım gördöm. Filan yerde, çeşmenın başında biri vardi. Mana yalvardi su isdedi. Su içim dedi. Suyi aldi, içdi, verdi mana. Gız dedi: - Sen get oni getır. Sele periler padişahının gızi seni çağıri. Besleme getdi Mahmud’i getırdi. Hanıminan tanışdilar manışdilar. Gız dedi: - Mahmut, ben artıh esgisi gibi deyılem. O zaman Allah'ın hikmeti idi. Hak Teala sana benım nesibimi yazmişdi. Beni sana nesib etdi, geldım oraya. Şimdi ben babamın hökmi altındayım, ben artıh gelemem. Şimdi beni babamnan isdiyeceksın. Babam eyer beni sana verırse, ben zaten senın için bekliyem. Vermezse benım elımde bişi yohdor. Beni de mehveder, seni de. Mahmut dedi: - Men gider isderem. - Ama sen getsen isdesen, bu gaçınci defa oldi benım başıma gelmiş. Benım peşıme gelennerın heç biri getmiş gelmemiş. Sen getdığın yerden gelemezsen. - Gelırım ben. Vallah ben ölsem de ayrılmanam, sennen vazgeçmenem. Mahmut getdi padişahın gapısıni çaldi. Açdilar gapiyi, bahdilar bi insanoğli. Mahmut dedi: - Vallah zamanla bele olmiş. Men senın gızın gocasiyam. Men gelmişem oni isdemeye. Gızın babasi dedi: - Mahmut, bi çohlari gelıp menım gızımi isdedi. Men heç birine acımadım. Ama sen çoh deyerli bi insana benziyisen. Sana yazıhdır, sen beceremezsın, yazıh olor sana. - Yoh, gidecam, dedi Mahmut. Padişah bu defa: - Madem gidecahsın eleyse dinne: Gidecahsın, Emmigızi ile Emmioğli var, onnarın bi sırri vardır. O sırri öğrenıp gelecahsın. Geldın mi ben sana gızımi verecam, götörecahsın. Mahmut: - Peki dedi. Bunun üzerıne çıhdi getdi hanımının yanına. Bununla göröşdi, helallaşdi. Garısi ne geder yalvardisa olmadi. Külahi gafasına geçırdi, sofrayi da bırahdi goltoğonon altına. Secedeyi serdi yere, otordi üzerıne, dedi: - Hz. Süleymanın hetırıne beni Emmioğli ile Emmigızinın memleketıne bırah. Bi de gözöni açdi bahdi bi memleketdedır. Geldi dolaşdi, molaşdi. Bu Emmigızi ile Emmioğluni sordi. Dediler: - Vallan biz Emmigızıni bilmiyoroz, fakat Emmioğli şimdi bizim padişahımızdır. Geldi padişahın yanına: - Selamün aleyküm. - Eleyküm selam. - Ben gelmişem Emmigızi ile Emmioğlunun başına neler gelıp, oni bana söyliyecahsın. Padişah dedi: - Gardaşım, bunun peşıne çohlari geldi. Heç kimse de bu işde muvaffak olamadi. Sen de beceremezsın. Günahsın, sen deyerli bi insana benziyisen. Sen bu işden vazgeç, get. - Yoh, ben ölsem de vazgeçmem. Bana diyeceksın, dedi Mahmut. Padişah aldi buni götördi. Bi gaç odayi geçırdi. O gapiyi açdi, o gapiyi açdi, o gapiyi açdi. Bütün gapilari anahdarladi. Girdi bi gapiya, dedi: - Ben bi padişahım. Benım babam da bi padişahdi. Emım gızi da vezir gızi idi. Benım emicem babamın veziri idi. Ben emicem gızi ile küçükgen sevişdıh. Ben oni aldım, benım hanımım oldi. Bi gün ben getdım bi çüt güzel eyahgabi aldım, ökceleri gümüşden felan. Ben bahdım ki arhadan diyiler: Yahu bu ökceleri gümüşden eyahgabilari kime ali? Garısi her gün gidi heremilernen birlik yapi, bu da gidi buna gümüş ökçeli eyahgabi ali. Emmioğli başınnan geçenneri Mahmud’a annatmağa devam edi. Emmioğlonon başınnan bunnar geçi: O gün geldi yatağa uzandi, ama bahdi uyiyacah, barmağıni bi piçahnan kesdi, duz doldordi yaraya. Duz goymadi yatsın. Bi de bahdi hanımi yatağınnan çıhdi. Çıhdi getdi, ati çekdi, ata mindi, yallah... Bu da bi ata mindi. Epey bi zaman getdıhdan sora bahdi garısi girdi bi saraya. Getdi pacadan seyretdi. Gari getdi onnara raki verdi, şarap verdi, heremilerın başinan sevüşdi, gülüşdi, oynadi. Ordan çıhdi geldi yatdi. Heç sesıni çıharmadi. Sabaha yahun gadın gelınce, Emmioğli dedi: - Yahu sen niye bele buz gibisen? - Vallah çıhdım dişariya, birez gezdım. Emmioğli annatmağa devam edi: - Ben o güni yatmadım, bekledım. Nihayet gendıme bi elbise hazırladım. Eyni hanımımın elbisesi gibi bi elbise geydım. Yannız yanıma da bayıldıci bi ilaç aldım. Nihayet Emmi gızıni yatırdım. Yatdıhdan sora gahdım, ata mindım, getdım. Saraydan içeri girdım, biri söledi: - Hey orosbi, sen niye ele geç galdın? Men de: - Gusura bahma, işde emicem oğli geç yatdi, dedım. Girdım içeriye. Onnara şey dağıtırken, görmişdım Emicem gızi nece dağıdi, o bayıldıci ilaçdan verdım, hepsi bayıldi. Öbürlerıne heç garışmadım. Yannız heremibaşının gafasıni kesdım, aldım getırdım. Getırdım bırahdım bi sininın içersıne. Siniyi de bırahdım pencerede bi yere. Sabah gehvalti geldi. Emmi gızına dedım ki: - Emmigızi, men bi garpuz getırmişem, orada sinide, o garpuzi bi getırsen yesah. Emmigızi nasıl getdi sininın ağzıni açdi, onon gafasıni görör görmez, tanıdi. Tanıdi ki odor. Emmioğli annatmağa devam etdi: - Bizim zamanımızda bi cadilar dersanesi vardi. O cadilar şeyıni öğrenen, ohordi, üflerdi, insani köpek ederdi, it ederdi, eşek ederdi, her şeyi yapardi. Mana da ohodi, üfledi. Dedi: Seni etdım bi guş, bi garga etdım. Mana bi çubuh vurdi, men oldom bi garga. Aldi ağaci elıne, meni sürdi dişariya. Uçdum getdım. Bizim şehrımızın bi nahırçisi vardi. Onnarın gapısında bi ağaca gondom. Bu nahırçinın da bi gızi vardi. Çıhdi dişariya, mana bele bi bahdi, döndi, getdi. Bi daha döndi geldi. Ana dedi: - Bu garganın gözleri padişahın oğlonon gözlerıne benziyi. Anasi da: - Gızım sen buni deme, padişahın oğli eşidır seni. - Vallan ana bunun gözleri padişahın oğlonon gözlerıne benziyi. Anasi dedi: - Garga, sen padişah oğlisan? Men de başımnan dedım: - Evet.  - Peki menım gızım seni eyileşdırıse, sen menım gızımi alırsan? Gine başımnan: - Evet, dedim. Ohodi, ohodi, getırdi mana bi çubuh vurdi. Dedi: - Ol padişahın oğli! Men oldom padişahın oğli. Gız, o duvayi mana alışdırdi. Dedi: - Get bu duvayi oho, bi çubuh vur, o da ne isdersen o olson. O zaman sen, sen Allah'ın. Meni alırsan almazsan. Men de duvayi alışdım, getdım eve. Gapiyi açdım, başladım duvayi ohomağa, eee men daha yeni alışmişam ya o menden evel ohodi, ohodi, geldi bi tene çubuh vurdi, oldom men bi köpek. Aldi ağaçi, atdi meni dışari. Men gine getdım nahırçinın gapısına. Gız gine girdi içeri, çıhdi dişari. Mana bahdi, dedi: - Ana vallah bi köpek gelıp, gözleri eyni padişahın oğlonon gözleri. Anasi dedi: - Gızım daha şimdi gönderdın. - Vallah ana ona benziyi. Anasi gine çıhdi dedi: - Köpek sen padişahın oğlisan? Gafamnan: - Evet, dedim. - Gızım gelse, seni padişahın oğli yapsa, onnan evlenecahsan? Gine gafamnan: - Evet, dedim. Gine gız geldi, ohodi, ohodi, bi çubuh vurdi: - Ol padişahın oğli, dedi. Oldom padişahın oğli. Men gine insan oldom. Gız bu defa mana dedi ki: - Sen duvayi tam bu kelimeye geder dişarda oho, buraya gelende gapiyi aç, gir. Tabi o ne geder çabuh ohosa, sennen tez ohiyamaz. Ona vur, ne etsen et. Men eynen ele yapdım. Dişarda duvayi ohodom; son kelime geldi, onnari da eyi bellemişem tabi, gapiyi açdım, girdim içeriye. O gine başladi ohomağa, men onnan evel bi çubuh vurdum. Ona dedım: - Ol eşek! Oldi bi eşek. Emmioğli annatmağa devam etdi. Mahmud’a dedi: - Sana filan yerde bi merkep gösdermişdim; sırti, beli yarali, gurtlanmiş. İşde o merkep menım Emmım gızidır. Şimdi menım hanımım da nahırçinın gızidır. Çoh da gendısınnen memnunam. Çünki çoh eyi, çoh temiz, ehlahli bi gadındır. Emmioğli elıni atdi gılıcına, vallah Mahmut hemen külahi gafasına geçırdi. Emmioğli dedi: - Vıle bu nereye getdi? Gılıçnan arhasına düşdi. Tabi o odayi açdi, o da onon arhasına. Odaların hepsıni açdi. En evel de Mahmud’a gösdermişdi. Demişdi ki: - Bah bu odada bu geder kelle var görisen? Senın de kellen bunnarın arasında olacah. Gel vazgeç, demişdi. Eee, Mahmut da bilidi tabi elınde aletleri var. Mahmut çıhdi saraydan. Secedeyi açdi, mindi üzerıne, dedi: - Hz. Süleymanın hetırıne meni Bülbülisdan şehrıne at. Gözöni yumdi açdi, bahdi gine oradadır. Getdi periler padişahının gapısıni döydi. Padişah: - Geldın? dedi. Mahmut: - He, geldım dedi. - Öğrendın? - He, öğrendim dedi Mahmut. Mahmut eynısıni, gördöhlarıni, her şeyi, tek tek annatdi. Periler padişahi biliyordi tabi. Onnar her şeyden haberdar oliyorlar. Dedi: - Tamamdır. O zaman getırdi Mahmud’un garısıni verdi. Birez de hazırlıh yapdi, bi zaman sora bunnari yolci etdi. Mahmut getırdi secedeyi serdi yere, hanıminan bereber üsdüne otordilar. Dedi: - Hz. Süleymanın hetırıne beni filan şehire bırah. Gözlerıni açdilar bahdilar, babasının şehrindeler. Geldi babasının yanına, babasi buni gördi, bi dügün, bi toy.... Babasi Mahmud’a dedi: - Men gardaşların hepsetmişem. Onnara ceza vermişem. Mahmut dedi: - Çağır gelsinner. Gardaşlari geldi. Mahmut gardaşlarına dedi: - Siz mana buni yapdız, men size ne yapacam? - Ne yapisan yap, dediler. Mahmut: - Men gine sizin gibi deyılem. Yannız hanımlarınızi alın, size bu geder para, bu geder mal, burdan gidın. Artıh bu diyarda galmayın. Çünki sizin hayınnığınız ortaya çıhdi. Gine siz durmazsız. Bu diyarda galmiyacahsız. Bunun üzerıne her ikisi de ordan çekdi getdi. Padişah, padişahlıhdan çekıldi. Padişahlıği verdi Mahmud’a. Yeniden Mahmud'a dügün yapdi, toy yapdi. Mahmut'nan hanımi orda yediler, içdiler, muratlarına geçdiler. Göyden düşdi dört elma: Biri Haci Bekir'e, biri bana, biri hekaya diyene, birisi de.... Siz bölöşdörön.  
[Dev Masalı]
Ege Bölgesi
Muğla
Şindi, böle sizin gibi biri eve gelmiş. Bi gadın hamur yoğuruyoru tüküre tüküre. Su var amma, suyun başında dev yatarmış, hiç kimseye su vermezmiş. Suyu almağ için, bi gız verisen yeyoru. U zaman diyoru: - Allah Allah nerde o? - Falan yerde. Gidiyoru oraya. Dev kükreyerek, o diye uyanıyoru. - Kim o? - Gel bi görüşelim. Variyoru oraya. - Bu sefer, sen ne işin? - Çık görişelim. Bu sefer, bi tutuşuyollar devle. Bi devi vuruyoru dizine gadar gömdürüyoru. Vuruyoru, beline gadar gömdürüyoru. Undan sora, selemete gavuşuyoru.    
Akıllı Memet
Doğu Anadolu Bölgesi
Van
Var idi, yoğ idi, Allah'ın guli çoğ idi... Köyli bir gün toplani, çıhilar dağa. Orda bi taş var; yendırecahlar köye. Bi türli yendıremiyiler. Diyiler:             "Gidah köyde bi Akılli Memet var, Akılli  Memet'i çağırah, bize bi akıl versın, bu taşi yendırelım aşağiya.             Gidiler Akılli Memet'i çağırilar:             "Fatma Hanım, Fatma Hanım! Akılli Memet evde mi?"             Diyi:             "Evet, evde."             Diyiler:             "Akılli Memet gelsın, onnan işimız var."             Akılli Memet geli, çıhilar dağa. Çıhilar dağa, Akılli Memet'i götöriler dağa. Diyiler ki:             "Memet, biz bu taşi yendırecah köyön içıne."             Taş da yuvarlah, bi deyırman taşi. Ortasi da delik. Akılli Memet diyi:             "Men gafami bu delikden içeri sohacam, siz buni dağdan aşaği yuvarlayın; men taşi aşaği götöröm. Siz de gelırsız."             Diyiler:             "Peki."             Akılli Memet'ın gafasıni sohilar bu taşın deligine, Akılli Memet'i daşnan bereben yuvarliyilar aşağiya. Yuvarliyilar köyön içine.             Bu millet geli. Geliler bahilar Akılli Memet'ın gafasi yohdor. O ona sori, o ona sori.            Diyiler:             "Eceba geldıği zaman Akılli Memet'ın gafasi var idi, yohsa yoh idi?" Düşüniler düşüniler, bi türli bulamiyilar. Sononda gine diyiler:             "Vallah hetırlemiyıh, gidah bi Fatma Hanımdan sorah."             Gidiler çağırilar Fatma Hanımi:             "Fatma Hanım, Fatma Hanım! Akılli Memet sabah gelende gafasi üsdündeydi, yohsa yoh?"             Fatma Hanım da düşüni, diyi ki:             "Vallah sabahın ekmek yiyende sakallari terpenidi. Şimdi hetırlemiyem."
Öküzler ve Kurtlar
Doğu Anadolu Bölgesi
Hakkari
Öküzler ve Kurtlar          Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, zamanın birinde Arif Ağa adında biri varmış. Ağa’nın dört öküzü varmış.          Arif Ağa, her gün dört öküzünü alıp tarlasını sürmeye gidermiş. Bir gün yine sabahleyin öküzlerini alıp tarlasını sürmeye gitmiş. Akşam olunca evine gelmiş. Her zaman olduğu gibi öküzlerini ahıra koymuş. O akşam öküzlerden biri:          - Arkadaşlar, biz her gün tarla sürmekten bıktık. Eğer beni dinlerseniz bir yolunu bulup buradan kaçalım, demiş.          Bu fikre sevinen diğer öküzler düşünüp taşınmaya başlamışlar. Sonunda bir karara varmışlar. İçlerinden en büyüğü olan boz öküz:          - Arkadaşlar, madem kaçmak istiyorsunuz, o zaman biz de yarın sabah Arif Ağa ahırın kapısını açar açmaz kaçıp gideriz.          Sabah olunca, Arif Ağa her zaman olduğu gibi yine ahırın kapısını açmış. Onları, otlamaları için yakındaki çayıra bırakmış. Bunu fırsat bilen öküzler, akşamki planlarını uygulamışlar ve hızla köyden uzaklaşıp gitmişler.          Öküzler, uzun bir yol gittikten sonra yeşilliği ve suyu bol bir çayıra gelmişler. Zavallı Arif Ağa, öküzlerini bir iki hafta aramış fakat bulamamış. Artık umudunu kesmiş ve öküzlere beddua etmiş.          Öküzler de tarla sürmekten kurtuldukları için sevinmişler. Aradan bir iki ay geçmiş, bir gün oradan geçen aç bir kurt, çayırdaki dört öküzü görünce yemek için saldırmış fakat onlarla başa çıkamamış. Düşünüp taşınmış ve en sonunda arkadaşlarına haber vermeye karar vermiş. Kurt, oradan ayrılarak arkadaşlarının yanına gelmiş:          - Arkadaşlar, yanıma gelin de size bir haber vereyim. Bugün yakınımızdaki bir çayırda dört öküz gördüm. Onlara saldırdım ama bir türlü başa çıkamadım. Bizler ancak hep beraber onları yenebiliriz, demiş.          Bu müjdeli haberi duyan kurtlar çok sevinmişler:          - İyi ki haber verdin. Şimdi gider onları bir güzel yeriz.          Kurtlar toplanıp çayıra gelmişler. Uzun bir yol aldıktan sonra nihayet öküzlerin görmüşler. Kurtların en büyüğü, arkadaşlarına:          - Öküzlere hemen saldırmayın. Korkup kaçabilirler. Kaçmamaları için önce etraflarını saralım. Sonra da hep birlikte saldırırız.          Büyük kurdun tavsiyesi üzerine kurtlar gizlice öküzlerin etrafını sarmışlar ve birden saldırmışlar. Uzun bir süre boğuştuktan sonra yine de öküzleri yenememişler. Sonunda toplanıp yuvalarına geri dönmüşler. Düşünmüşler, taşınmışlar, sonunda öküzlere bir tuzak kurmaya karar vermişler. İçlerinden en büyüğü:          - Arkadaşlar, madem biz öküzlerle başa çıkamıyoruz, onlara bir tuzak kuralım. İçimizden bir kurdu seçeceğim. Onu öküzlerin yanına gönderip, dost olduğumuzu bildireceğim. Onlarla dost olduktan sonra tuzak kurup hepsini teker teker yiyeceğiz.          Büyük kurdun sözlerini arkadaşları da uygun görmüş ve aralarından birini seçip göndermişler. Aracı kurt, uzun bir yoldan sonra nihayet öküzlerin bulunduğu çayıra gelmiş ve öküzlere:          - Bana dokunmayın, size diyeceklerim var. Size saldırmak için gelmedim. Kurt arkadaşlarım sizinle dost olmak istiyorlar. Bunun için de beni aracı olarak sizin yanınıza gönderdiler. Sizlerden biri de benimle gelsin. Bizlerle dost olduğunuzu bildirin. Böylece aradaki düşmanlık bitmiş olur. Biz de bundan sonra her tehlikeye karşı birbirimize yardımcı oluruz.          Kurdun bu söylediklerine inanan öküzler, bunun tuzak olduğundan habersiz bir şekilde bir arkadaşlarını kurtla göndermişler. Kurtla öküz birlikte yola koyulmuşlar ve nihayet kurtların yuvalarına gelmişler. Önceden tuzaklarını hazırlayan kurtlar, öküzün geldiğini görünce hep beraber etrafını sarıp onu yemişler.          Aradan uzun bir zaman geçmiş ve öküzler, kurtla giden arkadaşlarını merak etmişler. Aralarından birini seçip onun peşinden göndermişler. Öküz, uzun bir yol aldıktan sonra nihayet kurtların bulunduğu mağaraya gelmiş. Bir de bakmış ki arkadaşı kurtlar tarafından yenmiş. Bunu görünce kaçıp arkadaşlarına haber vermek istemiş ama kurtlar ona saldırıp afiyetle yemişler.          Geriye kalan iki öküz, arkadaşlarının geri dönmediğini görünce telaşlanmaya başlamışlar. İçlerinden biri kalkıp, arkadaşlarının arkasından gitmiş. O da uzun bir yol aldıktan sonra nihayet kurtların mağarasına gelmiş. Fakat o da diğer iki arkadaşı gibi kurtlar tarafından parçalanmış.          Tek başına kalan son öküz de arkadaşlarının gidip bir daha geri dönmediklerini görünce o da kurtların mağarasına gitmeye karar vermiş. Kurtların mağarasında üç arkadaşının da parçalandığını gören öküz, kendi kendine:          - Bizim gibilerinin sonu böyle olur işte, eğer biz tarla sürmekten bıkıp buralara gelmeseydik, bunlar başımıza gelmezdi. Bunları hak ettik.          Ardından da kurtlar bu öküzü de yemişler. Böylece Arif Ağa’nın bedduası kabul olmuş. Öküzler de evden kaçmanın bedelini canlarıyla ödemişler. Masal da burada bitmiş. Kaynak Kişi: Sadık Tokar, D.T. 1974, Hakkâri, Bağışlı Köyü, Lisans öğrencisi. Derleyen: Yılmaz Önay, D.T. 1.1.1955, Van, Akademisyen, Doktora, Derleme Tarihi: 15.02.1995